öne çıkanlar | diğer yorumlar

bana göre türk edebiyatının en iyi beş romanından biri olan, muhteşem bir vedat türkali kitabı. siz 750 sayfa olduğuna bakmayın, bir çırpıda biter. finali ile insanın göğsüne yumruk gibi oturur. küçük burjuva eleştirisi, işçi sınıfı mücadelesi, öğrenci olayları, 50'li ve 60'lı yıllar fonunda bir aşk hikayesi. okuyun, okutturun.
devamını gör...
babamın kitaplığından(bkz: tek kişilik ölüm) ile tanıdım (bkz: vedat türkali) 'yi.. darbeler gören, darbelerin öncesi ve sonrasının siyasal atmosferinin topluma etkilerini kitaplarına yansıtan bi (bkz: çınar)..

''ömrünün her dönemin de bütün bilgisini kuşanıp, tanıklık ettiği dönemi anlatmak için kalemini silahı yapardı.'' der bizim ihtiyar onun için..

(bkz: bir gün tek başına) tuğla kıvamında olsa da, sayfa sayısı gözünüzü korkutmasın. kitabı okutan sayfa sayısı değil sonuçta. bakmayın 747 sayfalık bi kitap olduğuna, elimde sabun gibi iki haftada kaydı gitti. .


kitabın akıcılığı sıkılmadan okumama sebep oldu aslında. öyle ki anlatılan konulara yabancı olmayan okurlar film izler gibi ilerleyeceklerdir. kenan'la, günsel'le ve diğerlerinin rakı masalarına misafir oldum, onların memleket üstüne sohbetlerini dinleyip, onlarla birlikte şikayetçi oldum, zaman zaman küçük burjuva dünyalarında kirlendim. günselin o güzel sesinden nazım'dan şiirler dinledim. kızlı erkekli ortamda hemde! "biz böyle rakı masalarında memleket meselelerini konuşarak mı bir şeylerin değişmesini bekleyeceğiz?" diye soran günselin karşısında ezildim.

korkaklığımı kenan gibi haklılaştırmak için kendime bile inandıramadığım sebepler ürettim. ümitsizliğe kapıldığımız anlarda babanın kapısını çalıp sohbetlerini dinleyip yüreğimize düşen eylem ateşiyle yasaklanmış doğruları onlarla birlikte sokaklarda haykırdım. "dağılın" diye haykıran gücün karşısına bedenini siper edenlerle yoldaş oldum.

düzenin korucuları tarafından gözaltına alınan günsel'in işkence de ki dirayetine hayran kaldım. cellatların karşısında onlarla birlikte dik durdum. hücrede sessiz sessiz ağladım. günsel ile beraber ağız dolusu küfürler ettim komisere . dönemin haramileriyle günümüzün haramilerini kıyasladım. küçük devrimciler ile, geleneksek sol üstüne kafa yordum.

sonra geldim buraya kitabı okuduktan sonra bir şeyler karalayayım dedim, yazıp yazıp sildim, acaba başıma bir iş gelir mi diye tedirgin oldum! herhalde o günlerden bugünlere gelinen süreci anlatacak en güzel örnek parmaklarımızın ucuna kadar gelip de yazamadığımız şeylerin tedirginliğidir. bu tedirginliği yaşamayıp bedel ödemeyi göze alan insanlara sırtınızı dönmemeniz umuduyla tadına vararak keyifle okumanız dileği ile...


--! spoiler !--

"kimseden izin beklemedim seni sevmek için..."

"uyan artık uykudan uyan, uyan esirler dünyası… kavga sesleri geliyor köylerden ve şehirlerden. devrimciler ilerliyor, bugün esir, yarın herşey…"

"nasıl tanıyamıyoruz kişileri...yıllarca yan yana yaşıyoruz, yatıp kalkıyoruz, bir de bakıyoruz bambaşka biriymiş o. "

"demokrasi yapacaklarmış pezevenkler!.. halksız, işçisiz demokrasi olur mu be? koyun sürüsü ettiler milleti..."

"yıllarca çekilen işkenceler, baskılar, hapislikler, sürekli polis kovalamaları öylesine yılgınlık yaratmış ki en namuslu kişiler bile ''örgüt'' sözcüğünden ürker olmuşlardı. faşizmin iyice kuduzlaştığı böyle bir dönemde düzenli bir örgüt çalışması söz konusu değildi. "

".. yararı olur böyle durumlarda. bir şeyler okursun, dalar gidersin, her şeyi unutursun çoğu kez. “sadece okumaya yarıyorsa kitaptan iyi afyon yok ! ”

"felsefe okuyorsunuz demek... vatanınızın, devletinizin yararına düşünmeyi öğretmediler mi size ? "

"birden kızın elini tuttu kenan.
-ne olur beni bırakma günsel, dedi. kimseyle böyle konuşmadım ben. belki budalayım, ama inan bana dürüstüm. şaşırmak istemiyorum yolumu...yalnız yakalıyorlar beni. bırakma artık. sensiz hiçim. çevremdeki her şey sırtımda. tek başıma ezecekler beni."

".. mutluluk da yorar insanı. pırıl pırıl bir ırmakta yüzüyorsun, mutluluk dediğin bu. bir kıyıda, bir dönemeçte arada bir ortaya çıkıveren pis bulanık akıntılardan uzaklaşacaksın, güçlü kulaçlar atman gerek. ne çok düşmanı var mutluluğun."

--! spoiler !--
devamını gör...
vedat türkali tarafından kaleme alınan, 1974 yılında yayımlanan, 1974 milliyet roman ödülleri, 1975 orhan kemal roman ödüllerini kazanan ve sözlük kuralları gereği okuyanın ağzına kamyonla acı biber boşaltan edebi eser.
bu romanla ilgili röportajında vedat tükali; ben kenan'ı okuyucunun nefret etmesi gereken bir karakter olarak yazdım, fakat okuyucu kenanı çok sevdi, buna şaşırıyorum minvalinde açıklamalarda bulunmuştur.
devamını gör...
hayatımda ki kadınla ayrı düştüğümüz bir zamandı. tek başımaydım. marmaray ile hiç bir şey yapmadan bilmediğim duraklara gidiyor iniyorum sonra tekrardan biniyorum. anlaşılmamak ve kimim ben soruları ile sarılı her tarafım. bu eylemleri gerçekleştirdiğim bir gün dolapderede ki bit pazarına gittim. kalabalıklar içerisinde yalnız başıma dolandım etrafımda ki her şeyi merakla incelemeye başlamıştım. kimi insanların eski diye bir kenara attığı, anlamsız bulduğu şeyler kimileri için heyecan verici şeylerdi. bakarken, izlerken olup bitenleri en çok insanların yüzlerine eşyalara ve iletişimlerine bakıyordum. yavaş yavaş döne döne bit pazarında saatlerce kaldım. başka duygular tattıran bu geziyi sonlandırmak üzereyken pazarın alt giriş kısmında kalan bir yer kalmıştı. dikkatimden kaçan bu yerede uğrar çıkarım düşüncesiyle o tarafa yöneldim. eski saatler ve bibloların arasında bir kaç masa ve üzerinde kitapların olduğu yer gözüme çarpmıştı. bir kadın ve bir erkek oturuyordu. kadın bir şeyler dikiyordu. adam eline aldığı bir kitabın sayfalarıyla uğraşıyordu. kitapların olduğu tezgaha yaklaştım ve kitaplara dokunmadan göz gezdirdim. nazım gözüme çarpmıştı 835 satır kitabı elimi uzattım aldım. eskimeye başlamıştı. sayfaları çevirdiğimde kitabın 2. baskısı olduğunu fark etmiştim bu durum çok heyecanlandırmıştı ve bir hevesle hemen diğer kitapları gözden geçirdim. vedat türkali gözüme çarpmıştı. bitti bitti bitmedi kitabı elime aldım o arada eylemlerimi fark etmiş ve benim ne istediğimi anlamaya çalışan adam: "ilgilisin sanırım eğer ilgiliysen elimde bu gibi şeylerde var" deyip tezgahın daha kendine yakın kısmına koyduğu kitapları gösterdi. heyecanlanmıştım daha önce sıklıkla duyduğum merak edip okumak istediğim kitaplar karşımdaydı. vedat türkali güven cilt 1 ve cilt 2 onların üstünde ise bir gün tek başına kitabı. gözlerim açılmış acaba ne kadar ister bunlara diye aklımda sorular ile kitaplara uzandım. heyecanlanmıştım. sayfaları çevirmeye başladım kitapların basım tarihlerine sayfalarına bakarken adam söze girdi: "bu kitaplar ilk basımlar, değerli kitaplardır. ilgiliysen yardımcı olabilirim sana" demişti. ilgiliydim hatta hemen almak istiyordum ama pazarlık etme kısmını etkilememesi için bu durumu hissettirmemeye çalışıyordum. evet çok değerli kitaplar bunlar bence de deyip hikayelerini sordum. kendisinin bakırköy'de kitapçı dükkanı olduğunu ve bu kitaplarında okuyucular tarafından orada kendisine satıldığını anlattı. uzun bir zamandır da kendisinde olduğunu dile getirdi. hafta sonları geldiği pazarda bu sefer bu kitapları getirmeyi düşünmüştü tesadüf bu ya.

o gün o kitapları yani nazımın 835 satırı'nı, vedat'ın güveni'ni ve bir gün tek başına'yı aldım. musmutlu bir şekilde pazardan kitapçıyla bir daha karşılaşmak üzere vedalaşıp ayrıldım.

bu günlerde yine ayrı düştüm hayatımda ki kadınla ve ben bu kitabı yeniden elime alıp okumaya başladım, kendimi kenan gibi hissetiğim zamanlardı yaşadıklarım. bireysel bir yaşam mı toplumsal bir yaşam mı siyasal olaylar ve sevgi birliktelik arzular ve her şeyin aslında içsel yaşanması ve sorgulanması...


“her şeyimiz yalan…[…] ne şiirler yazdık, ne söylevler çektik bir zamanlar. […] en iyisi düşünmemek! […]



vedat türkali'ye saygı ve minnetle.
devamını gör...
bir vedat türkali romanı. kaleminden çıkan ilk romandır aynı zamanda. 1960 darbesi* öncesinde ülkenin içinde bulunduğu çalkantılı bir dönemde yaşanan bir aşk öyküsünü odağına alan kitaptır.

öncelikle kitabın 750 sayfa olması gözünüzü korkutmasın, hem diyalogların yoğun olması, hem türkali'nin uzun betimlemeler yapmamış olması, hem kitabın sıcak, samimi bir hikayeyi ele alması nedeniyle okuması gayet kolay. özellikle insan ilişkilerindeki çarpıklıkları ve insanların içlerinde taşıdığı kötü, çirkin, aşağılık, o daima aklına geldikçe kovmaya çalıştığı düşünceleri türkali bu kitapta defaatle yüzümüze çarpıyor. bu kitabı öneren* arkadaşım, türkali'nin insanın takındığı maskeleri bir bir ortaya döktüğünü ifade ederek insanı çıplak hissettirdiğini söylemişti. sahiden benzer hisler/olaylar karşısında bizim de aklımızdan geçen o ayıp/çirkin düşünceleri çekinmeden yüzümüze vurmasıyla türkali'nin bizi sürekli savunmasız bıraktığını söylemeliyim. kitabın birçok yerinde, karakterlerin yaşadığı hislerin benzerlerini hissettiğim dönemlerimdeki o ikilemlerim, kaybetme korkum, o aşk karşısındaki aptal ve çocuk hissedişimi yeniden hatırladım, sanki bendim kitaptaki o hisleri yaşayan. sanki kendi kendisiyle amansızca çarpışan o karakter bendim. kitap bu açıdan bana hissettirdikleriyle özellikle insan psikolojisi üzerine çalışan/okuyan arkadaşların okuması durumunda kendilerine önemli katkısı olacağını düşündürmüştür.

benim kitapla ilgili zayıf bulduğum iki nokta oldu; birincisi finali. finale giden yol bana biraz aceleye gelmiş gibi göründü, çok sağlam temeller üzerine inşa edilmemiş gibiydi. bir diğer zafiyet (bu kimisi için kitabın güçlü yönü olarak da kabul edilebilir) vedat beyin cümleleri genel olarak çok kısa, bu da insanın okurken duraksayarak okumasına sebebiyet veriyor ki uzun betimlemelere alışkın okurlar bu durumu biraz yadırgayabilir.

bu kitap vesilesiyle türkali ile tanıştıktan sonra yaptığım birkaç okumada kendisinin sanata ve edebiyata bir toplumsal rol biçtiğini görmüş oldum. bu kitap da aslında özellikle 1960 darbesi sürecine giderken ülkenin içine girdiği karmaşık durum, işçi ve öğrencilerin örgütlenmesi, yer yer didaktik bir anlatım ile mevcut durum karşısında yapılabileceklerin karakterler ağzından anlatılması* gibi unsurlarla vedat beyin edebiyata biçtiği rolün hakkını verdiğini gösteriyor. yine bu bakımdan tarihi olarak o döneme dair bazı ipuçları ediniyor insan ve dahası o dönemi öğrenmeye dair insanda bir merak uyanıyor. bu da şüphesiz edebiyatın insanı herhangi bir şekilde herhangi bir yöne doğru harekete geçiren yönünü* ortaya koymasıyla kitabın bir diğer zengin özelliği olarak ifade edilebilir.

velhasılı uzun bir kitap gibi görünerek insanın gözünü korkutsa da hem sürükleyici dili hem sıcak ve samimi bir hikayeye sahip olması hem çok çarpıcı psikolojik tahlilleri hem de tarihimizin önemli bir dönemine parmak basması sebebiyle okunması insana ciddi katkılar sunacak bir romandır bu.*
devamını gör...
sözün özü: kenan olmayın. yoksa kenan'a acıdığınız gibi kendinizi de acınacak duruma düşürürsünüz.

bu kadar üzen ve içimi sıkan bir başka edebi karakter hatırlamıyorum. işin kötüsü, kenan gerçek bir adam. namusludur, ama namuslu olmayı beceremez. sever, ama sevmeyi beceremez. devrimcidir, ama devrimcilik yapmayı beceremez. babadır, ama onu bile beceremez. yani kenan kendi olmayı beceremez. bir tokat, bir kadın bedeni, onu savurmaya yeter.
devamını gör...
okurken bazı yerlerde çok zorlandım. yolda kalmış bir araba gibi ittire ittire ilerledim. karakteri zaten sevmedim. bitirmek için devam ettim ve bitirdim. bir süre sonra beni çok etkilediğini anladım, karakterler, olaylar hala aklıma gelir. dönemi, o zamanın istanbul'unu da anlamamıza sebep oluyor. beni en çok etkileyen kitaplardan biri.
devamını gör...
vedat türkali'nin kaleminden çıkmış güzel bir dönem romadır.
romanda kenan "ben o işleri bıraktım" edasında, çoluk çocuğa karışmış yorgun demokrattır. kendini kapattığı monoton, korunaklı hayatının bu yeni döneminde okuyucunun tam da" e be kenan! bıraktın da neye tutundun?" dediği noktada, tutmasam kendimi, benim de aşık olacağım günsel karakteri girer sahneye. günsel... adıyla müsemma ışıldayan, pozitif duyarlıklı, ince ruhlu aktivist. roman, kenan'la günsel aşkı etrafında 60'ların türkiye'sini anlatır. hatta turan emeksiz'in öldürüldüğü beyazıt kampüsü olayları, o denli gerçekçi anlatılmıştır ki okurken atılan taşların sağınınızdan solunuzdan geçtiğini hissedersiniz. demokrat parti-halk parti kutupları ve kısır tartışmalar arasında kalan halk kitleleri açmazdadır. rastgele girdiği bir meyhanede, bu tartışmayı ateşli bir şekilde yürüten işçi grubunu gözlemler bir süre kenan. sonra onlara, halk partisi ya da demokrat parti hangisinin sofralarında eksilen bir ekmeği yerine koyacağını söylediği artistik bir tirad atar.
roman dönemin düzen siyasetini, küçük burjuva bunalımlarını, öğrenci kitlelerindeki dinamizmi, ajanlaştırılmış bireyler realitesini başarılı şekilde resmeder. diyalogların basit, tasvirlerin gerçekçi ve gözlemsel olduğu romanda, derinlikli anlamı bulup alt metinleriyle okumak, doğal okarak okuyucuya bırakılmıştır.
bir dipnot olarak belirtmekte yarar var ki usta yazar, bazı filmlerde yönetmenlerin kendini anlık göstermesi gibi bir dokunuşta bulunmuştur romana. hapisteki abisini ziyaret eden günsel ile abisi arasında geçen bir diyalogla "bekle bizi istanbul" şiirine ve şairi vedat türkali'nin kendisine, abartısız ve doğal bir atıfta bulunulur ki zarif, hoş bir dokunuştur. saygıyla yad edelim.
devamını gör...
bu romanı okuduğum zaman, charles dickens'tan iki şehrin hikayesi'ne çok benzediğini düşündüm.

iki romanda da karakterler, kendi ülkelerinin büyük bir olayına gebe toplumlarında, farklı kulvarlardan ilerler ve yollarını kesiştireceği kaderin önünde yaprak gibi sürüklenip uçuşurlar.

karakterlerin kaçamayacağı bir içsel hesaplaşma anı yaklaşırken, tıpkı cahit arf'ın "ihtilallerin gerçek sorumluları, gerginlik içine itilmiş büyüksayıların korkunç gücünü hesaplayamayan yöneticilerdir" sözünü doğrularcasına toplumlar da giderek bir düğüm noktasına varmaya çalışıyordu.

ravel'in bolero'su gibi giderek artan gerilim, iki kitabın da finalinde büyük bir fırtınaya dönüştü ve birinde bilekler kesilirken, diğerinde giyotinler kuruldu.

insanı mest eden romanlardan.
devamını gör...
okurken kasvete düşürüyor insanı, baş kahramanın sıkıntısı sarıyor insanın her yanını. ne olacak bu adamın hali diyorsun, kadına üzülüyorsun, ne olacak bu kızın sonu diye düşünüyorsun. kitap da "ne olacak bu ülkenin hali" diye sokağa çıkan öğrencinin, işçinin, yoksulun derdine çare aradığı dönemi anlatıyor zaten. 1960 darbesine giden o ıstıraplı dönemi.

orta yaşlarında korkak bir adamın cesaretli, gözü pek genç bir kadına duyduğu aşkı konu alıyor. ama sorgulamaktan geri kalmıyoruz: adamın yaptıkları gayriahlaki gibi mi sanki, kız da çok mu saftirik...

kitabın akıcı veya sürükleyici olduğunu söyleyemem ancak yazarın böyle bir amacının olduğunu da düşünmüyorum. okurken hissettiğiniz rahatsızlıktan bunu anlamak mümkün.
devamını gör...
bu kitabı okurken ilginizi çekecek en son şey romantik ilişkiler olacaktır. atatürk, inönü ve menderes dönemlerinin sol perspektiften derinlemesine eleştirildiği, akıcı bir üslupla yazılan 700 küsur sayfalık vedat türkali romanı. başlığı görünce yeniden okumak istedim.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"bir gün tek başına" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim