hiçbir şekilde sözcüklerin, onun niteliklerini karşılayacak şekilde türediğini zannetmiyorum. benim güzel meslektaşım, abim, arkadaşım... yıllar evvel, blog yazdığım bir sitede başka bir köşe yazarı tarafından somut vaziyette tanıştırılmıştım. zozi'yi, jack london'ları, kül tablasını ve ehemmiyetli görünen septik duruşunu iyi bilirim. türlü fraksiyonlara ayrılan kişiliğinin delişmen dışavurumundan bağımsız, o salt sükunetini çok güzel muhafaza etmişti. birlikte rakı içtik, birlikte boris vian ve chinaski üzerinden birbirimize sataştık.
hep yemek yerden yakalardım onu telefonda, belli belirsiz bir serzeniş takınırdı bana. yazdığım kitap hakkındaki (henüz basılmadan evvel) yorumu harikaydı. tek başına 'üçüncü bir yeni'dir benim gözümde.
edebiyat diasporasının avangart çocuğuydun sen iskender ve bu minvalde tek kılavuzdun bizim gibilere. aslında ölmedin, tabiat biraz daha yalnızlaştı sadece. senin de dediğin gibi: "ölüm yok bir tek! ölüm yok bize"
öldüğüne inanmak gerçekten zor fakat bir zamanlar yaşadığını bilmek daha mutlu edici. onun da dediği üzere, buna sevinmekten başka alternatif bırakmadın bizlere. ah mayıs...
"mayıs giremez"dedin lakin temmuz girdi aramıza. hem de hiçbir şekilde kapanmayacak uzaklıklarla. mayıs'tı, o yüzden sevdik seni. mayıs'tı ve tüm ruhumuz mayıştı bir sabah vakti. şimdi sen dışarı çıkmak için kaşıksın toprakta, bense toprağa saplı çatal! özledim iskender abim! "ortalık yatışınca ölürsem kızmazsınız"demiştin bir şiirinde. bunca karışıklığın içinde hala yaşayanlara ne demeli bu arada?
ruh bakidir, buna inanıyor içimizden bazıları. ilhan berk nasıl, ayaklarını uzatıyor mu yine yastığa? ya edip, iyidir o! teamüllere bağlı kalmam desem de geleceğim bir gün yanına. ah derman abim... ah yüreği büyük, küçük iskender'im. ne söylesem, ne yazsam kafi gelmeyecek.
devamını gör...