1.
gün içinde maruz kaldığımız birçok uyarıcı iç dünyamızla olan bağlantımızın ya zayıflamasına ya da kopmasına neden oluyor. kimileri bu uyarıcılara kendini kaptırarak iç dünyasının farkında bile değil. bu nedenle farkındalığımız düşürek bizi andan koparıp başka telaşlar peşinde olmamıza neden oluyor ve hem kendimizi hem de çevremizdekileri yoruyor ve tüketiyoruz. konuyla ilgili olarak bir yazı paylaşıyorum. iyi okumalar dilerim.
batı psikolojisinin önemli isimlerinden olan william james, 1902 yılında, ruhsal deneyimleri, kişinin iç dünyası aracılığıyla dış dünyanın genel ilkelerini anlamasını sağlayan yüksek bir bilinç durumu olarak tanımladı. düşüncelerinin özünü,‘’bağlantılılık’’ adını verdiği, insanın hedeflerini yalnızca bütünsel bir bakış açısıyla, yani, dünya ve ötekiler ile olan bağlılığı aracılığıyla fark edebileceği düşüncesi oluşturuyordu. genel olarak, ruhsal deneyimler; dua, meditasyon, ritüeller gibi somut uygulamalarla elde edilebilen ilahi deneyimler olarak bilinmektedir. budizm’den sufizm’e, musevilikten hıristiyanlığa kadar birçok toplumda insanlar bu yüksek bilinç ve bağlantılılık durumuna, maneviyata hizmet eden gelenekler yoluyla ulaşmaya çalışmıştır. ancak, yakın zamanda yapılan araştırmalar gösteriyor ki, bu manevi duruma ulaşmak, dinsel olmayan yöntemlerle de mümkün. bilim ve üretkenlik ışığında ortaya çıkmış bazı pratikler de, dinsel aktivitelerin verdiği bütünsellik ve huzur duygularını ortaya çıkarabilir. çünkü, her iki deneyim de yüksek bir anda olma ve gözlem halini içerir. albert einstein ve matematikçi srinivasa ramanujan gibi birçok dahi, keşif ve buluşları sırasında ruhsal deneyimler olarak adlandırılan deneyimler yaşadıklarını bildirmiştir. ancak, bunların, seçilmiş birkaç kişinin nadir deneyimleri olması gerekmez. bu tür deneyimleri, günlük hayatta da yaşamak mümkün. nobel ödüllü şair czeslaw milosz’un belirttiği gibi: ''tasvir etmek, yoğun bir gözlem yapmayı gerektiriyor; o kadar yoğun ki, gündelik alışkanlıklarımızın peçesi yavaş yavaş düşüyor, ve bize çok sıradan geldiği için aldırmadığımız o şey mucizevi bir surette ortaya çıkıyor.” diğerşeylerin yanı sıra ben bir sinir bilimciyim, ve ruhsal durumların beyne ve vücudun diğer kısımlarına nasıl etki ettiği üzerine çalışıyorum. elektroansefalogram (eeg) ile ölçülen beyin dalgaları frekansı, ruhsal bazı alıştırmaların, öz farkındalık, empati ve bağlantıda olma duyumlarının tamamı ile yakından ilişkili olduğunu gösterdi. eeg kullanan diğer çalışmalar, beyin aktivitelerimizin çoğu zaman ‘’parçalanmış’’ ve ‘’dağınık’’ olduğunu göstermektedir. bu dağılmışlık, genellikle davranışlarımız, duygularımız, düşüncelerimiz ve iletişimimiz arasında bir çatışmaya sebep oluyor. öte yandan, profesyonel olarak meditasyon yapan kişilerde bu beyin aktivitelerinin farklı sinir alanları içinde ve arasında daha fazla eşzamanlılığın veya bağlantının göstergesi olarak daha 'uyumlu' beyin dalgaları sergilediği gözlemleniyor. kısacası, sevgiye benzer şekilde ruhsal deneyimler de beyinde ve vücudumuzda fizyolojik etkiler yaratıyor ve bu etkileri anlamamıza yardımcı eeg çalışmaları oluyor. dahası araştırmalar bu tür bir beyin aktivitesini ölçmekten çok daha fazlasını yapabileceğimizi ileri sürüyor. sinir ağları senkronizasyonunu kolaylaştıran faaliyetlerde bulunarak, beyinlerimizi daha ‘’farkında’’ bir şekilde davranmaları için eğitebiliriz. bu senkronizasyonun, meditasyon yaptıktan veya dua ettikten sonra arttığı kanıtlanmıştır. artmış senkronizasyon, beynimizin daha uyumlu ve bütünsel çalışmasını sağlar. böylece, dünyayı daha geniş bir bakış açısından görebiliriz. bu durumun psikolojik etkilerini açıklayan çalışmalar, beynin senkronize bir şekilde çalışmasının, doğru ahlaki yargılarda bulunma becerisini geliştirdiğini ve sorun çözme kapasitesini arttırdığını söylüyor. sinirsel senkronizasyon aynı zamanda bizi kendimize daha bağlı hissettirir ve benliğimizi daha bütünsel algılamamıza yardımcı olur. bunların sonucunda empati, yaratıcılık ve sosyal etkinlik gibi becerilerimiz de gelişir. kısaca, kendimizin daha ‘’farkında’’ oluruz ve bu durum, başka türlü faydalara da zemin hazırlar. örneğin; ınsight (2017) kitabının yazarı tasha eurich, 2018’de harvard business review dergisinde, öz farkındalığa sahip insanların daha özgüvenli olduklarını, daha sağlıklı kararlar verdiklerini, daha güçlü ve etkili iletişim kurduklarını yazmıştı. başka araştırmalar da, öz farkındalığı yüksek olanların, iş ortamında daha fazla terfi aldıklarını, daha memnun çalışanlara sahip olduklarını ve daha karlı ortaklıklar kurduklarını gösteriyor.
-farkındalığımızı kaybettiğimizde aslında kendimizi kaybederiz:
çoğumuzun bir ovo odası olmasa da, kendimize günlük yaşantımızda bu odaya benzer bir mekanizma oluşturabiliriz. kendi içimize dönerek, tutkularımızı keşfederek, nefesimizin, sevdiklerimizin ve içinde bulunduğumuz anın daha çok farkında olarak, hayattaki odağımızı temelden değiştiren bir bakış açısına sahip olabiliriz; ve şimdiyi- burayı aşarak sınırlarımızın dışına çıkabiliriz. kısacası, odağımızı temel ihtiyaç ve korkularımızdan daha önemli değerlere çeviririz. bu farkında olma hali, hayattaki amaçlarımızın da netleşmesini sağlar. bu anlamda ruhsal deneyimler, günlük hayattan ayrı düşünülemez. tam tersine, hayatımızdaki aile, kariyer, arkadaşlık, ilişkiler ve toplum gibi önemli unsurlarla uyum gösteren bir bağlantılılık içerir. paoletti’nin bilinç küresi modelini bilimsel araştırmalarım için yararlı bulmanın yanı sıra, kendimi gözlemlemek için de bir araç olarak kullanıyorum. ruhsal deneyimler, kişinin bilinç durumu, öz farkındalığı ve sinirsel senkronizasyonu ile yakından ilgilidir. kişi, bu konulardaki farkındalığı arttıkça, kendini çevresiyle daha bağlantıda hissedecektir. örneğin, araba kullanırken camdan dışarı baktığınızda muhteşem bir gün batımını fark ettiğinizi düşünün. bir sonraki düşünceniz, trafiğin ne kadar sinir bozucu olduğuyla ilgili mi olurdu yoksa gün batımının ne kadar benzersiz olduğuyla mı? şimdi, yine aynı sürüşü hayal edin. bu sefer birisi pervasızca sizin hakkınız olan yola giriyor ve kaçıyor farz edelim; bir sonraki düşünceniz, bu arabanın peşine düşmek mi olur yoksa sakin kalıp bu olay hiç yaşanmamış gibi mi davranırsınız? her iki örnekte de ikinci seçenek daha olgun ve farkındalığı yüksek bir davranışı temsil ediyor. aslında ruhani deneyim dediğimiz şey, deneyimin tamamen içinde olmak, deneyimi oluşturan görüntülere, seslere ve kokulara odaklanarak, bunun hayatta bir daha aynısını yaşayamayacağımız eşsiz bir an olduğunu fark etmektir. bunun tersine, istemsizce ve farkında olmadan tepki verdiğimiz her an bizi benliğimizden biraz daha uzaklaştırır, daha otomatik bir güç tarafından kontrol ediliriz. bu sebeple kendimizle ve içimizdeki iyilikle bağımız azalır. benim için ruhani deneyimlerin büyük bir kısmını, gün içinde yaşadığımız zorlu durumları sakinlikle karşılamak oluşturuyor. kendinize şu soruyu sorun: farkındalığımızı kaybettiğimizde aslında neyi kaybediyoruz? temelde benliğimizden başka bir şeyi değil. elbette hepimiz bazen farkındalığımızı kaybediyoruz ancak sürekli olarak içimizdeki ve çevremizdeki en iyiyi arayarak bunu aşabiliriz.
yazının tamamı için buyrun
batı psikolojisinin önemli isimlerinden olan william james, 1902 yılında, ruhsal deneyimleri, kişinin iç dünyası aracılığıyla dış dünyanın genel ilkelerini anlamasını sağlayan yüksek bir bilinç durumu olarak tanımladı. düşüncelerinin özünü,‘’bağlantılılık’’ adını verdiği, insanın hedeflerini yalnızca bütünsel bir bakış açısıyla, yani, dünya ve ötekiler ile olan bağlılığı aracılığıyla fark edebileceği düşüncesi oluşturuyordu. genel olarak, ruhsal deneyimler; dua, meditasyon, ritüeller gibi somut uygulamalarla elde edilebilen ilahi deneyimler olarak bilinmektedir. budizm’den sufizm’e, musevilikten hıristiyanlığa kadar birçok toplumda insanlar bu yüksek bilinç ve bağlantılılık durumuna, maneviyata hizmet eden gelenekler yoluyla ulaşmaya çalışmıştır. ancak, yakın zamanda yapılan araştırmalar gösteriyor ki, bu manevi duruma ulaşmak, dinsel olmayan yöntemlerle de mümkün. bilim ve üretkenlik ışığında ortaya çıkmış bazı pratikler de, dinsel aktivitelerin verdiği bütünsellik ve huzur duygularını ortaya çıkarabilir. çünkü, her iki deneyim de yüksek bir anda olma ve gözlem halini içerir. albert einstein ve matematikçi srinivasa ramanujan gibi birçok dahi, keşif ve buluşları sırasında ruhsal deneyimler olarak adlandırılan deneyimler yaşadıklarını bildirmiştir. ancak, bunların, seçilmiş birkaç kişinin nadir deneyimleri olması gerekmez. bu tür deneyimleri, günlük hayatta da yaşamak mümkün. nobel ödüllü şair czeslaw milosz’un belirttiği gibi: ''tasvir etmek, yoğun bir gözlem yapmayı gerektiriyor; o kadar yoğun ki, gündelik alışkanlıklarımızın peçesi yavaş yavaş düşüyor, ve bize çok sıradan geldiği için aldırmadığımız o şey mucizevi bir surette ortaya çıkıyor.” diğerşeylerin yanı sıra ben bir sinir bilimciyim, ve ruhsal durumların beyne ve vücudun diğer kısımlarına nasıl etki ettiği üzerine çalışıyorum. elektroansefalogram (eeg) ile ölçülen beyin dalgaları frekansı, ruhsal bazı alıştırmaların, öz farkındalık, empati ve bağlantıda olma duyumlarının tamamı ile yakından ilişkili olduğunu gösterdi. eeg kullanan diğer çalışmalar, beyin aktivitelerimizin çoğu zaman ‘’parçalanmış’’ ve ‘’dağınık’’ olduğunu göstermektedir. bu dağılmışlık, genellikle davranışlarımız, duygularımız, düşüncelerimiz ve iletişimimiz arasında bir çatışmaya sebep oluyor. öte yandan, profesyonel olarak meditasyon yapan kişilerde bu beyin aktivitelerinin farklı sinir alanları içinde ve arasında daha fazla eşzamanlılığın veya bağlantının göstergesi olarak daha 'uyumlu' beyin dalgaları sergilediği gözlemleniyor. kısacası, sevgiye benzer şekilde ruhsal deneyimler de beyinde ve vücudumuzda fizyolojik etkiler yaratıyor ve bu etkileri anlamamıza yardımcı eeg çalışmaları oluyor. dahası araştırmalar bu tür bir beyin aktivitesini ölçmekten çok daha fazlasını yapabileceğimizi ileri sürüyor. sinir ağları senkronizasyonunu kolaylaştıran faaliyetlerde bulunarak, beyinlerimizi daha ‘’farkında’’ bir şekilde davranmaları için eğitebiliriz. bu senkronizasyonun, meditasyon yaptıktan veya dua ettikten sonra arttığı kanıtlanmıştır. artmış senkronizasyon, beynimizin daha uyumlu ve bütünsel çalışmasını sağlar. böylece, dünyayı daha geniş bir bakış açısından görebiliriz. bu durumun psikolojik etkilerini açıklayan çalışmalar, beynin senkronize bir şekilde çalışmasının, doğru ahlaki yargılarda bulunma becerisini geliştirdiğini ve sorun çözme kapasitesini arttırdığını söylüyor. sinirsel senkronizasyon aynı zamanda bizi kendimize daha bağlı hissettirir ve benliğimizi daha bütünsel algılamamıza yardımcı olur. bunların sonucunda empati, yaratıcılık ve sosyal etkinlik gibi becerilerimiz de gelişir. kısaca, kendimizin daha ‘’farkında’’ oluruz ve bu durum, başka türlü faydalara da zemin hazırlar. örneğin; ınsight (2017) kitabının yazarı tasha eurich, 2018’de harvard business review dergisinde, öz farkındalığa sahip insanların daha özgüvenli olduklarını, daha sağlıklı kararlar verdiklerini, daha güçlü ve etkili iletişim kurduklarını yazmıştı. başka araştırmalar da, öz farkındalığı yüksek olanların, iş ortamında daha fazla terfi aldıklarını, daha memnun çalışanlara sahip olduklarını ve daha karlı ortaklıklar kurduklarını gösteriyor.
-farkındalığımızı kaybettiğimizde aslında kendimizi kaybederiz:
çoğumuzun bir ovo odası olmasa da, kendimize günlük yaşantımızda bu odaya benzer bir mekanizma oluşturabiliriz. kendi içimize dönerek, tutkularımızı keşfederek, nefesimizin, sevdiklerimizin ve içinde bulunduğumuz anın daha çok farkında olarak, hayattaki odağımızı temelden değiştiren bir bakış açısına sahip olabiliriz; ve şimdiyi- burayı aşarak sınırlarımızın dışına çıkabiliriz. kısacası, odağımızı temel ihtiyaç ve korkularımızdan daha önemli değerlere çeviririz. bu farkında olma hali, hayattaki amaçlarımızın da netleşmesini sağlar. bu anlamda ruhsal deneyimler, günlük hayattan ayrı düşünülemez. tam tersine, hayatımızdaki aile, kariyer, arkadaşlık, ilişkiler ve toplum gibi önemli unsurlarla uyum gösteren bir bağlantılılık içerir. paoletti’nin bilinç küresi modelini bilimsel araştırmalarım için yararlı bulmanın yanı sıra, kendimi gözlemlemek için de bir araç olarak kullanıyorum. ruhsal deneyimler, kişinin bilinç durumu, öz farkındalığı ve sinirsel senkronizasyonu ile yakından ilgilidir. kişi, bu konulardaki farkındalığı arttıkça, kendini çevresiyle daha bağlantıda hissedecektir. örneğin, araba kullanırken camdan dışarı baktığınızda muhteşem bir gün batımını fark ettiğinizi düşünün. bir sonraki düşünceniz, trafiğin ne kadar sinir bozucu olduğuyla ilgili mi olurdu yoksa gün batımının ne kadar benzersiz olduğuyla mı? şimdi, yine aynı sürüşü hayal edin. bu sefer birisi pervasızca sizin hakkınız olan yola giriyor ve kaçıyor farz edelim; bir sonraki düşünceniz, bu arabanın peşine düşmek mi olur yoksa sakin kalıp bu olay hiç yaşanmamış gibi mi davranırsınız? her iki örnekte de ikinci seçenek daha olgun ve farkındalığı yüksek bir davranışı temsil ediyor. aslında ruhani deneyim dediğimiz şey, deneyimin tamamen içinde olmak, deneyimi oluşturan görüntülere, seslere ve kokulara odaklanarak, bunun hayatta bir daha aynısını yaşayamayacağımız eşsiz bir an olduğunu fark etmektir. bunun tersine, istemsizce ve farkında olmadan tepki verdiğimiz her an bizi benliğimizden biraz daha uzaklaştırır, daha otomatik bir güç tarafından kontrol ediliriz. bu sebeple kendimizle ve içimizdeki iyilikle bağımız azalır. benim için ruhani deneyimlerin büyük bir kısmını, gün içinde yaşadığımız zorlu durumları sakinlikle karşılamak oluşturuyor. kendinize şu soruyu sorun: farkındalığımızı kaybettiğimizde aslında neyi kaybediyoruz? temelde benliğimizden başka bir şeyi değil. elbette hepimiz bazen farkındalığımızı kaybediyoruz ancak sürekli olarak içimizdeki ve çevremizdeki en iyiyi arayarak bunu aşabiliriz.
yazının tamamı için buyrun
devamını gör...