antik yunan'da hiç kimsenin metrobüse binmemiş olduğu gerçeği
başlık "mebus paltosu" tarafından 30.11.2021 00:24 tarihinde açılmıştır.
1.
birkaç ay önce başıma gelmiş ve benim hayata bakış açımı değiştirmiş gerçek gibi gerçektir.
bilen bilir bir konfeksiyonda ortacı olarak çalışan, iş çıkışı ara sıra tekelci muharrem abiden
château bellevue bordeaux yıllanmış şarabımı (sağ olsun mahzeninde benim için saklar) alıp mezeyle tüketip, netflix'ten film açıp oracıkta sızıp kalan ıssız ve yalnız bir adamım.
mesai saatleri içerisinde makinelerin ayarlamasını yaparken bir yandan podcast'ten antik yunan mitolojisini dinliyor öbür yandan işim ve gücümle uğraşıyorum. tabii gün içinde tjk tv'de günlük hazırladığım 6'lı kuponlarımın tek ayaktan yatışını dinlemeyi de ihmal etmiyorum. konfeksiyonda kendisini kupon yapmaya alıştırdığım kenan abinin kendisini mahçup eden her yarış atı için "bu namussuza o kadar para yatırdım yine yattı, bundan sucuk yapmayan kenan'ı s..k..sinler!" deyişi geliyor ara sıra aklıma... kötü alışkanlıklarını yakınlarına bulaştıran pis insan profili ben oluyorum sanırım. kendimden nefret ediyorum ama ne yapayım? insanda bir kere 'irade' olacak irade...
yine böyle bir gün işteyim. tuvaletimi yapmak için kabine girdim. kabız olduğumu bildiğim için kafamda bir timing hesaplaması yaptım "30 dk s.çsam mola hakkım 20 dk kalır" diye düşündüm. kulaklıklarla girdim tuvalete. mitolojilerle alakalı podcastimi dinlerken konu zeus'un çapkınlık hikayesine denk geldi. herifçioğlu, falanca diyarın kralının erkeklerden korumak için yeraltında odaya kapattığı kızı görüp "challenge accepted" diyerek yağmur damlası olarak giriyor anasını satim. tanrılar aleminin don juan'ı adeta. bir sigara yaktım.
sonra birdenbire aklıma içerisinde 50 türk lirası bakiye bulunan hes kodu tanımlanmış istanbul kartımı ganyan bayiide kupon doldururken masada unuttuğum geldi. "ulan hay anasını avradını..." diyerek auguste rodin'in "düşünen adam" heykelindeki model gibi klozetin üstünde oturarak düşündüm. o anda aklıma bir detay hücum etti:
acaba antik yunan'da hiç metrobüse binen bir atinalı yaşamış mıydı?
derhal ilber ortaylı'nın roma tarihi belgesel serisini açarak hızı x2'ye alarak dinledim. ne var ki bu sonucum çabasız kalmıştı. ilber hoca boyuna "hıağhıağhıağ efeğndim hıağhıağ" diyerek gülüyordu. bahsettiği cümlelerin hiçbirinde ne antik yunanlıların ulaşım imkanlarından ne de metrobüsün atina'daki tarihçesinden bahsediyordu. yorgun bir günün gecesinde aynı kabusları farklı versiyonlarla görmeye benziyor bu his... ilber hoca sürekli farklı fakat süslü cümlelerle "hıağhıağhıağ" diye gülüyor.
kabus! kabus! tek kelimeyle kabus!
bu böyle olmayacak. bu iş tuvalette hacet gidererek çözülebilecek bir mesele değil diyerek donumu giydim ve işim başına döndüm. o gün aklımı kemiren bu takıntılı sorudan dolayı işime odaklanamadım ve ciddi motivasyon kaybı yaşadım. eve gittiğimde roma tarihi ile ilgili en kapsamlı olduğu herkesçe mütabık olunan edward gibbon'ın 8 ciltlik 4300 sayfalık baş eseri "roma imparatorluğu'nun gerileyiş ve çöküş tarihi" eserini baştan sona okudum. tamı tamına 3,5 ay kadar sürdü. ancak metrobüs ile alakalı bir ifadeye rast gelemedim. gözlerim, kahpe bizans askerleri tarafından gözlerine ateşli mil çekilmiş battal gazi gibi oldu anasını satim. komple kör oldum ama sonuç sıfırdı.
istanbul üniversitesi'nde akademisyen olan arkadaşıma akademik camiadan bir hoca ile randevu ayarlamasını söyledim. ismini vermek istemediğim ve hepinizin tanıdığı o meşhur tarihçi ile 10 dk'lık bir sohbet etme imkanı buldum. bu arayış serüvenimden bahsettim. bana şöyle bir bakıp "oğlum seni benimle t.şş.k geç diye mi gönderdiler?" dedi. o anda bozulmuş bir şekilde annemlere gittim haftasonu olduğu için. beynimin içinde bir parazit gibi yerleşmiş bu soru, yememe içmeme, iştahıma bile mani oluyordu. bendeki bu huzursuzluğu sezen annem: "ne oldu yavrım" dedi. anlattım. "guzum metrobüsün o zamanlarda ne işi olur. gafayı mı yidin sen. eki eki ehi" diyerek dalga geçti.
ne var ki önce bir kızmıştım fakat sonradan aklıma metrobüsün tarihçesini araştırmadığım geldi. antik yunanlılar bu kadar gelişmiş bir medeniyetti, bu su götürmez bir gerçek fakat metrobüs teknolojisine erişmiş olmaları ne kadar mümkündü yahu? birdenbire suyun kaldırma kuvvetini bulup hamamdan anadan üryan fırlayan rahmetli arşimet efendi gibi bilgisayarın başına geçtim.
babam bilgisayara şifre koymuştu. şifre için 3 deneme hakkım vardı. kart şifresi ve doğum tarihini denemiştim ancak sonuç vermemişti. son deneme hakkımda biraz düşünmeye karar verdim. birkaç gün önce sherlock'u bitirmiştim. 2. sezon 1. bölümde sherlock holmes kilitli kasanın tuş takımındaki en çok silinen tuşları tespit ederek en olası şifreyi tahmin ediyordu. o anda klavyeye gözlerimle derin bir zoom-in yaparak nefesimi tuttum, sonra "neden nefesimi tutuyorum alüminyum" diyerek geri verdim. sakince tuşlara baktım 1345 tuşlarında bariz parmak lekeleri vardı. sonra "eureka!" diyerek tuşladım.
şifre tabii ki de "1453'tü" bilgisayar açıldı.
hemen metrobüsü vikipedi'den araştırdım. 2007 yılında ilk kez kullanıma açılmış ve dünyada yalnızca türkiye'de faaliyet gösteriyormuş bu hizmet... o an yaşadığım hayal kırıklığı, kafamdaki sorunsalı yok etmemin verdiği rahatlama hissinden daha ağır gelmişti bana.
paulo coelho'nun simyacı romanında olduğu gibi, aradığım hazine aslında en basit detayda gizliymiş ancak ben görememişim.
bilen bilir bir konfeksiyonda ortacı olarak çalışan, iş çıkışı ara sıra tekelci muharrem abiden
château bellevue bordeaux yıllanmış şarabımı (sağ olsun mahzeninde benim için saklar) alıp mezeyle tüketip, netflix'ten film açıp oracıkta sızıp kalan ıssız ve yalnız bir adamım.
mesai saatleri içerisinde makinelerin ayarlamasını yaparken bir yandan podcast'ten antik yunan mitolojisini dinliyor öbür yandan işim ve gücümle uğraşıyorum. tabii gün içinde tjk tv'de günlük hazırladığım 6'lı kuponlarımın tek ayaktan yatışını dinlemeyi de ihmal etmiyorum. konfeksiyonda kendisini kupon yapmaya alıştırdığım kenan abinin kendisini mahçup eden her yarış atı için "bu namussuza o kadar para yatırdım yine yattı, bundan sucuk yapmayan kenan'ı s..k..sinler!" deyişi geliyor ara sıra aklıma... kötü alışkanlıklarını yakınlarına bulaştıran pis insan profili ben oluyorum sanırım. kendimden nefret ediyorum ama ne yapayım? insanda bir kere 'irade' olacak irade...
yine böyle bir gün işteyim. tuvaletimi yapmak için kabine girdim. kabız olduğumu bildiğim için kafamda bir timing hesaplaması yaptım "30 dk s.çsam mola hakkım 20 dk kalır" diye düşündüm. kulaklıklarla girdim tuvalete. mitolojilerle alakalı podcastimi dinlerken konu zeus'un çapkınlık hikayesine denk geldi. herifçioğlu, falanca diyarın kralının erkeklerden korumak için yeraltında odaya kapattığı kızı görüp "challenge accepted" diyerek yağmur damlası olarak giriyor anasını satim. tanrılar aleminin don juan'ı adeta. bir sigara yaktım.
sonra birdenbire aklıma içerisinde 50 türk lirası bakiye bulunan hes kodu tanımlanmış istanbul kartımı ganyan bayiide kupon doldururken masada unuttuğum geldi. "ulan hay anasını avradını..." diyerek auguste rodin'in "düşünen adam" heykelindeki model gibi klozetin üstünde oturarak düşündüm. o anda aklıma bir detay hücum etti:
acaba antik yunan'da hiç metrobüse binen bir atinalı yaşamış mıydı?
derhal ilber ortaylı'nın roma tarihi belgesel serisini açarak hızı x2'ye alarak dinledim. ne var ki bu sonucum çabasız kalmıştı. ilber hoca boyuna "hıağhıağhıağ efeğndim hıağhıağ" diyerek gülüyordu. bahsettiği cümlelerin hiçbirinde ne antik yunanlıların ulaşım imkanlarından ne de metrobüsün atina'daki tarihçesinden bahsediyordu. yorgun bir günün gecesinde aynı kabusları farklı versiyonlarla görmeye benziyor bu his... ilber hoca sürekli farklı fakat süslü cümlelerle "hıağhıağhıağ" diye gülüyor.
kabus! kabus! tek kelimeyle kabus!
bu böyle olmayacak. bu iş tuvalette hacet gidererek çözülebilecek bir mesele değil diyerek donumu giydim ve işim başına döndüm. o gün aklımı kemiren bu takıntılı sorudan dolayı işime odaklanamadım ve ciddi motivasyon kaybı yaşadım. eve gittiğimde roma tarihi ile ilgili en kapsamlı olduğu herkesçe mütabık olunan edward gibbon'ın 8 ciltlik 4300 sayfalık baş eseri "roma imparatorluğu'nun gerileyiş ve çöküş tarihi" eserini baştan sona okudum. tamı tamına 3,5 ay kadar sürdü. ancak metrobüs ile alakalı bir ifadeye rast gelemedim. gözlerim, kahpe bizans askerleri tarafından gözlerine ateşli mil çekilmiş battal gazi gibi oldu anasını satim. komple kör oldum ama sonuç sıfırdı.
istanbul üniversitesi'nde akademisyen olan arkadaşıma akademik camiadan bir hoca ile randevu ayarlamasını söyledim. ismini vermek istemediğim ve hepinizin tanıdığı o meşhur tarihçi ile 10 dk'lık bir sohbet etme imkanı buldum. bu arayış serüvenimden bahsettim. bana şöyle bir bakıp "oğlum seni benimle t.şş.k geç diye mi gönderdiler?" dedi. o anda bozulmuş bir şekilde annemlere gittim haftasonu olduğu için. beynimin içinde bir parazit gibi yerleşmiş bu soru, yememe içmeme, iştahıma bile mani oluyordu. bendeki bu huzursuzluğu sezen annem: "ne oldu yavrım" dedi. anlattım. "guzum metrobüsün o zamanlarda ne işi olur. gafayı mı yidin sen. eki eki ehi" diyerek dalga geçti.
ne var ki önce bir kızmıştım fakat sonradan aklıma metrobüsün tarihçesini araştırmadığım geldi. antik yunanlılar bu kadar gelişmiş bir medeniyetti, bu su götürmez bir gerçek fakat metrobüs teknolojisine erişmiş olmaları ne kadar mümkündü yahu? birdenbire suyun kaldırma kuvvetini bulup hamamdan anadan üryan fırlayan rahmetli arşimet efendi gibi bilgisayarın başına geçtim.
babam bilgisayara şifre koymuştu. şifre için 3 deneme hakkım vardı. kart şifresi ve doğum tarihini denemiştim ancak sonuç vermemişti. son deneme hakkımda biraz düşünmeye karar verdim. birkaç gün önce sherlock'u bitirmiştim. 2. sezon 1. bölümde sherlock holmes kilitli kasanın tuş takımındaki en çok silinen tuşları tespit ederek en olası şifreyi tahmin ediyordu. o anda klavyeye gözlerimle derin bir zoom-in yaparak nefesimi tuttum, sonra "neden nefesimi tutuyorum alüminyum" diyerek geri verdim. sakince tuşlara baktım 1345 tuşlarında bariz parmak lekeleri vardı. sonra "eureka!" diyerek tuşladım.
şifre tabii ki de "1453'tü" bilgisayar açıldı.
hemen metrobüsü vikipedi'den araştırdım. 2007 yılında ilk kez kullanıma açılmış ve dünyada yalnızca türkiye'de faaliyet gösteriyormuş bu hizmet... o an yaşadığım hayal kırıklığı, kafamdaki sorunsalı yok etmemin verdiği rahatlama hissinden daha ağır gelmişti bana.
paulo coelho'nun simyacı romanında olduğu gibi, aradığım hazine aslında en basit detayda gizliymiş ancak ben görememişim.
devamını gör...