ağızdan ağıza reklamcılık
başlık "sevişilinebilizite" tarafından 12.01.2022 17:17 tarihinde açılmıştır.
1.
bugün tarihçiler, globalizasyonun babasının cengiz han olduğunu iddia ediyorlar.
cengiz bey’in asıl amacı, dünya imparatorluğu kurup, tam güvenliği sağladıktan sonra ticarete yatay geçiş yapmakmış. her ne kadar dünya imparatorluğu kurmaya ömrü vefa etmese de, bugüne kadar kurulan kara imparatorluklarının en büyüğünü kurarak tam güvenlik sağlamış. rivayet edilir ki cengiz’in ülkesinde bir insan evladı, geceli gündüzlü yolculuk yaparmış da başına en ufak bir bela gelmezmiş. bu yol güvenliğinin sağlanması, aynı zamanda ticaret yollarının da güvenliğinin sağlanması olduğundan, ilk kez çoook uzak doğu ülkeleri, çoook uzak batı ülkeleri ile ticari münasebete girişmişler. bu da globalizasyonun temeli olarak alınıyor günümüzün bir kısım tartışmaları içerisinde.
mouth marketing diye bir pazarlama hödöhöyü var ecnebilerin ifadesiyle. türkçesi, ağızdan ağıza pazarlama. hastalığı var, mikrobu var; başkasının ağzından almam demeniz yersiz. siz farkında olmadan ağzınıza göre veriyorlar. siz de farkında olmadan başkasına veriyorsunuz. reklamcılığın halihazırdaki durumu, osmanlı imparatorluğu’nun duraklama dönemi misali. hani derler ya osmanlı genişleye genişleye doğal sınırlarına ulaşmış ve ister istemez duraklamak zorunda kalmıştır diye. halbuki kanuni’nin iki değerli şehzadesini boğdurarak tahtı aptal sarışın oğlu sarı selim’e bırakması ve hanedanın sarı selim’den devam etmesi osmanlı’nın duraklamasına bir sebep olamaz. varsa yoksa doğal sınırlar.
reklam diyorduk. bugün reklamcılar doğal sınırlarında olduklarından farklı çıkış noktaları arıyorlar. yok efendim internet reklamcılığı yükseliş dönemindeymiş, televizyon gerileme ve çöküş dönemindeymiş, gerilla pazarlama yöntemleri muasır reklamcılığa giden yolda çok önemli bir tarzmış vs vs vs... bir de ağızdan ağıza pazarlama var. belli bir gruba ait ürünlerde, yapılan reklam bir işe yaramıyor. misal, yapılan bir araştırmaya göre cep telefonu alacak insanlar, reklamlardan değil de arkadaşlarından fikir alıyorlarmış. xiaomi pro 50 çıktı piyasaya diyelim; bir arkadaşınız “amman hafız alma, bak ben aldım. ikide bir kitleniyo; gel sana iphone alalım” diyor, siz de bu arkadaşınızın ağzından aldığınız tavsiye üzerine iphone alıyorsunuz. xiaomi de televizyondu, billboarddu keriz gibi para harcıyor; allah’ın gücüne gider.
cengiz abimize dönelim. cengiz ismi, biliyorsunuz, aslında bir lakap. asıl adı temuçin, soyadı bahtiyar. yıllarca böyle bildiniz siz. temuçin bahtiyar’dan şarkılar dinlediniz. yok; o zeki müren’di tabii... zeki gibi yumuşak tarafı yok temuçin’in. cengiz ismi lakap dedik. zannedersin ki -cenk- kelimesinden geliyor. savaşmayı seven; cenkiz falan gibi. ı ıh, alakası yok. cengiz kelimesi, ‘okyanus gibi’ manasına geliyor. aslında günümüze uyarlanmış hali, deniz; orijinal kelimesiyle tengiz! yani deniz isminde bir yurttaş, cengiz’le (nam-ı diğer tengiz) hemen hemen adaş oluyor mana bazında. rivayete göre 250.000, rivayete göre de 40 bin kişilik ordusuyla dünyaları fethetmiş bir kumandan cengiz han!
evet; artık şarlatanlığın lüzumu yok, cengiz han’a cengiz han diye hitap edelim. 40 bin kişilik orduyu doğru kabul edelim. düşünsenize, bir stadyumu dolduran seyircileri maç çıkışı organize ediyorsun ve dünyayı fethediyorsun. gerçi cengiz han’ın sağlığında hazar’ın doğusunda kalan asya toprakları fethedilmiş. o devasa sınırlara, kendinden sonraki imparatorlar erişmiş. stadyuma dönecek olursak; yine seyirciyi organize etmek daha kolay. nasıl olsa yanlarında kılıç, kalkan vs var. o gazla washington’u bile kuşatırlar. cengiz han çobanları organize etmiş. herhalde dünya tarihinde organizatör olarak iki tane muhteşem insan vardır; birisi arapları organize eden hz. muhammed, diğeri ise moğolları organize eden cengiz han.
bundan yaklaşık sekiz asır önce; uydu yok, termal kamera yok, kızıl ötesi dürbün yok, berisi zaten yok. nasıl oluyor da uzak ufuklarda dolanan birinin başına bir iş gelmiyor cengiz han’ın ülkesinde. nasıl bir hukuk, nasıl bir caydırıcılık? cevabı ağızdan ağıza pazarlamada saklı.
tabii ağızdan ağıza pazarlama derken işin içine kulakları da katmak gerekir; bilmem reklamcılar ne der. kulaktan kulağa pazarlama tü kaka iken ağızdan ağıza pazarlama nasıl oluyor da çağdaş reklamcılık oluyor? ağızdan ağıza pazarlamada insanlar ağızlarıyla konuşuyorlar da kulaktan kulağa pazarlamada (ki öyle bir pazarlama yok ya neyse) insanlar başka yerleriyle mi konuşuyorlar? (lütfen mümkün mertebe ağzımızla gülelim ey sözlükçü!)
cengiz han’a dönelim. ağızdan ağıza pazarlama. ya da siz buna ağızdan ağıza dehşet diyin. cengiz han bir imparatorluk kuruyor kurmasına da; gayet iyi biliyor ki sadece savaş temelli kurulan imparatorluklar yıkılmaya mahkumdur. ne yapacan o zaman? ticaret. harzemşahlar’a elçi gönderiyor; ticaret teklifi yapmak üzere. harzemşah’ların başında bulunan muhammed şah, elçilerin uzun saçlarını keserek cengiz han’a geri gönderiyor. oy oy oy... cengiz han’ın, afedersiniz, anasına küfredin daha iyi. bir elçinin saçlarını kesmek... var ya... nasıl denir... elçi için müthiş bir utanç kaynağı zaten. fiili livata yap daha iyi. cengiz han içinse hipertansiyon, asabi şeker, reflü, damar sertliği ve kolit sebebi. ya da özet olarak savaş sebebi.
muhammed şah’ın hakareti üzerine cengiz han kendisine bir mektup yazıyor. mektup üç kelimeden oluşan tek bir cümleden ibaret: savaşı sen istedin!
muhammed şah, şehrinin sırtını çöle dayamış. çölü geçecek ordu daha anasından doğmamış. cengiz han gelse gelse çöl olmayan taraftan gelir. ve ona göre savaş planı hazırlıyor muhammed şah. cengiz han ise birkaç çöl rehberini esir ederek altı ay içinde çölü geçerek muhammed şah’a tam arkasından, çölden saldırıyor. canlı ne varsa öldürün emri veriyor ordusuna. o devirde mikroskop olmadığından bakteri ve mikroplar paçayı sıyırıyorlar. onun haricinde kedi, köpek, tavuk ne varsa öldürülüyor; insanları anlatmaya gerek yok zaten. meyve ağaçları sökülüyor, tarlalara kum dökülüyor ki daha sonra tekrar tarım ve hayvancılık yaparak kalkınmasınlar.
imdü gelelim cengiz han’ın idam konusundaki kreativitesine. muhammed şah yakalanıyor ve idam ediliyor. idam derken öyle iple asma, boynunu kılıçla vurma falan değil. rivayete göre, kulağına eritilmiş gümüş dökülerek idam ediliyor!
buyrun ağızdan ağıza pazarlamaya. bundan sonra cengiz han’ın karşısında durabilir mi çinli? adam iple assa, ağızdan ağıza dolaşacak olan şey, “vah anam vah; muhammed şah’ı asmış cengiz han” olacak. ama kulağa gümüş dökülünce, ağızdan ağıza durumlar başka bir boyut alıyor:
+vay kabilesini! cengiz, muhammed’in kulağa gümüş döktürmüş oğlum. nerrrrden aklına gelir, nerrrrden okur anlamadım ki birader?!
-adam yaratıcı oğlum. füzyon mutfak!
+hakikaten; resmini gördün mü resmini? kafada uzun şapka. sanırsın ki şef garson.
-güldürme lan!
+çıkardığı kanunu duydun mu?
-neymiş?
+bir türk’ü öldüren olursa, 200 deve karşılığında, kan bedeli olarak idamdan kurtuluyor.
-bizim için bir şey demiş mi?
+demiş.
-ne demiş?
+bir çinli öldürülürse de, öldüren kişinin idamdan kurtulması için, tek bir eşek vermesi yeterli demiş.
cengiz han’a sormuşlar; neden bu kadar yakıp yıkıyosun diye. o da cevap vermiş:
kalıcı olmak istiyorsan yok edeceksin!
“çaresiz insan, dünyanın en güçlü insanıdır” diyor yaşar kemal. belki de moğolların başarısının temelinde cengiz han’ın yaşadığı travmatik çocukluk ve gençlik yılları yatar. onu burada tartışmayalım. ancak globalizasyonun temellerini atması konusunda, sanırım günümüz tartışmalarının haklılık payı var. bırakın kulaklara eritilmiş gümüş dökmeyi, düşmanlarını, bir taraflarına bilmem kaç karatlık elmas tıkarak öldürse, birleştirdiği topraklarda bir nevi globalizasyon olmadıktan sonra namı yürümezdi.
ağızdan ağıza yayılan kumandanlığı, öyle vahşetle izah edilebilecek türden değil. müthiş detaycı bir insan. şöyle diyor:
bir çivi kaybolursa bir nal kaybolur.
bir nal kaybolursa bir at kaybolur.
bir at kaybolursa bir süvari kaybolur.
bir süvari kaybolursa bir savaş kaybolur.
aynı detaycılık selçuklular ve osmanlılar’da yok muydu? onlar da savaş temelli imparatorluklardı. ne zaman selçuklular ya da osmanlılar moğol ırkından bir imparatorlukla savaşsalar, yenilmişler. hani fenerbahçe üst üste maçlar kazanır, gençlerbirliği deplasmanı ters gelir ve mağlup olur ya... selçuklu ve osmanlı’ya da moğol deplasmanı hep ters gelmiştir. demek ki yerleşik düzene geçince, kabilelerden müteşekkil ordular karşısında başarı biraz zor oluyor. tez, antitez. peki neden moğollar dağıldı da selçuklu ve onun devamı olan osmanlılar asırlar boyu yaşadılar? ticari ve idari organizasyonları sayesinde.
dönelim ağızdan ağıza pazarlamaya. bunca satırdır cengiz han’dan bahsediyoruz. neden? tarihsel bir haber değeri var zat-ı muhteremin. bu öyle bir ağızdan ağıza pazarlama ki, sekiz asır geçmiş hâlâ konuşuyoruz. ölümü bile ağızdan ağıza pazarlamaya muhteşem bir örnek oluşturuyor.
bir derenin yatağı değiştiriliyor ve kuruyan yatağa cengiz han gömülüyor. sonra dere tekrar eski yatağına döndürülüyor. bu işlemi yapan askerler, daha sonra kimseye mezarın yerini söylemesinler diye, başlarında bulunan diğer askerler tarafından öldürülüyor. şehre dönen askerler de şehirdeki diğer askerler tarafından öldürülüyor. böylece mezarın yeri bugüne bile bir sır olarak ulaşıyor.
cengiz han’ı örnek aldığımız yok; katliam penceresinden konuşacak olursak. hoşluk olsun diye anlattık. ağustos ayına ismini veren augustus da anlatılabilirdi.
ya da shakespeare anlatılabilirdi. cengiz han’dan mı etkilendi bilinmez, o da pek meraklı kulağa zehir zemberek şeyler damlatmaya. hamlet’ten bilirsiniz. allah’tan imparator değil, sadece yazar. ve lakin bakınız, shakespeare bile kulaktan adam öldürüp ülkesini tanıtmış ağızdan ağıza pazarlamayla.
günümüzde ülke tanıtımları savaşla değil, barış ortamında yapılan yatırımlarla mümkün oluyor. spor gibi... turizm gibi... sanat gibi...
dikkat ettiniz mi bilmem; günümüz ulus devletlerinin kurucuları halklarına seslenirken hep güzel sanatlardan bahsetmiş. atatürk’ü zaten bilirsiniz. türkiye’nin her işi bitmişti de sanatı mı kalmıştı ki 10. yıl nutku’nda güzel sanatları sevmemiz gerektiğine atıfta bulunmuştu? ya da hitler’in kavgam eserine bakın. gerçi ülkesinin kurucu lideri değil ama hitler de alman ulusu ile sanattan bahseder kitabın bir kısmında. rus devrimi sonrasını düşünün. işçisi ve köylüsü aç bir ülke; sanata deli gibi yatırım yapıyor. üzerinde düşünmek lazım. amaç sadece kültür seviyesi yüksek bir toplum mu yaratmaktı? bir yere kadar evet. ancak her ileri toplumun, zamanı geldiğinde kültür ihraç etmek gibi bir iddiası da vardır; unutmamak gerek.
truva filmi çekildi birkaç sene önce. başrolde brad pitt. truva savaşı’nın cereyan ettiği yer, çanakkale. ne kadar nemalandı türkiye bu durumdan? nemalanmak derken mecazi konuşuyorum. tanıtım olarak alın sorumu. cevap verelim: sıfır!
truva gibi, nuh’un gemisi gibi, paranın icat edilmesi gibi, roma imparatorluğu gibi saymakla bitmeyecek malzemelerimiz varken neden türkiyem türkiyem cennetimden, ağızdan ağıza yayılacak tiyatro eserleri çıkmaz?
ülke tanıtımının sanat ayağını ciddiye almalı ve onu az zamanda başarmalıyız.
atatürk’ün demediği bir sürü şey kendisine mal ediliyor nasıl olsa. bunu da eklesek ne çıkar?
-di mi cengiz han?
+evet sevişilinebilizite'ciğim.
cengiz bey’in asıl amacı, dünya imparatorluğu kurup, tam güvenliği sağladıktan sonra ticarete yatay geçiş yapmakmış. her ne kadar dünya imparatorluğu kurmaya ömrü vefa etmese de, bugüne kadar kurulan kara imparatorluklarının en büyüğünü kurarak tam güvenlik sağlamış. rivayet edilir ki cengiz’in ülkesinde bir insan evladı, geceli gündüzlü yolculuk yaparmış da başına en ufak bir bela gelmezmiş. bu yol güvenliğinin sağlanması, aynı zamanda ticaret yollarının da güvenliğinin sağlanması olduğundan, ilk kez çoook uzak doğu ülkeleri, çoook uzak batı ülkeleri ile ticari münasebete girişmişler. bu da globalizasyonun temeli olarak alınıyor günümüzün bir kısım tartışmaları içerisinde.
mouth marketing diye bir pazarlama hödöhöyü var ecnebilerin ifadesiyle. türkçesi, ağızdan ağıza pazarlama. hastalığı var, mikrobu var; başkasının ağzından almam demeniz yersiz. siz farkında olmadan ağzınıza göre veriyorlar. siz de farkında olmadan başkasına veriyorsunuz. reklamcılığın halihazırdaki durumu, osmanlı imparatorluğu’nun duraklama dönemi misali. hani derler ya osmanlı genişleye genişleye doğal sınırlarına ulaşmış ve ister istemez duraklamak zorunda kalmıştır diye. halbuki kanuni’nin iki değerli şehzadesini boğdurarak tahtı aptal sarışın oğlu sarı selim’e bırakması ve hanedanın sarı selim’den devam etmesi osmanlı’nın duraklamasına bir sebep olamaz. varsa yoksa doğal sınırlar.
reklam diyorduk. bugün reklamcılar doğal sınırlarında olduklarından farklı çıkış noktaları arıyorlar. yok efendim internet reklamcılığı yükseliş dönemindeymiş, televizyon gerileme ve çöküş dönemindeymiş, gerilla pazarlama yöntemleri muasır reklamcılığa giden yolda çok önemli bir tarzmış vs vs vs... bir de ağızdan ağıza pazarlama var. belli bir gruba ait ürünlerde, yapılan reklam bir işe yaramıyor. misal, yapılan bir araştırmaya göre cep telefonu alacak insanlar, reklamlardan değil de arkadaşlarından fikir alıyorlarmış. xiaomi pro 50 çıktı piyasaya diyelim; bir arkadaşınız “amman hafız alma, bak ben aldım. ikide bir kitleniyo; gel sana iphone alalım” diyor, siz de bu arkadaşınızın ağzından aldığınız tavsiye üzerine iphone alıyorsunuz. xiaomi de televizyondu, billboarddu keriz gibi para harcıyor; allah’ın gücüne gider.
cengiz abimize dönelim. cengiz ismi, biliyorsunuz, aslında bir lakap. asıl adı temuçin, soyadı bahtiyar. yıllarca böyle bildiniz siz. temuçin bahtiyar’dan şarkılar dinlediniz. yok; o zeki müren’di tabii... zeki gibi yumuşak tarafı yok temuçin’in. cengiz ismi lakap dedik. zannedersin ki -cenk- kelimesinden geliyor. savaşmayı seven; cenkiz falan gibi. ı ıh, alakası yok. cengiz kelimesi, ‘okyanus gibi’ manasına geliyor. aslında günümüze uyarlanmış hali, deniz; orijinal kelimesiyle tengiz! yani deniz isminde bir yurttaş, cengiz’le (nam-ı diğer tengiz) hemen hemen adaş oluyor mana bazında. rivayete göre 250.000, rivayete göre de 40 bin kişilik ordusuyla dünyaları fethetmiş bir kumandan cengiz han!
evet; artık şarlatanlığın lüzumu yok, cengiz han’a cengiz han diye hitap edelim. 40 bin kişilik orduyu doğru kabul edelim. düşünsenize, bir stadyumu dolduran seyircileri maç çıkışı organize ediyorsun ve dünyayı fethediyorsun. gerçi cengiz han’ın sağlığında hazar’ın doğusunda kalan asya toprakları fethedilmiş. o devasa sınırlara, kendinden sonraki imparatorlar erişmiş. stadyuma dönecek olursak; yine seyirciyi organize etmek daha kolay. nasıl olsa yanlarında kılıç, kalkan vs var. o gazla washington’u bile kuşatırlar. cengiz han çobanları organize etmiş. herhalde dünya tarihinde organizatör olarak iki tane muhteşem insan vardır; birisi arapları organize eden hz. muhammed, diğeri ise moğolları organize eden cengiz han.
bundan yaklaşık sekiz asır önce; uydu yok, termal kamera yok, kızıl ötesi dürbün yok, berisi zaten yok. nasıl oluyor da uzak ufuklarda dolanan birinin başına bir iş gelmiyor cengiz han’ın ülkesinde. nasıl bir hukuk, nasıl bir caydırıcılık? cevabı ağızdan ağıza pazarlamada saklı.
tabii ağızdan ağıza pazarlama derken işin içine kulakları da katmak gerekir; bilmem reklamcılar ne der. kulaktan kulağa pazarlama tü kaka iken ağızdan ağıza pazarlama nasıl oluyor da çağdaş reklamcılık oluyor? ağızdan ağıza pazarlamada insanlar ağızlarıyla konuşuyorlar da kulaktan kulağa pazarlamada (ki öyle bir pazarlama yok ya neyse) insanlar başka yerleriyle mi konuşuyorlar? (lütfen mümkün mertebe ağzımızla gülelim ey sözlükçü!)
cengiz han’a dönelim. ağızdan ağıza pazarlama. ya da siz buna ağızdan ağıza dehşet diyin. cengiz han bir imparatorluk kuruyor kurmasına da; gayet iyi biliyor ki sadece savaş temelli kurulan imparatorluklar yıkılmaya mahkumdur. ne yapacan o zaman? ticaret. harzemşahlar’a elçi gönderiyor; ticaret teklifi yapmak üzere. harzemşah’ların başında bulunan muhammed şah, elçilerin uzun saçlarını keserek cengiz han’a geri gönderiyor. oy oy oy... cengiz han’ın, afedersiniz, anasına küfredin daha iyi. bir elçinin saçlarını kesmek... var ya... nasıl denir... elçi için müthiş bir utanç kaynağı zaten. fiili livata yap daha iyi. cengiz han içinse hipertansiyon, asabi şeker, reflü, damar sertliği ve kolit sebebi. ya da özet olarak savaş sebebi.
muhammed şah’ın hakareti üzerine cengiz han kendisine bir mektup yazıyor. mektup üç kelimeden oluşan tek bir cümleden ibaret: savaşı sen istedin!
muhammed şah, şehrinin sırtını çöle dayamış. çölü geçecek ordu daha anasından doğmamış. cengiz han gelse gelse çöl olmayan taraftan gelir. ve ona göre savaş planı hazırlıyor muhammed şah. cengiz han ise birkaç çöl rehberini esir ederek altı ay içinde çölü geçerek muhammed şah’a tam arkasından, çölden saldırıyor. canlı ne varsa öldürün emri veriyor ordusuna. o devirde mikroskop olmadığından bakteri ve mikroplar paçayı sıyırıyorlar. onun haricinde kedi, köpek, tavuk ne varsa öldürülüyor; insanları anlatmaya gerek yok zaten. meyve ağaçları sökülüyor, tarlalara kum dökülüyor ki daha sonra tekrar tarım ve hayvancılık yaparak kalkınmasınlar.
imdü gelelim cengiz han’ın idam konusundaki kreativitesine. muhammed şah yakalanıyor ve idam ediliyor. idam derken öyle iple asma, boynunu kılıçla vurma falan değil. rivayete göre, kulağına eritilmiş gümüş dökülerek idam ediliyor!
buyrun ağızdan ağıza pazarlamaya. bundan sonra cengiz han’ın karşısında durabilir mi çinli? adam iple assa, ağızdan ağıza dolaşacak olan şey, “vah anam vah; muhammed şah’ı asmış cengiz han” olacak. ama kulağa gümüş dökülünce, ağızdan ağıza durumlar başka bir boyut alıyor:
+vay kabilesini! cengiz, muhammed’in kulağa gümüş döktürmüş oğlum. nerrrrden aklına gelir, nerrrrden okur anlamadım ki birader?!
-adam yaratıcı oğlum. füzyon mutfak!
+hakikaten; resmini gördün mü resmini? kafada uzun şapka. sanırsın ki şef garson.
-güldürme lan!
+çıkardığı kanunu duydun mu?
-neymiş?
+bir türk’ü öldüren olursa, 200 deve karşılığında, kan bedeli olarak idamdan kurtuluyor.
-bizim için bir şey demiş mi?
+demiş.
-ne demiş?
+bir çinli öldürülürse de, öldüren kişinin idamdan kurtulması için, tek bir eşek vermesi yeterli demiş.
cengiz han’a sormuşlar; neden bu kadar yakıp yıkıyosun diye. o da cevap vermiş:
kalıcı olmak istiyorsan yok edeceksin!
“çaresiz insan, dünyanın en güçlü insanıdır” diyor yaşar kemal. belki de moğolların başarısının temelinde cengiz han’ın yaşadığı travmatik çocukluk ve gençlik yılları yatar. onu burada tartışmayalım. ancak globalizasyonun temellerini atması konusunda, sanırım günümüz tartışmalarının haklılık payı var. bırakın kulaklara eritilmiş gümüş dökmeyi, düşmanlarını, bir taraflarına bilmem kaç karatlık elmas tıkarak öldürse, birleştirdiği topraklarda bir nevi globalizasyon olmadıktan sonra namı yürümezdi.
ağızdan ağıza yayılan kumandanlığı, öyle vahşetle izah edilebilecek türden değil. müthiş detaycı bir insan. şöyle diyor:
bir çivi kaybolursa bir nal kaybolur.
bir nal kaybolursa bir at kaybolur.
bir at kaybolursa bir süvari kaybolur.
bir süvari kaybolursa bir savaş kaybolur.
aynı detaycılık selçuklular ve osmanlılar’da yok muydu? onlar da savaş temelli imparatorluklardı. ne zaman selçuklular ya da osmanlılar moğol ırkından bir imparatorlukla savaşsalar, yenilmişler. hani fenerbahçe üst üste maçlar kazanır, gençlerbirliği deplasmanı ters gelir ve mağlup olur ya... selçuklu ve osmanlı’ya da moğol deplasmanı hep ters gelmiştir. demek ki yerleşik düzene geçince, kabilelerden müteşekkil ordular karşısında başarı biraz zor oluyor. tez, antitez. peki neden moğollar dağıldı da selçuklu ve onun devamı olan osmanlılar asırlar boyu yaşadılar? ticari ve idari organizasyonları sayesinde.
dönelim ağızdan ağıza pazarlamaya. bunca satırdır cengiz han’dan bahsediyoruz. neden? tarihsel bir haber değeri var zat-ı muhteremin. bu öyle bir ağızdan ağıza pazarlama ki, sekiz asır geçmiş hâlâ konuşuyoruz. ölümü bile ağızdan ağıza pazarlamaya muhteşem bir örnek oluşturuyor.
bir derenin yatağı değiştiriliyor ve kuruyan yatağa cengiz han gömülüyor. sonra dere tekrar eski yatağına döndürülüyor. bu işlemi yapan askerler, daha sonra kimseye mezarın yerini söylemesinler diye, başlarında bulunan diğer askerler tarafından öldürülüyor. şehre dönen askerler de şehirdeki diğer askerler tarafından öldürülüyor. böylece mezarın yeri bugüne bile bir sır olarak ulaşıyor.
cengiz han’ı örnek aldığımız yok; katliam penceresinden konuşacak olursak. hoşluk olsun diye anlattık. ağustos ayına ismini veren augustus da anlatılabilirdi.
ya da shakespeare anlatılabilirdi. cengiz han’dan mı etkilendi bilinmez, o da pek meraklı kulağa zehir zemberek şeyler damlatmaya. hamlet’ten bilirsiniz. allah’tan imparator değil, sadece yazar. ve lakin bakınız, shakespeare bile kulaktan adam öldürüp ülkesini tanıtmış ağızdan ağıza pazarlamayla.
günümüzde ülke tanıtımları savaşla değil, barış ortamında yapılan yatırımlarla mümkün oluyor. spor gibi... turizm gibi... sanat gibi...
dikkat ettiniz mi bilmem; günümüz ulus devletlerinin kurucuları halklarına seslenirken hep güzel sanatlardan bahsetmiş. atatürk’ü zaten bilirsiniz. türkiye’nin her işi bitmişti de sanatı mı kalmıştı ki 10. yıl nutku’nda güzel sanatları sevmemiz gerektiğine atıfta bulunmuştu? ya da hitler’in kavgam eserine bakın. gerçi ülkesinin kurucu lideri değil ama hitler de alman ulusu ile sanattan bahseder kitabın bir kısmında. rus devrimi sonrasını düşünün. işçisi ve köylüsü aç bir ülke; sanata deli gibi yatırım yapıyor. üzerinde düşünmek lazım. amaç sadece kültür seviyesi yüksek bir toplum mu yaratmaktı? bir yere kadar evet. ancak her ileri toplumun, zamanı geldiğinde kültür ihraç etmek gibi bir iddiası da vardır; unutmamak gerek.
truva filmi çekildi birkaç sene önce. başrolde brad pitt. truva savaşı’nın cereyan ettiği yer, çanakkale. ne kadar nemalandı türkiye bu durumdan? nemalanmak derken mecazi konuşuyorum. tanıtım olarak alın sorumu. cevap verelim: sıfır!
truva gibi, nuh’un gemisi gibi, paranın icat edilmesi gibi, roma imparatorluğu gibi saymakla bitmeyecek malzemelerimiz varken neden türkiyem türkiyem cennetimden, ağızdan ağıza yayılacak tiyatro eserleri çıkmaz?
ülke tanıtımının sanat ayağını ciddiye almalı ve onu az zamanda başarmalıyız.
atatürk’ün demediği bir sürü şey kendisine mal ediliyor nasıl olsa. bunu da eklesek ne çıkar?
-di mi cengiz han?
+evet sevişilinebilizite'ciğim.
devamını gör...