instagram’a hiç fotoğraf atmamış insan
çok daha sonra benim için ne kadar gereksiz olduğunu anladığım durumdur, o atmayanları çok geç anlamış olmakla beraber uzun zamandır ben de o kervandayım, sizleri seviyorum*
devamını gör...
tarlabaşı
tarlabaşında çocuk olmak 2.

cemil beş yaşında, annesi 7 ay önce trafik kazasında öldü. cemil biraz fırıldak bi çocuk, ne zaman sokağa çıksa üstünü başını kirletiyor. ninesi hergün elbiselerini yıkamaktan bıktı. dövsede, kızsada cemilin kafası bir türlü almıyor. çocuk işte, üstünü başını batırıyor her seferinde, sonunda ninesi onu cezalandırdı, evden çıkmak yok uslanana kadar. cemilde pencereden sokaktaki arkadaşlarını izleyip hayata dair iç burkan bir anı biriktiriyor. ninesinden nefret ediyor, dünyadaki en kötü nine onun ninesi, bütün dünya mutlu ve sokakta tek kale maç yapıyorken cemil benim suçum ne diye düşünüyor.

cemilin ninesi azime hanım , 1985 te kocasıyla birlikte tunceliden istanbula göç ettiler. mucburdular, kocası onu kaçırmıştı töre affetmezdi. koleradan öldü kocası. azime hanımın okuma yazması yok türkçe bilmez çat pat bile konuşamaz ama izleye izleye artık bazı dizileri anlayabiliyor. 86 yaşında, artık insanları anlayabilmek için onları dinlemeye ihtiyacı yok. 30 yıldır sigara içiyor. komşuları onu çok sever, akrabalarıyla geçinemez. azime hanım, rönesanstan yada hümanizmden anlamıyor ama öyle bir biber dolması yapıyor ki herkes kıskanıyor. çocukların gürültüsü onu sinir eder. pazara gitmekten hoşlanır. torunu cemil yüzünden tansiyonu yükselip duruyor.

cemilin babası, ramazan abi . karısı öldükten sonra evlenmedi. işinde gücünde evini çocuklarını geçindirmeye çalışıyor. annesi azime hanımın tedavi masrafları baya belini bükmüştü. ramazan abinin sabit bir işi yok. bazen inşaatta, bazen hurdacılıkta, bazen tezgahtarlıkta ekmek kovalıyor. cemili daha okula yazdırmadı. okuyup bi halt olacağına inanmıyor olsa da, çocuğunu okutamamanın ayıp bişey olduğunu biliyor. elalem ne der. halbuki cemili şimdiden feyruz abinin atölyeye çırak olarak verse 18 inde ustabaşı olur. berberlikte güzel meslek. neyse bari ilk okulu okusun. okuma yazma ne ki teyzesi naciye lise mezunu, öğretirdi iki ayda.

cemilin ortanca abisi müslüm , 18 yaşında, halde sebze işinde kantarcılık yapıyor. hafta sonları parttime kapkaççı. müslüm eve pek uğramaz, kalacak yeri çok. arkadaşlarıyla güzel bir ortamı var. nerde olay orda müslüm ve çetesi, tomalara müdahale ediyorlar. 6 yaşından beri sapan kullanıyor.

cemilin diğer abisi ferdi. 7 yıldır cevizli sokakta torba tutuyor. sicili tertemiz çok sakin, ağırbaşlı bir delikanlı. yol yordam bilir. kimseyle dalaşmaz, işini en temiz yapan torbacı olarak bilinir civarda. bu aralar iyi kazanıyor. kazandığı paranın büyük kısmıyla şahinini modifiye ediyor geri kalanınıda şengüle yediriyor. bakmayın paspal durduğuna torba tutuyorsan, kaybedecek bir şeyim yok yada alayına gider temalı kostümler giymek gerek.

