mahzenin öykücüsü - tüm tanımları (2. sayfa)
1.
sözlük yazarlarının söylemek istedikleri
please don't leave me alice, ı don't know what to do without you..
devamını gör...
3.
yazarların pişmanlıkları
roberto baggio 94' dünya kupası finalinde 'o kaçırdığım penaltıdan sonra nerdeyse her gece rüyamda penaltıyı yeniden atıyordum ve gol oluyordu' der. bir düşünün sonuna kadar gitmişsiniz, takımı finale tek başınıza taşımışsınız ve kaçırdığınız bir penaltıdan ötürü eleniyorsunuz. oysa ne kadar kolay görünüyordu değil mi roberto için bu, hatta çocuk oyuncağıydı.. o günden sonra roberto'nun yaptığını hepimiz yapıyor, söylüyoruz aslında. roberto da santim santim ölçüyor kafasında, rüyasında. 'biraz daha topun alt kısmına değmeliydim belki de, ya da hafif köşeye atsam goldü' gibi muhasebeleri belki de binlerce kez kurguladı tekrar tekrar. bu bende de vardı, belki de son 2 aydır her gece o rüyayı gördüm. tıpkı roberto gibi, tıpkı pişmanlıklarında boğulan diğerleri gibi. kolay görünen borçlarımı temizliyor evime dönüyordum. istifa etmemişim, günler atlatılmış olay çözülmüş.. ben zamanında bunu, bu olayı tıpkı roberto gibi saplantı haline getirmiştim ve bu beni daha da dibe götürmüştü.
pişmanlıklar bizi eğitir, fakat çok şeyi de götürür. en sevdiklerimiz dahil.
pişmanlıklar bizi eğitir, fakat çok şeyi de götürür. en sevdiklerimiz dahil.
devamını gör...
6.
yazarların yazdığı hikayeler
-taşradaki canavar- ilk kısım
çocukken bayılarak okuduğum canavar hikayelerinin, yetişkinliğimde bir yenisini yazmama çokça katkılarından dolayı eski eşime teşekkürlerimi borç bilirim.
-geride yanan bir kasabanın ardından uzaklara süren iki aşık-
işte, kitabının önsözünün bir kısmında tam olarak böyle yazmıştı yazar 'nola milburn'. 1996 yılının kasım ayında çıkan nola'nın taşra öyküsü, o dönemin 'en iyi çıkış yakalayan kadın yazar' ödülünü almasına da vesile olmuştu. her ne kadar kitabın ön yüzü bunun 'tipik bir korku öğeleriyle süslenmiş canavar romanı' olduğunu andırsa da okudukça gitgide kapıldığınız bir aşk öyküsüne dönüşüyordu. tıpkı marry shelly'in 'frankenstein' kitabında bir yaratık öyküsünden çok 'bir kaçış' öyküsünün anlatılması gibi.
geçenlerde kitaplığıma göz gezdirirken, nola'nın taşradaki canavar öyküsü denk gelmişti ellerime. tekrar koca yılların ardından büyük bir heyecanla okumuş, yine o meşhur 'tadı damakta bırakan sonlarından' birisini yaşatmıştı bana. bu nola'nın tarzıydı diyebilirim. en azından benim için. bense son dönemlerde yazacak yeni bir şeyler aramış ve en sonunda bulmuş gibiydim.. hatta tam karşımda duruyordu..
'sevgili nola, sana büyük bir saygı duruşunda bulunup, sanırım mahzen's taşradaki canavar öyküsünü yazmak istiyorum'
temmuz 2021'de bu dünyadan göç eden yazar nola milburn'a ithafen..
-mahzen's taşradaki canavar-
ardımda yanan koca bir kasabayı arabamın dikiz aynasından seyrederken, diğer koltukta oturan kadının nefes alıp almadığını kontrol ediyordum. belki de bir hiç uğruna, bence birazdan bayılıp gidecektim ve araba umarsızca savrulmaya başlayıp, ikimizin de sonunun gelmesine sebep olacaktı. evet bunları hatırlıyorum ve yazıyorum. neden bilmiyorum fakat içimde bastıramadığım bir şeyler var. birilerinin bilmesini istiyordum..
taşradaki canavarı.
-kestiiiik!
tüm bu sahneyi dağıtan yönetmenin bu sözü olmuştu. hışımla arabanın arka koltuğundan ön tarafa doğru 'yine yapışkan ve rahatsız edici' bir şekilde iki oyuncusunu da tebrik ediyordu. araba sahnesi için tam 39. tekrarlarıydı ve temmuz ayının sıcağında bu hem oyuncular hem de set ekibi için deyim yerindeyse işkence gibiydi. üstelik bu hepsinin daha ilk sahnesiydi. yönetmenin bir tarzıydı bu, önce son sahneleri çeker sonra da başa dönerdi. o dönem tüm hazırlıklar yapılmış ve taşradaki canavar'ın çekimlerine başlanmıştı. son anda bir oyuncu değişikliğiyle erkek başrol 'clyde clapton' seçilmişti. ve ne de iyi olmuştu bu. yönetmenin etekleri zil çalıyordu adeta çünkü en başından beri clapton'ı deliler gibi istiyordu. şu an koltuğun sağ tarafında oturan 'korku filmlerinin meşhur sona kalan kızı' 'nola milburn' ise bu rol için biçilmiş kaftandı resmen. clyde clapton ile harikalar yaratıyordu.
kısa bir ilk sahne tebrikleşmesinin ardından clyde bir şeyler fark etmişçesine şöyle söyledi,
- bir dakika nola, burnun kanıyor. iyi misin ?
önce tepki vermeyen nola, arabanın aynasını açmış ve bolca akan kanı görmesine rağmen sakinliğini korumuştu. evet bu set ekibinin hazırladığı yapay bir kan değildi, fakat nola gerçek hayatında da cidden 'korku filmlerindeki güçlü kızlar' gibiydi. buna da pek tepki vermeyip bir peçete istemişti sadece.
yönetmen telaşla sette hazır bulunan ambulansa koşup bağırmaya başlayınca nola,
'bir şeyim yok sakin olun lütfen'
diye çıkışsa da, yönetmenin gözde oyuncusunu darlamayı bırakmasına sebep olamamıştı.
clyde bir yandan nola'ya yardım ederken söze girdi,
- epey yoruldun ve sıcak da malum, fakat bugün ben de kötü hissediyorum desem yeridir, özellikle dün kapıma gelen adamdan sonra.. nola şaşırıp hemen ona döndü ve,
'sana da mı geldi o ?
diye ekledi.
- evet,
diyebilmişti clyde önce. kısa bir duraksamanın ardından devam etti,
- bu rol için ilk seçmelere katıldığımda da görmüştüm, pis, pasaklı ve uzun sakallı bir herifti. dün gece kaldığım otelin kapısını çaldı. açtığımda hışımla söze girdi. 'bana yolumun önünde sonunda o evden geçeceğini, hikayenin amacının da bu olduğunu ve bu kasabayı derhal terk etmem gerektiğini' söyledi. yönetmene bu konuyu açtığımdaysa 'boşver kasabanın meczubu, bir dönem iyi bir iş adamıymış sonra batıp köyüne geri dönen bir varoş işte' demişti. sana ne söyledi peki nola ?
nola şok olmuş gibiydi bu sefer, o soğukkanlılığının yerinde yeller esiyordu ve söze girdi.
ilk bölüm sonu.
çocukken bayılarak okuduğum canavar hikayelerinin, yetişkinliğimde bir yenisini yazmama çokça katkılarından dolayı eski eşime teşekkürlerimi borç bilirim.
-geride yanan bir kasabanın ardından uzaklara süren iki aşık-
işte, kitabının önsözünün bir kısmında tam olarak böyle yazmıştı yazar 'nola milburn'. 1996 yılının kasım ayında çıkan nola'nın taşra öyküsü, o dönemin 'en iyi çıkış yakalayan kadın yazar' ödülünü almasına da vesile olmuştu. her ne kadar kitabın ön yüzü bunun 'tipik bir korku öğeleriyle süslenmiş canavar romanı' olduğunu andırsa da okudukça gitgide kapıldığınız bir aşk öyküsüne dönüşüyordu. tıpkı marry shelly'in 'frankenstein' kitabında bir yaratık öyküsünden çok 'bir kaçış' öyküsünün anlatılması gibi.
geçenlerde kitaplığıma göz gezdirirken, nola'nın taşradaki canavar öyküsü denk gelmişti ellerime. tekrar koca yılların ardından büyük bir heyecanla okumuş, yine o meşhur 'tadı damakta bırakan sonlarından' birisini yaşatmıştı bana. bu nola'nın tarzıydı diyebilirim. en azından benim için. bense son dönemlerde yazacak yeni bir şeyler aramış ve en sonunda bulmuş gibiydim.. hatta tam karşımda duruyordu..
'sevgili nola, sana büyük bir saygı duruşunda bulunup, sanırım mahzen's taşradaki canavar öyküsünü yazmak istiyorum'
temmuz 2021'de bu dünyadan göç eden yazar nola milburn'a ithafen..
-mahzen's taşradaki canavar-
ardımda yanan koca bir kasabayı arabamın dikiz aynasından seyrederken, diğer koltukta oturan kadının nefes alıp almadığını kontrol ediyordum. belki de bir hiç uğruna, bence birazdan bayılıp gidecektim ve araba umarsızca savrulmaya başlayıp, ikimizin de sonunun gelmesine sebep olacaktı. evet bunları hatırlıyorum ve yazıyorum. neden bilmiyorum fakat içimde bastıramadığım bir şeyler var. birilerinin bilmesini istiyordum..
taşradaki canavarı.
-kestiiiik!
tüm bu sahneyi dağıtan yönetmenin bu sözü olmuştu. hışımla arabanın arka koltuğundan ön tarafa doğru 'yine yapışkan ve rahatsız edici' bir şekilde iki oyuncusunu da tebrik ediyordu. araba sahnesi için tam 39. tekrarlarıydı ve temmuz ayının sıcağında bu hem oyuncular hem de set ekibi için deyim yerindeyse işkence gibiydi. üstelik bu hepsinin daha ilk sahnesiydi. yönetmenin bir tarzıydı bu, önce son sahneleri çeker sonra da başa dönerdi. o dönem tüm hazırlıklar yapılmış ve taşradaki canavar'ın çekimlerine başlanmıştı. son anda bir oyuncu değişikliğiyle erkek başrol 'clyde clapton' seçilmişti. ve ne de iyi olmuştu bu. yönetmenin etekleri zil çalıyordu adeta çünkü en başından beri clapton'ı deliler gibi istiyordu. şu an koltuğun sağ tarafında oturan 'korku filmlerinin meşhur sona kalan kızı' 'nola milburn' ise bu rol için biçilmiş kaftandı resmen. clyde clapton ile harikalar yaratıyordu.
kısa bir ilk sahne tebrikleşmesinin ardından clyde bir şeyler fark etmişçesine şöyle söyledi,
- bir dakika nola, burnun kanıyor. iyi misin ?
önce tepki vermeyen nola, arabanın aynasını açmış ve bolca akan kanı görmesine rağmen sakinliğini korumuştu. evet bu set ekibinin hazırladığı yapay bir kan değildi, fakat nola gerçek hayatında da cidden 'korku filmlerindeki güçlü kızlar' gibiydi. buna da pek tepki vermeyip bir peçete istemişti sadece.
yönetmen telaşla sette hazır bulunan ambulansa koşup bağırmaya başlayınca nola,
'bir şeyim yok sakin olun lütfen'
diye çıkışsa da, yönetmenin gözde oyuncusunu darlamayı bırakmasına sebep olamamıştı.
clyde bir yandan nola'ya yardım ederken söze girdi,
- epey yoruldun ve sıcak da malum, fakat bugün ben de kötü hissediyorum desem yeridir, özellikle dün kapıma gelen adamdan sonra.. nola şaşırıp hemen ona döndü ve,
'sana da mı geldi o ?
diye ekledi.
- evet,
diyebilmişti clyde önce. kısa bir duraksamanın ardından devam etti,
- bu rol için ilk seçmelere katıldığımda da görmüştüm, pis, pasaklı ve uzun sakallı bir herifti. dün gece kaldığım otelin kapısını çaldı. açtığımda hışımla söze girdi. 'bana yolumun önünde sonunda o evden geçeceğini, hikayenin amacının da bu olduğunu ve bu kasabayı derhal terk etmem gerektiğini' söyledi. yönetmene bu konuyu açtığımdaysa 'boşver kasabanın meczubu, bir dönem iyi bir iş adamıymış sonra batıp köyüne geri dönen bir varoş işte' demişti. sana ne söyledi peki nola ?
nola şok olmuş gibiydi bu sefer, o soğukkanlılığının yerinde yeller esiyordu ve söze girdi.
ilk bölüm sonu.
devamını gör...
7.
yazarların yazdığı hikayeler
- sona kalan gülün kokusu -
muhteşem geçen bir aile yemeğinin ardından saat epey geç vakti bulmuştu. ılık rüzgarın sıcak dokunuşları boynunu adeta okşuyor, masada ona tatlı bir sarhoşluk katıyordu. aldığı yaş ve seneler güzelliğinden hiçbir şey götürmemişti. masada adeta parlıyor ve bütün sahne ışıklarını üzerine alıyordu. bir anlığına içeri geçme isteği duydu, sanki o an masadaki tüm aile bireyleri onun gözünde flu hale gelmiş, sesler bulanıklaşmıştı. ince bir rüzgar sesi miydi ona içeri çağıran, yoksa aynada o muhteşem yaşlanan yüzünü seyredip birkez daha gülümsemesi mi ?
bütün alımıyla ayağa kalktığında erkekler de onunla beraber kalkıp bir selam vermişti. müsade isteyip odasına doğru giderken, tüm ihtişamı ve kokusunu ardında bırakmış ve yine masadaki herkesi hayran bir şekilde kendisini izletmeye koyulmuş gibiydi. kendisinin epey farkındaydı, güzelliğinin alımının ve cazibesinin.. pek çok şeyi elde etmişti yılların ardından, iyi bir aile, iyi eğitilmiş çocuklar ve güzel anılar biriktirmişti harika gözlerinde parlayan.
yavaşça odasının kapısını açmış ve içeri yukarıdan zemine bir dumanmışçasına sinmiş, o daha önce duymadığı ama eskilerden bir şeyleri hatırlatan gül kokusunu derince içine çekmişti. bir an gülümsedi gururla, biliyor muydu ? görmüş müydü ? hissetmiş miydi yoksa da gülümsemişti, gözlerini kapayıp ? kendine güvenir bir şekilde aynasının karşısına oturdu, yavaşça eldivenleri çıkardı ve kokladığı andan itibaren hala kapalı olan gözlerini açtı hızlıca. tahmin ettiği gibi, hafif kurumuş, dökülmeye yüz tutmuş ama bütün ihtişamıyla da dik kalmayı başarabilmiş o kapkara ve kırmızı renkler arasında dans eden gül ordaydı. onu alıp derin bir nefes çekip kokladığı anda, tıpkı daha içeri girdiğinde tahmin edip gülümsemesi gibi aynanın sol yanının köşesine baktı. o gülü kokladıkça bahçesindeki güller de teker teker soluyordu. aynasından bunları seyrederken gülü yerine koydu ve iyice emin olmuştu. 'o' burdaydı artık gelmişti işte..
dışardaki uzun siyah pardesülü adam attığı her adımda gülleri soldurmaya başlamıştı bu sefer. çok eskilerden gelen biri gibiydi, kara vebayı görmüş, büyük savaşlara tanık olmuş ve eski mitolojilerden, krallıklardan çıkmış gibi bir havası vardı. sona kalan gülü de onun için bırakmıştı masaya. bu muhteşem parçayı masasından kaldırtıp yanına çağıran da onun ta kendisiydi. iyice kadının aynasına yaklaştı. önde duran aynadan gözükür şekilde elini omzuna uzattığı an, kadın artık aynadan ayrılmış, başını biraz eğip o simsiyah eskimiş tırnakları görünce tekrar gülümseyip 'geldin demek' deyiverdi sadece. varlık, 'bir gün bunu yapacağımı söylemiştim, hatırlıyorsun değil mi' ? demişti. kadın kendisinden artık o kadar emin ve sonsuz bir huzurla dolmuş gibiydi ki, 'hiç unutmadım ki' diyebildi sadece..
varlığın yüzü gittikçe belirginleşince tıpkı kadının gençliğinde hatırladığı gibiydi , hiç değişmemişti. elini kadına uzattı ve 'hazırsan gidelim' dedi. kadın tüm ihtişamıyla başıyla onayladı sadece ve yavaşça güllerin solduğu yerden geçtiler. geride dostlar, bir aile ve çocuklar bırakmıştı varlığın kollarında.
varlık defterini açtı son gül de solup kuruyunca ve yıllar önce halletmesi gerekenin şimdi üstünü çizebilmişti.
'sonsuz aşkının'
muhteşem geçen bir aile yemeğinin ardından saat epey geç vakti bulmuştu. ılık rüzgarın sıcak dokunuşları boynunu adeta okşuyor, masada ona tatlı bir sarhoşluk katıyordu. aldığı yaş ve seneler güzelliğinden hiçbir şey götürmemişti. masada adeta parlıyor ve bütün sahne ışıklarını üzerine alıyordu. bir anlığına içeri geçme isteği duydu, sanki o an masadaki tüm aile bireyleri onun gözünde flu hale gelmiş, sesler bulanıklaşmıştı. ince bir rüzgar sesi miydi ona içeri çağıran, yoksa aynada o muhteşem yaşlanan yüzünü seyredip birkez daha gülümsemesi mi ?
bütün alımıyla ayağa kalktığında erkekler de onunla beraber kalkıp bir selam vermişti. müsade isteyip odasına doğru giderken, tüm ihtişamı ve kokusunu ardında bırakmış ve yine masadaki herkesi hayran bir şekilde kendisini izletmeye koyulmuş gibiydi. kendisinin epey farkındaydı, güzelliğinin alımının ve cazibesinin.. pek çok şeyi elde etmişti yılların ardından, iyi bir aile, iyi eğitilmiş çocuklar ve güzel anılar biriktirmişti harika gözlerinde parlayan.
yavaşça odasının kapısını açmış ve içeri yukarıdan zemine bir dumanmışçasına sinmiş, o daha önce duymadığı ama eskilerden bir şeyleri hatırlatan gül kokusunu derince içine çekmişti. bir an gülümsedi gururla, biliyor muydu ? görmüş müydü ? hissetmiş miydi yoksa da gülümsemişti, gözlerini kapayıp ? kendine güvenir bir şekilde aynasının karşısına oturdu, yavaşça eldivenleri çıkardı ve kokladığı andan itibaren hala kapalı olan gözlerini açtı hızlıca. tahmin ettiği gibi, hafif kurumuş, dökülmeye yüz tutmuş ama bütün ihtişamıyla da dik kalmayı başarabilmiş o kapkara ve kırmızı renkler arasında dans eden gül ordaydı. onu alıp derin bir nefes çekip kokladığı anda, tıpkı daha içeri girdiğinde tahmin edip gülümsemesi gibi aynanın sol yanının köşesine baktı. o gülü kokladıkça bahçesindeki güller de teker teker soluyordu. aynasından bunları seyrederken gülü yerine koydu ve iyice emin olmuştu. 'o' burdaydı artık gelmişti işte..
dışardaki uzun siyah pardesülü adam attığı her adımda gülleri soldurmaya başlamıştı bu sefer. çok eskilerden gelen biri gibiydi, kara vebayı görmüş, büyük savaşlara tanık olmuş ve eski mitolojilerden, krallıklardan çıkmış gibi bir havası vardı. sona kalan gülü de onun için bırakmıştı masaya. bu muhteşem parçayı masasından kaldırtıp yanına çağıran da onun ta kendisiydi. iyice kadının aynasına yaklaştı. önde duran aynadan gözükür şekilde elini omzuna uzattığı an, kadın artık aynadan ayrılmış, başını biraz eğip o simsiyah eskimiş tırnakları görünce tekrar gülümseyip 'geldin demek' deyiverdi sadece. varlık, 'bir gün bunu yapacağımı söylemiştim, hatırlıyorsun değil mi' ? demişti. kadın kendisinden artık o kadar emin ve sonsuz bir huzurla dolmuş gibiydi ki, 'hiç unutmadım ki' diyebildi sadece..
varlığın yüzü gittikçe belirginleşince tıpkı kadının gençliğinde hatırladığı gibiydi , hiç değişmemişti. elini kadına uzattı ve 'hazırsan gidelim' dedi. kadın tüm ihtişamıyla başıyla onayladı sadece ve yavaşça güllerin solduğu yerden geçtiler. geride dostlar, bir aile ve çocuklar bırakmıştı varlığın kollarında.
varlık defterini açtı son gül de solup kuruyunca ve yıllar önce halletmesi gerekenin şimdi üstünü çizebilmişti.
'sonsuz aşkının'
devamını gör...
8.
güne bir şarkı bırak
şimdi tabii bu genç adam mainstream olduğu için 'aa bunu mu dinliyor' diyenler olabilir fakat,
hem klip, hem sözler bu kadar mı uyar son günlerime. 'yakmaz canımı bu kez serinletir içimi, senle bir anı' 'birçok sözüm var beni bekleyen' 'yüzüne gülenler bilenir ardından' 'sen kaldın içimde bir yerde'
klibi anlatmaya gerek yok. *
devamını gör...
9.
normal sözlük yazarlarından tavsiyeler
yaratıcılığınızın zirvesinde olmasınız, sizi tek başına başarılı kılmaz, kılamaz. hayat bir ying-yang bütününde ona da bir şeyler vermenizi bekler. her şeyin birbirine bağlı olduğu bu düzende tek başına yaratıcılık yeterli gelmeyebilir. kör dalışlara gerek yok nasıl olsa başarısız olacaksınız.
devamını gör...
11.
sözlük yazarlarının söylemek istedikleri
kendi kafamın içinde değilken iyiyim, gülüyorum. ama kendimle baş başayken berbat bir haldeyim... kendi aklımla baş başa kalmaktan çok korkuyorum.
devamını gör...
12.
crysis
müziklerini hans zimmer senaryosunu ise altered carbon'ın yazarı richard k. morgan'ın yazdığı bu şaheser seriyi hikayeyi anlamayıp 'dışınn dışınn' diye ilerleyen 'bu ne abi ya bi şey anlamadım hikayeden' deyip oyuna laf edenlerin bi hayli çok olduğu oyundur. oynadığım en iyi oyunlar top 10.listemde ise 2.sırada yer alan bu seri bir cevat yerli eseridir.
devamını gör...
13.
yas
sezen aksu'nun uzay'ın göçmesinin ardından ona yaptığı beste. kendisi okuyamadığı için levent yüksel'e vermiştir. kubat da icra etmiştir ama ly kadar başarılı değildir bence.
bu şarkının özelliği ise şudur.. ,
uzay'ı bilmeden önce tatlı tatlı eşlik edersiniz.
uzay'ı öğrendikten sonra artık içten ince bir 'ah' çekerek dinlersiniz..
bu şarkının özelliği ise şudur.. ,
uzay'ı bilmeden önce tatlı tatlı eşlik edersiniz.
uzay'ı öğrendikten sonra artık içten ince bir 'ah' çekerek dinlersiniz..
devamını gör...
14.
normal sözlük yazarlarının hayalleri
hiç kan göstermediğim bir elm sokağı kabusu filmi çekmek / yönetmek. tamamen psikolojik gerilim türünde.
devamını gör...
17.
yazarların kitaplığındaki kitap sayısı
sonsuz. kindle'ımda ve ona eklediğim ek hafızada şehirleri dolduracak kitaplarım var.
devamını gör...
18.
evleneceklere tavsiyeler
evde bir enstrüman olsun biraz müzik kültürümüz genişlesin diye gittim dijital piyano aldım. oturdum tableti piyano bağladım midi dosyalardan mozart falan çalışıyorum eşim telefonda ümit besen dinletiyor. özetle evlilik içinde böyle hevesleriniz varsa piyanoya başlamadan oda kilitlenmeli ve telefon uçuş moduna alınmak suretiyle troll eş devre dışı bırakılmalıdır. *
devamını gör...
19.
6 ocak 2024 lecce cagliari maçı
ben de içimde bir sıkıntı var diyordum. meğer bu maçtan ötürüymüş. izlerken bol bol sıkılacağımız bir maç olması ümidiyle.
devamını gör...