phoibos yazar profili

phoibos kapak fotoğrafı
phoibos profil fotoğrafı
rozet
karma: 681 tanım: 14 başlık: 1 takipçi: 13

son tanımları


yazarların kullandığı arabalar

herkesin, en fazla 2 yaşında çok güzel arabalarla işe gelip park ettiği bir yerde, her gelişimde damacana su servisi zannedilmeme sebep olan bir marka ve model kullanıyorum *. onun dışında havalar güzel olduğu sürece de motosiklet. hayatta başka önceliklerim var ve vasat bir arabaya 100 bin ile yarım milyon lira arasında para vermeyi enayilik olarak görüyorum. bir gün emek vermeden havadan bir para gelirse elime, o parayı 10 yıl boyunca beni götürecek bir arabaya verebilirim belki. onun dışında, arada sırada sanayideki ustalarla çay içip boş muhabbet yapmak kafa dağıtmak için güzel olabiliyor.*
devamını gör...

celal şengör’ün öğrencisini taciz etmesi

medeni bir ülkede celal şengör'ün bütün itibarını ve kariyerini sıfırlayacak, kendisini sokağa çıkamaz hale getirecek, çalıştığı üniversite ile ilişiğini kesecek ve bir daha hiçbir üniversitede iş bulamamasına neden olacak bir olaydır.

türkiye'de ise "bu da taciz mi canım", "hoca babacan bir tavırla yapmış" şeklinde sümen altı edilecek bir olaydır. medeniyetle aramızdaki fark basit bir teknolojik gelişmişlik farkından ibaret değil. asıl uçurum burada.
devamını gör...

kaş

"arkası daş, önü yaş; burası gaş."

kaşlılar böyle anlatırla kaş'ı. hakikaten de arkasında kocaman bir dağ, dağın bittiği yerde ise deniz başlar. aradaki daracık sahil şeridine ise kaş yerleşmiştir. buranın asıl adı kaş değildir aslında. 1930'larda "yer adlarının türkçeleştirilmesi" garabeti sonucunda burası ve çevresindeki pek çok yerleşimin güzelim isimlerinin ırzına geçilmiştir. bu kasabanın en son bilinen ve en uzun süre kullanılmış olan ismi andifli'dir ve bugün hala ilçenin merkez mahallesinin ismi olarak hayattadır.

çok kısaca geçmişten günümüze hangi isimleri kullandığını anlattıktan sonra kaş isminin kökenine gelelim. bilinen en eski ismi (bkz: habesos). likya dilinde* bir isim. zaten kelimenin yapısı anadolu ismi olduğunu bas bas bağırıyor. m.ö. 10 ve 9 yüzyıllarda başlayan yunan kolonizasyonu burada da etkisini hissettiriyor. ve 8. yüzyıldan bu yana buraya antiphellos ismi veriliyor. antiphellos esasen asıl yerleşim yeri değil. kaşın hemen yukarısındaki tepelerin üstünde yer alan ve bugün felen mevkii olarak bilinen yerde kurulu olan ve kayalık yer anlamına gelen phellos kenti savunma, tarım ve hayvancılığa elverişlilik açısından asıl yerleşim yeri olarak kullanılıyor. eski habesos ise "phellos'un karşısı" anlamına gelen antiphellos ismi ile bu ana kentin liman yerleşkesi halini alıyor. yaklaşık 3 bin yıl boyunca yunan, pers, iskender, mısır, roma, bizans, selçuklu, osmanlı ve erken cumhuriyet dönemleri boyunca burası antiphellos ismiyle biliniyor. türk hakimiyeti altındayken ismin söylenişi birazcık yuvarlanarak andifli'ye evriliyor. yukarıda da dediğim gibi bu isim merkez mahallenin ismi olarak günümüzde hala kullanılıyor.

şimdi gelelim en sevdiğim kısma. uydurma hikaye kısmına *.

kaş'ın yerlilerine "buraya niye kaş demişler" diye sorarsanız, size hemen güzel bir hikaye anlatırlar. kaş'tan bir taş atımı uzaklıkta olan meis adası da bu hikayeye suç ortaklığı eder. derler ki ada göze benzediği için ona yunanca güya göz anlamına gelen meis adını vermişler. kaş da bu adayı kuzeyden yay gibi sardığı için buraya da kaş adını vermişler. oysa ki ne ada göze benzer, ne kaş kaşa benzer; ne meis kelimesi yunanca'da göz anlamına gelir, ne de yunanca'da böyle bir kelime vardır. adanın asıl ismi kastellorizo'dur. kastello rizon*, yani "tepenin dibindeki kale" anlamına gelir. bu ismin "kastello rosso"dan* geldiğine dair rivayetler olsa da gerçeği yansıtmaz. buna rağmen, bu yanlış düşünce sebebiyle bir dönem fransızlar "château rouge", türkler ise "kızılhisar" gibi çeviri isimler kullanmışlar. diğer adı ise megisti'dir. yunanca'da "en büyük" anlamına gelir, ki bu bölgedeki irili ufaklı 14 kayalık adacığın en büyüğü olduğu için bu isim kullanılır. meis ise megisti'nin türkçe'de deforme olmuş halidir. bu hikaye yanlış hatırlamıyorsam rum bir şairin meis ve kaşı kaş ve göze benzettiği bir şiirinden doğma. bulursam eklerim buraya.

kaş-göz kaş-meis hikayemiz patladığına göre gelelim kaş'ın asıl kökenine. isim aslında kaş'ın coğrafi yapısından geliyor. kaş modern türkçe'de artık unutulmaya yüz tutsa bile "kıyı, kenar, keskin kenar, sarp yamaç" anlamına gelir. tam da başta verdiğimiz cümleyle uyumlu. bölgedeki türkmenlerin geçmişten bu yana bölgeyi ifade etmek için kullandığı bir isim. hele hele kaş ile kalkan arasındaki yoldan geçerseniz bu ismin neden verildiğini daha da iyi anlarsınız.

burası cumhuriyet dönemine kadar büyük ölçüde rum kasabası olarak kalmış. 1900-1915 arası nüfus kayıtlarına bakılacak olursa andifli kasabasına kayıtlı 200-300 müslüman ya var, ya yok. yaklaşık 1800'den fazla rum buranın ana sakinleri. türkler daha çok yukarıda yaylada yaşıyorlar. fakat 1922 senesinde türklerin kurtuluş savaşında inisiyatifi ele geçirip kazanan taraf olmaları sebebiyle başlayan büyük rum göçü 1923'te türk-yunan nüfus mübadelesine dönüyor ve bölgedeki rum nüfusu sıfıra iniyor. andifli kasabasında rumlardan boşalan yere de yine bölge halkı yerleşiyor. bölge çok uzun yıllar tarım, hayvancılık, balıkçılık ve kaçakçılık ile geçiniyor. yine çok uzun yıllar boyunca türk tarafında cinayet vb. büyük suçlara karışanlar hapse girmemek için meis'e kaçıp orada saklanıyorlar. hatta yılmaz güney'in de yurtdışına kaçmak için kaş-meis hattını kullanması buranın uzun yıllar merkezi otoritenin kontrolünden uzak, rahat rahat geçilebilen bir sınır kasabası olduğunu gösteriyor.

2000'lerin başında popülerleşmeye başlayan kasaba bugün kapasitesinin çok üzerinde misafir sayılarının yükü altında eziliyor ve yerel kültürünü ciddi anlamda yitirme tehdidi altında yaşıyor.
devamını gör...

güner ümit

sanılanın aksine alevileri konu alan patavatsızlığı sebebiyle kariyeri bitmemiştir. doksanların ortalarında yaşanan mevzubahis olayın ardından birkaç yıl kızağa alınmış ardından yine turnike programıyla ekrana dönmüş, bir süre devam ettirdiği program istediği reytingi almayınca yayından kaldırılmıştır. tam da 90'ların sonu ve 2000'lerin başında beyaz gibi daha genç, daha sempatik ve yakışıklı sunucuların sahneyi devralmaya başlamasıyla bir daha dikiş tutturamamıştır.

aleviler ile ilgili yaptığı edepsizlik de şöyle bir şeydi. o dönemde turnike isimli program tvlerin en çok izlenen yarışma programıydı. çarkıfelek'in sunuculuğuna mehmet ali erbil gelmemiş ve ekranların fırlama sunucusu güner ümit'tir. yarışmada sorulacak olan soru kategorisi ile ilgili ilk önce o konuyla ilgili giyinmiş manken kızlar sahneye çıkar, güner bey bunlarla zıpır muhabbetler yapardı. hatta bir keresinde hayvanlarla ilgili sorulacak sorular için sahneye inek mi ne bir hayvan çıkarılmıştı da hayvan stüdyonun orta yerine potur potur bırakmıştı posayı.

neyse işte, bir gün gebelikle kategorisinden sorular sorulacak. sahneye hamile kılığında hostes geldi. güner ümit yine zıpır muhabbetlere daldı. ve sordu:

- kimden kız bu çocuk? kocandan mı?
+ yok babamdan!
- aaa, yoksa siz alevi misiniz?

kıyamet bundan sonra koptu. programın yayınlandığı kanalı hatırlamıyorum, ya interstar ya da kanal 6'ydı. binayı taşladılar. baya protestolar filan yapıldı. derken güner ümit şutu yedi. o günkü infiali anlamak için biraz da döneme bakmak gerekiyor. bu hadiseden birkaç yıl önce madımak katliamı gerçekleşmişti ve yarası hala tazeydi. aynı dönemde yanlış hatırlamıyorsam refah partisi* milletvekillerinden birisi, sürekli aydınlık için bir dakika karanlık protestolarına katılanlar hakkında "bunlar mum söndü oynuyor" demişti. bunlara benzer bir çok vaka sebebiyle aleviler zaten sürekli teyakkuz halindeydi. böyle bir dönemde de kabak güner ümit'in başına patladı işte. beni güner ümit'le ilgili en çok şaşırtan şey ise tıpkı mehmet ali erbil gibi çok yetenekli, kültürlü ve kariyerli bir tiyatrocu olmasına rağmen m.ali ile beraber türkiye'de şaklaban sunucu ekolünü yaratıp para için potansiyelini harcamış olmasıdır.

işte bu mum söndü imâsı olayı için türkiye'deki ilk cancel culture vakası desek yanlış olmaz muhtemelen.
devamını gör...

fuhuş operasyonunda veresiye defteri ele geçirilmesi

(bkz: zevkin veresiyesi olmaz)
devamını gör...

madalya müracaatları

hmm, demek başvuraya tâbi bir uygulamaymış. deneyelim:

#1250325
#1252603
#1257914
#1258406
devamını gör...

öğretmenlerin yarım gün çalışıp 3 ay tatil yapması

türkiye'nin vasatlaşma sürecinin en güzel göstergelerinden biridir.

hayır, öğretmenlerin 3 ay tatil yapması değil; başta öğretmenler olmak üzere çeşitli özerk meslek gruplarının* toplum nezdinde itibarsızlaştırılması.

yanlış hatırlamıyorsam bu konu ilk olarak ekşi sözlükte 2011-2012 civarında gündeme gelmeye başladı. öğretmenlerin x maaş alması, öğretmenlerin x ay tatil yapması, öğretmenlerin yata yata maaş alması vb başlıklar peşpeşe gelmeye başladı. 2014 civarında zıplayan ekonomik krizle birlikte de uçuşa geçti. sanırım burası bize bunun nedenleri hakkında biraz ipucu veriyor.

her neyse, özerk mesleklerin erozyona uğratılmasını ve bunun ne anlama geldiğini anlatacağım. öncelikle özerk meslek ya da mesleki özerklik nedir? hall (1968)'a* göre mesleki özerklik, insanın toplumsal ve yasal kabuller çerçevesinde dışsal bir etki altında kalmaksızın mesleki aktivitelerine özgür bir şekilde kendisinin karar vermesidir. yani klasik bir memurun aksine, özerk mesleklerin icracısı, mesleği üzerinde tam kontrol sahibidir ve yapacağı edeceği işler bir amirinden sürekli talimat almasına bağlı değildir. bu nedenle özerkliğe sahip olan meslekler otoriter rejimler tarafından sevilmezler. çünkü toplumdaki saygınlıkları ve kredileri çok yüksektir, karakteristik olarak bağımsızdırlar, işlerini küçük ek eğitim ve düzenlemelerle dünyanın her yerinde icra edebilirler. ve otoriteye meydan okuma eğilimleri yüksektir. türkçesi: bunların kimseye eyvallahı yoktur. kimdir bu meslekler:

- öğretmenler,
- hekimler,
- hemşireler,
- akademisyenler,
- mühendisler,
- mimarlar,
- avukatlar vb.

heh, otoriter rejim dediğimize göre yavaş yavaş aynı dilden konuşmaya başlıyoruz demektir. özerk meslekler boyun eğdirilmeleri zor oldukları ve toplumda saygın bir yerleri oldukları için bu rejimlere karşı tehdittirler ve boyun eğdirilmeye çalışılırlar. bu meslekleri kırmak için onların toplumsal itibarını yerle bir etmek, ekonomik bağımsızlıklarını ellerinden almak ve onları gün geçtikçe memurlaştırmak gerekir.

1. adım: mesleki enflasyon

ihtiyaç fazlası meslek okulu aç. bu mesleklerin toplumsal itibarının çekiciliğine kapılan milyonlarca genç buralara hücum etsin. bu şekilde mesleğe girişi kolaylaştırarak mesleki nitelikleri de iyice vasatlaştır. böylece elinde milyonlarca işsiz ve vasıfsız öğretmen, doktor, hemşire, akademisyen vb. olsun

2. adım: maaşlarını düşür

bunu yapmak en kolayı. özellikle kamuda istihdam edilen mesleklerin maaşlarına zam yapıyormuş gibi görünürken reel enflasyon oranının altında bırakarak onları kolaylıkla yoksullaştırabilirsin. yoksullaşan kişi birikim yapamaz. birikim yapamayan kişinin bir gün bile işsiz kalma lüksü olmaz. sözün özü, yoksullaştırdığınız kişi soysuzlaşır. elindekini yitirmemek için sesini kısar. aileden varlıklı olan, devlete eyvallahı olmayan, yoksullaşma tehdidine karşı sesini kısmayacak olanların da bir kısmı baskılar yüzünden ortamı terk eder, kalan kısmı da düzmece soruşturmalarla meslekten elenir. yerlerine atanamamış ya da işsiz kalmış yığınlardan seçilenler alınır. geriye kalanlar da günden güne memurlaşarak sessizce önüne konanı yapar. en kötüsü de yıllarca işsiz bekledikten sonra bu işe kavuşanlardır. onlar ölümü görmüştür ve sıtma onlar için cennet gibidir. mesleki özerkliği, onuru, haysiyeti önemsemezler. tek amaçları hayatta kalabilmektir.*

3. adım: sistemin kusurlarını çalışanların üzerine yık ve toplumsal itibarlarını bitir

çoğunluğu zaten işsiz, yoksulluk sınırında maaş alan, aşırı çalıştırılan meslek mensupları bir de sorunlu kamu sisteminin yükünü omuzlar. vasıfsız işgücünden oluşan yığınlarla aralarındaki az buçuk ekonomik ve sosyal fark, rejim tarafından o yığınlara ayrıcalıkmış aksettirilir. sistemin sorunları meslek mensuplarından kaynaklanıyormuş gibi yapılır. mesleki enflasyon yüzünden çoğunluğunun işsiz ve ortalama vasıflara sahip olması nedeniyle azalmış olan toplumdaki saygınlıkları, sistemin kusurları ve sahip oldukları sözde ayrıcalıklar nedeniyle onları doğrudan hedef haline getirir.

----------------------------------------------------

şimdi bakın yukarıda saydığımız tüm süreçler öğretmenler için tamamlandı. akademisyenler için büyük ölçüde tamamlandı. mühendisler ve mimarlar için büyük ölçüde tamamlandı. sırada doktorlar ve hemşireler var. onların da iş bulabilmek ya da atanmak için senelerce sırada beklemeleri, özel sektörde asgari ücrete çalışmak zorunda kalmaları* birilerinin en büyük hayali. bu insanlar normal bir toplumu ayakta tutacak, otoriter rejimlerin karşısında bağımsızlıklarından gelen güçle mücadele edecek sınıflardan biridir. ve bu meslekler aynı planla adım adım dejenere edilmekte ve mensupları toplumun önüne atılarak bizzat fiziki, psikolojik ve ekonomik şiddetin nesnesi haline getirilmektedirler. toplum ise, önüne konanı sorgulamadan linç edip bir sonraki linç hedefini arıyor.

öğretmenler çocuklarınızı eğitir, doktorlar ve hemşireler hayatınızı kurtarır, akademisyenler kalkınmanızın temeli olan bilgiyi üretir, mimarlar ve mühendisler medeniyetinizi inşa ederler, hukukçular haklarınızı korurlar.

bu meslekleri soysuzlaşmaktan ve iktidarın köpeği olmaktan, ve onların niteliklerini ve özerkliklerini korumak bütün toplumun görevidir. başlığa dönecek olursak, bu ülkenin öğretmenlerin yazın verdikleri 1 aylık aaradan daha büyük sorunları var. okulların kütüphanesiz, laboratuvarsız, spor salonsuz olması; aşırı kalabalık olması, ezcümle bil fiil dört duvardan başka bir vasfının olmaması gibi sorunlarımız var. eğitim sisteminin akılcılığı ve eleştirel düşünceyi öğretmek bir yana törpülemek üzerine kurgulanmış olması sorunu var. bilimin müfredatlardan çıkarılıp okulların kuran kurslarına dönüştürülmesi sorunu var. başarılı olanın da, olmayanın da ödüllendirilip 4 işlemi, anadilini okuyup yazmayı bile öğrenememiş insanların liselerden mezun edilmesi sorunu var. üniversitelerin bilim ve bilgi üretilen yer olmaktan çıkarılıp işsizlik sayılarını gizleme ve gençleri oyalama kamplarına dönüştürülmüş olması sorunu var. diplomaların değersizleştirilip "katıldığınız için teşekkür ederiz belgesi"ne dönüşmüş olması sorunu var.

yani siz odanın ortasındaki kocaman fili görmek yerine öğretmenin bir aylık yaz tatilini konuşmayı tercih ediyorsanız, siz bilirsiniz. bu tercih ve bu tercihin tüm sonuçlarının sizin eseriniz olduğunu da bilmek zorundasınız.


not: öğretmen değilim.


*hall, r. (1968), professionalization and bureaucratization. american sociological review, 33(1): 92-104
devamını gör...

mmxii

pentagram'ın nisan 2012 tarihli albümü. üzerinden şaka maka 9 sene geçmiş olmasına rağmen halen daha dün çıkmış gibi tazedir. tüm şarkıları güzel olan albümler listesinin en başına yazılacak nitelikte iyidir ve dinleyene pentagram kalitesini iliklerine kadar hissettirir. gerek soundu, gerekse sözlerinin derinliğiyle dört başı mamur bir metal albümüdür.

içindeki parçalar şu şekildedir (loop'a alıp sabaha kadar dinlemenizden müessesemiz mesul değildir):

1. sand
2. now and nevermore
3. geçmişin yükü
4. beyond insanity
5. doğmadan önce
6. wasteland
7. it's dawn again
8. disturbing the peace
9. uzakta
10. apokalips
devamını gör...

caretta yavrularını atv ile ezen öküzler

aslında eğitilmesi mümkün olduğu halde eğitilmemiş olan birkaç barbarın işi.

eğitim nedir? eğitim, bireyde davranış değişikliğini hedefleyen bir süreçtir. yani insanları yapmaları istenen şeyleri yapar, yapmamaları gereken şeyleri yapmaz hale getirmeyi amaçlar. bunun için insanlara çocukluktan itibaren çeşitli bilgilerin verilmesi, daavranışın oluşumu ve pekişmesi için oyunlar ve sosyal sorumluluk projeleri hazırlanır ve uygulanır. ölçme ve değerlendirme yöntemleriyle bu davranış ve becerileri edinip edinmedikleri kontrol edilir, vesaire.

bu davranış değişikliği insanların ya da ekolojik ve kültürel varlıkların (canlılar, ekosistem, doğa ve kültür mirası vb.) haklarını ilgilendiren konular ise davranış değişikliğinin bir ucuna eğitim ve ödül, diğer tarafında ise ceza mekanizması konulur. bir tarafta havuç, diğer tarafta ise sopa... olur da toplumun bazı bireyleri eğitime direnç gösterirse onları eğitim ve ödül ile motive edemiyorsanız sopa ile yani ceza ile motive edersiniz.

bizim devlet ise maksimum yetki, minimum sorumluluk prensibiyle çalışır. insanı eğitmez. çocuklara bu bilinci aşılamak için üzerine düşeni yapmaz. o eğitimi almayanı engellemek, engelleyemediğini cezalandırmak için üzerine düşeni yapmaz. bu sorumlulukları yerine getirmek için gereken kaynağı alır mercedes'e, saray inşaatına, banyolu makam odasına harcar. bütün iş ise eğitilmemiş insanların kendiliğinden geliştirecekleri bir sağduyu ve vicdana emanet edilir. ama işte 89 iq gerçeğinin hüküm sürdüğü bu topraklarda o vicdan da, sağduyu da bir avuç insanda vardır. bütün yük onların omuzlarına yüklenir.

yani, evdeki köpeği bile halıya işememesi konusunda eğitip bu davranışı içselleştirmesini sağlayabiliyorsak, insanları da doğru zamanda doğru müdahale ile eğitebilmek mümkündür. bunlar gibi rehabilite edilmesi mümkün olmayan sosyopatları ise ancak toplumdan uzaklaştırarak zararsız hale getirebilirsiniz.
devamını gör...

lucius vorenus

ön not: aslında bu entry'yi turist rehberliği başlığına yazmam gerekir ama başlığı açılmamış, çaylaklık bitince başlığı açar, entry'yi de taşırım belki.

açık havada kedi çobanlığı yapmaya benzer bir meslek. turist rehberliği eğitimini almakta olan adaylar ya da rehberliğe dışarıdan bakıp rehber olmak isteyen kişiler için dışarıdan çok karizmatik bir iş gibi görünür. arkeoloji okursun, mitoloji okursun, sosyal psikoloji okursun, sanat tarihi, dinler tarihi, ikonografi, coğrafya, kültürel miras vs vs... sonra da dünyanın diğer ucundan gelmiş insanları alırsın bu konuları anlatacağın yerlere götürürsün, geçersin karşılarına bütün bu ilginç şeyler hakkında konuşursun da konuşursun, sorular gelir, cevaplarsın. ne güzel değil mi?

değil.
çünkü turist rehberliği çoğu zaman böyle bir şey değildir. insan yönetme işidir. yaptırım gücün olmadığı için insanlara çoğu zaman yapacakları şeyi dikte ettirmek yerine, onları manipüle ederek neyi isteyeceklerini biçimlendirme sanatıdır. şoförü, restorancısı, otel personeli, müşteriler vb. birçok kişiyi uyum içinde tutmanız ve sorun çözmekten ziyade, olası sorunları önceden öngörüp ortaya çıkmalarını engellemek bu işin en çok vakit ve enerji alan kısmıdır. zira türkiye'de adına turist rehberliği denen şeyle yurtdışındaki farklıdır. türkiye'de yapılan iş tur yöneticiliğidir. birincil sorumluluk kağıt üzerinde yazılı paket tur programını müşteriye vaat edildiği şekliyle sunmak, müşterinin bundan memnun olmasını sağlamak, hizmet aldığınız paydaşları idare etmektir. bu yüzden, rehberlik dediğimiz şey büyük ölçüde zaman yönetimi, insan yönetimi, kriz yönetimi, stres yönetimi gibi işlerden ibarettir. bunlardan arta kalan zamanda ise bir önceki paragrafta bahsi geçen rehberlik zannettiğiniz şeyi icra edersiniz.

insanların çoğunluğu rehberlik mesleğini 90'lardan kalma bir nostalji ile çok para kazanılan, forsu ve itibarı çok yüksek bir iş zanneder. fakat geride kalan 20 küsur senede her şeyde olduğu gibi rehberlik mesleğinde de çok köklü değişiklikler yaşandı. günümüzde türk rehberlerin yaşadığı sorunların en başında işsizlik, güvencesizlik&sigortasızlık, mevsimsel istihdam ve ücret baskısı gelmektedir. her yıl tureb'in* açıkladığı bir minimum hizmet bedeli listesi vardır. ancak piyasada bu ücretleri ödemeye razı gelen acente sayısı bir elin parmaklarını geçmez. 2016 yılından beri çok derin bir şekilde yaşanan ve sahil şeridindeki otellerin doğu avrupalı turistlere yok pahasına peşkeş çekilmesi yoluyla üzeri örtülmeye çalışılan turizm krizinin yarattığı işsizlik, pazarlık masasında rehberlerin önünde sadece iki seçenek bırakıyor: evde oturmak ya da çok düşük ücretlere çalışmak. 2012 yılında büyük umutlarla çıkarılan meslek yasası rehberlerin bu dertlerine çare olamadığı üzerilerine zorunlu meslek odası üyeliği ve her yıl çalışabilmek için zorunlu olan çalışma kartı ücretleri, oda aidatları ve diğer harçlar gibi ilave yükler getirdi.

rehber emeğinin üzerindeki en kötü baskının düşük ücret olduğunu düşünenler malesef yanılıyorlar. her yıl derinleşen ve kalıcı hale gelen turizm krizini fırsata çeviren pek çok firma turist rehberlerini ücretsiz çalıştırmayı, hatta çalışmak isteyen rehberlerden çıkacakları tur başına acenteye para ödemelerini teklif ediyorlar. çalıştığınız yerin patronuna para ödemek? aynen öyle. tura çıkabilemek uğruna acentelere para ödeyen rehberler ödedikleri parayı çıkarabilmek ve geçimlerini sağlamak için acenteler tarafından gruplarına mağazalarda yüksek hacimli alışveriş yaptırmaları yönünde baskı görüyor. bu tür turlar çoğunlukla orta ve doğu avrupa ülkelerinden, zararına satılan turlara gelen gruplara yapılmakta. yani rehber rehberliğini yapmak yerine hanutçuluğa zorlanmakta.

bazı rehberler bu çarkın dışına çıkabilmek için farklı diller öğrenmek üzerine kendilerine yoğun bir şekilde yatırım yapsalar bile nadir konuşulan diller piyasasında genellikle tekelleşmiş ya da kartelleşmiş birkaç şirket faaliyet gösteriyor ve üç farklı dilde çok kompleks konuları konuşup anlatabilecek yetenekteki insanlar çoğu zaman günlük 100 tl gibi komik ücretlerle zaten kısa olan sezondan bir yıllık geçimini çıkarmaya çalışıyor.

bununla beraber umut yok da değil. gelişen teknoloji, rehberlere acentelere bağımlı kalmadan, yasalar çerçevesinde bağımsız faaliyet gösterme ve yabancı turistlere doğrudan hizmet verebilme imkanı sağlıyor. bu alanlara emek harcayan rehberlerin kendi isimlerini çeşitli platformlarda markalaştırdıklarını ve normal piyasa koşullarının üzerinde ücretlerle para kazanabildikleri son yıllarda gözlemlenen bir şey. bunlar başka bir entry'nin konusu olabilecek kadar geniş konular. o yüzden, turist rehberliğinde teknoloji kullanımı ve yeni çalışma şekilleri gibi konulara belki başka bir zaman daha derinlemesine bakarız.

şimdilik, rehber olmaya heves edenlerin üniversitelerin turist rehberliği eğitimi veren önlisans, lisans ve yükseklisans programlarına kayıt olmalarını (iş ve aile gibi sebeplerle örgün eğitime katılamayanların uzaktan öğretim programlarına kayıt olabilirler), eğitimi başarıyla tamamlayanların tureb tarafından açılan eğitim uygulama gezilerine katılıp, yds veya tureb yabancı dil sınavlarını geçerek turist rehberliği ruhsatnamesi alarak bu işi yapmalarını tavsiye edelim. aksi halde belgesiz rehberliğin 6326 sayılı kanuna göre suç olduğunu ve cezai yaptırıma tâbi olduğunu hatırlamakta yarar var.
devamını gör...

athena

zeus'un bakire kızı, erkek fatma, akıl, bilgelik, güzel sanatlar ve savaşın stratejik yanının tanrıçası. sıklıkla aegis isimli kalkanı ve bir mızrak ile tasvir edilir. bu nedenle kendisine "mızrak taşıyan" anlamında pallas sıfatı verilmiştir, (bkz: pallas athena). aynı zamanda bakire anlamına gelen parthenos sıfatını da taşır.

doğum hikayesi başlıkta anlatılmış ama bağlamına pek az değinilmiş. athena'nın doğumuna ve savaş tanrıçası olmasına giden sürecin başlangıcı ta yaratılışa kadar gider. yunan tanrıları arasında ta uranos'tan beri iktidar sahibi tanrıların başında bir bela vardır. kendi soylarından gelenler tarafından tahttan indirilmişlerdir. her ne yaparlarsa yapsınlar bu kaderden kaçamamışlardır. uranos kendi çocuklarından korktuğu için onların doğmalarına izin vermemiş ve anneleri gaia'nın derinliklerine bastırmıştır. ancak en nihayetinde titanlardan biri olan en küçük oğlu kronos, yani zaman, tarafından cinsel ilişki esnasında penisi gaia'nın içindeyken kesilmek suretiyle erkekliğini ve ona bağlı olan iktidarını yitirmiştir. bu olayın ardından uranos, kronos'u ve onun soyunu daima kendi çocukları tarafından tahttan indirilmeleri ile lanetlemiştir. kronos ise kontrolü kendi elinde tutmak istemiş ve çocuklarını doğar doğmaz canlı canlı yutmuştur. görsel: *
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

fakat kronos da karısı rheia ve annesi gaia'nın da yardımıyla altı çocuğunun en küçüğü olan zeus tarafından tahtından indirilir. yerine zeus geçer ve zeus'un beş kardeşi ve altı çocuğundan oluşan 12 olimposluların iktidarı başlar. fakat zeus'un da başında dedesi uranos'un laneti vardır. kehanet'e göre zeus, ilk karısı akıl tanrıçası olan metis'ten doğacak olan ilk çocuğu tarafından tahtından indirilecektir. metis hamiledir ve zaman daralmaktadır. bunu bilen zeus bir gün her şekle girebilen metis ile oynaşırken ondan bir su damlasına dönüşmesini istemiş ve ardından metis'i yutarak bu belayı bertaraf etmiş. aradan yeteri kadar vakit geçince de kafasında bir şişlik belirmiş. oğlu, demirci tanrı hephaistos'a emrederek kafasındaki şişliği bir balta darbesiyle yardırmış ve bu yarıktan miğferiyle, zırhıyla, silahlarıyla güzeller güzeli bir kız doğmuş: athena. görsel:*
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bütün bunlar ne anlama geliyor?

öncelikle antik yunan mitolojisi'nde cinsel ilişki bir tanrının yaratma ediminin önkoşulu sayılırdı. gaia'nın üreyebilmek için kendisine koca olarak uranos'u yaratması, zeus'un türlü çeşit tanrıça, insan, hayvan, damacana* ile ilişkiye girmesi basit bir şehvet duygusunun ürünü değildir. tanrısal bir yaratma güdüsünün sonucudur. ancak zeus, athena'yı kafasından doğurarak artık bir şeyi yaratmak için başka bir dişiye ihtiyaç duymadığının göstermiştir. zeus gerçek manada, tastamam bir tanrı olduğunu ispatlar bu eylemiyle. daha sonraki zamanlarda zeus bir diğer çocuğunu, dionysos'u da doğurarak bu konuda tamamen yetkin bir yaratıcı olduğunu pekiştirecektir.

ikinci olarak ise athena, ares'in aksine savaşın kaba kuvvet tarafını değil, akıl ve strateji tarafını temsil eder. her ne kadar iki tanrı savaş tanrıları olarak farksız zannedilseler de athena ve ares birbirlerine taban tabana zıttırlar. ares, kontrolsüz öfke, yıkım, cinnet, zorbalık, gözü dönmüşlük, kana susamışlık ve kaba kuvvetin temsilcisidir. sınıfta kimseye huzur vermeyen iri kıyım çocuktur. diğer yandan, athena ise aklı, sukuneti, güzel sanatları, zarafeti, bilgeliği, ve savaşı kazandıracak olan stratejik düşünceyi temsil eder. athena, kudurmuş bir köpek misali sağa sola saldırmaz. onun işi masa başındadır.

ve en önemlisi ise athena soyut bir figür olarak aslında savaş fikridir. daha sonra antik yunan'da tufan konusunda ele alacağımız üzere, ta antik dünyada da artan insan nüfusu bir sorun olarak görülüyordu. bu nedenle zeus'un önce insanları tek tek yıldırımlarla yakarak, sonra da büyük bir tufan göndererek insan nüfusunu kontrol altına almaya çalışmıştı ancak her iki teşebbüsü de kendisine pişmanlık getirdi. bu nedenle tek seferde büyük bir katliamla insanları azaltmak yerine bunu zamana yayılmış ve sürekli devam eden bir süreç olarak tasarlama yoluna gitti. bulduğu çözüm ise savaştı. troya savaşı insanlar arasındaki ilk büyük savaştı [ayrıntılı bilgi için (bkz: #1252603)]. aralarındaki sınırı ege denizinin çizdiği doğu ve batı medeniyetleri arasında, günümüzde hala süregiden sonsuz çatışmaların ilkiydi. işte athena zeus'un başından çıkan bu savaş fikri'nin müşhassas halidir.
devamını gör...

ferhan şensoy

orta oyuncuların son büyük ustası, kavukluların dördüncüsü, bir devrin güneşiydi. onun gidişi hiç kimsenin gidişine benzemez. öyle alelade bir usta değildi. hiçbir dönemin bükemediği, kavuğunu kimsenin önünde sallamayan büyük bir heccavdı. ardında asla kapanmayacak büyük bir boşluk bıraktı. kendisiyle beraber bir devri kapattı gitti. son bir kez daha sahnede canlı izlemek, son bir kez daha ayakta alkışlamak ve seninle aynı havayı solumanın kıvancını iliklerimize kadar hissetmek isterdik. ama olmadı. seni çok ama çok özleyeceğiz büyük üstat. yattığın yer incitmesin.
devamını gör...

ilyada

batı edebiyatının temel taşlarından, insanlık tarihindeki bazı olaylara çok ilginç şekillerde etki etmiş, homeros zamanında yazıya geçirilmiş ve bugünkü hali yaklaşık 16 bin dizeden oluşan lirik destan.

yazarı homeros olarak bilinse de homeros'un lirik bir ozan olduğunu hatırladığımız takdirde aslında homeros'tan çok daha eski bir sözlü geleneğin ürünü olması olasıdır. homeros'a atfedilmesinin nedeni ise ilk kez homeros zamanında yazıya geçirilmiş olması olabilir. destanın günümüze dek tamamının korunmadığı düşünülür. çünkü konusu troya savaşı olsa da, destan dokuz yıllık savaşın sonlarındaki hepi topu 51 günü konu alır.

bu destanda troya savaşına dair neredeyse herkesin bildiği troya prensi paris'in hakemlik yaptığı güzellik yarışması, helen'in paris tarafından kaçırılması, şehrin tahta at hilesi ile alınması, akhilleus'un* topuğundan vurularak ölmesi gibi detaylar anlatılmaz. çünkü bu olaylar ilyada'da yer alan olaylardan ya çok önce yaşanmıştır ya da çok sonra. homeros bize savaşın içinden sunduğu bir kesitle bir yiğitlik destanı anlatır. bu nedenle ilyada, sevgilisi elinden alınan akhilleus'un öfkesi ile başlar ve hektor'un cenazesi ile sona erer.

bu eserde hektor, paris, akhilleus gibi isimlerin yanında ismi geçen çok büyük başka kahramanlar da vardır. zaten olaylar da hesiodos'un theogonia'da bahsettiği kahramanlar çağında geçmektedir, yani günümüz insanlığından bir önceki ve büyük kahramanların ve yarı-tanrıların yaşadığı kuşakta. bu nedenle bu destanda adı geçen karakterlerin günümüzde yaşayan insanlarla kıyaslanması mümkün değildir. onlar başka bir insan soyunun mensubudur.

kimdir bu karakterler?

yunanistan'dan gelen işgalciler olan akhalar tarafında:

- kralların kralı, bütün yunanistan'ın hakimi kral agamemnon;
- agamemnon'un kardeşi, helen'in kocası, sparta kralı menelaos;
- tanrılara kafa tutan, ares'i bile yaralayıp acılar içinde kıvrandıran büyük savaşçı diomedes;
- pylos'un bilge kralı ve akhaların en yaşlısı nestor;
- akhaların en zekisi, tahta at'ın mucidi, akhilleus'un dostu, homeros'un tabiriyle "çok akıllı odysseus";
- myrmidonların kralı, bir gözyaşının uğruna akhaların veba salgını çektiği, en büyük savaşçı, yarı tanrı akhilleus;
- akhilleus'un can yoldaşı patroklos,
- ve büyük savaşçılar telamon oğlu büyük aias(ajax) ile küçük aias(ajax).

diğer tarafta ise troya kentini denizin karşı yakasından gelen işgalcilere karşı savunan troyalılar ve onları destekleyen büyük anadolu ittifakı tarafında:

- troya'nın son kralı, paris ve hektor'un babası, ebeveynleri herakles* tarafından katledilen priamos ve karısı kraliçe hekabe;
- daha doğmadan önce kahinlerin kente yıkım getireceğini öngördüğü, doğar doğmaz kentten atılan, ida dağında* tanrıçalara güzellik yarışması hakemliği yapan, helen'in aşığı, troya'nın baş belası ve akhilleus'un katili paris;
- troya'nın veliaht prensi, priamos'un büyük oğlu, halkın gözbebeği ve şampiyonu hektor;
- troya'nın prensesleri, apollon tarafından lanetlenen, sözüne inanılmayan kahin kassandra (bkz: kassandra kompleksi) ve savaşın sonunda güvenle eve dönüş yapabilmek için rüzgar tanrılarına kurban edilen polyxena ((i: destanda isimleri geçmez));
- troya'nın yakılmasından sonra hayata kalanları kurtaran ve italya'ya gidip roma'nın kurucuları remus ve romulus'a atalık edecek olan prens aineias not: destanda adı geçmez, vergilius'un aeneis isimli eserinde anlatılır. ;
- likya'dan gelip kahramanca savaşan glaukos ve likya kralı sarpedon.

peki destanda anlatılan savaş gerçekten yaşanmış mıdır? yazıdan önceki devirleri anlatan bir hikaye olması nedeniyle bunu kesin olarak teyit edebilmenin bir olanağı yok. ancak troya kentinde yapılan kazılarda m.ö. 1200 civarına tarihlenen bir yangın tabakası bulunmuştur. bu yangın tabakasından sonra kentte bir önceki kültürün devam etmediği, batıya has bazı keramiklerin bulunduğu bilinmektedir. bundan, bu yangın tabakasının bir savaş sonucu oluşan bir yıkımı gösterdiği ve kente de yabancı bir bir işgalcinin hakim olduğu yorumları çıkarılmaktadır. yani troya savaşı gerçekten yaşandıysa, buna en yakın şey eldeki bu veridir. yine de kesin bir şey söylemek mümkün değil tabii.

gelecek entrylerde 24 bölüm ve 16 bin dizelik bu destanı okumak isteyip de gözü korkanlar ve üşenenler için ufak bir özet koyacağım diyerek entry'yi burada bitirelim.
devamını gör...

yunan mitolojisi

diğer tüm mitolojiler gibi insanın dünyayı, evreni ve kendini anlama çabasının bir ürünü olarak uzun bir süreç sonunda ortaya çıkmış anlatılar külliyatı.

hem temel gelişimi hem de okumak isteyenler açısından birer başlangıç olabilecek birkaç eserden bahsedelim. bu külliyat her ne kadar zaman içinde çok sayıda kültürel etkileşimle beraber yavaş yavaş oluşsa da her zamanki gibi ilk kez yazıya geçirildiği eserler milat kabul edilir. bu bakımdan yunan inanç sisteminde evrenin nasıl yaratıldığı, birinci, ikinci ve üçüncü kuşak tanrılar, insanın yaratılması, insanın ve tanrıların sınanması, ve yeryüzünde müesses nizamın kurulması gibi konuların anlatıldığı ilk derli toplu eser hesiodos'tan gelir. hesiodos'un yazdığı theogonia* adlı eser bu konuları ele alır. kitabın başında hesiodos bunları kendisinin yazmadığını, zeus dokuz kızı olan ilham tanrıçaları mousalardan gelen ilahi bir ilhamla* bütün bu hikayeleri dile getirdiğini söyler. helikon dağı'nın eteklerinde çobanlık yapan birinin tanrıların kendisine anlattıklarını dönüp insanlara aktarması, bize semavi dinlerdeki peygamberlik kurumunun bir benzeri olarak görünübilir. ancak bu ifadeler, aslında bir ozan olan hesidos'un zaten bildiği ve kendisinden önceki ustalarından öğrendiği hikayeleri anlatmaya başlamadan önce ilham tanrıçalarına saygısını sunduğu bir bir girizgahtan öte bir şey değildir.

ancak aynı hesiodos, erga kai hemerai* adlı eserinde kardeşine seslenir gibi konuşarak insanlara hangi işin ne zaman ve nasıl yapılacağı, ahlaki davranışların neler olduğu gibi baya baya on emir benzeri bir takım kaideleri öğüt olarak verir. hesiodos'un semavi dinlerdeki peygamber modeline en çok benzediği kısım burasıdır.

hesidodos'un adını anıp da ondan daha büyük bir şair olan smyrnahomeros'u anmamak olmaz. homeros'un dokuz yıl süren troya savaşının sonundaki 51 günlük süreyi ele aldığı ilyada ve bu savaşın ardından akha kahramanlarından odysseus'un on yıl süren acılı eve dönüş yolculuğunu anlattığı odysseia eserleri sadece yunan mitolojisinin değil, batı edebiyatının da temel taşları sayılabilecek eserlerdir. bu eserlerde tanrıların insanlarla kurdukları ilişkiler, onların karakterleri, ruh halleri, insanların tanrılara bakış açıları, tanrılarla olan ilişkileri gibi yunan mitolojisinin satır araları sayılabilecek çok sayıda değerli bilgiye erişilebilir. özellikle odysseia'da homeros'un bugün modern edebiyatta ve sinemada flashback ve flash forward olarak bildiğimiz anlatım tekniklerini ta 2500 yıl önce kullanmış olması ile sadece mitoloji ve dinler tarihi değil, edebiyat alanında da ne kadar değerli bir eser olduğunu bize gösterir.

her ne kadar homeros'a atfedilseler de bu iki eserin de içinde farklı dönemlerde yazılmış ve bu eserlere sonradan eklenmiş olduğunu düşündüren kısımlar vardır. bu durum elbette ki çok tabiidir. çünkü ne homeros bu eserleri bir araya getiren ilk kişidir, ne de günümüze kadar gelen el yazmaları ilk yazılan kopyalardır. homeros da en nihayetinde usta-çırak ilişkisi içinde yetişmiş bir ozandır. hatta denilen odur ki kendisi kördür. nesiller boyunca ağızdan ağıza aktarılan şiirleri o da kendi zanaatıyla kendince yorumlayarak insanlara aktarmıştır. bu lirik destanlar onun zamanında yazıya geçirildiği için altına kendi ismi yazılmıştır. halbuki çok büyük ihtimalle homeros yüzlerce yıllık bir sözlü şairlik geleneğinin son halkası ve bilinen temsilcisidir. kendisinden sonra da bu eserlere farklı kişilerin farklı ekleme-çıkarmalar yapmış olmaları oldukça muhtemeldir.

bunlar giriş seviyesi eserler olsalar da bize bir şeyi çok net bir şekilde gösterirler; yunan tanrıları esasında bir nevi süper güçlerle donatılmış ölümsüz insanlardır. insanlar gibi aşk, acı, nefret, cinnet, pişmanlık, kıskançlık gibi duyguları yaşarlar. hatalar yaparlar. çoğu zaman adil değildirler, işlerine geldiği gibi davranırlar. ilahi bir ethos sahibi değildirler. insanların tanrılarla olan ilişkileri de onlardan korkma ve onları memnun etme üzerine kuruludur. ancak en önemlisi de tanrıları da aşan bir irade vardır antik yunan kozmosunda. o iradenin adı kaderdir. kendine ait kuralları vardır ve tanrılar bile kaderin mutlak iradesine boyun eğerler. yeri geldiği zaman tanrıların babası zeus bile çıkarır kaderin terazisini ve o neyi gösterirse ona boyun eğer. yani bütün insanların, tanrıların ve evrenin davranış ve işleyişinin tâbi olduğu bir dizi evrensel kurallar, kaideler ve ilkeler vardır. bu da yunan felsefesi denen ve modern dünyanın bütün bilim ve düşünce sistemine temel oluşturmuş olan bir düşünce sisteminin doğmasını sağlamıştır. yunan mitoloji külliyatı her ne kadar hikayeler bakımından başka mitolojilerden alıntılara yer verse de arkasındaki bu düşünce onu eşsiz ve özel kılmaktadır.

ancak yunan mitolojisi ve yunan felsefesi arasındaki ilişkiyi başka bir zaman, başka bir entry'de anlatalım. anlattığım zaman onu da buraya eklerim.

meraklısı için entry'de bahsi geçen kitaplar:

- theogonia & işler ve günler - hesiodos (tek cilt) goodreads sayfası *
- ilyada - homeros goodreads sayfası *
- odysseia -homeros goodreads sayfası *
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim