yangınvar yazar profili

yangınvar kapak fotoğrafı
yangınvar profil fotoğrafı
rozet
kafa izninde
karma: 8610 tanım: 486 başlık: 86 takipçi: 66
insan dediğin; çalar saat değildir, erteleyip duramazsın.bugün aramazsan yarın bulamazsın. dinlemezsen öğrenemezsin. özür dilemek, teşekkür etmekle alçalmazsın. okuduğun kitap kadar konuşursun. kaç insana karşılıksız yardım edersen, o kadar karşılıksız yardım görürsün. sürekli konuşursan, duyamazsın. küçük insanların hikayelerine değer vermezsen büyük adam olamazsın. birini sadece kavga ederek yenemezsin. kaybetmeyi öğrenmeden kazanamazsın. her şeyi kalbinle yap, unutma sen insansın.. 13/06/2021

son tanımları | başucu eserleri


diyelim ki o bunu okuyor

nasip değilmiş mi diyeyim, hayırlısı böyleymiş mi?
ne olur içimdeki yangını hafifletebilecek bir şey söyle bana.
ben bulamıyorum!
avutmuyor beni hiç bir cümle.
ağrım dinmiyor, sızım geçmiyor...
sana söyleyemediğim her özledim cümlesi için bin kere ölüyorum, bin kere diri diri gömüyorlar beni.
ama bu sondu, bu kez kendi ellerinle ört beni.
ben bir daha özlemem seni...
devamını gör...

bazı yollara bazı insanlarla çıkılmaz

insan,
nankör bir varlık, kıymet bilmeyen bir varlık, gözünün önündekini göremeyen bir varlık...

geç kalmak diye birşey var bu hayatta, bir türlü denk gelememek, yetişememek diye birşey var...

ah insanoğlu !

ölümün olduğu şu dünyada ne gereksiz şeylere zaman ayırıyorsun da, bir seni sevene, kıymetini bilene, gözün kör kulağın sağır kalıyorsun...
devamını gör...

insanı tüketen şeyler

ben, içimdeki gökyüzünü sen gelinceye kadar herkesten sakladım..

sen, masmavi gördüğün gökyüzünü gece gibi kara bulutlarla kapladın...
devamını gör...

yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgi

bitti yolculuk...

öyle bir yolculuk ki; varabilmiş değilim hiçbir sona...
devamını gör...

diyelim ki o bunu okuyor

kokun, gövdemden kopan bir kaya parçası gibi ayaklarımın üstüne düşüyor hâlâ,
buna mı gitmek diyorsun sen?
herkes duysun, sen de duy beni!
dünya denilen bu mezarlıkta,
önceme dair hiçbir şey bırakmadan
ve çocukluğumun tüm yaralarını kapatarak
sevdim seni.
sırtında duran sahipsiz kederi sevdim.
devamını gör...

anın fotoğrafı

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

sözlük yazarlarının ölüme bakış açısı

"yaşayan pek çok kişi ölümü hak eder. ölülerden bazıları da yaşamı.

yaşamı onlara verebilir misin?

ölüm hakkında karar vermekte aceleci olma. en bilgeler bile sonu göremez."

gandalf - yüzüklerin efendisi / yüzük kardeşliği
devamını gör...

tavşan jojo

2020 yapımı, taika waititi'nin yönetmen koltuğunda oturduğu jojo rabbit, 2. dünya savaşı sürecinde jojo betzler isimli bir çocuğun hikayesini anlatmaktadır. jojo betzler yahudilere soykırım döneminde, annesinin yahudi bir kız çocuğunu kendilerine ait evin çatısında sakladığını ve koruduğunu görür. jojo bundan sonra inancıyla vicdanı arasında ikilemde kalır ve hayatın acı gerçekleri ile yüzleşmek zorundadır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

film boyunca jojo'yu yanından asla ayrılmayan hayali bir arkadaşı vardır. bu kişi de adolf hitler'dir. jojo'nun hayali arkadaşı olan hitler, jojo'nun hayal dünyasında çocuksu hareketlerde bulunur. jojo'yu her fırsatta kötü düşünmeye ve insan ayırmaksızın hemen herkesten nefret etmeye teşvik etmektedir. bu hayali arkadaşlık filmde, jojo'nun hayal dünyasını, küçük çocuklara özgü arzularını, hakim olma ve kontrol etme isteğini, güç arzusunu temsil ederken aynı zamanda gerçek hitler'i de bir nevi sembolize etmektedir. filmde yönetmenin bakış açısına göre, adolf hitler kendisi gerçek bir semboldür. filme göre adolf hitler, jojo kendisini zayıf, etkisiz ve güçsüz hissetmesine rağmen güç, hakimiyet ve kontrol arzusunu yansıtacağı bir katman olarak yer almaktadır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

filmin isminde görülen "rabbit" ise ayrı bir önemli semboldür. jojo, nazi kampında iyi bir nazi olması gerektiği aşılanarak bulunmuştur. ve iyi bir nazi cesur ve aynı zamanda kötüdür. kendisinden büyük çocuklar, jojo'ya bir tavşanı öldürmesi için baskıda bulunurlar. jojo içinde her ne kadar iyi bir nazi olmak isteğini taşıyor olsa da, o tavşanı öldürmeye vicdanı el vermez. bunun üzerine kamptaki diğer arkadaşlarından kaçarken, arkasından alay eden çocuklar ona "tavşan jojo" lakabını takarlar. bu şekilde gerçekleşen olay neticesinde tavşan; jojo'nun arkadaşlarının nezdinde korkaklığının, kendinden beklenenleri karşılayamamasının sembolü haline gelmiştir.

kamptan uzaklaştıktan sonra açık bir alanda hayali arkadaşı hitler ile görüşen ve bu konu üzerine fikir alışverişi yapan jojo, tavşanların ürkekliğinin yanında, kendi yöntemlerine göre etkili, cesur, sinsi ve başarılı figürler de olabileceği kanaatine varır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bu lakabın kendine takılmasından sonra jojo, motivasyonunu artıracak bir şekilde bu sıfatın kendince güçlü gördüğü yanlarını kullanarak tavşan'ı ünvan haline getirir. benzersiz yeteneklere sahip bir sembol haline gelen rabbit (tavşan) sonunda kendi el bombası ile kendini havaya uçuracaktır.
devamını gör...

yüzüklerin efendisi (seri)

aydınlıktan ve ışıktan bahsedebilmek için önce karanlığı bilmemiz gereklidir. karanlık, ancak ve ancak aydınlığın olmadığı yerlerde varlığını gösterebilir. yan yana görünen bu koyu zıtlıklar bizlerin kavramları daha iyi anlamamızı sağlamaya fayda sağlar. filmlerde de ana karakter veya karakterleri daha iyi analiz edip tanıyabilmemiz için yönetmen ve senaristler bu zıtlıklardan fazlasıyla yararlanırlar. yani ana karakterin yeteneklerine/inançlarına/hayat felsefelerine taban tabana zıt olan farklı karakterlerle çatışması sağlanarak, filmlerdeki ana konu ve meselelerin daha net anlaşılması sağlanabilir.

lord of the rings - yüzüklerin efendisi kitabında ve filminde de neredeyse bütün karakterler bu zıtlıklar ile var olmuşlardır. iyi ile kötünün amansız ve neredeyse on bin yıllara dayanan savaşını anlatan film/roman, bu bahsettiğimiz dualite sayesinde sonunda sadece siyah ve beyazın değil aradaki grilerin de içimizde barındığını ve bizimle yaşamaya devam ettiğini ortaya koyar.

dualite; türkçe olmasa da, türkçe'de “ikilik”, “ikilem”, “ikileme”, “ikili denge” gibi çeşitli biçim ve anlamlarda kullanılmaktadır. doğa ve evrendeki karşıtlıkları ve birbirini tamamlayıcılık ilkelerini ifade eden genel bir terimdir. tüm bu karşıtlık ve tamamlayıcılık ilkeleri ışığında, filmdeki karakterler de zıtlıkları ve karşıtlıkları ile birlikte bir bütünü oluşturur.

orta dünyanın iki en önemli büyücüsü gri gandalf (ki sonrasında ak gandalf olacaktır.) ve saruman, iyilikle kötülüğün, aydınlıkla karanlığın savaşında bilgeliğin temsilcileri olmuşlardır. bu iki bilgenin savaşında bilge bir kişilik olmak eyleminin iyi veya kötü olmaktan tamamen bağımsız bir kavram olduğunu görürüz. hatta bir sahnede gandalf saruman'a; "söyle eski dostum, bilge saruman ne zaman velilik yerine deliliği seçti?" diye sormaktadır. bu soruda dahi saruman'ın bilgeliğine saygı duyduğunu ancak yanlış bir yola girdiğini anlamaktayız.

vekilharç denethor'un iki oğlu faramir ve boromir; aynı kandan iki kardeşten biri olan boromir hırs ve arzularına yenik düşmüş ve yanlışı hemen akabinde fark etse de tek güç yüzüğünü elde etmeye çalışmıştır. ancak diğeri, yani faramir yüzük kardeşliğine sadık kalır ve arzularına yenilmez. bu iki asil kardeş üzerinden anlatılan hikayede de görürüz ki; verilen kararlar, atılan adımlar soy veya kaderle alakalı değil tamamen kişisel tercihlerden, arzu ve isteklerden kaynaklıdır.

legolas ve gimli'ye bakacak olursak; biri güzellik, zerafet, çeviklik, esneklik temsilcisidir. bu kişi legolas'tır. diğeri ise çirkinlik, kabalık, güç ve katılık göstergesidir. orta dünyanın önemli ırklarına (elf ve cüce) mensup bu savaşçı iki karakter, birbirinden taban tabana farklı özelliklere sahip görünseler de filmin ve kitabın sonunda büyük birer kahraman olurlar ve yüzük kardeşliğinin temel taşları konumundadırlar. ikisi de hem arkadaşlıklarına hem de kendinden beklenenlere son derece sadıktır. aynı zamanda ırkları arasında yaşanan, geçmişten gelen ön yargı ve düşünceleri birbirlerini tanıdıkça kırılır, dağılır ve iki yakın dost olmayı başarırlar. filmdeki bir savaş sahnesinde gimli; "bir elf ile yanyana savaşacağım hiç aklıma gelmezdi." derken karşılığında legolas; "bir dost ile yanyana savaşmaya ne dersin?" sorusunu yöneltmiş, bu ikili ardından gülüşerek dostluklarını bir daha perçinlemiştir.

elfler ve orclar; iyilik ile kötülüğün, aydınlık ile karanlığın ve bunların birer yansıması olarak karşımıza çıkan güzellik ve çirkinliğin temsilcileridir.

smeagol (bilinen adıyla gollum) ve sam; gollum gücün, arzunun ve ihtirasın karşısında boyun eğmiş zavallı bir yaratık olmuşken, sam karanlık duyguların esiri olmayan saf, duygusal, temiz ve erdemli bir karakter olarak kalabilmeyi başarmıştır. hatta yüzük eline geçince bile onu frodo'ya geri teslim etmiştir. tüm bunların yanında filmin sonlarında yüzük taşıyıcısı frodo'nun neye dönüşeceği de bu ikilinin yani smeagol ve sam'in frodo'yu nasıl etkilediği üzerinden şekillenecektir.

film ve romandaki birçok karakter üzerinden bu dualiteyi ortaya koymaya devam edebiliriz. (ölüler/ yaşayanlar, shire/mordor, aragorn/isildur vb.)

peki başa tekrardan dönersek bu analiz neden bu karakterler ve dualite üzerinden keskin bir çatışmayı ortaya koyar? filmdeki bütün karakterler ana karakter için vardırlar. bu karakterler arasındaki zıtlıklar frodo'yu ve onun görevini daha iyi anlamak içindir. en basitinden frodo diğer karakterlerin aksine iyiliği ve kötülüğü, hırsı ve naifliği, güzelliği ve çirkinliği tabiri caizse bir arada taşır. her şeyin siyah ve beyaz olmadığını bize gösterir.

filmin sonunda bile yüzüğü kendi iradesi ile yok edemeyecektir. o büyük erdemlere sahip bir kahraman değildir. yüzük yok edildikten sonra filmin yaklaşık 30 dakika daha devam etmesinin en önemli nedenlerinden birisi de budur. frodo bu yolculuğundu kendi iç hesaplaşmasını yaşar. bütün film incelenecek olursa eğer; en temelinde frodo'nun içindeki iyi ve kötü tarafın çatışmasıdır.
devamını gör...

street fighter 2

konsol (arcade) oyun tarihinin en önemli, en çok oynanan, en meta oyunlarından biri hiç şüphesiz 1992 yapımı street fighter 2'dir.

90'lı yılların başlarında, ben henüz ufak bir çocuk olarak ailemden aldığım harçlıklarımla gizli gizli atari salonlarına kaçar, bütün harçlığımı 5-10 jetona yatırırdım. sonra ilk 5 dakikada tüm jetonları bitirirdim. ancak oyun salonundan ayrılmak yerine sonrasında başkalarının oynadığı oyunları izlerdim. ve hatta sadece izlerken bile saatlerce o atari oyun salonunda kalırdım. bu son derece keyifliydi. genelde pasaj gibi yapıların içinde olan ve tuvalete yakınlığından resmen sidik kokulu bu atari oyun salonları o zamanlar bizim neslimiz için en büyülü mekanlardı.

tüm bu durumlardan dolayı 1994 yılında street fighter filmi ilk vizyona girdiğinde henüz ufak bir çocuk olan beni çok heyecanlandırmıştı. film her ne kadar büyük bir fiyasko olsa da (oyundaki karakterlere benzemeyen oyuncu seçimleri, saçma sapan bir hikaye, jean-claude camille françois van varenberg profesyonel ismiyle jean-claude van damme vs.) bir kişinin aktörlüğü ve oyundaki karaktere az da olsa benzemesi açısından diğerlerinden farklı bir yere ayrılıyordu. bu oyuncu yetenekli aktör raul julia'dan başkası değildi.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kendisi birçok önemli broadway oyununda rol almış yetenekli bir oyuncu olan ve 3 kere altın küre ödülüne aday gösterilen raul julia, o dönem mide kanseri olmasına rağmen çocuklarının filmi çok sevmesinden dolayı kendisine teklif edilen m. bison karakterini canlandırmayı kabul etmiştir. amansız hastalığının son evresinde olmasına rağmen pes etmeyen julia, film çekimlerinin sonlanması ile birlikte maalesef hayata gözlerini yummuştur. bir nevi bu film onun çocuklarına son vedasıdır.
devamını gör...

iyi, kötü ve çirkin

iyi, kötü ve çirkin filminde "iyi" olarak tanımlanmış; kısmen blondie - sarışın karakteri tam olarak iyi sıfatına uymamasına rağmen filmde neden bu şekilde isimlendirilmiş olabilir?

bildiğiniz üzere filmde iyi karakterini clint eastwood canlandırmaktadır. eastwood tarafından karakterize edilen bu kişi; üzerinde pançosu, soluk kahverengi şapkası ve ağzında her daim duran, kelimelerin çok az çıkmasına izin veren bir puro ile resmedilmiştir. bu karakter diğer "dolar" filmlerinde olduğu gibi bir isime sahip olmamasına rağmen tuco tarafından blondie-sarışın olarak çağrılmaktadır. bu durum, yani isimsizlik durumu iyi diye nitelendirilen karakteri tekinsiz ve gizemli olarak algılamamıza neden olur.

ayrıca onu ünleri yayılmış, ünleriyle yaşayan klasik western kahramanlarından ayrı bir yere koyar. bu karakterle ilgili hiçbir şey siyah ya da beyaz değildir. bu karakter film boyunca bazen "iyi" şeyler yapıyor gibi görünse de tüm bu yaptıkları, sadece kendine yarar sağladığı için gerçekleşmektedir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

klasik western filmlerinde iyi ve kötü arasında keskin çizgiler vardır. klasik filmlerin aksine bu filmde bulunduğu sahneye göre değişen, iyi ile kötü arasında bir yerde olan karakterler ortaya koyar.

özellikle tuco karakteri bu üçlüden ahlaki belirsizlik anlamında öne çıkmaktadır. tuco sürekli olarak karşılaştığı insanlara bu dünyada iki tür insan olduğunu söyler. ancak tüm bu söylemlere ironik bir şekilde tuco belli bir kalıba girmez. işlediği onlarca suç ve blondie'ye çölde yaptığı işkenceler düşünüldüğü zaman tuco'nun tıpkı angel eyes gibi kötü bir adam olduğunu düşünürüz. ancak tuco'nun kardeşi peder pablo ile konuşmaları sonrası öğrendiğimiz zorlu çocukluğu, tuco'yu daha çok anlamamıza neden olur.

sergio leone bu filmle bir şekilde sadece iyinin ve kötünün var olmadığını, hayatın bundan daha karmaşık olduğunu ortaya koyar. blondie ve tuco iyinin, kötünün ve çirkinin ahlaki bir karışımıdır.

bu açıdan filmin kahramanları, western türünün klasik kahramanlarının bir anti-tezi olarak yer alırlar. bundan sonraki süreçte de bu formülü amerikan sineması'nda tarantino, coen kardeşler, clint eastwood ve daha birçok önemli yönetmen kullanmaya devam edeceklerdir. şüphesiz sergio leone'nin bu üçlemesi 60'ların sonunda itibaren adeta türün yeniden tanımlanmasına ön ayak olmuştur.
devamını gör...

soysuzlar çetesi

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ınglorious basterds (soysuzlar çetesi) filminin yukarıdaki sahnesinde alman ss subayı hans landa, fransız çiftçi perrier la padite'ın yahudi komşularını koruduğundan ve sakladığından şüphe etmektedir. hans, la padite'ı sorguya çekerken ev sahibi la padite bir ara piposundan içmek için hans landa'dan müsade ister. la padite'nin piposu sade ve küçük bir pipodur.

ilerleyen sahnelerde ise hans landa soruları ile la padite'i köşeye sıkıştırmaya başlar. bu sıkıştırma sonucunda ikili arasındaki gerilim de gittikçe artmaktadır. olayın tam bu boyutunda bu kez hans landa, la padite'ten izin isteyerek kendi piposunu çıkarır. hans landa'nın piposu, la padite'in piposuna göre çok daha büyük ve ihtişamlıdır.

beyaz perdedeki sahnelere baktığınızda genelde şunu gördüğümüzü söylememiz doğru olacaktır ki; iki şahıs veya iki farklı grup bir odaya girerler. her ikisi de bir şeyler istemektedir ancak sadece biri girileb o odadan istediğini alarak çıkmaktadır. ınglorious basterds filminin bu sahnesinde de özünde hans landa ve la patide arasındaki bu çatışmayı ve gerilimi görürüz.

hans landa, la patide'in yahudi komşularını sakladığını düşündüğü için onları yakalamaya çalışır ve la patide ise hans landa'yı onları saklamadığına, korumadığına ikna etmek ister. bu anlamda bu iki "adamın" kendi aralarındaki güç savaşında, pipoların kullanımı da fazlasıyla önemlidir.

pipolar burada;

1. sherlock holmes'un devamlı kullandığı pipoya bir gönderme yapmaktadır. burada hans landa'nın sherlock holmes gibi bir dedektiften farkı olmadığını bize göstermeyi amaçlar. aynı şekilde hans landa, holmes gibi sebep-sonuç ilişkisini mükemmel kurabilen, zeki ve kibirli bir karakterdir.

2. bu iki erkek arasındaki güç savaşına baktığımızda hans landa, la patide'e benim "pipom" senin pipondan çok daha büyük mesajı verir. bu mesajdan da sahnede esasen kimin daha güçlü olduğunu da çıkartmış oluruz.
devamını gör...

parıldayan yıldız

sözlüğe geri dönüş sebebim olur kendileri...
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının çektiği fotoğraflar

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

van gölü - edremit sahili / temmuz 2022
devamını gör...

anın fotoğrafı

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

anın fotoğrafı

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


van gölü sahili - 14.08.2022
devamını gör...

geceye bir söz bırak

benim ne kadar çabaladığımı ancak durduğumda anlarsınız...
devamını gör...

yazarların olmak istediği şiir


...ve güz geldi ömür hanım.

dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul.
insanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde.
yağmur ha yağdı ha yağacak.
incecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
hüznün bütün koşulları hazır.
nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan.
kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı...
ve yüzün ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
engebeler atlası.

yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ömür hanım?

her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize?
acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan; mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar?
göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu?
bir güz düşün ki ömür hanım; ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış...
böyle bir güzün hüznü hüzün müdür?

başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir.
yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların
sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?

yağmur yağıyor ömür hanım...

gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...
ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum.
seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?

dönelim...
dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...
olsun dönelim biz yine de.
bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim.

ölçüsüz yaşamak bize göre değil ömür hanım.

büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim.
küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze.
hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde.
umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.

yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı ömür hanım.

bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
sahi nedir yaşamın anlamı?
geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine.
bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki?
yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama...
değil mi yoksa?


öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı.
koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum.
herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni.
bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, dar çevre yitiklerinde önem kazanmaya...

oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine,
yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim.
öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...
bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların.

kim kimi ne kadar anlayabilir ömür hanım?

susmak yalnızlığın ana dilidir,
ömür hanım,
şiiridir,
beni konuşmaya zorlama ne olur.
sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum.
geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...
yalnızım ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...
sularım toprağa sızıyor bak.
yüzümü geceler örtüyor.
binlerce taş saklanıyor içimde.
kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?

kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki...
bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı?
düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi?
ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda?
yerini bulur mu gerçekten?

sözü yasaklamalı ömür hanım, yasaklamalı...

kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?
olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu.
aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden.
yanılıyor muyum?
olsun.
yanıldığımı biliyorum ya...

yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler.
kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin.
sessizlik, sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir;
düş gücü, iç zenginliği verir insana.
dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin
akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de.
anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...
alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.

kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile;
bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrünün karşısında.
istemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur;
istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz...

biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız,
her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de.
en büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...
kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde...
o kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pencereye...
nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye?
ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize.
çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.

dünya bir testidir, de, ömür hanım,
ömür bir su...
sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için.
ve bir gün ölümün balkonundan...
dökülür toprağa el içi kadar bir su.
yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık...
ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de...

sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni.
değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle.
yıldım ömrümün kalıplarından.
beni duy ve anla.

yağmur dindi ömür hanım.
gökyüzü masmavi gülümsedi yine.
doğa aynı oyununu oynuyor bizimle.
umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından.
ne aldanış!
bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?

gökyüzünü öpmek isterdim ömür hanım.

gözlerimle değil dudaklarımla.
yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan.
delilik mi dedin?
kim bilir...
belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu.
gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi?
kim ne diyebilir ki?

kimseler görmedi ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim...
yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek.
beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile...
yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.

ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde.
saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim.
ürperiyorum.
bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını.
içimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek.
sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın ömür hanım?



şükrü erbaş / ankara, güz / 1983
devamını gör...

finlandiya

finlandiya etnik köken olarak iskandinav kökeninden olmasa da konum olarak iskandinav ülkeleri arasında bulunan, kuzey avrupa'da bir ülkedir. doğusunda rusya, kuzeyinde norveç ve batısında isveç ile komşuluğu bulunmaktadır. batı tarafında botniya körfezi, güneyinde ise finlandiya körfezine kıyısı vardır. toprak yüz ölçümü olarak 338.440 kilometre kare alana sahip olan ülkenin nüfusu 5.531.000'dir. ülkenin başkenti olan helsinki, aynı zamanda en büyük ilidir.

birleşmiş milletler sürdürülebilir kalkınma çözümleri ağı tarafından 2022 yılında yayınlanan dünyanın en mutlu ülkeleri listesinde 1. sırada bulunan finlandiya hem eğitim sistemindeki gelişmişlik, hem de yaşam standartları ve kalitesi açısından kendinden çok fazla söz ettiriyor. ancak bunların dışında da iş imkanları, ekonomik refah düzeyi, yaşanabilir doğası ve teknolojik açısından gerçekleştirilen girişimler de bu ülkede yaşayanların tercihlerine etki eden büyük etkenler arasındadır.

finlandiya belgesellerde ve bir çok literatürde "bin göller ülkesi" olarak adlandırılmaktadır. bu isme layık görülmesinin nedeni ise ülkede irili ufaklı tam tamına 187.888 göl bulunmasıdır. bunun yanı sıra yine finlandiya toprakları içerisinde tam olarak 179.888 adet ada bulunmaktadır.

finlandiya hakkında en çok söz konusu olan özelliklerden biri midnight sun, (gece yarısı güneşi)'dir. bu muhteşem doğa olayı kuzey ve güney kutup dairelerinde gözlemlenen bir doğa olayı olmasının sebebi, dünyamızın şeklinden ötürü güneş'in 24 saat batmamasından kaynaklanan bir güzelliktir. finlandiya'da da yaz ayların güneş 24 saat batmaz ve ülkenin lapland bölgesinde bu doğa olayını izlemek mümkündür. bu olay lapland bölgesinde yaklaşık 2 ay sürmektedir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bir zamanların efsanesi, herkesin gözdesi ve elinden düşürmediği telefon markası olan nokia'nın finlandiya markası olduğunu biliyor muydunuz ? 1865 yılında finlandiya'da bir kağıt fabrikası olarak kurulan nokia ilerleyen zamanlarda teknolojinin gelişimine büyük katkılar sağlamıştır. bunun dışında teknoloji devi olmadan önce de nokia, bir dönem kurşun da üretmiştir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

diğer bir yandan yine bir muhteşem doğa olayı olan kuzey ışıkları (aurora) da yine finlandiya'nın lapland bölgesinde özellikle mart ve eylül aylarında bolca gözlemlenebilen bir doğa olayıdır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

finlandiya'da kumarhanelerin tamamı hükümet tarafından çalıştırılmaktadır. aynı zamanda bu kumarhanelerden elde edilen gelirlerin tamamı ise hayır kurumlarına bağışlanmaktadır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

finlandiya'da yaşıyorsanız ve hayat standardınız yüksek ise, trafikte yediğiniz cezaların miktarı çok daha yüksek olabilir. çünkü bu ülkede trafik cezaları; araç sahibinin gelir düzeyine göre belirlenmektedir. geliri düşük insanların cezası daha düşük, geliri yüksek insanların cezası daha yüksektir. yüksek gelir sahibi bir kişinin tek seferde yediği hız cezasının 200.000 euro olduğu durumlar kayıt altına alınmıştır. yüksek meblağlı cezalardan biri de nokia firmasında çalışan bir üst düzey yöneticiye aittir. bu cezanın miktarı ise 116.000 euro olmuştur. ceza sebebi ise hız sınırının 50 km/s olduğu yerde 75 km/s hızla gitmektir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

internetin finlandiya'da ücretsiz olduğunu belirteyim. çünkü finlandiya hükümetine göre internet bir temel insani haktır. her vatandaş internete ulaşabilmeli ve ücretsiz kullanabilmelidir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bir diğer güzellik ise eğitim hakkı. finlandiya'da özel öğretim okulları, dersaneler vb. hiç bir kurum bulunmamaktadır. bu durum ise eğitimde fırsat eşitliğini sağlamaktadır. ayrıca tüm eğitim masrafları tamamen devlet tarafından karşılanmaktadır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

devlet doğuma ve genç nüfusun çoğaltılmasına teşvik programı uygulamaktadır. doğum yapan annelere 3 yıl doğum izni verilmektedir. ve bu süre zarfında da maaşından ve tüm haklarından yararlanmaktadır. doğan her bebeğin bez ve mama masrafları karşılanmaktadır. doğan her bebek için annelere bir kutu gönderilmekte. bu kutunun içeriğinde ise, bir bebeğin ihtiyaç duyabileceği herşey bulunmakta.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

eğitim seviyesi en gelişmiş ülkelerden biri olan finlandiya'da neredeyse tüm çocuklar 10 yaşına gelmeden isveççe, ingilizce ve fince öğrenmektedir.
devamını gör...

big fish

big fish (büyük balık) 2003 yapımı tim burton filmidir. big fish'de edward, aşık olduğu kadın sandra'yı etkilemek amacıyla bahçesine tam 10.000 tane nergis çiçeğinden oluşan bir çiçek bahçesi inşa eder. bu sahne filmin hemen hemen en akılda kalıcı sahnelerinden biridir. ancak merak konusu olan şey şu ki; edward neden başka bir çiçek değil de nergis çiçeğini tercih etmiştir ? gül, karanfil, papatya ve daha nice çiçek varken neden nergis ? bunu cevaplamadan önce; nergis çiçeğine ismini vermiş olmaş narkissos'un hikayesine bakmamız gerekir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ekho bir peri kızıdır. kendine aşık olan kimselere aldırış etmez, yüz vermez ve gönlünü açmaz. asla kimselere karşılık vermemiştir. ekho ormanda gezerken bir gün avlanmakta olan bir avcıyı görür. avcı'nın ismi narkissos'tur. bu avcının en büyük özelliği ise onu bir kez bile olsa gören kişinin, narkissos'un güzelliği karşısında çaresiz kalması ve büyülenmesidir. ve hikayeye göre peri kızı ekho da güzelliği dillere destan olan avcı narkissos'a ilk görüşte aşık olmuştur. gelin görün ki; kaderin cilvesi bu kez ekho'yu incitmiş ve narkissos peri kızından kaçmıştır. aşkına karşılık vermemiştir. peri kızı ekho ise böyle bir tutumla ilk kez karşı karşıya kaldığı için, tabiri caizse kara sevdaya tutulur. kendini dünyadan soyutlayarak içine kapanır ve zamanla eriyen bedeni bu ağırlığı taşıyamaz, hayatını kaybeder. narkissos'un arkasından ahh eden ekho, "o da benim gibi sevdiği insandan asla karşılık göremesin..." diye dua eder. günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalar ve ekho'nun cansız bedeninden arta kalan kemikler sarp ve sağlam kayalara dönüşür. peri kızının sesi ise bu kayalara çarpıp dönen, "eko" dediğimiz yankılara dönüşür. ne zaman olur ki; bir kişi dağlara doğru seslense, kayalara doğru haykırsa peri kızı ekho'nun sesinin duyulduğuna inanılır. ve ekho da yüzyıllar boyunca acısını hep başkalarının sesinde dillendirmeye devam eder. insanlara var olduğu sürece de bu acının dillendirilmesi devam edecektir.

derken narkissos bir gün yine ava gider. aç, susuz, yorgun ve bitap şekilde bir nehrin kenarına ulaşır. susuzluğunu giderebilmek amacıyla eğilir ve nehirden su içmek ister ancak sudaki yansımada kendi güzelliğini görür. işin garibi, daha önce hiç fark etmediği bu güzellik karşısında, kendisi de büyülenir. kendi güzelliğine öylesine hayran olur, öylesine aşık olur ki nehir kenarından gözlerini alamaz ve kendini sürekli olarak izlemeye devam eder. narkissos kendine aşıktır. kendisini izlerken hiç bir hayati fonksiyonunu yerine getiremez nefes almaktan başka. ne su içebilir, ne yemek yiyebilir, ne de uyuyabilir. sadece ve sadece suyun üzerindeki yansımasını izlemeye devam eder. zaman geçtikçe tıpkı o da kendini ekho gibi hisseder. hiç bir şey yapamaz, hiç bir şey yiyip içemez ve tüm bunları yapamadığı için her geçen zaman içerisinde ölüme bir adım daha yaklaşır ve sonunda orada, o suyun başında ölür. narkissos'un öldüğü gün ve tam da kendi yansımasını suya bakarak seyrettiği yerde beyaz sarı renkli ve mis kokulu çiçekler açar. bu efsaneye göre narkissos öldükten sonra da bedeni nergis çiçeklerine dönüşerek yaşamaya devam eder.

hikayemizi tamamladık. şimdi filmle bağlantısına bakalım; big fish (büyük balık) filmi, esasında kendi ile oğlu arasında hiçbir zaman tam anlamıyla sağlıklı bir iletişim kurmayı başaramamış, artık ölümü ensesinde hisseden ve ölüm döşeğinde yaşayan edward'ın hayat hikayesini anlatır.

bu filmde bulunan acımasız ve çirkin cadılar, korkunç ve inanılmaz büyüklükte devler, geceleri kurda dönüşüp kurt adam olan insanlar, siyam ikizleri ve fantastik olarak nitelendirilebilecek bir çok olayı içinde barındıran bu hikaye, işin esasında edward'ın gerçeklerden kaçışını anlatan hikayesidir.

filmdeki sahneler ilerledikçe bizler; edward'ın oğlu will'in fark ettiği ipuçları ile babasının acı ve bir o kadar da pişmanlıklarla dolu bir hayat yaşadığını anlarız. will'in annesi olmayan bir kadına çok büyük ilgisi olduğunu, işi dolayısıyla oğlu büyürken yanında olamadığını ve oğlunun büyümesini gözlemleyemediğini, olmak için çaba gösterdiği "büyük insanı" bir türlü olamadığını müşahade ederiz.

işin özünde bana göre; edward, narkissos'un tam anlamıyla modern bir versiyonudur. kendini o kadar çok sever ki, etrafında bulunan insanların hayatı boyunca acı çekmesine sebep olmuştur. ve oğluna anlattığı bu son hikaye ise; oğlu will'den özür dileme şeklidir ve hatalarından dolayı üzgün olduğuna dair bir itirafnamedir.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim