kütüphane faresi yazar profili

kütüphane faresi kapak fotoğrafı
kütüphane faresi profil fotoğrafı
rozet
karma: 3033 tanım: 114 başlık: 44 takipçi: 88

son tanımları


urumçi'de namazsız 48 saat

mısırlı arap bir youtuber türk'ün atayurdu doğu türkistan'a gidiyor ve komünist çinlilerin karındaşlarımıza yaptığı zulmü gözler önüne seriyor.

haber videosu: youtube linki.

videonun aslı: youtube linki.
devamını gör...

karamanlı molla rüstem

devşirme sistemi'nin kurucularından. adam bunu düşünmüş, tâ karaman'dan kalkıp gelip istanbul'un ortasında demiş çandarlı kimdir, o demiş benim, demiş benim fikrim var... aşıkpaşazade böyle anlatıyor arkadaşım, ben ne yapayım.

edit: istanbul değil arkadaş o zaman istanbul mu var, birisi de uyarmıyor. gece gece neler saçmalamışım.
devamını gör...

devşirme sistemi

devlet-i aliyye'nin en çok eleştirildiği konulardan birisidir. devlet-i aliyye diyorum çünkü halil inalcık benim de katıldığım bir tespit ile diyor ki osmanlı imparatorluğu terimi batılı tarihçilerin terimidir, osmanoğulları kendilerini hep devlet-i aliyye olarak, yüce devlet olarak tanıttı diyor ki bence de öyle. zaten hiç bir arşiv belgesinde vs. böyle bir terim bulamazsınız.

ham yobaz ve kafa softaların hakkında hiç bir şey bilmediği ama her fırsatta ahkâm kestiği bu sistemin kendi kaideleri mevcuttu. kısaca değinmek gerekirse parça parça yazmaya çalışayım.

devşirme sistemi'nin temeli ıı. murat zamanında atılmakla beraber bu sistemin fikir babası çandarlı halil paşa ve karamanlı molla rüstem'dir. aslında savaşlarda alınan esirlerin fazla olması üzerine "ula hacı abi biz bunları nedeceğuz!?" diye düşünürken gönderelim gelibolu'ya, diyelim bunlara acemi oğlan, orada ocakta pişsinler diye karar vermişler. gelibolu'ya acemi ocağı diye bir askerî bölge kurulmuş, bu elemanları orada eğitime almışlar vs. neyse, bak burası benim çok hoşuma gidiyor, fatih sultan mehmet han hazretleri istanbul'u fethediyor, fetihten sonra ayasofya'yı gezerken bakıyor yeniçeriler var, fatih selam vere vere geziyor, orada bulunan bir yeniçeri ne dese beğenirsin, yok len, o kadar da değil, aleyküm selam mehmet paşa diyor, fatih diyor sana edep erkan öğret..., diyor bundan sonra acemi oğlanlarını anadoludaki köylere gönderin, doğru düzgün devşirilsinler. şunu eklemekte fayda var bu sistemden evvel esir alınan hıristiyanlardan az bir ücret karşılığında devlet-i aliyye saflarında hıristiyanlara karşı savaşanlar olmuştur. adamlar üj bej kuruşa dinini, vatanını, milletini, haysiyetini satıyor, bizim içimizdeki hayınlar hâlâ konuşuyor. neyse, sakinim...

şunu en başta belirtmek gerekir ki devşirme görevlilerine insanlar çocuklarını vermek için sıraya giriyordu. yok len, tamam o kadar değil ama insanlar ilerde çocuğum, canım, ciğerim, devlete kapağı atar, iyi yerlere gelir, ailemizi kurtarır gözüyle baktıkları için büyük bir çoğunluk çocuklarının bu sisteme dahil olmasını kendileri istiyordu.

devşirme memuru öncelikli olarak gönüllerden çocuk alırdı, eğer ki ihtiyaç hasıl olmadı ise kaidelere göre hareket eder ve talebi karşılamak için devşirilecek veledi toplamaya başlardı. elinde fermanla köy meydanına gelen devşirme memuru papaz efendiye emr-i ferman buyurup ahaliyi köy meydanına toplar, kilisenin vaftiz defteri getirilir, çocuklar ebeveynleri ile hazır bulunur. öncelikle asillerin çocukları seçilir, bir kaç çocuğu varsa arasından en sıhhatlisi ve en güzeli seçilir. devşirilecek çocuğun bütün bilgileri kayıt altına alınır ve yolculuk başlar. kimin devşirileceğinden çok, kimin devşirilmeyeceğini yazarsak daha kolay olur. mesela benim gibi çerkesler cins olur diye devşirilmezmiş. şaka len şaka. bugün bile kaç tane çerkes var, o gün kimi alıp devşireceksin. neyse. ticaretle meşgul oldukları için yahudiler, iyi terbiye göremeyeceği için anası ve babası ölmüşler, şımarık olur diye köy kethüdasının yani köy muhtarının diyeyim çocuğu, türkçe bilenler, cahil olur diye çoban çocukları, çenesi düşük olur diye keller, heybeti olmaz diye köseler, aptal olur diye uzunlar ve sinirli/aksi olur diye kısalar devşirilmez. anlamadığım bir şekilde doğuştan sünnetli olanda devşirilmiyor. mesela istanbul'u görüp memleketine dönmüş olanı da eliyorlar. bak bu da ilginç bir tespit ki macar ve hırvatlardan mecbur kalınmadıkça devşirme alınmıyor ki sebebi de hakiki müslüman olmayıp fırsat bulunca dinden dönebilecek cibilliyetsizlikte olmaları. cibilliyetsizi ben ekledim. ecdad sanatkara saygıdan orduya almıyor ama sanatkarlarda iş yok. inanması zor olmasa gerek trabzon'dan da alınmıyormuş ki yavuz sultan selim'e kadar. fatih'in zamanında ha bu laz uşaklaru ne ettu ise fatih demiş ocak dışısınız. yavuz tahta çıkınca şehzadelik hatıralarına ahde vefa diyerekten demiş hadi sizden de devşirelim falan filan. mesela yavuz'a demişler hünkarım etme eyleme ha bunlar lazdur ama yok, alacam da alacam. gel gelelim üçüncü mehmed zamanında allah'ın lazıyla uğraşmaktan bıkan devlet-i aliyye bu bölgeden devşirmeyi tamamen kaldırmış. ilginçtir hele bu malatyalılar ne etti ise kanuni sultan süleyman bizzat ferman buyurmuş ve demiş ki "...harputlu, diyerbekirli ve malatyalı olmaya."

e şimdi devşirme memuru topladı bu kadar çocuğu netcek, getirecek istanbul büyükşehir belediyesinin düzenlediği toplu şehadet ve sünnet şölenine... istanbul'a getirilen çocuklar evvela muayene edilip, şehadet getirip müslüman olur, sonra sünnet edilir, sonra dağıtıma neresi çıkarsa. anadolu'dan devşirilen rumeli'ye, rumeli'den devşirilen ise anadolu'ya gönderilir ki kaçması zor olsun. şimdiki gibi köprü yok arkadaşım, adamlar yüzerek boğaz mı geçecek, tekneye binecek olsan sorarlar kimsin nesin diye.

bu çocukları aldık, müslüman ettik, sünnet ettik, köye gönderdik, cart curt vs derken gün geliyor bunları vazifelerini belirlemeye. işte burada da bakıyorlar yüzü gözü güzel, bunların acayip teknikleri var, adam yüzüne bakıyor diyor bu böyle şöyle alıyorlar saraya, bakıyor diyor bu şöyle böyle yolluyorlar ocağa. eli yüzü düzgün, boyu posu yerinde, konuşması düzgün, gözünde ışık olan tipleri saraya alıyorlar, ötekilerde ocağa işte. yalnız bu saraya alınanlar işte öyle böyle değil yani yeri geliyor vezir-i azam oluyor. vay anam babam... köyden çık gel devlet-i aliyye'ye vezir-i azam ol.

tabi bu işin de sahtekarlığını yapanlar olmuş. şöyle ki sahte bir fermanla üç eleman trabzon'da çocuk toplamaya çıkıyor, çıkıyor çıkmasına ammaaa... üç sahtekarında birer eli kesiliyor. katip çelebi'nin belirttiği gibi bütün bozulma ocağa düzensiz alımlarla başlamış olup, öncelik bunu düzeltmek olduğundan ıv. murat devşirme için yolladığı adamların peşine de teftiş için adam yolluyor. e malum şimdi ıv. murat doğuştan güçlü, badi yapan bir hünkar olduğu için hakkında şikâyet olan zata "bre melun!" diye hitap edince gereği yapılıyor.

bu hususla, yani çocukların ailelerinden alınması ile ilgili geçen senelerde erasmus ile yurtdışına giden bir tarih cahili ama kimliğe göre türk olduğunu bildiğimiz bir arkadaş, erasmus ortamında sırp zerzavatın yalan beyanlarına kanıp tivit atmıştı da tarih bilen bir kaç kişi gerekli cevapları vermişti ki tevafuk o ya o vakit halil inalcık'ın osmanlı imparatorluğu eserini okurken tursun bey 1458 baharına doğru sırpların "sultan'a elçiler ve yazılı mektuplar göndererek, gelip ülkeyi ele geçirmesi çağrısı yaptıklarını, sultan'a açıkça boyun eğmek istedikleri belli olduğundan..." diye yazmaktadır. yani bugün bize düşmanlık ezgileri dilinden düşmeyen sümüklü veledin dedeleri fatih sultan mehmet han hazretlerine yalvarıyordu ağam paşam olasın diye.
devamını gör...

ekşi sözlük

ben normal sözlük'te şu linkteki tanımı girmişim ama ekşi sözlük denilen tanımını yapamadığım ortamda benim hakkımda türk düşmanı diye tanım girilebiliyor. ilginç. küfretse daha az üzülürdüm.
devamını gör...

kyzikos

balıkesir ili erdek ilçesi sınırları içerisinde yer alan antik kent.
devamını gör...

lincoln paine

deniz ve uygarlık isimli kitabın yazarı.

kitap iyi, güzel, hoş ama bir yerde abimiz eksik bilgi vererek, bariz eksik bilgi vererek okuyucuyu yanıltmakta. şöyle ki: bahse konu kitabın 204. sayfasında ibn-i haldun'un mukaddime isimli eserinden alıntıladığı bir bilgiyi aktarmakta ancak eksik aktarmaktadır. burada yazılana göre hz. ömer, müslümanların deniz yolculuğundan uzak durması gerektiğini tenbih etmiş.

şahsımda tereddüt hasıl olduğu için ibn-i haldun'un mukaddime isimli eserine baktığımda ise böyle bir bilgi yer almakla birlikte, hemen bir kaç satır altında ise müslümanların denizcilik tecrübesini kazandığına kanaat getirdikten sonra muaviye'ye kıbrıs'a sefere çıkmaya müsaade ettiğini gördüm.

bu abimiz iyi, güzel, hoş bir kitap yazmış ama elinin altında kaynak olarak belirtilen kitap bulunmayanlar hz. ömer'i denize ve denizciliğe karşı olduğunu düşünecek. bunun suçu, günahı, vebali kimin boynuna, sorarım sana lincoln paine!?

hadi ben bu bilgiyi araştırabildim ama bu konuya kadar okuduklarımda gene aynı şekilde bir hinlik olup olmadığını nereden bileceğim? hepsini oturup nasıl inceleyebilirim? hadi, al bakalım...
devamını gör...

eudoksos z kyzikos

herhalde türkçesi kyzikoslu eudoksos gibi bişi. bence cahil cesaretinin vücut bulmuş hali olan bugün balıkesir ili erdek ilçesi sınırları içerisinde yer alan kizikos isimli antik kentte m.ö. 150 senesinde doğmuş manyak bir kaşif.

bu rahmetlinin hikâyesi şöyle ki: iskender, mısır'ı fethedip, öldükten sonra, mısır'ı yöneten ptolemaios hanedanı'ndan 3. ptolemaios zamanında kızıldeniz'de seyreden bir gemi kazaya karışıp, kıyıya vuruyor ve bu gemiden bir hintli önce kurtarılıp, sonra esir alınıp, iskenderiye'ye, hünkar hazretlerinin huzuruna getiriliyor. hünkarın aradığı fırsat ayağına gelmiş ki persleri oyun dışı bırakıp, ticaretin daha uygun hale getirilmesi peşindeyken bu hintli kızıldeniz'den hindistan'a seyredecek gemilere kılavuzluk etme sözü üzerine ve serbest bırakılıyor. bu ekibin başındaki isim ise cahil cesareti ne yazık ki tozlu tarih sayfalarının arasında kalmış balıkesirli eudoksos abimizden başkası değildir. bu abimiz hintlinin refakatinde ilk seferini gayet başarılı yerine getirir ve mısır'a dönünce getirdiği mallara kral denilen açgözlü köpek tarafından el konulur. daha sonra ise bu aç gözlü köpek kralın dul eşinin desteğiyle ikinci bir sefere çıkmaya niyetlenir ve gene başarılı olur ki bir fırtınaya kapılana kadar. abimiz gözünü etiyopya'nın güney kesimlerinde açar ve bir şekilde mısır'a döner, tabi mallarına gene el konulur ama dönerken bir batık gemi bulur, bunu kurtarır ve mısır'a ulaşınca marangozlara sorduğunda bu geminin bir kartaca gemisi olduğunu öğrenir. bunun üzerine abimizde bir fikir oluşur ve kartacalıların batıdan doğuya afrika'nın etrafından dolaşarak varmış olabilecekleri sonucuna varır ve kendi imkanları ile bir gezintiye çıkar. bu sebeple atlantik'e ilk çıkışında bir fırtınaya yakalanan abimiz ispanya'ya döner ancak içindeki sesi susturamaz ve ikinci sefere çıkar. işte burada allah rahmet eylesin diyoruz, çünkü abimize ne olduğu hâlâ meçhul. *
devamını gör...

mikail bayram

emir timur hakkında bir makale yayımlamış ki evlere şenlik. kaldı ki bu makale selçuk üniversitesi edebiyat fakültesi dergisinin 1 aralık 1999 tarihli 13. sayısında yayımlanmış. ahanda link.

makalenin mahiyeti şu: mikail bayram isimli öğretim üyesi "menem timur-ı cihan-guşay" tespit ettiğim kadarı ile doğrusu "menem timûr-i cihân-güşâ" yani ben cihan fatihi timur'um isimli kitabı esas alarak timur'un hatıratından bazı bölümleri makalesine taşıyor.

özet geçeyim: timur, kendisine esir düşen yıldırım bayezid ile istanbul önlerine geliyor, ben bu şehri nasıl alırım hesapları yaparken yıldırım bayezid'e istanbul'u alamadığı için laf vuruyor, yıldırım bayezid diyor bunların elinde rum ateşi diye bir şey var, su ile sönmüyor, sonra timur bir komutanı ile birlikte bir kaç küçük gemiyi haliç'e yönlendiriyor, rum ateşi ile karşılık verilmesi üzerine gemiler yanıyor, bakıyorlar gerçekten su ile sönmüyor, sonra diyor benim memleketimde de yerden çıkan bir ateş var, o da su ile sönmez, toprak atarlar, ertesi gün bir kaç tane küçük gemi bu sefer yanlarında toprakla tekrar haliç'e yanaşıyor, gene rum ateşi ile karşılık veriliyor ama bu sefer hazırlıklılar ve rum ateşinin üzerine toprak atınca ateş sönüyor, sonra timur yanındaki fransız elçisi marifetiyle istanbul kuşatması için gemiler yapılması talimatını veriyor ama gemilerin bakırla kaplanmasını istiyor, fransız elçisi fransa'da bu kadar bakır yok, olan da pahalı diyor, timur siz gemileri yapın bakırı doğu'dan getirtiriz diyor, falan filan, cart curt, vs.

gelelim işin aslına... mikail bayram'ın sadece eser adı vererek yaptığım bu yayımdaki hatalı nokta şu böyle bir kitap yok. ha, var ama uydurma bir kitap var, anlatayım:

zebihullah mansuri diye iranlı bir herif var. bu herif işi gücü yalan yanlış kitap yazmak. bahse konu timur hatıratı tek vukatı değil. internette bu ismi aratırsanız bir çok haber görürsünüz. özellikle şiiliğin hak bir mezhep olduğunu kanıtlama çalışmaları var.

işte bu iranlı zebihullah mansuri 1964 senesinde bir kitap yayımlıyor. adı menem menem timûr-i cihân-güşâ olan bu kitabı yayımlarkende fransızda bir eserden tercüme ettiğini belirtiyor lakin kaynak gösterdiği fransızca metinle, tercüme arasında dağlar kadar fark var. iranlı abimiz zebihullah mansuri, neredeyse tamamen kendisi tarafından yazılan bu kitabın yazarı olarak marcel brion’u göstermekte, kendisinin yalnızca tercümeyi yaptığını iddia etmektedir. ayrıca kitabın adını ben cihan fatihi timur koyup altına timur’un kendi ağzından hayat hikâyesi ibaresini eklemek suretiyle kitaba, ebu talib turbati’ye ait mülfuzat-ı timuri’nin marcel brion tarafından düzenlenmiş bir versiyonu olduğu izlenimini vermiştir. kaldı ki bir önceki cümlede adı geçen eserin bugünkü adı ile anlatacak olursak timur'un günlüğü'nün hakikati dahi kesin değildir. ortada gene bir iranlı oyunu vardır.

bir önceki paragrafta izah edildiği şekilde zebihullah mansuri, ustaca bir sahtekârlıkla, mülfuzat’tan tüzükat-ı timur'dan yararlanarak, tamamen kendisi tarafından yazılmış roman niteliğindeki kitaba marcel brion’un adını koymak suretiyle bilimsellik kazandırmış oluyor ve okuyucunun gözünde, sözde timur tarafından yazılan bu kitabın inanılırlığını artırmış oluyordu.

daha detaylı bilgi için bahse konu makaleden işkillenmem ve kaynağını araştırmaya koyulmam üzerine karşıma çıkan ve beni aydınlatan türkiyat mecmuası'nın 22 aralık 2017 tarihinde yayımlanan 27. cilt, 2. sayısında abdul ahat andican imzalı makalenin linkini aha da buraya bırakıyorum.

buna benzer, kahramanızın platon olduğu bir entry için link burada.
devamını gör...

kanuni sultan süleyman

[www.amazon.com/Day-Empire-H... day of empire] isimli kitabın yazarı çinli, filipinli, amerikalı melezi `amy chua` ablayı selamlayarak başlıyorum. devlet-i aliyye bir hiper güç müdür, değil midir, bakalım...

kanunî sultan süleyman, hayata bir adım önde başlamıştır. yavuz sultan selim gibi bir padişahın oğlu olmasıyla `devlet-i aliyye`içerisinde kimseye tanınmamış bir imkanı yakalamış, babasının dedesine baskıları neticesinde şehzade oğlu iken sancağa çıkma şansını elde etmiştir.

tahta çıktığında hali hazırda dolu bir hazine, sağlam bir ordu ve istediği her şeye erişebileceği zenginlikte sınırlara ulaşan bir mülkün sahibiydi. bir padişah daha ne ister... diyecekken hürrem'in sesi kulağımda yankılanıyor.

kısa tutacağım. aklıma geldikçe zatı alilerine yapılan eleştirilerden gitmeye çalışayım:

kanuni sultan süleyman han hazretlerinin en çok tenkit edildiği mesele şehzade mustafa'nın katli meseledir. lakin kendisini bu konuda haklı çıkaracak en net hadise babasının, dedesine karşı yaptığı askerî harekattır. böyle bir hadiseye şahit olmuş kanuni'nin şehzade mustafa'ya daha fazla iltimas tanıyamazdı. tarihi kaynaklardan tespit edebildiğimiz kadarıyla şehzade mustafa doğuştan liderlik şartlarına malik bir fert görünümü ve karizmasıyla kanuni'den sonra, belki de kanuni'ni de korktuğu gibi kendisi sağ iken tahtın en büyük adayıydı. katlinden sonra çadırındaki sandıktan çıkan kitaplar adeta fatih sultan mehmet han hazretlerinin izinden gittiği izlenimi veriyor. şehzade mustafa, halk tarafından sevilen, gittiği sancaklarda güzel faaliyetlerde bulunan, yiğitliği ile yeniçerinin gönlünde yer etmiş bir isim. diğer kardeşlerini toplasanız bir şehzade mustafa etmiyor. tabi burada saray dedikoduları da kulağımıza çalınmıyor değil. hürrem'in çocuklarından birisi padişah olsun diye şehzade mustafa'nın ayağını kaydırmak için rüstem paşa ile oyunlar çevirdiği hep söylenir. bu iddiaların en büyüğü şehzade mustafa'nın safeviler ile mektuplaşmasıdır. gel gelelim bu dedikodular hep birer dedikodu olmakla kalacak lakin benim kanaatim şu ki şehzade mustafa'dan sonra devlet-i aliyye çöküşe geçmiştir. zira ondan sonra bu denli bir isim görmüyoruz.

hürrem'in sesi kulağımdan gitmiyor. hadi gene hürrem sultan diyelim de, neyse... ankara savaşı'ndan sonra devlet-i aliyye sultanları eşlerine nikah kıymayı bırakmışlardır. bunda en büyük sebep yıldırım bayezid'in eşinin timur'a esir düşmesidir. kimin neyi olduğu bilinmeyen cariyeler sayesinde kimse hak iddia edemeyeceği için devlet-i aliyye açısından gayet yerinde bir tercihtir. hürrem'de kırım'dan gelen cariyelerden birisidir ve cazgır yapılı birisi olması sebebiyle haremde kendine yer edinmiş, neticesinde uzun bir zaman sonra devlet-i aliyye sultanı ile nikahlanan bir kadın olmayı başarmıştır.
devamını gör...

trendyol express

eşim trendyol üzerinden satış yapıyor. satılan ürünleri ürünün kendi poşeti üzerine balonlu naylon sarıp, kendisine ait kargo poşetine koyuyor. ancak ne hikmetse bu arkadaşlar kendilerine teslim edilen "pahalı" ürünleri kaybediyor. ucuz olanlar ise bir şekilde aylar sonra bile olsa kargo poşeti, balonlu naylonu, hatta ürünün kendi ambalaji dahi açılmış, ürün çizilmiş bir şekilde geri geliyor ve bununla alakalı hiç bir sorumluluk kabul etmiyorlar.

eşimin binbir zahmet ile paketledigi kargo sadece kargo poşeti ki o da çoğu zaman yırtık halde iade ediliyor.

sizlere tavsiyem kargo seçeneğiniz varsa kesinlikle trendyol express'ten almayın.
devamını gör...

3 mayıs türkçülük günü

#848209 kutlu olsun.
devamını gör...

türkiye'nin en kötü yayınevi

(bkz: kronik kitap)
devamını gör...

her şey her yerde aynı anda

boşa vakit kaybı.
devamını gör...

candaş tolga ışık

bu zati muhteremi tanimam, etmem.

vaktinde celal şengör ile fatih altayli'nin başlattığı ve salgın sebebiyle sekteye uğrayan bilim programini internet üzerinden devam ettirmeye çalışmış, son programı ise editle linklerini ekleyeceğim felsefe ile alakali olduğunu söyleyen bir hanimefendi ile olduğunu gorunce hiç izlemedigim, lakin daha sonra kafa tv midir nedir oraya 5 10 dakikacik parca parca eklenen ilber ortayli videolari ile güzel yürümüş birisine benziyor.

celal şengör ile olan videolardan bir kesit vardi, aradim bulamadim, celal hoca bilimsel bir espri yapıyor, candaş anlamıyor, capsi yapanlar "candaş gül gül!" diye eklemis, bir kac saniyelik durgunluktan sonra candas, celal hocanin gülüşü üzerine zoraki gülüyor. tamam espiriyi o an bende anlamadim ama zoraki de gülmedim. geri sarip tekrar dinledim. zaten bant kayit. kes orayi. veya hocam ses kesildi vs de tekrar etmesini iste montajla düzenlersin. neyse.

celal hoca ile olan yayindan anladim abimiz soru soramıyor.

gel gelelim şimdi de selçuk bayraktar ile videosu var. bakayim dedim, abi bir insan cep telefonu ile insansiz savaş uçağını, ihayi değil, kizil elmayi, bildigin savaş jetini nasil bir tutabilir? selçuk agabey de kalp kirmayayim gene diyor, ya öyle değil de deyip konuyu degistiriyor. akinci ile alakali öyle sorular soruyor ki, mesela şu, kizil elma, akincinin yapamadığı neleri yapacak? diyor. abi şaka misin? programa cikmadan evvel en azindan gir vikipediden oku.
devamını gör...

papa i. leo

attila'ya diz çökmüş papacık.
devamını gör...

vücut geliştirme

futbol gibi ne idüğü belirsiz bir saçmalığa bu kadar laf edilmez. çünkü memleketteki herkes bir şekilde futbol geçmişine sahiptir, sorsanız "ben iyi futbolcu olacaktım ama hocam önümü kesti!" gibisinden lafları çok duyarsınız. halı sahada iki üç adım atan kendisini futbolcu addeder. ancak gel gelelim vücut geliştirme sporu en çok eleştirilen spordur çünkü kıskanılır, çünkü salonda bulunan ağırlıkları kaldırmaya kimse cesaret dahi edemez.

serdar aktolga'nın bir röportajını hatırlıyorum: gençken bir salonun içerisinde antrenman yapan badicileri kaçak gözlerle izliyor ve kendi kendisine "bir erkek böyle olmalı!" diyerekten bu spora gönül veriyor.

yukarıda bahsi geçen eugen sandow abimiz ise manyak gibi tâ yunanistan'a gidiyor ve erinmeyip tanrı heykellerinin tek tek ölçüsünü alıyor. onun düşüncesine göre insan vücudu bu tanrı heykellerindeki gibi, tanrılar gibi olmalıdır ve nihayetinde bunu da başardığını görüyoruz. mr. olympia şampiyonları madalya veya birincilik saymaz, kaç sandow'un var derler.

eugen sandow farkında olmadan bir çığır açmıştı ki bir dönemin ünlü vücut geliştirme sporcularına bakarsanız dehşet fizikleri vardır. bunları yazarken ilk aklıma gelen isim frank zane">frank zane abimiz. herkesin aklına ilk arnold schwarzenegger gelir ancak bana kalırsa frank zane abimiz estetiğin ta kendisidir. franco columbu ne yazık ki boydan kaybediyor. biraz daha uzun olsa imiş... arnold schwarzenegger ile irileşme ön plana çıkar oldu ve bunu zirveye ronnie coleman abimiz taşıdı. arnold schwarzenegger'den dahi daha fazla mr. olympia birinciliğine sahip olan ronnie coleman'ın şimdiki hali beni kahretse de kendisi hakkındaki bir röportajda geçen cümleyi kaba taslak buraya yazmak istiyorum: salonda 200 kg'lık dambıllar vardı ve onları sadece ronnie coleman kullanıyordu.

gel gelelim artık bu iş ciddi bir sektör haline gelmiş durumda ve yarışmaları izlemek dahi istemiyorum. göbeği bir karış önde badiciler. sadece kas kütlesi. estetik yok. arjinin ile şişirilmiş damarlar. daha neler neler... mesela herhangi bir derecesi olan badiciye arnold gibi vakumlu yani göbüşünü içine çekerek poz ver deseniz yapamaz. growht sağolsun.

gel gelelim bu iş ciddi bir iş, ciddi ve nankör bir spor. bir tekvandocu olarak şöyle kıyas yapabilirim: tekvando sporcusu antrenmana gelir, gider, bitti. bunun dışında aman aman dikkat edeceği bir şey yoktur. ancak vücut geliştirme sporcusu için bu böyle değil. uykusuna dikkat etmeli. özellikle gece 23.00-03.00 arasında kesinlikle uyumalı. aldığı ve harcadığı kaloriye dikkat etmeli. protein miktarını bilmeli. bunun yanında vücudunun ihtiyacını anlayabilmeli ve buna göre takviye yapabilmeli. vitamin vs. kullanımı ise apayrı ehemmiyet isteyen meseleler. özetle bir badicinin bütün günü spor ile geçer.

ve bu sporun bir sonu yoktur. çünkü tek rakibimiz kendinizsiniz ve her geçen gün daha iyisini olmak için çalışırsınız. bugün 20 kglık dambıl ile biceps curl yapıyorsanız, bir dahaki biceps antrenmanını 25 kglık dambılı almak için iple çekersiniz. bunun bir sonu yoktur. olur da bu spora devam ettiniz, bir hevesle başlayıp bırakmadınız ve ciddi ciddi çalıştınız, antrenman sonrası şişmiş kaslarla ayna karşısında kendinizi izlemenin tadını hiç bir şey vermez. ilk bakışta "vay be, ne olmuşum..." dersiniz ancak bir kaç poz verdikten sonra "şurayı daha fazla çalıştırmalıyım, burada eksiğim var, vs." diyerekten kendi kendinizin muhakemesini yaparsınız.

her ağır kaldıran "hayvan" gibi vücut yapacak diye bir şey yok. allah isteyen herkese nasip etsin 150 kg ile squat yaptığım oldu ancak yolda gören eline dambıl almamış der. güzel bir diyet programı ile nasıl bir spor hayatınız olacağına karar verebilirsiniz.

sözün özü şu ki kafa dağıtmak için müthiş bir spordur. sinirli bir şekilde girdiğiniz salonda omuzlarınız üzerinde eğilen barla yapılan squat her şeyi unutturur. kulaklığı takarsınız ve sadece ağırlıklarla başbaşa kalırsınız. tek rakibiniz kendinizsinizdir.
devamını gör...

direnç lastiği

hemen hemen iki senedir salgın sebebiyle iş ve zaruret dışında evden çıkmamanın sonucunda güçten düşmüş bir şekilde soluğu evime en yakın vücut geliştirme salonunda buldum. amacım sadece güçlenmekti ancak salonun bakımsız ve suriyelilerin türklerden çok fazla olması sebebi ile salonu bıraktım. bir iki dambıl alır evde çalışırım derken dambılların kg fiyatının 20-25 tl'den başladığını öğrenince bu merete baktım. decathlon'dan 35 kg olan turuncu bandı aldım ve gayet memnunum.

iyi kötü her şeyini yazayım ki alacakların aklında bir şey kalmasın:

- ilk başta alışmak biraz sorun olabiliyor. evde bantı sabitleyecek bir yer bulmak zor. ben bunu balkon demirine bağlayarak halletmeye çalıştım ancak zannediyorum ki dışarıdan hoş bir görüntü vermiyor. zira balkonda sabit bir yerde abidik gubudik hareketler yapan birisi durumunda oluyorsunuz. doğalgaz peteğine bağlamayı denedim ama çatır çutur ses gelince hemen çözdüm.

- salonda yaptığınız her hareketi biraz kafanızı kullanarak çok rahat yapabilirsiniz. misal, bench press'i bantı sehpanın altından dolayıp yaptım. lat pulldown'u bantı kapının üzerinden bir tur atarak hallettim.

- bu mevsimde evde çalışmak haddinden fazla terlemenize sebep olabiliyor. parkta, bahçede vs. yapabilecek olanlar varsa bunu değerlendirmelerini tavsiye ederim ki ben de ilerleyen zamanda bu şekilde çalışmayı düşünüyorum. en azından kış gelene kadar.

- ben 35 kg aldım, çalışıyorum, gayet memnunum. ancak antrenmanın sonuna doğru 35 kg'ı kaldıracak güç kalmıyor ve bunun için, yani ciddi ciddi spor yapmak istiyorsanız mümkünse çeşit çeşit ağırlıkları almanız yararınıza olacaktır.

- senelerce salona gitmiş ancak duş vs. gibi şeyleri hijyen sebebiyle kullanmaktan imtina etmiş birisi olarak antrenman sonra hemen duşa girebilmenin ve ardından mis gibi keyif kahvesi içebilmenin tadına diyecek yok.
devamını gör...

ad hominem

türkiye'deki en bariz örneği necip fazıl kısakürek'tir. zira ortaya koyduğu eserlere bir eleştiri getirilememiş, tövbe ettiği geçmişi üzerinden çamur atılmaya çalışılmıştır.
devamını gör...

mahmut ustaosmanoğlu

allah rahmet eylesin.
devamını gör...

hem bu deveyi güdecek hem bu diyarda kalacağız

bunu da tenkit etmezsiniz be, yuh artık. allah akıl fikir versin.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim