eseno yazar profili

eseno kapak fotoğrafı
eseno profil fotoğrafı
rozet
karma: 3120 tanım: 133 başlık: 82 takipçi: 47

son tanımları


sünniler ve şiiler

aurence louer tarafından yazılan kitap, barış özkul çevirisiyle iletişim yayınlarından çıkmıştır. bir ihtilafın siyasi tarihi alt başlığına sahip bu kitap, iran, ırak, bahreyn, pakistan, suudi arabistan, yemen ve lübnan özelinde şii ve sünni nüfusun bitmek bilmez çekişmesine mercek tutuyor. arka kapağından;

sünni-şii ilişkilerinin tarihi, nereden bakılırsa bakılsın bin yılı aşkın süredir devam eden kesintisiz bir çatışmanın hikâyesidir. bu bitimsiz mücadele, hz. muhammed'in halefi etrafındaki anlaşmazlıklardan doğan kadim nefrete bağlansa da, aradan geçen yüzyıllar, mevcut ihtilafın siyasi bağlama göre kâh canlanıp kâh sönümlendiğine işaret eder. bu iniş çıkışlar çoğu zaman hükmeden ile hükmedilen grupların ihtiyaçlarına göre şekillenirken, bazen siyasi elitlerin meşruiyet kazanmasına yaramış, bazen de isyancıların başkaldırısının veya din adamlarının nüfuz kazanma çabasının aracı olmuştur. sünniler ve şiiler - bir ihtilafın siyasi tarihi bugün hâlâ devam eden bu gerilimin tarihteki izini sürerken, islâm'ın iki büyük mezhebi arasındaki süreklilik ve kopuşları da araştırıyor. ortadoğu üzerine çalışmalarıyla tanınan siyaset bilimci laurence louër, uluslararası camiada başvuru kaynağı olarak kabul gören kitabında irak, pakistan, suudi arabistan, iran, yemen ve lübnan gibi farklı ülkelerin kendilerine has siyasi koşullarını ve toplumsal yapılarını göz ardı etmeden, serinkanlı bir ortadoğu panoraması ortaya koyuyor.


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

tüfekliler

yazarı ümit kaftancıoğlu, köy enstitüsü mezunu olup yaklaşık 3 yıl mardin'in derik ilçesinde öğretmenlik yapmıştır.

tüfekliler romanının konusu da derik'te geçmektedir. ülkenin dört bir yanındaki köy enstitülerinden mezun olup da mardin iline öğretmenlik yapmak için gönderilen öğretmenlerin başından geçenler anlatılmaktadır. siyasi otoritenin yıllarca uğramadığı, köylülerin ağanın insafına terk edildiği bu topraklarda aşiretler arası çekişmeler, çatışmalar ölümler had safhadadır. yazar, devletin hüküm süremediği, yerel yöneticilerin ağaya köpeklik ettiği bu coğrafyayı sık sık çöl metaforu ile özetler. ağalar ve şeyhler üzerinden köylünün gırtlağına basılıyor, yerinden yurdundan sürgün ediliyor, seçim döneminde oy getirsin diye devletin tüm imkanları ağanın önüne seriliyor. bir nevi kendine has ordusu olan, haraç toplayan ve hüküm veren ağa, devletin feragat ettiği bu çölü, tüm acımasızlığı ile dolduruyor.

öğretmenin maaşı aylarca ödenmezken, binlerce dönüm devlet arazisi, üzerinde yaşayanlarla birlikte, bir günde ağanın üzerine tapulanır. öğretmenin yolluğu ödenmezken, kamyonlarca buğday oy karşılığı ağaya peşkeş çekilir. atatürk devrimlerinin yarattığı hayal kırıklığı, açlık, yoksulluk, ölüm, zulüm ne ararsanız var bu kitapta.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

acımasızca alman

helmut ortner kitabı. tekin yayınlarından emrah cilasun çevirisiyle basılmış.