şengül ferdinin gönül yarası, arkadaşları sana başka kızmı yok ne dolanıyorsun bunun peşinde, deseler de gönül bu otada konar bokada diyor ferdi.

bu da en büyük abi recep . değnekçilik yapıyor. karısı vahide çok güzel kadındı, evlendikten sonra baya saldı kendini. cemille, recep ve vahide ilgilenir en çok. vahidenin çocuğu olmuyor yada recebin, sorun kimde bilinmiyor. vahide her gece ağlıyor, başkalarının çocuklarına bakıp iç geçiriyor. cemili oğlu gibi seviyor, azime hanımla da arası iyi.
tarlabaşında çocuk olmak iyi birşey, çocuklar mahallede top oynamayı seviyor.

fotoğraflar için svetlena eremina'ya teşekkürler.

cemil beş yaşında, annesi 7 ay önce trafik kazasında öldü. cemil biraz fırıldak bi çocuk, ne zaman sokağa çıksa üstünü başını kirletiyor. ninesi hergün elbiselerini yıkamaktan bıktı. dövsede, kızsada cemilin kafası bir türlü almıyor. çocuk işte, üstünü başını batırıyor her seferinde, sonunda ninesi onu cezalandırdı, evden çıkmak yok uslanana kadar. cemilde pencereden sokaktaki arkadaşlarını izleyip hayata dair iç burkan bir anı biriktiriyor. ninesinden nefret ediyor, dünyadaki en kötü nine onun ninesi, bütün dünya mutlu ve sokakta tek kale maç yapıyorken cemil benim suçum ne diye düşünüyor.

cemilin ninesi azime hanım , 1985 te kocasıyla birlikte tunceliden istanbula göç ettiler. mucburdular, kocası onu kaçırmıştı töre affetmezdi. koleradan öldü kocası. azime hanımın okuma yazması yok türkçe bilmez çat pat bile konuşamaz ama izleye izleye artık bazı dizileri anlayabiliyor. 86 yaşında, artık insanları anlayabilmek için onları dinlemeye ihtiyacı yok. 30 yıldır sigara içiyor. komşuları onu çok sever, akrabalarıyla geçinemez. azime hanım, rönesanstan yada hümanizmden anlamıyor ama öyle bir biber dolması yapıyor ki herkes kıskanıyor. çocukların gürültüsü onu sinir eder. pazara gitmekten hoşlanır. torunu cemil yüzünden tansiyonu yükselip duruyor.

cemilin babası, ramazan abi . karısı öldükten sonra evlenmedi. işinde gücünde evini çocuklarını geçindirmeye çalışıyor. annesi azime hanımın tedavi masrafları baya belini bükmüştü. ramazan abinin sabit bir işi yok. bazen inşaatta, bazen hurdacılıkta, bazen tezgahtarlıkta ekmek kovalıyor. cemili daha okula yazdırmadı. okuyup bi halt olacağına inanmıyor olsa da, çocuğunu okutamamanın ayıp bişey olduğunu biliyor. elalem ne der. halbuki cemili şimdiden feyruz abinin atölyeye çırak olarak verse 18 inde ustabaşı olur. berberlikte güzel meslek. neyse bari ilk okulu okusun. okuma yazma ne ki teyzesi naciye lise mezunu, öğretirdi iki ayda.

cemilin ortanca abisi müslüm , 18 yaşında, halde sebze işinde kantarcılık yapıyor. hafta sonları parttime kapkaççı. müslüm eve pek uğramaz, kalacak yeri çok. arkadaşlarıyla güzel bir ortamı var. nerde olay orda müslüm ve çetesi, tomalara müdahale ediyorlar. 6 yaşından beri sapan kullanıyor.

cemilin diğer abisi ferdi. 7 yıldır cevizli sokakta torba tutuyor. sicili tertemiz çok sakin, ağırbaşlı bir delikanlı. yol yordam bilir. kimseyle dalaşmaz, işini en temiz yapan torbacı olarak bilinir civarda. bu aralar iyi kazanıyor. kazandığı paranın büyük kısmıyla şahinini modifiye ediyor geri kalanınıda şengüle yediriyor. bakmayın paspal durduğuna torba tutuyorsan, kaybedecek bir şeyim yok yada alayına gider temalı kostümler giymek gerek.

şengül ferdinin gönül yarası, arkadaşları sana başka kızmı yok ne dolanıyorsun bunun peşinde, deseler de gönül bu otada konar bokada diyor ferdi.

bu da en büyük abi recep . değnekçilik yapıyor. karısı vahide çok güzel kadındı, evlendikten sonra baya saldı kendini. cemille, recep ve vahide ilgilenir en çok. vahidenin çocuğu olmuyor yada recebin, sorun kimde bilinmiyor. vahide her gece ağlıyor, başkalarının çocuklarına bakıp iç geçiriyor. cemili oğlu gibi seviyor, azime hanımla da arası iyi.
tarlabaşında çocuk olmak iyi birşey, çocuklar mahallede top oynamayı seviyor.

fotoğraflar için svetlena eremina'ya teşekkürler.
devamını gör...
yazarların başından geçen tebessüm ettiren olaylar
sevdiğim kedinin ya da köpeğin yol boyunca beni takip etmesi.
devamını gör...
geceye bir söz bırak
ne hissetmeye, ne yaşamaya, ne mutlu olmaya. hakkım olmayanları istememeyi hayat bana öğretti. artık bu dersten kalmıyorum.
devamını gör...
lisenin son cuması
2015 mezunuyum ve lisede iken çok güzel anılarım olmuştu. etilerden şişli ye ( evime) kadar yürüdüğüm günler vardı arkadaşlarla. özellikle karlı günlerde ayrı bir zevk verirdi.
okuldan kaçtığımız günler neredeyse her gündü. *
buna rağmen okulu ikincilikle bitirdim çünkü çalışıyorduk.. boş kaçanlardan değildik..
bir de okuldan erken çıkınca akmerkez in önünden 43r ye atlayıp, lana del rey summertime sadness ve dark paradise eşliğinde sarıyer’e arkadaşlarla takılmaya gidiyorduk.
erasmus için ispanya ya gittiğim günler geliyor aklıma bir de... bizim lise proje okulu olduğu için ilk yurt dışı deneyimimi ve ilk defa toplum önünde ingilizce olarak proje sunma işini o zaman yapmıştım.
çok güzel günlerdi vesselam. şuan çok güzel işim var, ekonomik olarak iyiyim ancak ve ancak lise, üniversite gibi ortamları çok özlüyorum ve bu yüzden o yanım hep buruk. bazen tek başıma oralara gidiyorum, takıyorum kulaklığı açıyorum lana del rey... akışına bırakıyorum. kaçtığımız yerlere, gittiğimiz rotalara vs.. bazı yerler değişmiş ama yine de sıkıntı yok.
tanım: iyi ve kötü tüm anıların geride bırakılacağı ve gerçek hayata geçiş kapısının açıldığı günlerden biridir.
okuldan kaçtığımız günler neredeyse her gündü. *
buna rağmen okulu ikincilikle bitirdim çünkü çalışıyorduk.. boş kaçanlardan değildik..
bir de okuldan erken çıkınca akmerkez in önünden 43r ye atlayıp, lana del rey summertime sadness ve dark paradise eşliğinde sarıyer’e arkadaşlarla takılmaya gidiyorduk.
erasmus için ispanya ya gittiğim günler geliyor aklıma bir de... bizim lise proje okulu olduğu için ilk yurt dışı deneyimimi ve ilk defa toplum önünde ingilizce olarak proje sunma işini o zaman yapmıştım.
çok güzel günlerdi vesselam. şuan çok güzel işim var, ekonomik olarak iyiyim ancak ve ancak lise, üniversite gibi ortamları çok özlüyorum ve bu yüzden o yanım hep buruk. bazen tek başıma oralara gidiyorum, takıyorum kulaklığı açıyorum lana del rey... akışına bırakıyorum. kaçtığımız yerlere, gittiğimiz rotalara vs.. bazı yerler değişmiş ama yine de sıkıntı yok.
tanım: iyi ve kötü tüm anıların geride bırakılacağı ve gerçek hayata geçiş kapısının açıldığı günlerden biridir.
devamını gör...
yaşamın sırrı
insanlar, bu soruya bilimsel cevap üretememiş diye biliyorum kişiden kişiye cevabı değiştiği için olsa gerek.
devamını gör...
cyrano de bergerac
başkasının cümleleri ile başkasının aşkını yaşayan christian mı veya gözünün önünde duran böyle incelikli bir sevgiyi göremeyecek kadar kör olan roxane mı yoksa korkularından ötürü sevgisini cümlelere hapsetmiş olan cyrano mu daha bahtsız? kelimelerin ne denli etkili olduğunu bilsem bile bana bazen korkulardan arınmış bir dokunuşun umutsuzca sarfedilen kelimelerden daha etkili olduğunu düşündüren edmond rostand oyunu. oyunu yalnızca bu aşk üzerinden değerlendirmek oldukça yanlış olurdu şüphesiz. cyrano riyakarlıktan uzak, kendince hak ve adalet arayışında ve 100 kişi ile düşünmeden mücadele edecek kadar iyi bir düellocu. üstün bir düellocu cyrano ama kalemi bana kalırsa kılıcından daha keskin olmuştur bundan ötürü kendini boş yere başkasının dış görünüşüne zincirlediği bu aşk bana hep talihsiz gelmiştir zaten. o meşhur "yoksa eldivenim ne çıkar! bir tanecik kalmıştı babamızdan yadigar, yanımda bulunsaydı yine kullanacaktım; ne çare, bir asilzadenin suratında bıraktım." cümleleri de esasında bu oyunda geçmektedir. konuya gelecek olursak; cyrano roxane'a deliler gibi aşıktır fakat oldukça büyük olan burnundan ötürü çekinip açılamaz ona. şansa bak ki cyrano'nun sözde çirkinliği yanında güneş gibi parlayan christian da roxane'a karşı bir şeyler hissetmektedir ve bu karşılıksız da değildir fakat christian ve roxane'ın aşkı gölgede kalacak bir sevgi olur çünkü christian'ın fısıltıları cyrano'nun cümlelerinden başka bir şey değildir. kendi dizginlenemez aşkını christian üzerinden aktarır cyrano ve ölüm kapısını çalana kadar bu gerçekten habersiz kalacaktır roxane. hem onurlu hem de ne budalacadır aslında cyrano'nun yaptığı oysa bazı gönüller cümlelerle de fethedilebilirdi şüphesiz. victor hugo'ya mal edilen ama ona ait olmayan pek meşhur bir şiirde şöyle bir dize var; çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı? bu daima havada asılı kalacak bir soru.
vicomte, hiddetten boğulur gibi.
tavrı küstah, sözü tok,
bir köy asilzadesi, eldiveni bile yok!
sırmasız, fiyongosuz, kurdelesiz bir herif!
(ces grands airs arrogants !
un hobereau qui… qui… n’a même pas de gants !
et qui sort sans rubans, sans bouffettes, sans ganses !)
cyrano
evet ama, çok şükür, maneviyatım zarif!
hayır, bir züppe gibi takıp takıştıramam,
elbisem gösterişsiz olunca süsüm tamam
olur. bilhassa ihmal etmediğim şey budur:
yıkanmamış hakaret, paçavra olmuş gurur,
uykudan vicdanımın gözleri çapak çapak,
ve kirli endişeler ile sokağa çıkmak ...
yürürken, sırmadan çok pırıldar her tarafım:
hürriyetirn, gururum, şahane itikafım,.
göğsüme sıralarım, büküp bıyıklarımı,
bir alay kordon değil, kahramanlıklarımı
çarpık, pörsük bir vücut değildir, bu her zaman
bir korse giymiş gibi ruhumdur dimdik duran!
her yerde bir erkekçe sayhadır her satırım,
hakikati bir rnahmuz gibi şakırdatırım.
(moi, c’est moralement que j’ai mes élégances.
je ne m’attife pas ainsi qu’un freluquet,
mais je suis plus soigné si je suis moins coquet ;
je ne sortirais pas avec, par négligence,
un affront pas très bien lavé, la conscience
jaune encor de sommeil dans le coin de son œil,
un honneur chiffonné, des scrupules en deuil.
mais je marche sans rien sur moi qui ne reluise,
empanaché d’indépendance et de franchise ;
ce n’est pas une taille avantageuse, c’est
mon âme que je cambre ainsi qu’en un corset,
et tout couvert d’exploits qu’en rubans je m’attache,
retroussant mon esprit ainsi qu’une moustache,
je fais, en traversant les groupes et les ronds,
sonner les vérités comme des éperons.)
vicomte
fakat mösyö, ben ...
(mais, monsieur…)
cyrano
yoksa eldivenim ne çıkar!
bir tanecik kalmıştı babamızdan yadigar,
yanımda bulunsaydı yine kullanacaktım;
ne çare, bir asilzadenin suratında bıraktım.
(je n’ai pas de gants ?… la belle affaire !
ıl m’en restait un seul… d’une très vieille paire !
– lequel m’était d’ailleurs encor fort importun.
je l’ai laissé dans la figure de quelqu’un.)
vicomte, hiddetten boğulur gibi.
tavrı küstah, sözü tok,
bir köy asilzadesi, eldiveni bile yok!
sırmasız, fiyongosuz, kurdelesiz bir herif!
(ces grands airs arrogants !
un hobereau qui… qui… n’a même pas de gants !
et qui sort sans rubans, sans bouffettes, sans ganses !)
cyrano
evet ama, çok şükür, maneviyatım zarif!
hayır, bir züppe gibi takıp takıştıramam,
elbisem gösterişsiz olunca süsüm tamam
olur. bilhassa ihmal etmediğim şey budur:
yıkanmamış hakaret, paçavra olmuş gurur,
uykudan vicdanımın gözleri çapak çapak,
ve kirli endişeler ile sokağa çıkmak ...
yürürken, sırmadan çok pırıldar her tarafım:
hürriyetirn, gururum, şahane itikafım,.
göğsüme sıralarım, büküp bıyıklarımı,
bir alay kordon değil, kahramanlıklarımı
çarpık, pörsük bir vücut değildir, bu her zaman
bir korse giymiş gibi ruhumdur dimdik duran!
her yerde bir erkekçe sayhadır her satırım,
hakikati bir rnahmuz gibi şakırdatırım.
(moi, c’est moralement que j’ai mes élégances.
je ne m’attife pas ainsi qu’un freluquet,
mais je suis plus soigné si je suis moins coquet ;
je ne sortirais pas avec, par négligence,
un affront pas très bien lavé, la conscience
jaune encor de sommeil dans le coin de son œil,
un honneur chiffonné, des scrupules en deuil.
mais je marche sans rien sur moi qui ne reluise,
empanaché d’indépendance et de franchise ;
ce n’est pas une taille avantageuse, c’est
mon âme que je cambre ainsi qu’en un corset,
et tout couvert d’exploits qu’en rubans je m’attache,
retroussant mon esprit ainsi qu’une moustache,
je fais, en traversant les groupes et les ronds,
sonner les vérités comme des éperons.)
vicomte
fakat mösyö, ben ...
(mais, monsieur…)
cyrano
yoksa eldivenim ne çıkar!
bir tanecik kalmıştı babamızdan yadigar,
yanımda bulunsaydı yine kullanacaktım;
ne çare, bir asilzadenin suratında bıraktım.
(je n’ai pas de gants ?… la belle affaire !
ıl m’en restait un seul… d’une très vieille paire !
– lequel m’était d’ailleurs encor fort importun.
je l’ai laissé dans la figure de quelqu’un.)
devamını gör...
yara bandı erkek
histerik kizlarin bos kaldiklarinda kisa bir sureligine hayatlarina dahil ettikleri arkadaslar. belki sen belki ben belki bakkal huseyin amca, karsindakinin olayini bilmiyosun sonucta. e duygular da zirve yapinca gordugun seyleri bile gormuyosun. kullanilip atilirlar, belki kullanildiginin farkinda bile olmadan atilirlar, kiz isin kilifini bulmustur. bol bol aci cekilir, sokaklarda davar gibi dolasilir, dunden kalma bi raki sisesine bir yumruk atilir. hayat olaganca acimasizligiyla devam eder.
devamını gör...
mustafa kemal atatürk
savaştan çıkıp, savaşa girerken bile sürekli eğitimle ilgili çalışmalar yapmaya çalışmış, türk insanını nasıl yükseltirim diye uğraşmış olan başkomutan.
mustafa kemal atatürk’ü en güzel anlatanlardan biri ahmet naç- tedx *
mustafa kemal atatürk’ü en güzel anlatanlardan biri ahmet naç- tedx *
devamını gör...
aynı evde yaşıyormuş gibi entryler
birisi yıkanan çamaşırları assın diyeceğim ama kesin bana kalır onlar,neyse asıyorum ben.
devamını gör...
anaerkil ve ataerkil toplum
tüm toplumsal kurum ve kuruluşlarda karar verme ve yönetmek için de kadının egemen konumda olduğu toplumdur. ana egemenliğine dayanan sosyal ilişkilerin düzenlenmesinde onayı esas alan kadının siyasi görenler üstlendiği sosyal hukuk sistemidir.
devamını gör...
entel zonta sosyetede
aysun kocatepe’nin 1992 yılında çıkardığı ve iç isyanlara ve büyük çatışmalara nasıl neden olmadığını anlamakta güçlük çektiğimiz albümüne ismini veren şarkıdır.
entel sözcüğü bildiğiniz üzere entelektüel olamamış, okumaya araştırmaya pek zaman ayırmaya niyeti olmayan ama sağdan soldan öğrendikleri ile caka satan tiplere verilen isimdir.
zonta ise kaba saba, oturup kalkmasını bilmeyen, görgüsüzlük konusunda herhangi bir sınır tanımayan ve hala nesli tükenmemiş olan erkekler için argoda kullanılan bir tabirdir. günümüzde pek kullanılmasa da bir dönem oldukça yaygın bir kullanımı vardı.
bu ikisinin karışımı olan bir adamın sosyetede kendine yer edindiğini düşündüğünüzde şarkının da anlatmaya çalıştığı şey ortaya çıkacaktır.
benim şarkıyla ilgili söylemek istediğim şey ise biraz daha farklı. önce bu kadar kötü bir şarkı ve albüm yaparak iyi şarkı ve albümlerin daha iyi görünmelerini sağladığı için aysun kocatepe’ye kocaman bir teşekkür.
sonra da yeni nesil müziği kötülerken 90lı yıllardaki müziği yere göğe sığdıramamanın aslında büyük bir hata olduğunu gösterdiği için de kocaman bir alkış.
90lı yılları sadece seçkilerdeki müziklerle değerlendiren insanlar için elimden geleni yapacağım. travmatik bir dönem olan 90lar, müzik konusunda da darbe üstüne darbe indirmiştir aslında. inanmıyorsanız buyrun:
entel zonta sosyetede
entel sözcüğü bildiğiniz üzere entelektüel olamamış, okumaya araştırmaya pek zaman ayırmaya niyeti olmayan ama sağdan soldan öğrendikleri ile caka satan tiplere verilen isimdir.
zonta ise kaba saba, oturup kalkmasını bilmeyen, görgüsüzlük konusunda herhangi bir sınır tanımayan ve hala nesli tükenmemiş olan erkekler için argoda kullanılan bir tabirdir. günümüzde pek kullanılmasa da bir dönem oldukça yaygın bir kullanımı vardı.
bu ikisinin karışımı olan bir adamın sosyetede kendine yer edindiğini düşündüğünüzde şarkının da anlatmaya çalıştığı şey ortaya çıkacaktır.
benim şarkıyla ilgili söylemek istediğim şey ise biraz daha farklı. önce bu kadar kötü bir şarkı ve albüm yaparak iyi şarkı ve albümlerin daha iyi görünmelerini sağladığı için aysun kocatepe’ye kocaman bir teşekkür.
sonra da yeni nesil müziği kötülerken 90lı yıllardaki müziği yere göğe sığdıramamanın aslında büyük bir hata olduğunu gösterdiği için de kocaman bir alkış.
90lı yılları sadece seçkilerdeki müziklerle değerlendiren insanlar için elimden geleni yapacağım. travmatik bir dönem olan 90lar, müzik konusunda da darbe üstüne darbe indirmiştir aslında. inanmıyorsanız buyrun:
entel zonta sosyetede
devamını gör...
sözlüğün en sevilen yazarı
ön edit: (bkz: larktwain_123_) nasıl da unutmuşum.
işte güzel yazarların çoğunun olduğu liste. (bkz: ölmedim hafif sürünüyorum), (bkz: hi i my run), (bkz: bir bilen) gibi modları zaten eklemedim.
(bkz: lucifer)
(bkz: uranüs)
(bkz: summer queen)
(bkz: armullah)
(bkz: bal yerine reçel yapan arı)
(bkz: rimbaud)
(bkz: beyzuq)
(bkz: duvarlar kadar)
(bkz: elbarto)
(bkz: köylü yazardan ironiler)
(bkz: illetileziyet)
(bkz: kalender)
(bkz: ermolettin)
(bkz: ice)
(bkz: wylde)
(bkz: _mor)
(bkz: pegasus_1996)
(bkz: baklavalinico35)
(bkz: son samuray)
(bkz: son feci mars)
(bkz: maçın zor geçeceğini bilmiyordum özür dilerim)
(bkz: ağzındakikanısilipişteşimdibaşlayandövüşçü)
(bkz: kaynamış sütün üzerindeki ince kaymak tabakası)
işte güzel yazarların çoğunun olduğu liste. (bkz: ölmedim hafif sürünüyorum), (bkz: hi i my run), (bkz: bir bilen) gibi modları zaten eklemedim.
(bkz: lucifer)
(bkz: uranüs)
(bkz: summer queen)
(bkz: armullah)
(bkz: bal yerine reçel yapan arı)
(bkz: rimbaud)
(bkz: beyzuq)
(bkz: duvarlar kadar)
(bkz: elbarto)
(bkz: köylü yazardan ironiler)
(bkz: illetileziyet)
(bkz: kalender)
(bkz: ermolettin)
(bkz: ice)
(bkz: wylde)
(bkz: _mor)
(bkz: pegasus_1996)
(bkz: baklavalinico35)
(bkz: son samuray)
(bkz: son feci mars)
(bkz: maçın zor geçeceğini bilmiyordum özür dilerim)
(bkz: ağzındakikanısilipişteşimdibaşlayandövüşçü)
(bkz: kaynamış sütün üzerindeki ince kaymak tabakası)
devamını gör...
belçika'da cinsel ilişki rıza yaşının 14 olması
ellerinden gelse pedofiliyi serbest bırakacaklar ama küçük adımlarla iniyorlar.
devamını gör...
z kuşağına kılıçdaroğlu dönemindeki ssk'yı anlatmamız lazım
bu nemrut herif sonunun z kuşağının elinden olacağını iyi biliyor.
her şeyi bitirdi şimdi z kuşağına bir şeyler anlatmaya geldi sıra.
yemezler ağam yemezler, z kuşağı akıllıdır, sen yavaştan kendine kaçacak bir ülke ara.
her şeyi bitirdi şimdi z kuşağına bir şeyler anlatmaya geldi sıra.
yemezler ağam yemezler, z kuşağı akıllıdır, sen yavaştan kendine kaçacak bir ülke ara.
devamını gör...
geceye ilginç bir bilgi bırak
1938'de faşist lider benito mussolini italyada mickey mouse dışında tüm amerikan karikatürlerini yasaklamıştır.
devamını gör...
aktarım
psikanalizde aktarım olgusu üstteki yazarın dediği gibi bir şey maalesef değildir.
aslında aktarım terimi freud'la birlikte başlamıştır, karşı-aktarım hakkında da ferenczi'nin yazıları, çalışmaları vardır.
aktarımı kabaca şöyle tanımlarız, bir kişinin geçmişteki bir figürüyle, nesnesiyle bu annesi olabilir, bakım veren kişilerden biri olabilir sahnelediği yaşadığı bir olayı, şimdi ve bu zamanda terapistiyle veya çevresindeki diğer kişilerle de yaşıyor olması demektir.
misal geçmişte annesi tarafından yeterli bakımı alamamış, evde dinlenmemiş, sözü yok sayılmış biri terapistinin bu minvaldeki yaptığı en ufak bir hareketi "terapistim beni dinlemiyor, beni yeterince sahiplenmiyor" olarak algılayabilir ancak o düşüncesi aslında geçmiştek annesiyle kurduğu ilişkideki davranışın tekrarlanmasıdır, yani aktarımdır. "transferans" da denir.
biz bunu yorumlarken şöyle düşünürüz, hasta bir şey söyledi, acaba bu durum geçmişinde nereye dayanıyor, bu olguda onun geçmişindeki hangi anı tekrar sahneleniyor?
psikanalizde gel zaman git zaman aktarım olgusu terapinin ana konusu haline gelmiş, aktarımda terapist aldığı rolle birlikte eski meseleleri gündeme alıp bilinçdışı süreçleri bilince aktarmayı ve burada çözmeyi hedeflemiştir.
uzun lafın kısası umarım herkes kendi aktarımını bulup çözümleyebilir ve iyi hisseder.
sağlıklı günler, saygılarımla.
aslında aktarım terimi freud'la birlikte başlamıştır, karşı-aktarım hakkında da ferenczi'nin yazıları, çalışmaları vardır.
aktarımı kabaca şöyle tanımlarız, bir kişinin geçmişteki bir figürüyle, nesnesiyle bu annesi olabilir, bakım veren kişilerden biri olabilir sahnelediği yaşadığı bir olayı, şimdi ve bu zamanda terapistiyle veya çevresindeki diğer kişilerle de yaşıyor olması demektir.
misal geçmişte annesi tarafından yeterli bakımı alamamış, evde dinlenmemiş, sözü yok sayılmış biri terapistinin bu minvaldeki yaptığı en ufak bir hareketi "terapistim beni dinlemiyor, beni yeterince sahiplenmiyor" olarak algılayabilir ancak o düşüncesi aslında geçmiştek annesiyle kurduğu ilişkideki davranışın tekrarlanmasıdır, yani aktarımdır. "transferans" da denir.
biz bunu yorumlarken şöyle düşünürüz, hasta bir şey söyledi, acaba bu durum geçmişinde nereye dayanıyor, bu olguda onun geçmişindeki hangi anı tekrar sahneleniyor?
psikanalizde gel zaman git zaman aktarım olgusu terapinin ana konusu haline gelmiş, aktarımda terapist aldığı rolle birlikte eski meseleleri gündeme alıp bilinçdışı süreçleri bilince aktarmayı ve burada çözmeyi hedeflemiştir.
uzun lafın kısası umarım herkes kendi aktarımını bulup çözümleyebilir ve iyi hisseder.
sağlıklı günler, saygılarımla.
devamını gör...
geceye attila ilhan şiiri bırak
ayrılık sevdaya dahil
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız
devamını gör...
15 aydır kuaföre gitmeyen kadın
3 yıldır kuaföre gitmiyorum çünkü neden her işi kendim çözebiliyorum. kuaförler bir para tuzağı ve dedikodu kazanıdır net.
devamını gör...
pieter bruegel the elder
flaman rönenans ressamı. "the elder" * türkçeye baba olarak çevrilmiş lakabının sebebi aynı isimle yine ressam bir oğlu olması (bkz: pieter brueghel the younger).
genre painting denen bir konu üzerinde yoğunlaşmış resim türünün öncülerindendir. konusu ise köylüler ve manzaradır.
rönesans döneminin köy hayatını resmeden ilk ressamı olmuştur. köylü düğünlerini, karnavallarını deneyimleyebilmek için zaman zaman köylü kılığına girer gelin ve damadın akrabasıymış gibi davranırmış. onun eserlerine kadar resimlerde köylülere yer verilse bile onları aşağılayacak ya da komik duruma düşürecek şekilde yer verilmişti, bruegel ise köylüleri oldukları gibi resmetti.
ayrıntılı ve gerçekçi resimleri belçika tarihçileri için önemli bir kaynak olmuştur. 16. yy günlük yaşantısına ışık tutan önemli bir belge niteliğindedir hepsi.
ilk eserleri bir sürü küçük figürün olduğu bir sahneyi uzaktan resmetmiş şekilde olsa da son eserlerinde büyük bir ya da birkaç figür içermekte. bunun sebebinin zamanla daha çok ayrıntıyı öğrendiği için her birini göstermek istemesi olduğunu düşünüyorum.
the blue cloak tablosu ile ilgili tek tabloda 112 atasözü: pieter bruegel bu başlığa bakmanızı da öneririm.
küçük bir bilgi: bruegel ismi aslında brueghel'dir. pieter'ın oğulları bu h harfini atmadan kariyerlerine devam etmiştir. oğullarının ikisi de başarılı ressamlar olmuştur. the younger babasının işlerini kopyalayarak ticari anlamda başarı elde etmiştir. diğer oğlu jan brueghel the elder ise daha yaratıcı davranmıştır ve flaman barok stiline geçişte önemli bir ressam olmuştur. peter paul rubens gibi isimlerle çalışmıştır.
otoportre
children's games
hunters in the snow
the peasant and birdnester
genre painting denen bir konu üzerinde yoğunlaşmış resim türünün öncülerindendir. konusu ise köylüler ve manzaradır.
rönesans döneminin köy hayatını resmeden ilk ressamı olmuştur. köylü düğünlerini, karnavallarını deneyimleyebilmek için zaman zaman köylü kılığına girer gelin ve damadın akrabasıymış gibi davranırmış. onun eserlerine kadar resimlerde köylülere yer verilse bile onları aşağılayacak ya da komik duruma düşürecek şekilde yer verilmişti, bruegel ise köylüleri oldukları gibi resmetti.
ayrıntılı ve gerçekçi resimleri belçika tarihçileri için önemli bir kaynak olmuştur. 16. yy günlük yaşantısına ışık tutan önemli bir belge niteliğindedir hepsi.
ilk eserleri bir sürü küçük figürün olduğu bir sahneyi uzaktan resmetmiş şekilde olsa da son eserlerinde büyük bir ya da birkaç figür içermekte. bunun sebebinin zamanla daha çok ayrıntıyı öğrendiği için her birini göstermek istemesi olduğunu düşünüyorum.
the blue cloak tablosu ile ilgili tek tabloda 112 atasözü: pieter bruegel bu başlığa bakmanızı da öneririm.
küçük bir bilgi: bruegel ismi aslında brueghel'dir. pieter'ın oğulları bu h harfini atmadan kariyerlerine devam etmiştir. oğullarının ikisi de başarılı ressamlar olmuştur. the younger babasının işlerini kopyalayarak ticari anlamda başarı elde etmiştir. diğer oğlu jan brueghel the elder ise daha yaratıcı davranmıştır ve flaman barok stiline geçişte önemli bir ressam olmuştur. peter paul rubens gibi isimlerle çalışmıştır.
otoportre
children's games
hunters in the snow
the peasant and birdnester
devamını gör...