çok uzun zamandır uğramıyorum buralara. hayatımda bir şeyler değişti, ben değiştim, etrafımdaki insanlar bile değişti. yaşadığımız hayatın ne kadar kırılgan olduğunu, bu zamana kadar inşa ettiğimiz her şeyin nasıl da kolaylıkla mahvolabildiğini öğrendim. söylediği her sözün altına imzamı atabileceğim birisi, sürekli tekrarlayan travmalarım için, bir kalkan gibi olmalısın, demişti, olaylar sana çarpmalı ve sonra geri dönmeli. içine işlemelerine izin vermemelisin demişti. ve ben bir kalkan gibi olmayı öğrendim. önceden bir acıyı atlatmanın tek yolunu onu görmezden gelmekte gören ben, o acıyı göğüslemeyi ve acı olarak görmeyi bırakınca bazı şeyleri iyileşme sürecinin nasıl da değiştiğini öğrendim.
şu anda bu sözlüğe tamamiyle kabuk değiştirmiş olarak giriyorum. ama şunu da biliyorum ki bu kabuk değiştirme süreci hiçbir zaman bitmeyecek, zaten bitmemeli de. öğrenmeyi seven bir insanım, bu değişmedi en azından, ama hayat bana öğrenmeyi hiç istemediğim şeyleri öğretti ve biliyorum ki öğretmeye de devam edecek. sadece tek ümidim bu süreçte yerini asla dolduramayacağım kayıplar vermemek.
o kadar yoğun bir gün geçirdim ki haberleri açıp neler olduğunu ancak akşam eve gelince öğrenebildim. çok üzgündüm, o kadar çok üzgündüm ki buraya gelip bir iki kelime yazacak motivasyonu bile anca bulabildim. çok büyük bir felaket bu, bu kadar büyük depremlerin art arda yaşanması tarihte eşine az rastlanır cinsten bir felaket gerçekten. sözde güneş sistemi'nin dışına uydu yollayan, insan genomunun haritasını çıkaran hatta insan dahil bütün canlıların genleriyle oynayabilecek crispr cas 9 gibi bir teknoloji geliştiren, karadeliklerin bile fotoğrafını çekebilen koskoca insanlığın söz konusu deprem olduğunda ne kadar çaresiz kaldığını görmek de soğuk bir duş etkisi yarattı haberlerdeki görüntüleri izlediğimde. o enkaz alanlarında çaresizce çırpınan insanlar, beton yığınları arasında o soğukta kurtarılmayı bekleyen kazazedelerin görüntüsü uzun bir süre zihnimden silinmeyecek muhtemelen. depreme yakalanmış herkese geçmiş olsun diliyorum, umarım ülkece daha fazla can kaybı, yaralanma ve hasar yaşamadan atlatabiliriz bu süreci. iyi geceler herkese.
sevgili kitap kulübümüz vasıtasıyla okuduğum ve çok beğendiğim kitaplardan biri daha. kitabı beğenmeme rağmen eleştirilecek birkaç noktası var bu arada, ki bahsedeceğim de zaten, ama genel olarak okusam mı diye düşünenler için akıcı, kolay okunan, iyi bir teması olan ve birkaç kısmı görmezden gelirsek temasını güzel işleyen bir kitap diyebilirim.
şimdi öncelikle kitabın baş karakteri nora seed'ten bahsetmek istiyorum. nora okurken aynı anda hem çok bizden hem de tam bir kitap karakteri gibi hissettiren bir karakterdi benim için. hayata karşı olan pişmanlıkları, mücadele ettiği depresyonu, bir türlü yakasını bırakmayan başarısızlık duygusuyla çok bizdendi fakat birçok şeyde mükemmel olması ve üzerine uzmanlaştığı bütün alanlarda çok büyük başarılara ulaşmasıyla mükemmel olmak için tasarlanan bir kitap karakteri gibiydi. yani okurken her şeyde de bu kadar iyi olmazsın be kızım, dedim içimden. ama genel olarak karakterin karşılaştığı çeşitli durumlarda yaşadığı kafa karışıklığı çok güzel yansıtılmıştı. ayriyeten kitap boyuncaki karakter gelişimi de çok güzel aktarılmıştı bence, ki kitabın bütün olayı bu olduğu için bana kalırsa bu kısım çok önemliydi bence. bunu söylememin sebebi açıkçası kitap konu olarak iyi işlenmezse 'ne alaka şimdi' dedirtmeye çok müsait aslında fakat yazar bu konuda iyi bir iş çıkarttığı için bana bu cümleyi hiç kurdurtmadı.
gelgelim kitabı taşıyan ikinci önemli kolona, yani kitabın olay örgüsüne. kitabı genel olarak inşa edilmiş bir yapı olarak düşünürsek bu yapıyı taşıyan ve ayakta durmasını sağlayan iki kolon var bence: birincisi bahsettiğim karakter gelişimi ikincisi de kitabın teması ve bu tema etrafında gelişen olay örgüsü. bu kolonlardan ilkini her ne kadar sağlam bulsam da ikinci kolonda biraz çatlaklar var açıkçası. kitabın temasından başlarsak temasını oldukça beğendiğimi ve özgün bulduğumu söyleyebilirim. burayı spoiler vermeden biraz açmam gerekirse şunu söylebilirim ki belki okusam bu kitapla benzer temaya sahip kitaplar bulabilirim ama bu zamana kadar okuduğum kitaplarda bu kitaba yakın temalara sahip kitaplar olsa da tam olarak bu temaya sahip bir kitap okumadım daha önce. bu açıdan kitabı beğendiğimi söyleyebilirim. fakat bu temanın etrafında işlenen olay örgüsüyle ilgili birkaç sıkıntılı nokta vardı bence. her ne kadar fikir olarak oldukça güzel olsa da pratik anlamda bir yerden sonra olayların sürekli tekrar etmeye başlamasıyla kitap yavanlaştı, oldukça tahmin edilebilir bir hale geldi.
hatta açıkçası sonlara doğru nora'nın bunları anlaması için bu kadar çok hayat denemesi gerekiyor muydu diye düşündüm.
bir de bir iki yerde karakterin davranışlarının altında yatan motivasyon tam olarak açıklanmamıştı, ya da belki de ben dikkat etmedim, bilemiyorum.
mesela nora'nın dylan ile yaşadığı hayatta o zamana kadar hep kendi ilgi alanları ve pişmanlıkları etrafında seçim yaparken niye bir anda şarapçı olduğu bir hayata geçiş yapmak istediğini pek anlayamadım. ya da hugo ile öpüşürlürken niye bir anda o hayattan çıkmak istediğini de pek anlamlandıramadım. belki buralar benim fark etmediğim bir şekilde açıklansa bile biraz üstünkörü geçildi bence.
ayriyeten bir de kitapta dönen bütün olayların altında yatan temel mantık, ki bence kitabın temel noktalarından biri, daha iyi açıklanabilirdi sanki. yanlış anlaşılmasın kafamda o kısma dair herhangi bir soru işareti kalmadı, fakat bu kısım bir dönemler benim sürekli anlamaya çalıştığım ve bir türlü anlayamadığım bir kısım olduğu için yazarın bu noktaya biraz daha eğilmesi güzel olurdu.
kitabı okuyanlar için bu kısmı daha da açmam gerekirse nora'nın yaptığı evrenlerarası yolculuğunun altında yatan kuantum fiziğinden bahsediyorum. ben bir dönemler kuantum fiziğine baya takılmış durumdaydım ve maalesef üzerine ne kadar okuma yaparsam yapayım bir türlü tam olarak anlayamadım, hatta temelleri bile doğru düzgün bilmediğim söylenebilir. belki de bu yüzden bu kısma biraz daha yer verilmiş olmasını istedim, bilemiyorum. ama biraz daha üzerinde durulsa kitaba farklı ve güzel bir tat verebileceğini, hatta kitabı yukarıda bahsettiğim yavanlıktan kurtarabileceğini düşünüyorum.
tabii kitabın okuruna vermek istediği asıl mesaj bu kısım olmadığı için yazarı üstünkörü geçti diye yargılamayacağım.
sonuç olarak, gece yarısı kütüphanesi, akıcılığı, anlaşılır olması, karakterleri, karakter işleyişi, vermek istediği mesaj ve teması ile genel olarak beğendiğim bir kitap oldu. olay örgüsündeki birkaç pürüz düzeltilse çok iyi bir kitap olabilecek potansiyele sahipken bu haliyle de iyi bir kitap olduğunu söyleyebilirim, hatta okumak isteyen herkese de rahatlıkla önerebilirim.
giovanni papini isimli yazarın kısa kısa öykülerden oluşan, incecik bir kitabı. jorge luis borges isimli başka bir yazarın hazırladığı babil kitaplığı serisine dahil edilmiş durumda, bu yazar tarafından yazılmış bir önsöze sahip.
açıkçası bu kitabı aralıkta düzenlenen tüyap kitap fuarında, kırmızı kedi yayınevi standındaki görevlinin bu babil kitaplığı serisi ile ilgili oldukça iddialı övgüleri sonucu almıştım. papini'yi daha önce hiç duymamış ve okumamıştım. babil kitaplığı diye bir serinin varlığından haberdardım ama daha önce hiç bu seriye ait bir kitabı açıp okumamıştım.
ta ki bu kitaba kadar.
açıkçası kitaba başlarken ne kitabın bu kadar iyi olacağını ne de yazarın bu kadar iyi çıkacağını asla beklemiyordum. bu aralar kendimi kaptırdığım büyülü gerçekçilik akımının muhtemelen daha adının bile konmadığı zamanlarda, böyle bir türün varlığından haberdarmışçasına yazılan bu kitap hemen okunan ama insanı gerçekten de düşünmeye sürükleyen öykülere sahip. öykülerin dili çok akıcı, başlandığında anında akıp gidiyorlar, yazarın öyle çok detaylı bir karakter tasviri olmamasına rağmen kullandığı kelimeler öykülerin geçtiği o büyülü atmosferi yansıtıyor bence. öykülerin hepsi üzerine gerçekten düşünülerek yazıldığına inandığım, okuyan herkesin herhangi birinde kendine ait bazı parçalar bulabileceğini düşündüğüm öyküler. kendi şahsım adına konuşacak olursam benim için özellikle havuzda iki yansı ve ödenmeyen gün kendimle fazlaca bağdaştırdığım noktalara sahiplerdi. ikisi de üzerine oldukça düşündüğüm konuların etrafında kurulan, hikayeyi bitirdikten sonra da beni bu konulara farklı noktalardan bakmaya zorlayan öykülerdi. kitabı her okuyan hakkında böyle düşünebileceği bir öykü bulabilir bence.
yalnız, öyküler çok kısaydı. kitap da incecik zaten, ama öyküler okurken öyle güzel bir tat bırakıyor ki daha devam etmesi gerektiğini, burada bitmemesi gerektiğini düşünüyorsunuz. yanlış anlaşılmasın yazar sonlarını güzel bağlamış hepsinin, fakat hikayeler daha uzun yazılsaydı nasıl olurdu diye düşünmeden duramıyorum.
sonuç olarak birbirinden güzel hikayelere sahip, okuyup beğenmeseniz bile zaman kaybı yaratmayacak derecede kısa olan, oldukça akıcı ve kolay okunan bir kitap kaçan ayna. şunu da söylemeliyim ki öykülerini okuduktan sonra önsöze dönüp borges'nin öykülerlerle ilgili tespitlerini okumak güzeldi. okumayı düşünenlere de rahatlıkla önerebilirim
çok zor bir seçim fakat scarlett güzelliğinin yanı sıra çekiciliği, aurası ve zamanında kendisine sorulan cinsiyetçilik ve kadın düşmanlığı kokan sorulara karşı olan tavrı ve cevaplarıyla bu versusu alır
bu kadına çirkin diyenin göz zevki yoktur bence. genelde öne sürdüğüm fikirlerle ilgili bu kadar iddialı konuşmam ama bu kadın kendi güzellik standartlarıma göre müthiş bir şey. yeteneklidir de ayrıca, düşük kaliteli bir dc filmi olan suicide squads'ta bile oyunculuğuyla parlamıştır bence. ama nedense pek zeki değilmiş gibi bir izlenim alıyorum, aslında herhangi bir röportajını falan da izlemedim öyle detaylı bir şekilde ama öyle bir hissiyat alıyorum kendisinden. ama sonuç olarak güzel ve yetenekli bir kadın.
kendi adıma çok öyle müptelası olmadığım edebiyat türüdür. belki henüz doğru kitapla karşılaşamadığım içindir bilmiyorum ama şu anda bu başlık altında kategorilendirilen kitapların çoğu birbirinin aynısı olan, klişeler sarmalıyla dolu kitaplar gibi geliyor bana. 'sistem eleştrisi' teması işlene işlene çok eskidi artık, bu konuyla ilgili yazılan güzel kitaplar olsa da şu anda çıkan eserlerin çoğu öncekilerini papağan gibi tekrar etmekten öteye geçemiyor gibi. tabi burada yer altı edebiyatını nasıl tanımladığımız da önemli, eğer yer altı edebiyatı derken 'sistem karşıtları' teması etrafında kurulmuş belli stereotipleri paylaşan kitaplardan bahsediyorsak söylediklerimin sonuna kadar arkasındayım. yok 'aykırı olanın' hikayesi ise insanlık olarak barındırdığımız farklılık yelpazesini düşündüğümüzde gene aynı şekilde binbir çeşit aykırılıklar olduğunu da hesaba katarsak farklı bir şeyler söyleyebilirler belki. ama şu anda kitap eleştirmenlerinin yeraltı derken kast ettikleri ilk tanım, bu yüzden günümüzde bu türün pek bir esprisi kalmadığını düşünüyorum
çantada keklik olarak gördüğüm komiteyi bile yetiştiremeyip, bu konuları nasıl halledicem diye hesap yaparken ben *
o değil de her sınava çalıştığımda buraya gelip sanki acımı başkalarıyla da paylaşmak istercesine entry girdiğimi fark ettim. bu seferki sınavdan sonra tatilde çok eğlendiğim bir anda bu sefer de keyifli bir ruh halini anlatan bir görsel atmayı planlıyorum
"onun o gencecik halini ötekiler bilmiyordu ama, ben biliyorum."
dışarıdan bakıldığında müthiş bir cümle gibi görünmüyor olabilir belki ama bu cümlenin ardındaki yaşanmışlıkları düşününce insanın yüreğine bir ağırlık çöküyor.
bu aralar beni içine çeken akımdır. birkaç tane çok iyi kitap okudum bu akımla yazılmış, haklarında sonrasında uzun uzun yazacağım için burda yer vermeyeceğim okuduklarıma fakat şunu söyleyebilirim ki iyi bir yazarın ellerinde okuru kitaba çeken çok güzel bir alete dönüştüğünü düşünüyorum. aynı zamanda hayal gücünün sınırlarını en çok zorlayan türlerden biri olduğunu da düşünüyorum, bu sebeplerden dolayı bu aralar müptelasıyım diyebilirim.
2023 yılının başlarında 1 sene önce girdiğim bu entrye ufak bir güncelleme getirmek istedim.
2022 yılında 50 kitap okumayı, ingilizcede b1 seviyesine ulaşmayı, kemanda 1. pozisyonu bütün detaylarıyla öğrenebilmeyi, istanbul'un farklı noktalarını gezmeyi, son olarak da tarih ve feslefe ile ilgili bilgi birikimimi genişletmeyi hedeflemiştim.
-bunu üzülerek itiraf ediyorum ki kitap okuma hedefime maalesef ulaşamadım. yapmayı en çok istediğim ama tek yapamadığım madde de bu oldu ama bu sene hedefimi gerçekleştirmeye kesin olarak kararlıyım.
-yaptığım için bana en çok faydası dokunan madde de bu oldu sanırım. ingilizcede hedeflediğim seviyenin de yukarısına, c1 seviyesine ulaşmış bulunmaktayım, üstelik bu sadece sınav sonucumun bana söylediği bir seviye değil, ingilizcenin dört ayağı olan spealing, listening, writing ve reading ayaklarının dördünde de bu seviyeye ulaştığımı düşünüyorum. bu durumun hayatımda ciddi anlamda çok büyük farklar yarattığını söyleyebilirim.
-tahmin ettiğim gibi 2. pozisyon katıldığım kursun programında yokmuş ama en azından hedeflediğim gibi 1. pozisyonu öğrenmeyi başardım, şu anda 1. pozisyona tam anlamıyla hakim olduğumu söyleyebilirim. birkaç ufak pürüz var ama halledebileceğimi düşünüyorum.
-felsefe ve tarih konusundaki bilgi birikimimi de genişlettiğimi söyleyebilirim, özellikle felsefe konusunda geçmiş halime kıyasla oldukça aşama kaydettiğimi düşünüyorum. tabi kii, felsefe ve tarih oldukça büyük ve geniş alanlar, bir felsefeci veya tarihçi olmadığım için bu iki alana da tam anlamıyla hakim olamayacağımın farkındayım. ama en azından felsefe ve tarih söz konusu olduğunda az çok bir şeyler söyleyebileceğini düşünüyorum ve bu beni mutlu ediyor açıkçası.
-bu sene istanbul'un çok farklı taraflarını tanıdığım ve keşfettiğim bir yıl oldu ve bu keşfediş süreci açıkçası çok keyifliydi. istanbul'u sadece topkapı sarayı, ayasofya, galata, kız kulesi gibi meşhur yerleriyle değil birçok farklı güzelliğiyle tanıma şansı yakaladım ve dediğim gibi bu oldukça keyifli bir süreçti.
işin aslı bu entry'i başkaları okusun diye değil kendim için giriyorum aslında, çünkü olduğum noktadan geriye dönüp baktığımda neleri başardığımı görmek bana fazlasıyla keyif veriyor. ben hayatımda sahip olduğum hiçbir şeyi kolaylıkla elde etmedim, hepsi için deli gibi çalışmam gerekti ve her ne kadar ailem bu süreçte bana destek olsalar da başardığım birçok şeyi kendi çabalarımla başardım. saydığım bu maddelerin hepsi de gerek maddi gerek manevi olarak kendi imkanlarımla gerçekleştirdiğim şeyler, bu nedenle bu entry bir nevi benim gurur tablom gibi. dünyanın en çok kitap okuyan insanı değilim, ingilizcem mükemmel değil, keman çalma becerim hâlâ gelişim aşamasında, istanbul'un keşfedilecek çok noktası var ve tarih ve felsefeyle ilgili öğreneceğim çok şey var. fakat bunlardan yapabildiğim kadarını yapmak bile benim için çok değerli, yaşamak istediğim hayatın önemli bir parçası ve umuyorum sadece 2022 yılında değil hayatımın ilerleyen yıllarında da hayatımı bu şekilde yaşayabilirim.
maalesef benimdir. o kadar çok şeye bölünüyorum ki, hayatımı ne kadar organize etmeye çalışırsam çalışayım başaramıyorum cidden. öte yandan planlı programlı hareket etmeyi seven biri olduğum için bırakamıyorum da. ayrıca hemen hemen her şey çok çabuk değişiyor benim hayatımda, o yüzden hayatımdaki hiçbir şey benim elimde olmuyor maalesef. bir başak burcu olarak bu sorunsalla baş etmek zor gerçekten *
hayatımın bir döneminde düzenli olarak gördüğüm kabuslar. benim kabuslarım son derece canlı ve gerçek gibi oluyorlar maalesef, sanki bir film sahnesi izlermiş gibi görüyorum onları. hayatımda neredeyse her sabah son derece travmatik deneyimlerle süslü kabuslar görerek uyandığım bir dönem vardı, yatakta çırpınarak, kendi çığlıklarıma uyandıran o kabuslar uyanmama sebep olan en kötü şeydi sanırım
yeni keşfettiğim bir yazar. kaçan ayna isimli kitabını okurken de sezdiğim, biyografisini okurken de gördüğüm genel olarak hep bir arayış, sorgulama hali içinde olmuş, bu arayış sırasında birçok farklı görüşü benimsemiş, faşizm gibi uç noktalara savrulmuş birisi. felsefi bir birikimi olduğunu da söyleyebilirim, bu zamana kadar okuduğum öykülerinde descartes, herakleitos gibi birçok felsefecilerin fikirlerinin gölgesini gördüm sanki. üslubunu da oldukça beğendim, sevgili borges'in de kaçan ayna kitabının önsözünde söylediği gibi, edgar allan poe'yu andırıyor ve poe okumayı seven birisi olarak hoşuma gitti yazım tarzı. kaçan ayna'yı bitirdikten sonra diğer kitaplarına da başlarım muhtemelen.
eğer bu kitabı tek bir sözcükle özetleyebilecek olsaydım, arayış, derdim. bu kelimenin başına birçok isim getirilebilir belki,nakikat arayışı, kendini arayış, öz arayışı. ama kesin olan bir şey var ki bir arayış hikayesi bu, siddartha'nın arayışı ve bu arayış boyunca kendine kattıkları.
oldukça felsefi ve dolu bir kitap aslında bu kitap. hatta öyle ki kitabı okumaya başladığımda kitabı kavramak için yeterli felsefi birikime ve derinliğe sahip olmadığımı düşünüp üzüldüm de aslında. fakat sonradan anladım ki kitabın derdiyle çok ters aslında bu düşüncelerim, çünkü kitaptan net olarak anladığım bir şey varsa o da başkasının yolunu takip etmeden, başkasının öğretisinin peşine takılmadan kendi yolumuzu çizmemiz, kendi gerçeğimizi bulmamız gerektiği. başkalarının gerçeğini anlayıp onu özümsememize gerek yok noktada.
açıkçası ben genç siddartha'nın olduğu noktada durduğumu düşünüyorum hayatımın bu evresinde. kitapla ilgili spoiler vermeden burayı açmam gerekirse tıpkı onun gibi dolmak bilmeyen bir kap gibiyim ben de, bu kabın içini bir sürü bilgiyle dolduruyorum okuyup araştırarak ama bu cevaplarını aradığım sorulara ihtiyaç duyduğum cevapları vermiyor.
fakat genç siddartha ile kurduğum benzerliğe rağmen yaşlı siddartha'nın ulaştığı noktaya varabileceğimi düşünmüyorum açıkçası. o derinliğe ulaşmanın imkânsızlığına da ek olarak oraya varana kadar yapılması gereken fedakarlıklar, geçilmesi gereken evreler benim gibi bir çocuk insan için, benim gibi birçok çocuk insan için çok fazla, çok ağır.
bütün mal varlığını ve hayattaki bütün lükslerini feda etmek bir kenara siddartha gibi oğluna karşı duyduğun o güçlü sevgiye bile karşı gelebilmek insan iradesinin çok üstünde bence.
gene de bu gerçeğin farkına varabilmeyi bile kitabın bana kattığı bir kazanım olarak görüyorum ben. buraya yazabileceğim birçok şey varsa aslında kitabın bana kattığı, yazabileceğim bir sürü alıntı var bana yaşadığımız dünyaya dair yeni bir kavrayış sunan. fakat anlattıkları benim küçük zihnimin kavrayabildiğinden çok daha fazla, çok daha derin olduğu için buraya bunları yazmam kitaba ve siddartha'nın eşsiz zihnine hakaret olur gibi geliyor.
yine de şunu söylebilirim ki bu kitabı iyi ki okudum, yazarın su gibi akan ve okurken damağımda eşsiz bir lezzet bırakan kalemiyle tanışabildim. okumak isteyene de rahatlıkla tavsiye edebilirim.
dünyanın en faydalı icatlarından biri, telefondan sonra üçüncü organım olmaya aday kendisi. her ne kadar buralara çok giremiyor olsam da telefonla içli dışlı bir insanım, öyle de olmak zorunda aslında çünkü ister okul okuyor olun ister iş hayatında olun eğer bir şekilde toplumla içli dışlıysanız anında haber almak, bir şeylere ulaşmak, bir şeyleri onaylatmak veya bir şeyler hakkında bilgi edinmek için telefonu kullanmak zorundasınız. ki ben bunların dışında arkadaşlarımla iletişime geçmek, banka işlemlerimi halletmek gibi eylemlerim; keman, ingilizce gibi hobilerim; dizi izlemek, müzik dinlemek (hep yaptığım şey, müzik hayatımın ciddi bir parçası gerçekten de) gibi zevklerim için de kullanıyorum telefonu. haliyle bu kadar kullanıma telefon dayanmıyor, tabii bu durumda powerbank de her yerde şarj prizi bulmanın zorluğu karşısında aslanlar gibi öne atılıyor ve ben burdayım diyor *
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.