“hitler sonrası dönemde, başta yargıçlar olmak üzere nazilere devlet katında hizmet veren cellatlar, toplama kampı görevlileri, gazeteciler ve muhbir vatandaşlar işledikleri suçlardan dolayı -ki bunlara yüzlerce kişiye bir celsede verilen idam cezaları ve bu cezaların hiç vakit kaybetmeden infazı da dahil- yargılandılar.

hepsi de suçsuz olduklarını söylediler. “devletin yasalarını” uygulamışlardı. toplama kampı işkencecileri ise her nedense yaptıkları hiçbir şeyi hatırlamıyorlardı.

helmut ortner, yargılanıp ceza alsalar bile nazi artıklarının cezalarının nasıl affedildiğini, emekli aylıkları ve edindikleri mülklerle nasıl rahat bir hayat sürmeye devam ettiklerini, alman toplumunun hitler döneminde işlenen suçlarla yüzleşmekten nasıl kaçındığını acımasızca alman'da gözler önüne seriyor.”


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

arapların 1915’i

emre can dağlıoğlu tarafından derlenen ve arapların 1915'i soykırım, kimlik, coğrafya adıyla iletişim yayınlarından çıkan kitap. bu çalışmada, ermeni tehcirine arap coğrafyası özelinde eğilen makaleler ve çalışmalar bir araya getirilmiş. kitapta yer alan yazılar sırasıyla;


“ittihatçılık, arap vilayetlerini ve kürdistan'ı seviyor muydu?” - hamit bozarslan

“arapça gazetelerde ermeni soykırımı” - nora arissian

“korkunun propagandası: ermeni soykırımını bir bedevi asilzadesinin kaleminden okumak” - emre can dağlıoğlu

“imparatorluğun sonundaki çöl: ermeni soykırımının çevre tarihi” - samuel dolbee

“soykırım süresince araplarla zorla evlendirilen ermeni kadınların özgürleştirilmesi meselesi” - anna aleksanyan

“emir faysal bin hüseyin'in 1918-1920'de ermeni mültecilere dair siyaseti” - narine margaryan

“ cihan harbi'ni hatırlamak: alegori, yurttaşlık erdemi ve muhafazakar tepki” - keith david watenpaugh

“harici vatandaşlar: fransız mandası suriyesi'nde kimlik etiketleme ve kimlik söylemi(1920-1932)” - victoria abrahamyan

“musa dağı ermeni direnişi, 1939 göçü ve araplar”- şule can

“birinci dünya savaşı'nın iyileşmeyen yaraları: ermenistan, kürdistan ve filistin”- rashid khalidi


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bunlar da mı insan


italyan yahudisi kimyager primo levi, ikinci dünya savaşı esnasında nazilerin çalışma kamplarında esir kalmıştır. ikinci dünya savaşına ilişkin en çarpıcı metinlerden biri olan kitabı, dilimize “bunlar da mı insan?” adıyla çevrilmiş ve can yayınlarından basılmıştır.

yaklaşık üç yıldır bu kitabı okumak için yeniden basılmasını bekliyordum. şimdiye kadar gerek izlediğim film ve belgesellerde gerekse okuduğum kitaplarda hep aklıma, tutukluların nasıl isyan etmediği, nasıl ölüme uysal bir şekilde adım adım yürüdükleri sorusu takılıyordu. yazar bu soruya özetle; kendilerini örgütleyebilecek siyasi görüşe sahip tutsakların ilk elden zaten idam edildiğini, isyan edebilecek kadar uzun bir süre kimsenin kampta tutulmadığını, açlık, hastalık, soğuk gibi nedenlerle esirlerin isyan edecek gücü olmadığını, gaz odalarına direnen mahkumların vurulduğunu ve üzerlerine köpeklerin salındığını ve en önemlisi de eşleri ve çocuklarının varlığı ile sınandıklarını belirterek karşı çıkıyor. eğitimli, cesur, genç ve ailesi olmayan rus askerlerin de isyan etmediğini ekliyor.


herkes kendi usulünce veda etti yaşamaya. kimileri dua ediyor, kimileri ölçü tanımadan içiyor, kimileri en son, tiksinti veren tutkuyla kendinden geçmeye çalışıyordu. yalnız analar, bütün gece yol hazırlığı için seve seve didindiler, çocukları yıkadılar, yol eşyasını hazırladılar; doğan gün, rüzgarda kuruyacak çamaşırları dikenli tellere asılmış buldu. kundak bezleri, oyuncaklar, yastıklar, çocuklar için gerekli yüzlerce ufak tefek eşya bile unutulmamıştı. siz de aynı şeyi yapmaz mıydınız? sizinle birlikte çocuğunuzu yarın öldürecek olsalar, ona yiyecek bir şey vermeyi bugünden keser miydiniz?
devamını gör...

kürtlük türklük alevilik

ağa şeyh devlet kitabı kadar kapsamlı ve doyurucu olmasa da kürt coğrafyasındaki alevilik inanışına ışık tutan bir martin van bruinessen eseri.
devamını gör...

yaratma tehlikesi

albert camus'nun 10 aralık 1957 tarihinde nobel ödül töreni yemeği sonrasında yaptığı konuşma metni ile uppsala üniversitesi'nde verdiği konferans metninin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş kitap. dilimize, alper bakım tarafından “yaratma tehlikesi” adıyla çevrilmiş ve can yayınlarından basılmıştır.

“tiranların milyonlardan oluşan orduları, onlarla beraber yürümeyi kabul etse bile onu yalnızlığından koparıp alamaz. oysa dünyanın bir köşesinde aşağılamalara terk edilmiş isimsiz bir mahpusun sessizliği, yazarı içinde bulunduğu sürgünden kurtarabilir.”
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

köpek kalbi

devrimlerin, makul yurttaş yaratma konusundaki başarısızlığına müthiş bir gönderme.
yazar mihail bulgakov'un bir çırpıda okunan mükemmel kara mizah örneği eseri. dünyaca ünlü profesör filipoviç, yaralı sokak köpeği şarik'i yapacağı deney için eve getirir, besler ve yarasını iyileştirir. sokak köpeğinin hipofiz ve er bezlerini bir insanınkiyle değiştirir. belirli bir süre sonra köpek büyür, bir insan gibi iki ayağı üzerinde yürür ve konuşmaya başlar. zamanla profesörün, alkolik, hırsız, küfürbaz, sapık ve yalancı bir varlık meydana getirdiği görülür. en önemlisi ise ne zaman kedi görse ortalığı birbirine katıp kediyi öldürecek kadar hala köpek kalbi taşıyordur bu yeni varlık. ne tam insan olabilmiştir ne de köpek kalabilmiştir şarik. tam bir katran kaynamakla olur mu şeker, cinsine tükürdüğüm cinsine çeker kitabı.
devamını gör...

kalecinin penaltı anındaki endişesi

hakem düdüğü çalar, penaltıyı verir. kaleci kırmızı kart görmüştür. ceza sahasında bir itiş kakış, bir curcuna başlar. itirazlar, itişmeler, kavgalar bitmek bilmez. kart gören kaleci sahayı terketmeli yerine yenisi gelmelidir. kart gören oyuncu çıkar oyundan yavaş adımlarla. eldivenlerini giyen yeni kaleci geçer kaleye. ceza alanı boşaltılır. hakem vuruş için işaretini verir. oyuncu topa vurmak için bekler, bekler ve yine bekler. artık ne olacaksa olsun vur şu topa dersiniz. hepimiz topa doğru koşan adama odaklanırız. işte bu kitap, tüm bu süreçte kaleciye odaklananların kitabıdır. kaleci, vuruş yapılana kadar nasıl gerginse biz okuyucular da bu kitabı bitirine kadar öyle gerginiz.

aynı zamanda sinemaya uyarlanan peter handke kitabı. kitabın kahramanı eski kaleci josef bloch, bir gün işten çıkarıldığını öğrenir, yani bir nevi hayat oyununda kırmızı kart görmüştür. sebepsiz yere bir cinayet işlemesi üzerine uzak bir kasabaya kaçar. suçluluk psikolojisi ile gittikçe şizofreni boyutuna ulaşan davranışlar sergileyen bloch, topun kale çizgisini geçtiğini çoktan görmüştür. oldukça metaforik bir kitap, insanı geriyor, dili ağır, çözmesi zor.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

iktidarın mahremiyeti

sosyolog, akademisyen, yazar aslı zengin'in metis yayınlarından çıkan, yüksek lisans çalışmalarının ürünü olan kitabı. “sesin mahremiyeti”, “mekânın cinselliği: cinselliğin mekânları”, “şiddet ve iktidarın cinsiyeti” adlı üç bölümden oluşuyor kitap. istanbul'da vesikalı veya vesikasız çalışan hayat kadınlarının iktidar ile ilişkilerini, seks işçiliğinin gerek bireysel gerek kurumsal bazda maruz kaldığı eril şiddeti, hayat kadınlarının çalışma şartlarını gözler önüne seren kıymetli bir çalışma.


