-7-
-derici-
kestan sabah buruk bir şekilde bir şeyler atıştırıp, bahçesinde oyalanırken, uzaklardan neşeli neşeli şarkılar söyleyerek, kucağında bir top pamukla tazı'nın yaklaştığını gördü. kucağındaki pamuk yumağı onun kuzusu muydu anlamaya çalıştı. tazı iyice yaklaşıp sokulunca, "bu, bu benim minik kuzum!" diyerek çocuk gibi sevindi. kuzuyu tazı'nın kucağından alıp sarmaladı ve öpücüklere boğdu.
+onu nerede buldun? diye tazı'ya sordu.
-ben bulmadım, gece evime kendisi geldi. ne şanslı ki akşam karnımı doyurmuştum, dedi ve kıkırdadı tazı. kestan karşılığında kaşlarını çatarak bir bakış attı.
-kestan dostum, o namussuz ulu kurdun bir an önce soluğuna çökmeliyiz, ışığını karartmalıyız! diğerleriyle konuştun mu, ne dediler?
+tazı, inan o kurdu boğazlamayı senden daha çok istiyorum, dedi kestan dişlerini sıkarak. diğerleri tabi ki koyunlarımı umursamadılar. ulu kurt öldürmenin uğursuzluk getireceğine inanıyorlar.
-ne! başımızda akbaba gibi dönüp duran şeyler uğursuzluk değil mi? şerefsizler!
+bir planın var mı diye sordu kestan.
-kuzuyu anasının yanına koyver, toparlan, ayk'a gidiyoruz.
ayk'ın geniş bahçesine girdiklerinde, birkaç tane çocuk dikensiz kirpi gibi toparlak bir deriyi tekmeleyerek, oradan oraya koşturuyordu. ayk çocuklara, "şuraya koş, ona ver, buraya at!" diye emirler yağdırıyordu. yuvarlak meşin seke seke tazı'yla kestan'ın önüne geldi. tazı gelişine meşine sert bir tekme patlattı ve meşin havada süzülerek dut ağacının dalları arasına takıldı. "hey ayk! tekmelemesi ne zevkli bir şey yapmışsın dostum" dedi tazı gülerek. ayk iki eli belinde sinirli bir yüz ifadesi ile onları karşıladı. kestan, "çocuklar dikensiz kirpiyi ağaçtan alırken seninle bir şey konuşalım ayk" dedi.
*niçin geldiniz? diye çok net bir soru sordu ayk.
+elinde ne kadar koyun postu varsa istiyoruz ayk, diye cevapladı kestan.
*adada benden koyun postuna ihtiyaç duyacak son kişi sensin kestan! ulu kurt tüm koyunlarını boğazlamadı ya!
+kaybım yeterince büyük! birkaç post için kaybımı ikiye katlayacak değilim!
-ayk! benden, iki geyik postu alacak yaz karşılığında! sen sormadan ben söyleyeyim, diyerek araya girdi tazı.
adada tüm alışverişler, pazarlıklar, gereksiz cümlelerden arındırılmış bir şekilde yapılırdı. karşılıklı taraflar dolambaçlı izahatlerden uzak, ellerinde verebilecekleri en makul ne varsa, net tekliflerle pazarlık yaparlardı. ayk, tazı'nın aurası olmasa da, onun verdiği söze güvenebileceğini biliyordu. ne taahhüt ettiyse, her zaman yerine getirmişti. ayk içeri atölyesine girip postları toplarken, kestan ve tazı çocuklara dahil olup meşin yuvarlak peşinde koşturdular.
-kestan! söyleyelim bundan bir tane de bize yapsın, güzel olmaz mı ha? diyerek çocuksu sevincini kestan'la paylaştı tazı. bir süre sonra ayk, kucağında beş-altı tane koyun postuyla dışarı çıktı. postları onlara verirken, "postu deldirmeyin ha!" dedi ve sırıttı.
ayk'ın bahçesini terk ederlerken, tazı'nın kırık bileğinden dolayı, yükü kestan kucaklamıştı. tazı'nın ise sol kolunun altında sadece meşin yuvarlak vardı. bahçeden uzaklaştıklarında, "çok ince gördü, değil mi ha?" dedi kestan.
-evet, iğne deliğinden geçirdi, diye ekledi tazı ve gülüştüler...
demirci'ye giderlerken, önlü arkalı dörder atın çektiği, en önde marangoz niko'nun liderlik ettiği, arka arkaya dizilmiş beş at arabasını, durarak ilgiyle izlediler. arabalar dışbudak, meşe, kestane, maun, tik ve sarı çam yüklüydüler. kafile, en son arabanın arkasına halatlarla bağlanmış iki adet ince uzun sarı çam, yerde sürünürken, demir tekerleklerin derinleştirdiği at arabası izlerinin ortasında, yeni birer iz bırakarak, sahile doğru ilerliyordu. muhtemelen denizciler büyük bir yelkenli yapmaya başlamışlardı ve adanın en iyi marangozu niko iyi bir tercihti. marangozdan öte o bir sanatçıydı ve yetenekli elleriyle ahşaba ruh katar, anlam kazandırırdı. bakalım yeni eseri kimlerin hayatına, nasıl bir anlam kazandıracak, onları nerelere sürükleyecekti...
+tazı! gidelim mi buralardan? geride bırakalım mı her şeyi? dedi kestan.
-geride bırakacak bir şeylerim olsaydı, bunu düşünürdüm kestan! diye cevapladı tazı.
bu tezat düşünceye odaklanınca, kestan'ın bir süre yüreği ayazda kaldı. sessizce yollarına devam ettiler.
-demirci-
ellerinde yükleriyle, demirci'nin evine vardıklarında, "evolver!" diye seslendiler. avlu kapısı kapalıydı. bu, gelen ziyaretçilere "rahatsız etmeyin!" mesajı taşıyordu. yine de tekrar, daha yüksek sesle bağırdılar ve bir süre beklediler. tam ayrılacaklarken, evolver'in dökümhanesinin kapısı gıcırtılar eşliğinde açıldı.
"bir demircinin kapı menteşesinin gıcırdaması ne kadar ilginç, değil mi kestan?" dedi tazı.
"belki de onu hayata bağlayan o gıcırtıdır" diye karşılık verdi kestan. tazı, gülmeli miydi emin olamadı. tam gülecekken kestan'ın yüzüne baktı ve yüzündeki ciddiyeti görünce gülmekten vazgeçti. evolver dökümhanesinin kapı eşiğinden bağırdı:
*posta ihtiyacım yok! hele yağlı koyun postuna hiç ihtiyacım yok!
+evo! postlar senin için değil, merak etme! diye cevapladı kestan.
evolver, içeri buyur eden bir baş hareketiyle arkasını döndü ve kapıyı açık bıraktı. kestan ve tazı sırasıyla avlu kapıdan geçerek, dökümhaneye, içeri girdiler ve kapıyı kapattılar. kestan kucağındaki yükten bir süreliğine kurtuldu. evolver, adanın en yetenekli demircisiydi. icat ettiği pek çok alet, ada halkının yaşamında kolaylıklar sağlıyordu. "yıkanmaç" bu icatlardan birisiydi.
üç kısma bölünmüş, silindirik bir demir haznenin en alt kısmında ateş yanıyor, yanan ateş suyla dolu orta kısmı ısıttıkça, içindeki su buharlaşıp genleşiyor, orta kısımla üst kısmı birbirinden ayıran, üst kısımdan alt kısma su sızmasını önlemek için, kenarları kauçuk kaplı hareketli ahşap levhayı piston gibi yukarı itiyor, üst kısımdaki su, orta kısımdaki buharla bir yandan ısınarak ılık bir şekilde, basınçla en yukarıda yer alan ince bir boruya gidiyor ve son olarak ucu genişleyen, deliklerle kaplı bir kapaktan, yağmur gibi çiseliyordu.
tazı, kır çiçekleriyle kazanda kaynattığı sudan, tas tas üstüne dökünerek yıkanmayı tercih ediyordu. inançları doğrultusunda, suyu demirin içinde esir edip, ateşle kışkırtmayı doğru bulmuyordu.
tazı lafı uzatmadan konuya girdi:
-bize bir arbalet lazım evo! çelik oku tüm öfkesiyle fırlatacak bir arbalet!
evolver, kendi elinden çıkan bir arbaletin, aralarında şakalaşan iki çocuktan birinin diğerini yanlışlıkla öldürmesinden beri silah satmıyordu ama, yine de sordu:
*ölümcül bir arbalete niçin ihtiyacınız var?
+ulu kurt için, diye cevapladı kestan.
evolver endişeli bir yüz ifadesi takındı ve ruhu sarsılmış bir şekilde, camları tozdan iyice kirlenmiş penceresine doğru yöneldi. kısa bir süreliğine duraksadı ve cama işaret parmağıyla "kurt" yazdı. cama arkasını döndü ve keder dolu ağır adımlarla camdan uzaklaştı. dökümhanenin içinde, kapalı başka bir bölmeye geçerken, arkasını dönmeden, "burada bekleyin dedi". tazı, evolver gözden kaybolunca cama doğru gitti ve sakat koluyla ovarak, camdaki "kurt" yazısını sildi. kestan, dur der gibi, "tazı! şşşş!" diye fısıldadı.
bir süre sonra demirci, marangoz niko'nun elinden çıktığı belli olan, kök ceviz ağacından oyulma uzunca bir ahşap parçasının üzerine sabitlenmiş, bir ucu delik, diğer ucu kapalı ve kapalı uca yakın bir noktada, incecik bir deliğe sahip, biraz krom katılarak karartılmış, üzerinde tek bir çizik bile olmayan, kusursuz, mat bir çelik aletle geldi. diğer elindeki iri bilye parçalarını ve küçük bir kese kara tozu kenardaki masanın üzerine koydu ve ziyaretçilerine doğru yaklaştı.
yarı ahşap, yarı çelik aleti iki eliyle tuttu. göze hoş gelen, ani estetik hareketlerle çevirerek tüm detaylarını pür dikkat inceledi. elleri adeta bir sanat eseriyle dans ediyor, gözleri o ana şahitlik ediyordu. kusursuzluğu elinde tutmanın verdiği hazzı, gözlerini kısa bir süreliğine kapatarak yaşadı ve konuşmaya başladı:
"yirmi sekiz sene önce tanrı'ya tekrar yapmayacağıma dair verdiğim sözü çiğniyorum. insanları öldüren ve bu amaç doğrultusunda çok başarılı silahlar yaptım. yeminimi çiğniyorum çünkü felsefik olarak amacınıza sempati duyuyorum. hiçbir ego taşımadan size diyebilirim ki, bu yaptığım en iyi silah. eğer yolculuğunuzda karşınıza tanrı çıkacak olursa, tanrı'nın da canı yanacaktır"...
izleyelim
devam edecek...
devamını gör...