orijinal adı: ın der strafkolonie
yazar: franz kafka
yayım yılı: 1919
kafka'nın takipçileri suç, ceza, adalet kavramlarına yabancı değildir zira yazar birçok eserinde insan, suç ve ceza olgusunu bir hayli incelemiştir. bu eserinde de kafka, bürokratik yozlaşmanın geldiği korkunç boyutu bir hayali ada yaratarak ortaya koyuyor. dünya savaşı yıllarında kaleme alınmasıyla da önem arz eden eser, adalet kavramını sorgulamaya açarak dönemin politik dünyasına göndermede bulunur.
yazar: franz kafka
yayım yılı: 1919
kafka'nın takipçileri suç, ceza, adalet kavramlarına yabancı değildir zira yazar birçok eserinde insan, suç ve ceza olgusunu bir hayli incelemiştir. bu eserinde de kafka, bürokratik yozlaşmanın geldiği korkunç boyutu bir hayali ada yaratarak ortaya koyuyor. dünya savaşı yıllarında kaleme alınmasıyla da önem arz eden eser, adalet kavramını sorgulamaya açarak dönemin politik dünyasına göndermede bulunur.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "sissy hankshaw" tarafından 07.12.2022 07:30 tarihinde açılmıştır.
1.
yav, bu defa bunu yazan kesin vardır acep ne yazmışlar diye bakmaya geldim, başlık açılmamış bari ben açayım.
franz kafka'nın kırmızı kedi yayınevi'nden çıkan kısa romanıdır. romanda garip bir uygarlık anlatılır. kişilerin yargılanmadan yargılandığı ve işkence yapılarak cezalandırıldığı bir sistem söz konusudur. peki yargılanmadan yargılanmak nasıl oluyor? birisi sizi yargıca şikayet ediyor. yargıç şikayet var ise suç da vardır diyerek hükmünüzü veriyor. karga tulumba buyrun işkence aletine. suçunuz dahi bildirilmiyor size.
bir gezgin var. belli ki başka bir uygarlıktan gözlem yapmaya gelmiş. hüküm veren yargıcın bu işkence aletini gezgine tanıtması ve suçluyu cezalandırması bütün bunların inceliklerini de gezgine anlatması söz konusu.
alet incelikle ayarlanıyor. suçlu aletin altına yatırılıyor. bu ceza 12 saat sürüyor. bir sürü iğne, suçlunun bedenine suçuyla alakalı bir cümle yazıyor. karışık desenlerle bu cümlenin etrafını süslüyor. yani bedeninizi 12 saat boyunca delik deşik eden bir makinenin insafına kalmak ve sonuçta da artık hunharca deşilerek ölmek sizin cezanız oluyor.
temelde böyle bi' şey kitap. tabi muhakkak alegorik bir metindir bu ama yazara dair ve döneme dair detaylı bilgim olmadığından size kitabın gizemlerini açıklayamıyorum.* bi ara kesin okuma yaparım bu kitap üzerine, o zaman yeni bilgiler ışığında gönderiyi editlerim. beklemede kalınız, kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.
edit: #2328735 tanım içün idle'ye teşekkürler. evet sadece bu yayınevinden çıkmamıştır kitap. ben hangi yayınevinden okuduysam tanımımda o yayınevinin ismini veriyorum böyle bi anlam çıkmış gerçekten.
franz kafka'nın kırmızı kedi yayınevi'nden çıkan kısa romanıdır. romanda garip bir uygarlık anlatılır. kişilerin yargılanmadan yargılandığı ve işkence yapılarak cezalandırıldığı bir sistem söz konusudur. peki yargılanmadan yargılanmak nasıl oluyor? birisi sizi yargıca şikayet ediyor. yargıç şikayet var ise suç da vardır diyerek hükmünüzü veriyor. karga tulumba buyrun işkence aletine. suçunuz dahi bildirilmiyor size.
bir gezgin var. belli ki başka bir uygarlıktan gözlem yapmaya gelmiş. hüküm veren yargıcın bu işkence aletini gezgine tanıtması ve suçluyu cezalandırması bütün bunların inceliklerini de gezgine anlatması söz konusu.
alet incelikle ayarlanıyor. suçlu aletin altına yatırılıyor. bu ceza 12 saat sürüyor. bir sürü iğne, suçlunun bedenine suçuyla alakalı bir cümle yazıyor. karışık desenlerle bu cümlenin etrafını süslüyor. yani bedeninizi 12 saat boyunca delik deşik eden bir makinenin insafına kalmak ve sonuçta da artık hunharca deşilerek ölmek sizin cezanız oluyor.
temelde böyle bi' şey kitap. tabi muhakkak alegorik bir metindir bu ama yazara dair ve döneme dair detaylı bilgim olmadığından size kitabın gizemlerini açıklayamıyorum.* bi ara kesin okuma yaparım bu kitap üzerine, o zaman yeni bilgiler ışığında gönderiyi editlerim. beklemede kalınız, kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.
edit: #2328735 tanım içün idle'ye teşekkürler. evet sadece bu yayınevinden çıkmamıştır kitap. ben hangi yayınevinden okuduysam tanımımda o yayınevinin ismini veriyorum böyle bi anlam çıkmış gerçekten.
devamını gör...
2.
kâmuran şipal tarafından ''cezalılar kolonisi'' olarak türkçe'ye çevrilmiş franz kafka hikâyesi. ben ilk olarak, şipal'ın 95 yılında gözden geçirilmiş 5. basımı yapılan ''hikâyeler'' kitabında bu öykü ile karşılaşmıştım. sonrasında da ''ceza sömürgesi ve hukuk öyküleri''ni okurken yeniden üzerinden geçme fırsatım olmuştu. tabii her çevirinin ruhu farklı. sonrasında diğer çevirilere de göz attım. ama en nihayetinde düşüncem odur ki, kâmuran şipal candır. * ben adamın çevirilerini seviyorum.
malumunuz olduğu üzere kafka dalgalı ruh halini kalemine yansıtmakta mahir bir yazar. ancak onun farklı bir kimliği daha var; hukukçu kimliği. hukuk, tabiri caizse kafka'nın dalgalı denizlerinin dalgakıranı. bir nevi güvenli alanı. bunu ''hukuk'' sistematiğini temel alarak yazdığı yazılarında ve hikâyelerinde açıkça görüyorsunuz. daha net betimlemeler. daha sistematik eleştiriler ve daha çarpıcı sonlar barındırıyor. misal ''kanun önünde'' ve'' dava'' da bu tarz hikâyelerdir. * *
bahsettiğimiz hukukçu bakış açısı bu tarz öykülerde kafka'ya ciddi bir avantaj sağlıyor. tabii herkesin eserleri bu bakış açısı ile değerlendirmesi ve anlamlandırması söz konusu değil. kaldı ki, hukukçu bakış açısı dediğiniz şeyin günümüzde odin gibi ''tek gözü kalmış'' bir ihtiyara dönüşmüş olduğunu unutmamak lazım. * tabii orada mimir'in sunduğu bir bilgelik söz konusu, günümüzde ise bu tek göz mesleki kibir ve kendini bilmezlik olarak karşımıza çıkıyor. bir nevi boş teneke durumu. neyse konumuz bu değil zaten. *
kafka'nın bu hikâyede folyo karakterler kullanması ise konuya ve asıl anlatılmak istenene odaklanmanıza vesile oluyor. meseleye tek gözle de baksanız, hukuk sistematiğinden uzak da olsanız görebileceğiniz şeyler az çok belli. misal ''masumiyet karinesi'' kavramının ırzına nasıl geçildiğini o kadar net bir şekilde ortaya koyuyor ki, cidden şapka çıkarılacak cinsten bir nokta atışıdır. sistemsel sıkışmışlık ve ''subay'' karakterinin nihai sonu ise kanımca eleştirilerinin ve tespitlerinin pik noktasını oluşturuyor. otoriter yönetimlerin yarattığı sahte hukuk algısı ve ceza muhakemelerinin, aslında kağıttan birer kaplan olduğu gerçeğine dikkat çekerken, bu tarz uygulamaların dramatik bir şekilde sonlanacağının da öngörüsünde bulunuyor ki, bu defalarca doğrulanmış bir tez. kafka'nın en çok sevdiğim hikayeleri bu tarzı benimsediği hikayelerdir. daha net, daha vurucu, daha çarpıcı ve daha dolu geliyor bana. elbette herkesin bu hikâyelerden çıkaracağı farklı sonuçlar vardır. lakin asıl olanda ortadadır. brentano'ya selam yola devam. * *
malumunuz olduğu üzere kafka dalgalı ruh halini kalemine yansıtmakta mahir bir yazar. ancak onun farklı bir kimliği daha var; hukukçu kimliği. hukuk, tabiri caizse kafka'nın dalgalı denizlerinin dalgakıranı. bir nevi güvenli alanı. bunu ''hukuk'' sistematiğini temel alarak yazdığı yazılarında ve hikâyelerinde açıkça görüyorsunuz. daha net betimlemeler. daha sistematik eleştiriler ve daha çarpıcı sonlar barındırıyor. misal ''kanun önünde'' ve'' dava'' da bu tarz hikâyelerdir. * *
bahsettiğimiz hukukçu bakış açısı bu tarz öykülerde kafka'ya ciddi bir avantaj sağlıyor. tabii herkesin eserleri bu bakış açısı ile değerlendirmesi ve anlamlandırması söz konusu değil. kaldı ki, hukukçu bakış açısı dediğiniz şeyin günümüzde odin gibi ''tek gözü kalmış'' bir ihtiyara dönüşmüş olduğunu unutmamak lazım. * tabii orada mimir'in sunduğu bir bilgelik söz konusu, günümüzde ise bu tek göz mesleki kibir ve kendini bilmezlik olarak karşımıza çıkıyor. bir nevi boş teneke durumu. neyse konumuz bu değil zaten. *
kafka'nın bu hikâyede folyo karakterler kullanması ise konuya ve asıl anlatılmak istenene odaklanmanıza vesile oluyor. meseleye tek gözle de baksanız, hukuk sistematiğinden uzak da olsanız görebileceğiniz şeyler az çok belli. misal ''masumiyet karinesi'' kavramının ırzına nasıl geçildiğini o kadar net bir şekilde ortaya koyuyor ki, cidden şapka çıkarılacak cinsten bir nokta atışıdır. sistemsel sıkışmışlık ve ''subay'' karakterinin nihai sonu ise kanımca eleştirilerinin ve tespitlerinin pik noktasını oluşturuyor. otoriter yönetimlerin yarattığı sahte hukuk algısı ve ceza muhakemelerinin, aslında kağıttan birer kaplan olduğu gerçeğine dikkat çekerken, bu tarz uygulamaların dramatik bir şekilde sonlanacağının da öngörüsünde bulunuyor ki, bu defalarca doğrulanmış bir tez. kafka'nın en çok sevdiğim hikayeleri bu tarzı benimsediği hikayelerdir. daha net, daha vurucu, daha çarpıcı ve daha dolu geliyor bana. elbette herkesin bu hikâyelerden çıkaracağı farklı sonuçlar vardır. lakin asıl olanda ortadadır. brentano'ya selam yola devam. * *
devamını gör...
3.
bir franz kafka öyküsüdür.
ateist kaplumbağa her şeyi çok güzel anlatmış. zaten ateist kaplumbağa'dan sonra tanım yazmak bana her zaman zor geliyor, sanki ne yazsam eksik kalacak gibi. ama elbette ki bu beni durdurmayacak çünkü hayatımın son yirmi üç yılını franz kafka'yı yol gösterici azizim olarak görerek geçirdim.
ben de bu öyküyü kamuran şipal çevirisi ile okudum ve ben genelde franz kafka kitaplarını kamuran şipal'in kaleminden okumayı seviyorum.
franz kafka öykülerinde her zaman karşımıza çıkan adalet, kanun, yargılama gibi kavramlar bu öykünün tam ortasında ama yine kafkaesk dünyanın kuralları gereği bu kavramlar adaletsizlik, yargısız infaz ve bürokratik keyfiyet ile iç içe geçmiş durumda.
bu öykü yazıldığında insan zihninin en iğrenç terkiplerinden biri olan toplama kampları henüz ortada yoktu. ama franz kafka bunu öngörmeyi başardı. sömürgelerde bulunan insanlar ise pek insandan sayılmıyordu. bu hala şekil değiştirmiş olsa da devam ediyor ve franz kafka bunu yazı ile gözümüze gözümüze soktu.
ama bu kitapta asıl önemli nokta işkence aleti idi. bu alet bir suçlama ile karşı karşıya gelen her sömürgenin -bazen sömürge olmayanların da- nihayete ereceği yerdir. ancak suçlu suçunu bilmez. işkence aleti tarafından tırmıklarla sırtına suçu işlendiği zaman öğrenir ancak ne ile suçlandığını. ve bu metin bittiğinde zaten ortada nefes alan bir suçlu da olmaz.
franz kafka'nın en etkileyici ve en korkutucu öykülerinden biridir.
ateist kaplumbağa her şeyi çok güzel anlatmış. zaten ateist kaplumbağa'dan sonra tanım yazmak bana her zaman zor geliyor, sanki ne yazsam eksik kalacak gibi. ama elbette ki bu beni durdurmayacak çünkü hayatımın son yirmi üç yılını franz kafka'yı yol gösterici azizim olarak görerek geçirdim.
ben de bu öyküyü kamuran şipal çevirisi ile okudum ve ben genelde franz kafka kitaplarını kamuran şipal'in kaleminden okumayı seviyorum.
franz kafka öykülerinde her zaman karşımıza çıkan adalet, kanun, yargılama gibi kavramlar bu öykünün tam ortasında ama yine kafkaesk dünyanın kuralları gereği bu kavramlar adaletsizlik, yargısız infaz ve bürokratik keyfiyet ile iç içe geçmiş durumda.
bu öykü yazıldığında insan zihninin en iğrenç terkiplerinden biri olan toplama kampları henüz ortada yoktu. ama franz kafka bunu öngörmeyi başardı. sömürgelerde bulunan insanlar ise pek insandan sayılmıyordu. bu hala şekil değiştirmiş olsa da devam ediyor ve franz kafka bunu yazı ile gözümüze gözümüze soktu.
ama bu kitapta asıl önemli nokta işkence aleti idi. bu alet bir suçlama ile karşı karşıya gelen her sömürgenin -bazen sömürge olmayanların da- nihayete ereceği yerdir. ancak suçlu suçunu bilmez. işkence aleti tarafından tırmıklarla sırtına suçu işlendiği zaman öğrenir ancak ne ile suçlandığını. ve bu metin bittiğinde zaten ortada nefes alan bir suçlu da olmaz.
franz kafka'nın en etkileyici ve en korkutucu öykülerinden biridir.
devamını gör...