“benim, dedim, ayda bir iznim olsun veya haftada bir iznim olsun. e, ben taş değilim ki! her gün saat dokuzda git, gece on ikiye kadar çalış. taş bile yorulur ya, taş bile kırılıyor, paslanıyor. oturmak yok! sabah saat dokuzdan, ondan gece on ikiye kadar ayaktasın. ayaklarım böyle şişiyor, davul gibi, iki metre. işveren oturtmuyor ki seni, yasak! ya diyorum ya, orada köle gibi!.. adet oluyordum, adetli bile çalıştıryorlar yaa!! hiç olmazsa adet günlerinde izinli yap, dedim devlete. adet günü kanlar paçalarımdan, bacaklarımdan akıyor, öyle çalıştırıyorlar. işte gel de -devletim- de! adetli çalıştırıyorlar yaa!.. neden? para kazanıyorlar çünkü. aç orada; yarı aç, yarı tok çalışıyorsun.”

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

hukukun büyübozumu

anadolu üniversitesi hukuk fakültesinden ihraç edilen öğretim üyesi kasım akbaş’ın notabene yayınlarından çıkan, eleştirel hukuk çalışmalarını konu edindiği yüksek lisans tezi.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

batı cumhuriyetçiliği ve şark hükümdarı

patricia springborg tarafından yazılmış, ferit burak aydar çevirisiyle koç üniversitesi yayınlarından çıkan kitap.

patricia springborg, the humboldt-universität zu berlin'in, disiplinlerarası alanda araştırmalar yapan enstitüsü centre for british studies'de siyaset kuramı profesörü.


kitabın “la serenissima ve babıâli” başlıklı bölümünde şu tespite yer vermiş yazar;

“osmanlı'nın gerileyişini anlatırken kullanılan dil çoğunlukla cinsel içerikliydi ve antikçağdan bu yana yakındoğu'yu anlatmak için kullanılan, modern dönemin başında da epeyce kullanılacak olan ve gibbon, flaubert ve renan'la tepe noktasına ulaşan dişil ilkeye başvuruyordu. elçiler -kadınların sultanlığı-na ya da tahtın arkasındaki kadınların iktidarına; sultanların hareme kapanmalarına ve hane halkından saraydaki iktidarlarına meydan okuyabilecek erkek üyelere karşı gösterilen acımasızlığa epeyce vurgu yapmışlardı. fakat aristoteles'ten itibaren tiranlık tasvirlerinde aşırı bir cinsel istek, ahlaksızlık ve yozlaşma vurgusu her zaman yer almıştır, ama söylenenlerin doğruluğu ya da yanlışlığının somut kanıtlarla belgelendiği nadirdir.”


ders kitabı boyutlarında büyük bir baskıya ve 45 sayfadan oluşan geniş bir kaynakçaya sahip kitabın tanıtım bültenini buraya bırakıyorum;


“batı kavramı nasıl oluştu? şarkiyatçılığın kökenleri nereye dayanır? doğu ile batı arasındaki bir zamanlar belli belirsiz olan siyasi sınır ne zaman ve neden belirgin hale geldi? demokrasi batı'ya, despotluksa şark'a ait olgular olarak nasıl kodlandı? batı, siyasal ve kültürel kimliği, nasıl oldu da siyasal özgürlük, vatandaşlık ve demokrasi ile eşanlamlı hale geldi?

antik yunan'dan rönesans'a kadar uzanan döneme odaklanarak siyasal düşündeki batılı temel metinlere yeni bir bakış açısıyla yaklaşan springborg, geleneksel siyaset kuramı yöntemlerini batı kimliğinin temellerini sorgulamadan benimsemeyi reddediyor ve tarihin çarpıtılması olarak gördüğü pratikleri ters yüz ediyor.

tarihi revizyonist bir bakışla sorgulayarak bizi yunan polis'ini batı'nın beşiği olarak değil, doğu'nun bir mahsulü olarak düşünmeye davet ediyor. savını desteklemek üzere farklı akademik disiplinlerden yararlanan springborg, batı siyaset tarihinin merkezine şehir devletlerini değil, krallığı; antik yunan ve roma'yı değil, mısır ve mezopotamya'yı koyuyor.

kitap, bugünkü türkiye siyasetine de biçim veren kültürel savaş alanının tarihsel koordinatlarını kusursuz biçimde gözler önüne seriyor. içerideki ve dışarıdaki tartışmalar ülkeyi ya batı siyasal ve kültürel cumhuriyetçiliğinin ya da şarki despotluk geleneğinin mirasçısı olarak konumlandırıyor. springborg, okuru bu seslerden ayrılmaya, söz konusu ayrımı yüzeysel olarak ele almamaya ve bu ayrımın dolambaçlı tarihsel yapılanmasını anlamaya çağırıyor.”

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

hırsız ve köpekler

mısırlı yazar necib mahfuz'un, 1960'lı yıllarda mısır'da meşhur olmuş bir dizi cinayet ve hırsızlık suçlusu mahmûd emîn suleymân'dan esinlenerek yazdığı kitap. şöyle demiş yazar;
“mahmûd emîn suleymân olayından önce çeşitli değerler, fırsatçılar ve mistikler arasında kendini kaybetmiş, ne tarafa gideceğini bilemeyen insanın tavırlarını anlatmak istiyordum. bu konu sürekli aklımı kurcalıyor, ben de onu yazıya dökmek istiyordum. mahmûd emîn suleymân olayı da patlak verince, onu düşüncelerimi ifade etmek için bir araç olarak seçtim.”

kitabın orijinal ismi; al-liss wa-l-kilab. musa yıldız'ın makalesinde belirttiği üzere bazı eleştirmenlere göre kitabın ismindeki atıf vâvı, atfetme anlamına değil karşı karşıya gelme anlamına geliyormuş. bunun da anlamı; köpeklere karşı hırsızdır.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kitleler psikolojisi

çok kıymetli bir gustave le bon eseri olmasına rağmen piyasada doğru dürüst bir çeviri bulmak zor. hem say yayınları hem de hayat yayınlarından basılan nüshaları okudum ancak ikisi de pek tatmin edici çeviriler değil. bu kitap daha derli toplu bir yayınevini ve özenli bir çeviriyi fazlasıyla hakediyor. okuyun ve bu kitabın neden her siyasal iktidarın el kitabı olması gerektiğini hayretle görün.


“kitleyi meydana getiren bireyler kimler olursa olsun; yaşama biçimleri, işgüçleri, karakterleri yahut zekaları ister benzer, ister ayrı olsun, kalabalık haline gelmiş olmaları onlara bir nevi kollektif ruh aşılar. aşılanan bu ruh onları, herbiri tek başına, ayrı ayrı bulundukları halde duyacaklarından, düşüneceklerinden ve yapacaklarından tamamiyle başka hissettirir, düşündürür ve yaptırır.”

“kitleler güce karşı saygı beslerler ve zayıflığın bir şekli gibi anladıkları iyiliğe karşı pek az ilgili görünürler. kitlelerin eğilim ve sevgisi hiç bir zaman iyi hükümdarlara değil, kendilerini şiddetle baskı altında bulunduran baskıcılara karşı olmuştur. kitleler en yüksek heykelleri her zaman bunlar için dikmişlerdir.”

“bugünkü okul, hoşnutsuzlar ve anarşistler yetiştiriyor.”

“ kitle, hiçbir zaman hakikate susamamıştır. keyfini kaçıran kanıtlarla karşılaştığında, başını başka yöne çevirerek yalanı ilahlaştırmayı yeğ tutar. kim ki onu yanıltmayı bilir, kolaylıkla onun efendisi haline gelecektir; kim ki onun gerçeği görmesini sağlar, daima kurban edilecektir.”
devamını gör...

on iki dağın sırrı

tam adı; “on iki dağın sırrı, bir göz ağlarken” olan dersimli yazar haydar karataş'ın 2012 yılında yayımlanmış romanı. yazarın perperık-a söe isimli romanını çok beğendiğim için hemen bu kitabı da edinip okudum. perperık zazaca'da kelebek anlamına geliyor. perperık ile beraber gece kelebeği kitabında anlatılan olayların öncesine yolculuk yapıyoruz bu romanda. kitabın tanıtım bültenini bırakıyorum;


“bir göz ağlarken diğer gözün güldüğü görülmüş müdür?” dünya kaç köşeymiş uzun uzun konuşan, konuştuklarını tekrar
eden, saplantıyla özlemlerini, evveliyatlarını anlatan dersimliler. küçük, sıradan, kayıp giden hatıralar, garezler, kibirlenmeler...
yanlışın, kahırla ufalan hayatın farkında olan zazalar, kürtler, ermeniler, kızılbaşlar... candarmalar, paşalar, hükümetler,
aşiretler, metruk evler, boşalmış ovalar, inatla geleneğe sarılan köylüler, atlılar, tüfengler...
gece kelebeği yeniden kanat çırpıyor...
ilk kitabın öncesine gidiyor. eprimiş bir rüyayı pastoral ve masalsı bir üslupla, kederle resmediyor.
zor diyorsun, yazık! hepsinin bir hikâyesi vardı.”
devamını gör...

kesin döneceksiniz

uludağ üniversitesi’nde görev yaparken bu suça ortak olmayacağız adlı bildiriye imza attığı gerekçesiyle kamu görevinden ihraç edilen gökhan yavuz demir’in kitabı.

gerek ihraç süreci gerekse sonrasında yaşadıklarının kısa bir kesitini sarsıcı bir şekilde anlatıyor yazar. kitabı okurken ateşin sadece düştüğü yeri yaktığını, “dayanışma” ve “kesin döneceksiniz” gibi söylemlerin ne derece kof söylemler olduğunu anlıyoruz. bu hikaye, aslanlar arkadaşlarını yerken sadece izlemekle yetinen öküz başlı antilopların hikayesidir. gökhan hoca, refik çavuş misali suratımızın orta yerine çarpıyor bu kısacak kitabı.
devamını gör...

taşıdıkları şeyler

amerikan askeri olarak vietnam savaşına katılmış yazar tim o’brien kitabı. orijinal adı the things they carried. siren yayınları tarafından avi pardo çevirisi ile basılmış. çoğu arkadaşının aksine evine sağ dönebilen yazar, gerçek ile kurguyu kendi bölüğü ve arkadaşları üzerinden harmanlıyor. işte size günümüzü bile özetleyen bir paragraf;

“tanrı aşkına: yeni bedenlere ihtiyaç duyuyorlarsa neden şu savaşa meraklı atmacalardan birini almıyorlardı? ya da göğsünde hanoi'yi bombala rozetiyle dolanan bir denyoyu ya da johnson'un kızlarını ya da westmoreland'in o güzelim ailesini, yeğenlerini ve torunlarını. bir yasa olmalı diye geçirdim aklımdan. savaşı destekliyorsan, bedelini ödemeye değdiğini düşünüyorsan, sen de kendi değerli kanını tehlikeye atmalıydın.”

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

çılgın gibi

beni utandıran bir suat derviş romanı. ilk olarak çılgın gibi'yi okuyarak başlamış oldum suat derviş okumaya. öncesinde suat derviş'in kadın olduğunu bile bilmiyordum, insan kendi cahilliğinden korkmalı kesinlikle. romanın bu derece az biliniyor olması beni çok şaşırttı. bırakın türk edebiyatının en iyi aşk romanlarından olmasını, en az madam bovary kadar en az anna karenina kadar etkileyici bir eser. zaten fransızca'ya ve ingilizce'ye çevrilen ilk eserlerden. müthiş derecede iyi bir türkçe için ercan kesal ön sözü ile ithaki yayınlarından muhakkak okuyun.

“ben zararsız bir kadınım muhsin, sen aşktan kork!”
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

böyle buyurdu zerdüşt

tek seferde okuyup bitireyim derseniz baltayı taşa vuracağınız veya balatayı sıyıracağınız bir kitap. hayat boyu kısım kısım ve tekrar tekrar okunması gereken bir başucu eseri. zerdüşt'ün önkonuşması adlı bir bölüm vardır ki okurken zevkten dört köşe eder. herkes için ve hiç kimse için bir kitap diyor friedrich nietzsche. bu nitelemeyi dibine kadar hakeden bir kitap. eğer bu ağza göre bir kulak değilseniz okumayı bırakmakta fayda var.

“inlemek isteyen, ellerini açıp yalvarmak isteyen tüm korkak şeytanları kovun içinizden, diye bağırdığımda, -zerdüşt tanrısızdır- diye bağırıyorlar.”

“sahiden, her şeye iyi ve üstelik bu dünyaya da en iyi diyenleri de sevmem. bulduğu ile yetinenler derim bunlara. bulduğu ile yetinmek, her şeyi tadabilmek; en iyi damak zevki değildir bu! yemek seçen en inatçı dillere ve midelere saygı duyarım ben, “ben”, “evet” ve “hayır” demeyi öğrenmişlerdir onlar. oysa her şeyi çiğnemek ve hazmetmek- tam bir domuz tarzıdır bu! her zaman i-a demek, sadece eşek öğrenir bunu ve eşek tinli biri!”

“daha iyi oyuncuların bir ön oyunuyum ben, ey kardeşlerim! bir örneğiyim! benim örneğime göre davranın! eğer uçmayı öğretmiyorsanız, daha hızlı düşmeyi öğretin!”

“siz, daha yüce insanlar, bunu öğrenin benden; pazaryerinde hiç kimse inanmaz daha yüce insana. orada konuşmak mı istiyorsunuz, pekala! ama ayaktakımı göz kırpar, “hepimiz eşitiz,” diye. “siz daha yüce insalar,” böyle göz kırpar ayaktakımı, “daha yüce insan yoktur. hepimiz eşitiz; insan insandır, tanrının önünde, hepimiz eşitiz!” tanrının önünde! oysa artık bu tanrı öldü ama biz ayaktakımının önünde eşit olmak istemiyoruz. siz daha yüce insanlar, uzaklaşın pazaryerinden!”

“gerçekten ben, pençelerine inme indiği için kendilerini iyi zanneden zayıflara gülerim.”

“fakat dostlarım size yüreğimi tam açayım; eğer tanrılar var olsaydı ben tanrı olmamaya nasıl dayanabilirdim. o halde tanrı yoktur.”
devamını gör...

dostoyevski yeraltı insanı

dostoyevski'nin neden sıradan bir romancı değil de, edebiyat dünyasının son peygamberi olduğunu anlamak isteyenlerin muhakkak okuması gereken rene girard kitabı. kitabın diriliş isimli son bölümü defalarca okunmayı hakediyor.

“bielinski, dostoyevski ile bozuşmasından bir yıldan daha kısa bir süre sonra ölür. yazarın tüm yaşamı boyunca boğuşacağı sara ya da yalancı sara nöbetlerinin tam olarak ne zaman başladığını bilmiyoruz, ama bize anlatılan ilk iki nöbetten birincisi babanın öldürülmesinden sonra, oğula belleğinin çok derinlerine gömülmüş acıklı olayı anımsattığı varsayılan bir cenaze alayının geçişi sırasında, ikincisi ise bielinski'nin ölüm haberini aldığında gerçekleşmiştir. dolayısıyla, o zaman dostoyevski'nin üstüne kapanan başarısızlık çemberi, kökeninde baba cinayetinin çemberidir. yazar zindanda geçirdiği dört yılın kendisini bunamaktan kurtardığını söylerken, çok yanılmıyordur belki.” “baba-oğul rekabeti sıkı bir benzerlik içerir. oğul babanın arzuladığı şeyi arzular. babanın gururu oğula engel olur ve bunu yaparak onun gururunu güçlendirir. bu durumda, zorba babaya baş kaldıran köle-oğulun işlediği suç, baba cinayeti tam da bir yeraltı tragedyası gibi görünür. çünkü babayla oğul bir anlamda aynıdır, baba cinayeti hem cinayet, hem de intihardır; özünde, iki suçun farkı yoktur birbirinden. önceden yaratılmış tüm kahraman cinayetleri ve intiharları bu temel korkuda bir araya gelir. yazar tüm bu karabasanların kaynağında durur.” “öteki nefretinin temelinde, -kendi- nefreti vardır. yeraltı uyuşmazlıklarının ötesinde onların dayandığı özdeşlik, baba-oğul özdeşliği vardır. babadan öteki olarak nefret edilir ve daha da derinlerde, -kendi- olarak utanç nesnesidir o.”

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim