kulağa en başta çok hoş gelse de mecbur kalıyor insan bunu yapmaya. zarar görmemek için sevgiyi bile reddetmek, ben kendime yeterimle devam edip tüm ilgilerden kaçmaya çalışmak, aldığın her hediyeyi kendine hakaret olarak kabul etmek, bu konu hakkında aldığın övgüleri bile hoş karşılamamak ile de devam ediyor. güçsüz kollarınla musluk tamir etmeyi öğrenmek, taşıyamayacağın yükten daha fazlasını kaldırmaya çalışmak değil yani bahsettiğim.
yardım istemek yük olur insana... bilsem ki birisinin yardımı ile sadece bir nefes almam gerek, o an bırakırım nefes almayı.
fiziksel duruşundan, diyeceği kelimeye, sizinle değil herkes ile konuşmasına dikkat eden, karşınızda dikilirken göz temasını kesmeyen, kızdığında kızgınlığı bastırıp nedeni soran, üzüldüğünde sizi ciddiye alıp sebebini açıklayan, bir adım atmadan önce önünde ki 10 adımı hesaplayan ve bu hesaplamalara sizi de dahil eden, zaaflarını açıklamayan, her konu hakkında bi fikri olan değil ilgi duyduğu konun noktası virgülüne hakim kişileri tasvir ediyoruz biz burada.
zeka, insana akıldan daha fazlasını getirir. böyle insanlar çocukça davranıştan kaçınırlar, belli hayat görüşleri belli doğruları vardır. daha güçlü bir yapıya sahiptirler, onları kırmanın yolu yoktur olursa da bunu hiçbir zaman öğrenemezsiniz.
biz bunu seviyoruz. her konuyu bilip üstünlük taslamamalarını, kendi doğrularına uymayanlara rest çekebilen, hayır demeyi bilen, dinlemeyi öğrenmiş, karakteri sağlam insanlardan bahsediyoruz.
bu insanlarla muhabbet ederken bacak aramın ıslaklığına defalarca şahit oldum kendilerinin dış görünüşleri ne olursa olsun.
azeriler iran'da yaşamış farsça konuşan ve etnik fars milletine mensup, ateşe tapan bir topluluktur. bu topluluğun azerbaycan türkleriyle hiçbir ilgilisi yoktur.
bunu ilk fark ettiğiniz de artık her şey için çok geçtir, yaşınızı başınızı almış en azından karakteriniz oturmuş ve olgunlaşmış olursunuz. ilk zamanlar ''acaba bende mi problem var'' diye kendinize dönüp kızarsınız. bu sorunu cevabını tabii ki de siz değilsinizdir, hiçbir zaman da siz olmayacaksınızdır. çünkü karşınıza geçip doğruyu, yanlışı, mantığı, hayatı, zorluklarını, hüznü ve mutluluğu, sevgiyi, gerçekleri anlatan bir babanız olmamıştır.
hatalar yapar ve bu hatalardan dolayı sevgiye laik olmayan birisi olarak bile tanımlayabilirsiniz kendinizi. sevgiyi bilmez, gördüğünüz en küçük kibarlığı bile sevgi olarak tanımlarsınız. ilişkileriniz onları kaybetme korkusu yaşayarak ellerinizin arasından kayıp gider. insanlara bağımlı yaşar, bazılarını takıntı haline getirirsiniz. acı nedir, zarar görmek nedir bunları bilemez insan ilişkilerinden alabileceğiniz hasarları hesaplayamaz olursunuz. birilerinin sevgisi alabilmek için kendinizden, hayatından, karakterinizden ödünler vermeye başlarsınız.
en önemli günlerinizde yanınızda yoktur, uzaktan varlığını da hissettirmez. saçını okşama klişelerine girmeyeceğim. ve böyle babalar baba olduklarını sadece siz kısa etek giydiğinizde hatırlarlar.
benim gibi bir babanız da varsa hapishaneden çıktıktan sonra başkalarıyla haber yollayıp, arayıp sormadı diye arkanızdan konuşur. o babaya gün gelir sırt dönüldüğünde onun akrabaları da ''burnu düşse eğilip almaz'' hallerine bürünüp size sırtını döner.
böyle bir babanız varsa tek doğmuşsunuz ve hayatı tamamen tek yaşarsınız. böyle bir babanız varsa ona kızamayacak kadar değersiz birisi olur sizin için, sokakta yanınızdan geçen yabancı insanlar ile aynı kefede olmayı kendisi seçtiği için bu hayata sadece kırılabilirsiniz en fazla.
zamanın da benim de böyle bir defterim vardı, dolma kalemimle özenle yazardım. kendimi, hissettiklerimi, hissedeceklerimi. anlık olarak ruhumu boşaltır, aralara 2 şiir sıkıştırır, göz yaşlarım ile sayfayı ıslatıp geçirdiğim 1-2 saatin sonunda gidip uyurdum. zaman geçtikte kendimden çok başkasını yazmaya başladım, onu ve onun düşüncelerini. bana iyi gelmediğini farkettim.
defteri alıp lavabonun altına koydum, suyu açtım ve bir sigara yaktım. yazdığım bütün kelimeler, yok oluyormuş gibi değil daha çok gerçekleşiyormuş gibi hissettim. suda akıp giden mürekkep izini izleyip suda dağılan yaprakları izledim belli bir süre. doldurduğum her sayfa beni hafifletirken aynı zamanda defterin de yok oluşu hiç bu kadar hafiflememi sağlamamıştı.
şimdi elimde böyle bir defter yok, bilgisayardan bi word belgesi açım kendimi parmak uçlarıma bırakıyorum. zihnimin hızına ancak bunun yetiştiğini hissediyorum. derli toplu cümlelerim yok belki ama aynı işi görüyor ve belgeyi kaydetmeden çıkıyorum.
bazen ses kaydediyorum, saatlik ses kayıtları. yazıya dökülemeyenler dudaklarımdan çıksın diye, duyayım ve kabul edeyim diye. içimde bir yerlerde hep kaçıp kurtulacağımı sanan o şeyi yok etsin diye. belki ses kaydının yarısı sessizlik ve 2-3 hıçkırık ama gerçek acıtır değil mi?
ne derdim var elimde, ne dermanım, ne kalabiliyorum ne koşabiliyorum, ne susabiliyorum ne söyleyebiliyorum. kaç ses yaşıyorsa bu kafanın içinde her biri farklı insan, her biri farklı dertten yakınırken bana hepsi beni suçlamaktan geri durmuyor.
yardım kuruluşunda çalışan birisi olarak her gün çok sayıda sokakta kalan insanları gördüğümden, dürüst olunca da inanılmamasına küfürsüz bu sözlük de yorum yapamıyorum.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.