hayatınızın mottosu olan sözler
“bir işi doğru yapmak neden yanlış yapıldığını açıklamaktan daha az zaman alır. “
henry wadsworth longfellow
henry wadsworth longfellow
devamını gör...
gözlük takan kişilerin sıkıntıları
ağırlık. 6.50 miyop gözlüğü istersen nasa'dan al, o gözlük burnuna kulaklarına oturacak. sırf bu yüzden lens kullanıyorum.
başka problemleri de şöyle sıralayabiliriz:
görüş açısı
buğulanma
düşürüp kırma ihtimali
başka problemleri de şöyle sıralayabiliriz:
görüş açısı
buğulanma
düşürüp kırma ihtimali
devamını gör...
elmalı çocuk istismarı davası
ben bu resmi 1-2 sene önce de görmüştüm twitter'da, hâlâ ceza almamış olmaları çok acı ne diyeceğimi bilemiyorum bunu yapanlar insan olamaz. diri diri yakılsalar içim soğumayacak ornitorenk evlatları. allah zeus yehova jesus hangisi varsa artık belalarını versin.
devamını gör...
9 aralık 2020 elektrik faturalarına keyfi harcama yükü
elektrik faturasından, kullandığımız elektrik dışında kalan kalemler çıkarılsa demek ki ödeyeceğimiz fatura olmayacak
devamını gör...
ruru's suicide show on a livestream
japon rock grubu olan shinsei kamattechan'ın jidou karte adındaki sekizinci albümünde yer alan ilk şarkıdır. şarkı adını "ruru'nun canlı yayındaki intihar gösterisi" olarak çevirebiliriz. şarkı, rorochan_1999 kullanıcı adlı 14 yaşındaki bir japon kızın 24 kasım 2013 tarihindeki intiharını konu alır.
internetteki kaynaklara göre rorochan_1999, 1999 yılında doğmuştur. 2012 yılında fc2 ve niconico adındaki platformlarda yayın yapmaya başlar. ilk zamanlar piyano çaldığı ve şarkı söylediği, daha sonrasında ise trafiğe atlamak, binaların yüksek noktalarında durmak gibi tehlikeli durumlara girdiği bildirilmiştir. ölümüne yol açacak olsa bile internette bir efsane olmak istediğini yazmıştır.
24 kasım 2013 tarihinde balkona çıkar. internette bulduğum videosunda korkuyorum dedikten sonra balkonun ucuna biraz daha yaklaşır ve kendini aşağıya bırakır. telefonu bu esnada balkona düşer ve kısa bir süre sonra vücudunun yere çarpma sesi duyulur.
kendisi hakkında okulda çok yalnız olduğu, annesi ile arasındaki ilişkinin de kötü olduğu yazmaktadır. aradığı ilgiyi internette bulmaya çalışan rorochan_1999'un mental açıdan iyi olmadığı ortadadır. ona eğer atlarsa bir efsane olacağını söyleyen embesiller yüzünden hayatını kaybetmiştir ama efsane olmuştur da. sonuç olarak istediğini başarmıştır.
atlamadan önce kendisinin son görüntüsü: prnt.sc/12rw921
twitter adresi: twitter.com/rorochan_1999
internetteki kaynaklara göre rorochan_1999, 1999 yılında doğmuştur. 2012 yılında fc2 ve niconico adındaki platformlarda yayın yapmaya başlar. ilk zamanlar piyano çaldığı ve şarkı söylediği, daha sonrasında ise trafiğe atlamak, binaların yüksek noktalarında durmak gibi tehlikeli durumlara girdiği bildirilmiştir. ölümüne yol açacak olsa bile internette bir efsane olmak istediğini yazmıştır.
24 kasım 2013 tarihinde balkona çıkar. internette bulduğum videosunda korkuyorum dedikten sonra balkonun ucuna biraz daha yaklaşır ve kendini aşağıya bırakır. telefonu bu esnada balkona düşer ve kısa bir süre sonra vücudunun yere çarpma sesi duyulur.
kendisi hakkında okulda çok yalnız olduğu, annesi ile arasındaki ilişkinin de kötü olduğu yazmaktadır. aradığı ilgiyi internette bulmaya çalışan rorochan_1999'un mental açıdan iyi olmadığı ortadadır. ona eğer atlarsa bir efsane olacağını söyleyen embesiller yüzünden hayatını kaybetmiştir ama efsane olmuştur da. sonuç olarak istediğini başarmıştır.
atlamadan önce kendisinin son görüntüsü: prnt.sc/12rw921
twitter adresi: twitter.com/rorochan_1999
devamını gör...
madalya için müracaat eden yazar iticiliği
abi size göre her yazar itici. şunu yapan yazar itici bunu yapan yazar itici, ne yapsın bu yazarlar? yukarıda da belirtildiği gibi bazen gözden kaçan tanımlar oluyor ve editöre ulaşmak zorunda kalıyor millet. sen tut bilgi içerikli kol kadar tanım gir ama onun bi karşılığı olmasın öyle mi? valla olmaz, emeğe saygısızlıktır bu.
ayrıca bel altı vurup saçma sapan trollük yapanlar ve zıt görüşe anlayış göstermeyenler dışında hiçbir yazar itici değildir bana göre. sözlükte aşırı kutuplaşma var yalnız dikkatimden kaçmıyor değil. ya kardeşim salın insanları bi ya, şurada istediğimiz gibi yazıp çizelim altında bi mana aramayın rica ediyorum be üf.
ayrıca bel altı vurup saçma sapan trollük yapanlar ve zıt görüşe anlayış göstermeyenler dışında hiçbir yazar itici değildir bana göre. sözlükte aşırı kutuplaşma var yalnız dikkatimden kaçmıyor değil. ya kardeşim salın insanları bi ya, şurada istediğimiz gibi yazıp çizelim altında bi mana aramayın rica ediyorum be üf.
devamını gör...
sanat eserinin analizi
eserin oturduğu bağlamı incelemektir. böylece iyi eser kötü eser ya da "e bunu ben de yaparım" sorunlarından kurtululabilir. bazı eserleri anlamak için kültürel sermaye veya eser analizi gerekir.
devamını gör...
endikasyon dışı ilaç kullanım izni rezaleti
sürekli duyuyoruz, 'şu şu ilaçlar, sgk geri ödeme listesine alındı' .
ve bu ilaçlar genellikle de yeni nesil , akıllı denilen kanser ilaçları.
peki geri ödeme listesine alınca iş bitiyor mu ? , nerdee , asıl dert ondan sonra başlıyor.
'endikasyon dışı' denilen bir sistem var. bu sistemin işleyişi şu şekilde.
sağlık bakanlığına bağlı, ' tıbbi ilaç cihaz kurumu ' ( tick ) denilen bir kurum var ankarada.
şu anda çin'den gelen covid aşılarının kontrollerinin de yapıldığı kurum.
bu kurum, türkiye'ye girecek yabancı ilaç, cihaz, donanım vs. her şeyin alımına kullanımına karar ve izin veren bir kurum .
yukarıda bahsettiğim bu akıllı kanser ilaçlarının kullanılması için, bu kurumda oluşturulan bir kurulun onayı gerekiyor.
buna da, ' endikasyon dışı ilaç kullanım izni ' diyorlar.
kanser hastası doktora gidiyor, tüm tahlil tetkikler yapılıyor, 30 yıllık onkolog prof. doktor bu verilere bakıyor, ' sen şu ilacı kullanmalısın ' diyor , ama bu arada devreye bu sistem giriyor, ' hoop , dur bakalım, şu tahlil sonuçlarını, tomografileri , emarları , kanser hücre testlerini bana gönder, bir de ben bakacam ' diyor . yani sağlık bakanlığı, çalıştırdığı doktoruna güvenmiyor, sen buna karar veremezsin ' diyor.
bunun üzerine, bir dosya hazırlanıp,
tick'e gönderiliyor.
sanırım haftada iki gün toplanan, eczacı ve birkaç doktordan oluşan bu heyet, duruma göre, ruh hallerine göre bu izni veriyor, veya şu eksik, bu uygun değil diyerek senin umutlarını tek kalemde yıkıp atabiliyor.
kanser hastası bu süreçte, günler hatta haftalarca bekliyor, aynı anda kanser vücutta yayılmaya devam ediyor, 6 kürde bitecek veya küçülecek tümör, 12 küre bile cevap vermez hale geliyor, ve belki de sonunda hasta hayatını kaybediyor.
sırf, onkoloğuna güvenmeyip, ben ne dersem o olur zihniyetiyle yürütülen saçma sapan bir prosedür yüzünden, insanların tedavi süreci daha zorlu bir hale geliyor .
bunun da adı, ' endikasyon dışı ilaç kullanım izni ' oluyor .
sayın yöneticilerin şovenist yaklaşımla açıklamalar yerine, halkın bizzat yaşadığı bu ve benzer sorunlara , kalıcı, insani çözümler bulması dileğiyle...
ve bu ilaçlar genellikle de yeni nesil , akıllı denilen kanser ilaçları.
peki geri ödeme listesine alınca iş bitiyor mu ? , nerdee , asıl dert ondan sonra başlıyor.
'endikasyon dışı' denilen bir sistem var. bu sistemin işleyişi şu şekilde.
sağlık bakanlığına bağlı, ' tıbbi ilaç cihaz kurumu ' ( tick ) denilen bir kurum var ankarada.
şu anda çin'den gelen covid aşılarının kontrollerinin de yapıldığı kurum.
bu kurum, türkiye'ye girecek yabancı ilaç, cihaz, donanım vs. her şeyin alımına kullanımına karar ve izin veren bir kurum .
yukarıda bahsettiğim bu akıllı kanser ilaçlarının kullanılması için, bu kurumda oluşturulan bir kurulun onayı gerekiyor.
buna da, ' endikasyon dışı ilaç kullanım izni ' diyorlar.
kanser hastası doktora gidiyor, tüm tahlil tetkikler yapılıyor, 30 yıllık onkolog prof. doktor bu verilere bakıyor, ' sen şu ilacı kullanmalısın ' diyor , ama bu arada devreye bu sistem giriyor, ' hoop , dur bakalım, şu tahlil sonuçlarını, tomografileri , emarları , kanser hücre testlerini bana gönder, bir de ben bakacam ' diyor . yani sağlık bakanlığı, çalıştırdığı doktoruna güvenmiyor, sen buna karar veremezsin ' diyor.
bunun üzerine, bir dosya hazırlanıp,
tick'e gönderiliyor.
sanırım haftada iki gün toplanan, eczacı ve birkaç doktordan oluşan bu heyet, duruma göre, ruh hallerine göre bu izni veriyor, veya şu eksik, bu uygun değil diyerek senin umutlarını tek kalemde yıkıp atabiliyor.
kanser hastası bu süreçte, günler hatta haftalarca bekliyor, aynı anda kanser vücutta yayılmaya devam ediyor, 6 kürde bitecek veya küçülecek tümör, 12 küre bile cevap vermez hale geliyor, ve belki de sonunda hasta hayatını kaybediyor.
sırf, onkoloğuna güvenmeyip, ben ne dersem o olur zihniyetiyle yürütülen saçma sapan bir prosedür yüzünden, insanların tedavi süreci daha zorlu bir hale geliyor .
bunun da adı, ' endikasyon dışı ilaç kullanım izni ' oluyor .
sayın yöneticilerin şovenist yaklaşımla açıklamalar yerine, halkın bizzat yaşadığı bu ve benzer sorunlara , kalıcı, insani çözümler bulması dileğiyle...
devamını gör...
sözlük yazarlarından alınan ilginç mesajlar
"gerçekten bunu yaptın mı" şeklinde entel mesajları olur hep.
he, cidden kızın memelerine puding sıkıp muz bandırarak yedim. entellik zor meslek.
sıkılmıyorlar da.
he, cidden kızın memelerine puding sıkıp muz bandırarak yedim. entellik zor meslek.
sıkılmıyorlar da.
devamını gör...
bir yakınını kaybetmek
işte sanırım hayatımın en zor şeyi de bu. ilk anneannemi kaybettim küçüktüm o zaman ölüm ne bilmiyorum daha. evde ben ablam ve nenemin iki kardeşi bulunuyordu. haber geldi herkes sustu. ölüm sessizliği işte oydu. o an düşündüm şimdi ben bir daha nenemi göremeyecek miydim yani sonsuza kadar gitmiş miydi? köyde onun bana sobada patates yapışını özlerdim ama. gülen yüzünü bana kürtçe maniler okumasını -anlamasam da çok severdim- bunları özlerdim ama ben.
her şey o yıl başladı ben artık köye gittiğimde hep bir eksiktim.
daha sonra birkaç yıl sonra bu sefer dedemi kaybettik o kadar hızlı oldu ki kimse nasıl oldu hala pek anlayamıyor. kanser denen illet benim çakı gibi delikanlılara taş çıkartan dedemi bulmuştu. bir ay... bir ayda gözümüzün önünde o dağ gibi adam eriyip gitti. o gece çok fırtına vardı ve elektrikler sürekli gidip gelince solunum cihazı doğru düzgün çalışamamış ve dedemi kaybetmiştik. o gece halalarım ortalığı ayağa kaldırmış feryat etmişler. uykum ağırdı ben duymadım. sabah öğrendim. ve bir kez daha eksildim. artık bize tahtadan oyuncaklar yapan, şiirler yazan, hep yanımızda olan dedem gitmişti.
daha sonra en acısı belki de amcam. her şey bu sefer dakikalar hatta saniyeler içinde oldu. oysaki o gün çok güzel başlamıştı. köyde toplanmış bütün sülale gidiyoruz piknik yapmaya. doluştuk traktöre ama nasıl mutluyuz. gitti, eğlendik, buğday yıkadık. amcam aşağıdaki küçük havuza bakacaktı. gitti ve geldiğinde elinde bir arı kuşuyla döndü. ama ne güzel bir kuştu o. böyle rengarenk bir kuş. ama kuş ıslaktı sanki yaşamıyordu. amcam havuzda iki kuş görmüş ve onları kurtarıp sudan çıkarmış. biri zaten çoktan ölmüş. ama biri hala yaşıyordu. koydu güneş alan bir taşa kuşu açtı kanatlarını kurusun diye. hepimiz başındaydık merakla bekliyorduk. biraz yemek verdik kuşa. biraz sonra da kanatlandı ve uçtu. önce teşekkür eder gibi etrafımızda uçuştu biraz sonra da gitti. bir canlının hayatını kurtaran amcam nasıl olmuştu da kendi hayatından olmuştu. daha sonra amcam tarlalara bakacağını söyledi ve yokuştan aşağı inerken onu son kez gördüğümüzü kimse bilmiyordu. keşke diyorum keşke amcama dur deseydim ne bileyim en olmadı bir kere sarılsaydım. sonra amcam kalp krizi geçiriyor. tabii diğer amcam motoruyla ona ulaşıyor bir yandan da ambulansı çağırdık ama köydeyiz öyle hemen gelemez. işte amcam, küçük amcamın kollarında vefat ediyor bir nevi. ambulansta yaşatmaya çalışıyorlar ama çok geç. amcam da son günlerde sol tarafım ağrıyor derdi. o olay olmasaydı birkaç gün sonra hafta başında hastaneye gidecekti. hayat işte... o gün anladım dostlar kötü haber tez yayılır sözü gerçekmiş. babam eve bizi son sürat getirdi. traktörde öyle hızlı geliyorduk ki kimse römorkta ayağa kalkmaya bile yeltenemezdi. biz eve geldik annem, babam ve amcamın eşi hastaneye gittiler. babaannem geldi. garibim öyle hüzünlü öyle şaşkın kalmış ki, anlatamam o anki halini. daha on dakika olmadan bütün köy bizim kapıdaydı biz yeni öğrenmiştik herkes nereden duymuştu böyle. ama işte amcam kurtarılamadı ve ben ilk defa babamın ağladığına şahit olmuştum. amcamın cenazesinde ağlamıştı. babasının cenazesinde ağlamayan adam kendine hakim olan adam bir çocuk gibi ağlıyordu kardeşi için. o zaman ölümün acılığını daha iyi kavradım. herkesin babası kendine koskoca görünür ya benim koskoca babam ağlıyordu. hem de nasıl şiddetli. o gün ben bir kez daha eksildim. artık böyle rakı içip çakırkeyif olunca bize hikayeler anlatan bizi gülmekten kıran, benim en sevdiğim amcam artık yoktu.
ahh dostlar bitti mi dersiniz hayır biter mi hiç hepimiz ölümlüyüz sonuçta işte bu ölüm bu sefer de altı ay sonra babaannemi buldu.
canım nenem önce kocasını sonra oğlunu kaybetmenin acısına ancak o kadar dayanabildi. biz daha şehirdeydik. haberi aldık. bir kez daha yıkıldık. nenemi de uzun zamandır görmüyordum. arada arıyorduk. sesimizi duyunca bir sevinişi var anlatamam. benim gururlu, başı hep dik kendime örnek aldığım, gülüşüyle kanadı kırık kuşları bile uçarabilecek olan nenem de artık yoktu. ben bir kez daha eksilmiştim.
dedemlerin evi de amcamlara kaldı. artık o günden sonra oraya pek gitmez oldum. artık dedemle nenem yok ki oranın neşesi yok. ne zaman gitsem sanki her şeyin boynu bükük. bir hüzünlü her şey onları bekliyor belli.
yazım çok uzun oldu ama yazmasaydım da içimde kalırdı bunlar aslında benim kimseye anlatmadığım şeyler. anlatınca gözlerimin dolmasına engel olamadığım her hatırladığımda bir kere daha ağladığım şeyler.
birini kaybetmek çok zor şey. o yüzden hazır hayattayken sevdiklerinize sarılın onları sevdiğinizi hissettirin. çünkü bir gün çok geç olabilir. benim de hep keşke dediğim tek şey onlara son bir kez sarılabilmek olmuştur.
her şey o yıl başladı ben artık köye gittiğimde hep bir eksiktim.
daha sonra birkaç yıl sonra bu sefer dedemi kaybettik o kadar hızlı oldu ki kimse nasıl oldu hala pek anlayamıyor. kanser denen illet benim çakı gibi delikanlılara taş çıkartan dedemi bulmuştu. bir ay... bir ayda gözümüzün önünde o dağ gibi adam eriyip gitti. o gece çok fırtına vardı ve elektrikler sürekli gidip gelince solunum cihazı doğru düzgün çalışamamış ve dedemi kaybetmiştik. o gece halalarım ortalığı ayağa kaldırmış feryat etmişler. uykum ağırdı ben duymadım. sabah öğrendim. ve bir kez daha eksildim. artık bize tahtadan oyuncaklar yapan, şiirler yazan, hep yanımızda olan dedem gitmişti.
daha sonra en acısı belki de amcam. her şey bu sefer dakikalar hatta saniyeler içinde oldu. oysaki o gün çok güzel başlamıştı. köyde toplanmış bütün sülale gidiyoruz piknik yapmaya. doluştuk traktöre ama nasıl mutluyuz. gitti, eğlendik, buğday yıkadık. amcam aşağıdaki küçük havuza bakacaktı. gitti ve geldiğinde elinde bir arı kuşuyla döndü. ama ne güzel bir kuştu o. böyle rengarenk bir kuş. ama kuş ıslaktı sanki yaşamıyordu. amcam havuzda iki kuş görmüş ve onları kurtarıp sudan çıkarmış. biri zaten çoktan ölmüş. ama biri hala yaşıyordu. koydu güneş alan bir taşa kuşu açtı kanatlarını kurusun diye. hepimiz başındaydık merakla bekliyorduk. biraz yemek verdik kuşa. biraz sonra da kanatlandı ve uçtu. önce teşekkür eder gibi etrafımızda uçuştu biraz sonra da gitti. bir canlının hayatını kurtaran amcam nasıl olmuştu da kendi hayatından olmuştu. daha sonra amcam tarlalara bakacağını söyledi ve yokuştan aşağı inerken onu son kez gördüğümüzü kimse bilmiyordu. keşke diyorum keşke amcama dur deseydim ne bileyim en olmadı bir kere sarılsaydım. sonra amcam kalp krizi geçiriyor. tabii diğer amcam motoruyla ona ulaşıyor bir yandan da ambulansı çağırdık ama köydeyiz öyle hemen gelemez. işte amcam, küçük amcamın kollarında vefat ediyor bir nevi. ambulansta yaşatmaya çalışıyorlar ama çok geç. amcam da son günlerde sol tarafım ağrıyor derdi. o olay olmasaydı birkaç gün sonra hafta başında hastaneye gidecekti. hayat işte... o gün anladım dostlar kötü haber tez yayılır sözü gerçekmiş. babam eve bizi son sürat getirdi. traktörde öyle hızlı geliyorduk ki kimse römorkta ayağa kalkmaya bile yeltenemezdi. biz eve geldik annem, babam ve amcamın eşi hastaneye gittiler. babaannem geldi. garibim öyle hüzünlü öyle şaşkın kalmış ki, anlatamam o anki halini. daha on dakika olmadan bütün köy bizim kapıdaydı biz yeni öğrenmiştik herkes nereden duymuştu böyle. ama işte amcam kurtarılamadı ve ben ilk defa babamın ağladığına şahit olmuştum. amcamın cenazesinde ağlamıştı. babasının cenazesinde ağlamayan adam kendine hakim olan adam bir çocuk gibi ağlıyordu kardeşi için. o zaman ölümün acılığını daha iyi kavradım. herkesin babası kendine koskoca görünür ya benim koskoca babam ağlıyordu. hem de nasıl şiddetli. o gün ben bir kez daha eksildim. artık böyle rakı içip çakırkeyif olunca bize hikayeler anlatan bizi gülmekten kıran, benim en sevdiğim amcam artık yoktu.
ahh dostlar bitti mi dersiniz hayır biter mi hiç hepimiz ölümlüyüz sonuçta işte bu ölüm bu sefer de altı ay sonra babaannemi buldu.
canım nenem önce kocasını sonra oğlunu kaybetmenin acısına ancak o kadar dayanabildi. biz daha şehirdeydik. haberi aldık. bir kez daha yıkıldık. nenemi de uzun zamandır görmüyordum. arada arıyorduk. sesimizi duyunca bir sevinişi var anlatamam. benim gururlu, başı hep dik kendime örnek aldığım, gülüşüyle kanadı kırık kuşları bile uçarabilecek olan nenem de artık yoktu. ben bir kez daha eksilmiştim.
dedemlerin evi de amcamlara kaldı. artık o günden sonra oraya pek gitmez oldum. artık dedemle nenem yok ki oranın neşesi yok. ne zaman gitsem sanki her şeyin boynu bükük. bir hüzünlü her şey onları bekliyor belli.
yazım çok uzun oldu ama yazmasaydım da içimde kalırdı bunlar aslında benim kimseye anlatmadığım şeyler. anlatınca gözlerimin dolmasına engel olamadığım her hatırladığımda bir kere daha ağladığım şeyler.
birini kaybetmek çok zor şey. o yüzden hazır hayattayken sevdiklerinize sarılın onları sevdiğinizi hissettirin. çünkü bir gün çok geç olabilir. benim de hep keşke dediğim tek şey onlara son bir kez sarılabilmek olmuştur.
devamını gör...
back to the future
zaman yolculuğu ile ilgili ve türünün en güzel örneklerinden biri olan, hem bilim kurgu hem komedi olması bakımından çoğu bilim kurgu filmden farklı gördüğüm, orijinal ismi back to the future olan 1985 yapımı amerikan filmi.
yanlışlıkla anne babasının lisede okuduğu yıllara giden ve ortalığı hiç olmaması gereken şekilde karıştırıp, ardından da telafi etmeye çalışan bir genci konu alır.
yapımcısı, yönetmeni, başrolleri gibi bilgileri nasılsa her yerden bulabiliyoruz. o nedenle daha çok kişisel yorumumu yazacağım.
benim için, gerek bireysel gerek toplumsal bakımdan hayatımın en güzel ve mutlu yıllarını hatırlattığı için değerli bir filmdir. hani banyo günü olan, ertesi gün okula gidileceği için gıcık olunan ama bir yandan da masumiyeti nedeniyle çok özlenen pazar günleri vardı eskiden... sabahları, henüz sayıları şimdiki gibi tavan yapmamış olan 2-3 televizyon kanalından birinde çizgi film izlediğimiz, sevdiğimiz herkesin evde, bir arada olduğu o pazar günleri... işte bana öyle sıcaklık, özlem, güzel duygular dolu günleri anımsatır geleceğe dönüş. soba üzerindeki mandalina kabuğu kokusudur, henüz kendisi de küçük olan ablayla atari oynanan günlerin keyfidir geleceğe dönüş. bambaşka bir yeri var bende.
bilim kurgu filmler en sevdiğim türlerden biridir ama bunun tadını çoğu vermez bana. ister daha girift konuları işlemiş olsun, ister daha üst düzey görsel efektler kullansın...
en sevdiğim karakteri, hafif deli emmett brown'dır. bazen kendimi bunun kadın versiyonu gibi hissediyorum.
yanlışlıkla anne babasının lisede okuduğu yıllara giden ve ortalığı hiç olmaması gereken şekilde karıştırıp, ardından da telafi etmeye çalışan bir genci konu alır.
yapımcısı, yönetmeni, başrolleri gibi bilgileri nasılsa her yerden bulabiliyoruz. o nedenle daha çok kişisel yorumumu yazacağım.
benim için, gerek bireysel gerek toplumsal bakımdan hayatımın en güzel ve mutlu yıllarını hatırlattığı için değerli bir filmdir. hani banyo günü olan, ertesi gün okula gidileceği için gıcık olunan ama bir yandan da masumiyeti nedeniyle çok özlenen pazar günleri vardı eskiden... sabahları, henüz sayıları şimdiki gibi tavan yapmamış olan 2-3 televizyon kanalından birinde çizgi film izlediğimiz, sevdiğimiz herkesin evde, bir arada olduğu o pazar günleri... işte bana öyle sıcaklık, özlem, güzel duygular dolu günleri anımsatır geleceğe dönüş. soba üzerindeki mandalina kabuğu kokusudur, henüz kendisi de küçük olan ablayla atari oynanan günlerin keyfidir geleceğe dönüş. bambaşka bir yeri var bende.
bilim kurgu filmler en sevdiğim türlerden biridir ama bunun tadını çoğu vermez bana. ister daha girift konuları işlemiş olsun, ister daha üst düzey görsel efektler kullansın...
en sevdiğim karakteri, hafif deli emmett brown'dır. bazen kendimi bunun kadın versiyonu gibi hissediyorum.
devamını gör...
motor kilitlenmesi
yıllar yıllar önceydi. 64 model bir tosbaa almıştım. yeni alt takım yapılmış, boyanmış vs şirin mi şirindi. bir ay kadar sonra arkadaşlarla doluştuk içine tam 7 kişi. izmir'den kuşadası kadınlar denizine plaja gidicez. müzik ve 7 kafadan ses yolda güle oynaya gidiyoruz. hatta tosbaa'ya 7 kişi binice arka 4 ön kişi olmasından dolayı önde ortada oturan arkadaş otomatik vites görevini istemeden de olsa üstlenmiş oldu. 1 tmm 2 tmm 3 tmm, çek 2 'ye tmm 3 ' e at tmm lay lay lom gidiyoruz. selçuğu geçtik araba silkelemeye başladı. 4' ten 3'e çek tmm silkelemeye devam ediyor 2'ye çek hala silkeleniyor gaz veriyorum araba gaz yemiyor bir kaç yüz mt böyle debelenirken müziği kapattım, gelen sesler hiç normal değil hoop sağa çektim. motor stop etti. marş bas ı- ıhh yok. indik arabadan bir iki arkadaş ön kaputu açıp motor ararken ben arka kaputu açtım görünür de bişey yok kayışlar sağlam kabloların soketleri yerinde sıkı duruyor. derken dedik haraket yaptı herhalde (hava soğutmalı) biraz böyle soğusun. 5-10 dakika geçti bir daha marşa bastık yok, bir daha bir daha yok yok.
selçuk merkeze yaklaşık 1 km mesafedeyiz sanayi de merkeze çok yakın dedik sanayiye gidip bir usta bulalım.
şortlar terliklerle 3 arkadaş gittik sanayiye ilk gördüğümüz tamirciye daldık dedim araba yolda kaldı.
usta; araba ne ?
ben; tosbaa
usta; biz tosbaa ' ya bakmıyoruz sanayinin sonunda vosvos'cu var. ona gidin.
gittik vosvos'cuya "kolay gelsin hayırlı işler " bizim tosbaa yolda kaldı çalışmıyor.
vosvoscu; kaç model ?
ben; 64
vosvoscu; nerde kaldınız?
ben; yaklaşık 1km pamucak yolunda
vosvoscu; tmm dedi bir takım çantası aldı birde akü, kablo vs. kapının önündeki anadol kamyonete koydu atlayın dedi. ben önde 2 arkadaş kasa da gittik tosbaa' nın yanına. diğer 4 arkadaş yayılmış yol kenarındaki ağacın altına bizi görünce kalktılar.
usta baktı motora sonra geçti direksiyona kontak aç kapa vs. dedi ki bunun yağ lambası yanmıyor.
???
marşa bastı tık yok.
muhtemelen yağlama pompası mili kesti motor yağsız kalınca yatak sardı dedi vosvoscu. ister burada yaptırın isterseniz izmir'e götürün.
kaça patlar bu bize dedim. önce söküp bakmak lazım kafadan fiyat olmaz dedi vosvoscu.
mahallede lise arkadaşımın kuzeni 1. sanayide çalışıyordu çalıştığı yerin yanında da bir vosvoscu vardı. vosvoscu' ya dedim biz izmir'e götürelim en iyisi, borcumuz ne ?
vosvoscu; at bişey dedi.
20 bin lira verdim gitti. (paradan altı sıfır atılmamıştı 20 bin lira o zaman çok delikanlı paraydı bir paket yerli sigara 900 lira 1000 lira civarıydı)
kaldık 7 arkadaş ve tosbaa başbaşa. napıcaz şimdi dedim. arkadaşlardan birinin abisi nakliyecilik yapıyordu. dedi abimi arayalım çekelim arabayı izmir'e sanayiye. süper.
bu sefer onlar 2 kişi düştüler yola merkezde telefon klübesinden telefon etmek için.
biz 5 kişi attık kendimizi ağacın altındaki gölgeye, yattım otların üzerine yılanbalığının boyunu hesaplıyorum. ne kadar kaçtı acaba?
yarım saat sonra geldi elemanlar. abisinin işi varmış akşam üzeri anca gelebilirmiş. neyse çok parlak bir durum olmasa da en azından gelecek. evden çıkışımızdan beri 4 saat geçti karnımız acıktı neyse yanımızda nevale var biraz. çantaları döktük ortaya yedik içtik mayıştık içeceklerde bitti, hava sıcak ortalık yanıyor. koyunlar gibi gölgenin altındayız, azimutu takip ediyoruz. susuzluk artmaya başlayınca hadi kısa çöp çeken gitsin su alsın muhabbeti başladı. kibrit kutusundan çıkardık 7 kibrit birinin başını kopartıp koyduk kutuya. saklayıp karıştırdık, çektim bir çöp sağlam oh yırttım. ilâhi adalet iki turda hiç gitmeyen bir arkadaşa vurdu. ama başladı mızıklamaya ben yalnız gitmem vs vs mızık mızık. ne yapalım bir çıkartıp yeniden karıştırdık diğer talihli için. çektim bir çöp gene yırttım. kısa çöp bu sefer telefon etmeye giden arkadaşa refakat eden arkadaşa çıktı. mızık mızık ( burada mızık mızık yazan yerlere küfürün bini bi para diyerek doldurabilirsiniz).
azimutu takip ediyoruz artık gölgeler uzamaya başladı. saat 5 falan gözler hep yolda ha şimdi gelir ha geldi ha gelecek.
bu beklentiyle 1,5 saat daha geçti gözler yolda.
saat 6,5 gibi arkadaşın abisi geldi 5-10 dakika muhabbetten sonra bağladık tosbaa'yı kamyonetin arkasına neyse akü sağlam dörtlüler yanıyor müzik te açtık dönüyoruz izmir'e.
bu kez tosbaa da 3 kişi kamyonetin önde 2 kişi kasasında 3 kişi.
dur kalklarda 2 kere halat kopardık ama vardık izmir'e 1. sanayiye akşam saat 9 arkadaşın kuzeninin çalıştığı tamirhanenin önüne kapadık. kamyonetin kasasına doluşup mahalleye kahveye geldik. kahve ahalisisin tosbaa ya attığı laflar ve gülüşmelerden sonra çaylar bitince evlere dağıldık.
ertesi gün pazar, kahvede yine milyon tane tosbaa esprisine maruz bir gün geçirdikten sonra ptesi sabah düştüm yola sanayiye gittim. selam sabahtan sonra baktık tosbaa 'ya usta dedi motor sarmış.
kısa bir sessizlikten kaça çıkar dedim. usta iki gün önce sıfır motor yaptıkları tosbaa nın 7,5 milyona çıktığını söyledi. yutkundum, arabayı bir ay önce 22,5 milyona aldım dedim. vosvoscu usta bunların yan sanayisi yok parçalar ithal dedi.
7,5 milyon yok motor yaptırmak için ne yapıcaz şimdi. usta dedi bu haliyle 15 milyona satalım. biraz düşündükten sonra tamam dedim satalım. 2 gün sonra sattık tosbaa'yı. 1 aylık kiralama bedeli 7,5 milyon tl artı alım satım ruhsat masrafları cabası.
uzun lafın kısası patlak yağ lambası ampülünün bana verdiği zarar 7,5 milyon tl. benim yaşadığım motor kitlenmesi böyle bir hadisedir.
1 sene kadar arabasız kitlenmiştim.
edit; 20 bin lira verdim gitti. (paradan altı sıfır atılmamıştı 20 bin lira o zaman çok delikanlı paraydı bir paket yerli sigara 900 lira 1000 lira civarıydı)
20 lira yazmışım düzelttim.
selçuk merkeze yaklaşık 1 km mesafedeyiz sanayi de merkeze çok yakın dedik sanayiye gidip bir usta bulalım.
şortlar terliklerle 3 arkadaş gittik sanayiye ilk gördüğümüz tamirciye daldık dedim araba yolda kaldı.
usta; araba ne ?
ben; tosbaa
usta; biz tosbaa ' ya bakmıyoruz sanayinin sonunda vosvos'cu var. ona gidin.
gittik vosvos'cuya "kolay gelsin hayırlı işler " bizim tosbaa yolda kaldı çalışmıyor.
vosvoscu; kaç model ?
ben; 64
vosvoscu; nerde kaldınız?
ben; yaklaşık 1km pamucak yolunda
vosvoscu; tmm dedi bir takım çantası aldı birde akü, kablo vs. kapının önündeki anadol kamyonete koydu atlayın dedi. ben önde 2 arkadaş kasa da gittik tosbaa' nın yanına. diğer 4 arkadaş yayılmış yol kenarındaki ağacın altına bizi görünce kalktılar.
usta baktı motora sonra geçti direksiyona kontak aç kapa vs. dedi ki bunun yağ lambası yanmıyor.
???
marşa bastı tık yok.
muhtemelen yağlama pompası mili kesti motor yağsız kalınca yatak sardı dedi vosvoscu. ister burada yaptırın isterseniz izmir'e götürün.
kaça patlar bu bize dedim. önce söküp bakmak lazım kafadan fiyat olmaz dedi vosvoscu.
mahallede lise arkadaşımın kuzeni 1. sanayide çalışıyordu çalıştığı yerin yanında da bir vosvoscu vardı. vosvoscu' ya dedim biz izmir'e götürelim en iyisi, borcumuz ne ?
vosvoscu; at bişey dedi.
20 bin lira verdim gitti. (paradan altı sıfır atılmamıştı 20 bin lira o zaman çok delikanlı paraydı bir paket yerli sigara 900 lira 1000 lira civarıydı)
kaldık 7 arkadaş ve tosbaa başbaşa. napıcaz şimdi dedim. arkadaşlardan birinin abisi nakliyecilik yapıyordu. dedi abimi arayalım çekelim arabayı izmir'e sanayiye. süper.
bu sefer onlar 2 kişi düştüler yola merkezde telefon klübesinden telefon etmek için.
biz 5 kişi attık kendimizi ağacın altındaki gölgeye, yattım otların üzerine yılanbalığının boyunu hesaplıyorum. ne kadar kaçtı acaba?
yarım saat sonra geldi elemanlar. abisinin işi varmış akşam üzeri anca gelebilirmiş. neyse çok parlak bir durum olmasa da en azından gelecek. evden çıkışımızdan beri 4 saat geçti karnımız acıktı neyse yanımızda nevale var biraz. çantaları döktük ortaya yedik içtik mayıştık içeceklerde bitti, hava sıcak ortalık yanıyor. koyunlar gibi gölgenin altındayız, azimutu takip ediyoruz. susuzluk artmaya başlayınca hadi kısa çöp çeken gitsin su alsın muhabbeti başladı. kibrit kutusundan çıkardık 7 kibrit birinin başını kopartıp koyduk kutuya. saklayıp karıştırdık, çektim bir çöp sağlam oh yırttım. ilâhi adalet iki turda hiç gitmeyen bir arkadaşa vurdu. ama başladı mızıklamaya ben yalnız gitmem vs vs mızık mızık. ne yapalım bir çıkartıp yeniden karıştırdık diğer talihli için. çektim bir çöp gene yırttım. kısa çöp bu sefer telefon etmeye giden arkadaşa refakat eden arkadaşa çıktı. mızık mızık ( burada mızık mızık yazan yerlere küfürün bini bi para diyerek doldurabilirsiniz).
azimutu takip ediyoruz artık gölgeler uzamaya başladı. saat 5 falan gözler hep yolda ha şimdi gelir ha geldi ha gelecek.
bu beklentiyle 1,5 saat daha geçti gözler yolda.
saat 6,5 gibi arkadaşın abisi geldi 5-10 dakika muhabbetten sonra bağladık tosbaa'yı kamyonetin arkasına neyse akü sağlam dörtlüler yanıyor müzik te açtık dönüyoruz izmir'e.
bu kez tosbaa da 3 kişi kamyonetin önde 2 kişi kasasında 3 kişi.
dur kalklarda 2 kere halat kopardık ama vardık izmir'e 1. sanayiye akşam saat 9 arkadaşın kuzeninin çalıştığı tamirhanenin önüne kapadık. kamyonetin kasasına doluşup mahalleye kahveye geldik. kahve ahalisisin tosbaa ya attığı laflar ve gülüşmelerden sonra çaylar bitince evlere dağıldık.
ertesi gün pazar, kahvede yine milyon tane tosbaa esprisine maruz bir gün geçirdikten sonra ptesi sabah düştüm yola sanayiye gittim. selam sabahtan sonra baktık tosbaa 'ya usta dedi motor sarmış.
kısa bir sessizlikten kaça çıkar dedim. usta iki gün önce sıfır motor yaptıkları tosbaa nın 7,5 milyona çıktığını söyledi. yutkundum, arabayı bir ay önce 22,5 milyona aldım dedim. vosvoscu usta bunların yan sanayisi yok parçalar ithal dedi.
7,5 milyon yok motor yaptırmak için ne yapıcaz şimdi. usta dedi bu haliyle 15 milyona satalım. biraz düşündükten sonra tamam dedim satalım. 2 gün sonra sattık tosbaa'yı. 1 aylık kiralama bedeli 7,5 milyon tl artı alım satım ruhsat masrafları cabası.
uzun lafın kısası patlak yağ lambası ampülünün bana verdiği zarar 7,5 milyon tl. benim yaşadığım motor kitlenmesi böyle bir hadisedir.
1 sene kadar arabasız kitlenmiştim.
edit; 20 bin lira verdim gitti. (paradan altı sıfır atılmamıştı 20 bin lira o zaman çok delikanlı paraydı bir paket yerli sigara 900 lira 1000 lira civarıydı)
20 lira yazmışım düzelttim.
devamını gör...
league of legends wild rift
league of legends'in bugün piyasaya sürülmüş mobil versiyonudur. app store ve google play store'da oyun şu an bulunabiliyor. iphone 6 var bende desteklenmesine şaşırdım. hemen indirip deneyeceğim.
devamını gör...
insan bir milyon yıl sonra neye benzeyecek sorunu
evrimimizi anlayabilmek için geçmişimize bakmamız gerekiyor.
bizden sonra gelecek nesiller, bilim kurgu filmlerindeki gibi yüksek teknoloji makineler yüklenmiş, uzuvları kendiliğinden çıkan, gözlerine kamera yerleştirilmiş insan-robot karışımı 'sayborg' kuşağı mı olacak?
insanlar, biyolojik ve yapay varlıkların melezine mi dönüşecek? yoksa, daha kısa ya da daha uzun, daha kilolu mu olacağız? ya da acaba farklı cilt rengiyle farklı yüz hatları, özelliklerine sahip varlıklara mı dönüşeceğiz?
tabii ki bilmiyoruz, ama bu sorunun yanıtını bulmak için insanların bir milyon yıl önce nasıl göründüğüne bakabiliriz. o dönem 'homo sapiens' (insan) yoktu. bir milyon yıl önce muhtemelen homo sapien türlerinin farklı çeşitleri vardı. bunlara, 'homo erectus' (dik insan) ve modern insanlar ile benzerlikler taşıyan ama neandertallerin anatomisinden daha ilkel yapıya sahip olan 'homo heidelbergensis' (heidelberg insanı) dahil.
daha yakın tarihlerde, son 10 bin yıl boyunca insanların uyum sağlaması gereken büyük değişiklikler oldu. tarıma bağlı yaşam ve mahsuller, bilimin yardımıyla çözdüğümüz bazı sağlık sorunlarına yol açtı. örneğin diyabet tedavisinde insülin kullanımı. görünüş olarak da insanlar daha kilolu, bazı bölgelerde de daha uzun oldu.
ekosistem ve çevreyle ilgili konularla ilgilenen 'grand challenges in ecosystems and the environment' adlı girişimde görevli dr. jason a. hodgson şu yorumu yapıyor:
"bundan bir milyon yıl sonrasını öngörmek tamamen bir spekülasyon olur. ama genetik farklılıklar hakkında bilinenler ile demografik değişimin ilerleyişine dair modellemeleri birleştirerek biyoinformatik aracılığıyla daha yakın geleceği öngörmek tabii ki mümkün."
bazı topluluklar arasında doğum oranları da farklılık gösteriyor. örneğin afrika'da nüfus hızla artıyor; dolayısıyla buralardaki genler de küresel nüfus seviyesine göre daha hızlı artıyor. daha açık tenli toplulukların yaşadığı bölgelerde doğum oranları daha düşük. hodgson, cilt renklerine bakıldığında küresel olarak daha koyu renkli nüfusların artacağı öngörüsünde bulunuyor:
"koyu tenin küresel olarak daha açık tenlilere oranla daha hızlı arttığı neredeyse kesin. bundan birkaç kuşak sonrası ortalama bir kişinin şimdikinden daha koyu ten rengine sahip olmasını bekleyebiliriz."
peki ya uzayda neler olabilir? eğer insanlar mars'ı sömürge haline getirirse bizim görüntümüz nasıl evrimsel dönüşüme uğrayabilir?
yer çekiminin düşük olmasıyla vücudumuzdaki kasların yapısı da değişebilir. belki de kollarımız ve bacaklarımız daha uzun olacak.
daha soğuk, buzul çağı benzeri bir iklimde, neandertaller gibi vücut tüylerimiz daha yoğun, bedenlerimiz daha kilolu olur mu?
bilmiyoruz. ama insanların genetik varyasyonları kesinlikle artıyor.
hodgson, dünya genelinde insan genomlarındaki 3,5 milyar baz çiftten her birinin, her yıl en az iki yeni mutasyon geçirdiğini söylüyor. bu hayli şaşırtıcı bir durum. bundan bir milyon yıl sonra hala aynı görünüme sahip olmamızın da neredeyse imkansız olduğunu gösteriyor.
bizden sonra gelecek nesiller, bilim kurgu filmlerindeki gibi yüksek teknoloji makineler yüklenmiş, uzuvları kendiliğinden çıkan, gözlerine kamera yerleştirilmiş insan-robot karışımı 'sayborg' kuşağı mı olacak?
insanlar, biyolojik ve yapay varlıkların melezine mi dönüşecek? yoksa, daha kısa ya da daha uzun, daha kilolu mu olacağız? ya da acaba farklı cilt rengiyle farklı yüz hatları, özelliklerine sahip varlıklara mı dönüşeceğiz?
tabii ki bilmiyoruz, ama bu sorunun yanıtını bulmak için insanların bir milyon yıl önce nasıl göründüğüne bakabiliriz. o dönem 'homo sapiens' (insan) yoktu. bir milyon yıl önce muhtemelen homo sapien türlerinin farklı çeşitleri vardı. bunlara, 'homo erectus' (dik insan) ve modern insanlar ile benzerlikler taşıyan ama neandertallerin anatomisinden daha ilkel yapıya sahip olan 'homo heidelbergensis' (heidelberg insanı) dahil.
daha yakın tarihlerde, son 10 bin yıl boyunca insanların uyum sağlaması gereken büyük değişiklikler oldu. tarıma bağlı yaşam ve mahsuller, bilimin yardımıyla çözdüğümüz bazı sağlık sorunlarına yol açtı. örneğin diyabet tedavisinde insülin kullanımı. görünüş olarak da insanlar daha kilolu, bazı bölgelerde de daha uzun oldu.
ekosistem ve çevreyle ilgili konularla ilgilenen 'grand challenges in ecosystems and the environment' adlı girişimde görevli dr. jason a. hodgson şu yorumu yapıyor:
"bundan bir milyon yıl sonrasını öngörmek tamamen bir spekülasyon olur. ama genetik farklılıklar hakkında bilinenler ile demografik değişimin ilerleyişine dair modellemeleri birleştirerek biyoinformatik aracılığıyla daha yakın geleceği öngörmek tabii ki mümkün."
bazı topluluklar arasında doğum oranları da farklılık gösteriyor. örneğin afrika'da nüfus hızla artıyor; dolayısıyla buralardaki genler de küresel nüfus seviyesine göre daha hızlı artıyor. daha açık tenli toplulukların yaşadığı bölgelerde doğum oranları daha düşük. hodgson, cilt renklerine bakıldığında küresel olarak daha koyu renkli nüfusların artacağı öngörüsünde bulunuyor:
"koyu tenin küresel olarak daha açık tenlilere oranla daha hızlı arttığı neredeyse kesin. bundan birkaç kuşak sonrası ortalama bir kişinin şimdikinden daha koyu ten rengine sahip olmasını bekleyebiliriz."
peki ya uzayda neler olabilir? eğer insanlar mars'ı sömürge haline getirirse bizim görüntümüz nasıl evrimsel dönüşüme uğrayabilir?
yer çekiminin düşük olmasıyla vücudumuzdaki kasların yapısı da değişebilir. belki de kollarımız ve bacaklarımız daha uzun olacak.
daha soğuk, buzul çağı benzeri bir iklimde, neandertaller gibi vücut tüylerimiz daha yoğun, bedenlerimiz daha kilolu olur mu?
bilmiyoruz. ama insanların genetik varyasyonları kesinlikle artıyor.
hodgson, dünya genelinde insan genomlarındaki 3,5 milyar baz çiftten her birinin, her yıl en az iki yeni mutasyon geçirdiğini söylüyor. bu hayli şaşırtıcı bir durum. bundan bir milyon yıl sonra hala aynı görünüme sahip olmamızın da neredeyse imkansız olduğunu gösteriyor.
devamını gör...
kafa sözsüzlük
devamını gör...
öyle birine aşık ol ki
...seni her şeyinle kabul etsin.
devamını gör...
musicbuddy
now and here never be alone again
see what your thoughts
draw on the blue line
there's a time
to leave all behind all
put them in your broken box
with no regrets no more.
devamını gör...
bir bilen (yazar)
#792097#792150 tanımlara bakıyorum ve
aşk-ı memnu'daki nihal gibi tepkim:
bihter neyi itiraf edecekmiş firdevs hanım?
(bkz: moderatör olunca yapılacak ufak şımarıklıklar)
aşk-ı memnu'daki nihal gibi tepkim:
bihter neyi itiraf edecekmiş firdevs hanım?
(bkz: moderatör olunca yapılacak ufak şımarıklıklar)
devamını gör...
hayatı nasıl yaşamak gerekir meselesi
kimisi figüran gibi yaşıyor mesela. kendi hayatının baş rolü başkası. en kötüsü bu fikrimce, yani başkasının hayatının figüranı olmak; kim olursa olsun.
bu hayat sana bahşedilmiş, kendi hayatının sorumluluğunu alamayacak kadar korkak olmamalı hiç kimse.
bu hayat sana bahşedilmiş, kendi hayatının sorumluluğunu alamayacak kadar korkak olmamalı hiç kimse.
devamını gör...
