apollon’un defne tacı, mars’ın miğferinin yanında pekâlâ yer bulur... okuyalı epey olmuş olsa bile que ne puis-je me faire entendre dans tous les quatre coins* serzenişi ile bunca yıl sonra bende hakkında yazma isteği uyandıran eser. fransız hukukçu ve çevirmen jean barbeyrac'ın, bilginin ve edebiyatın önemi üzerine söylev olarak - tam versiyonu discours sur l'utilité des lettres et des sciences par rapport au bien de l'etat olarak geçmektedir- çevirebileceğimiz bu eseri esasen bir kitap niteliği taşımaktan ziyade, kendisinin lozan üniversitesi medeni hukuk ana bilim dalı'nda profesör olarak çalıştığı yıllarda, kamuya açık bir mezuniyet töreninde yaptığı konuşmanın yazılı bir baskısı. yakın zamanda silhon'un de l'immortalite de l'ame eseri üzerine yaptığım ufak inceleme sonrası madalyonun öteki yüzü olarak -gerçi makul bir inceleme için emundi richerii'nin libellus de ecclesiastica et politica potestate'i daha uygun düşecektir kuşkusuz- tekrardan göz atmak ve ufak bir yazı karalamak istedim.

aydınlanma epistemolojisinin -burada ufak bir yanılgı payı olduğunu daha sonra açıklamak kaydıyla şerh düşeceğim- ve jusnaturalist hukuk anlayışının erken dönem savunularından biri olan eser; baillif* antoine hacbret'e yazılan kısa bir ithaf bölümü ile başlıyor. silhon'un épistresi gibi éloge havası vermiyor -tüm kitap épistre kadar olduğundan olsa gerek- ama yine de çiğ bir dalkavukluk hissi almamak elde değil. ancak bunun üstünde çok durmayacağım zira bu bölümde çok ilgimi çeken bir pasaj mevcut. bu pasaja geçmeden önce baillif için ufak bir açıklama getirmem gerekiyor aslında. esasında türkçe'ye tam olarak nasıl çevirmem gerektiğini kestiremedim. ingilizce'de ki bailiff ile aynı anlama tekabül ediyor ancak zaman ne yazık ki kelimeleri de beraberinde değiştiriyor. eserin xviii. yüzyılın ilk çeyreğinde lozan'da yazıldığını düşünürsek - bern idaresi bu yüzyılın üçüncü çeyreğinde son buluyordu yanılmıyor isem- hâlâ bailliage sayılıyordu bölge. o sebeple günümüzde en yakın anlamı verecek olan vali yahut mülki idare amiri uygun bir çeviri olabilir. barbeyrac'ın konuşmada çeviri hususuna nasıl değindiğini düşünürsek eğer ironik bir durum oluştu.*

"après tout, c'est voir par les yeux d'autrui, que d'être obligé de s'en rapporter à une version. un homme, qui aime la vérité, veut voir par lui-même. et il n'y a qu'une profonde stupidité, ou une grande paresse, qui puisse persuader, que, sans entendre en aucune façon les originaux, on ait lieu de faire fond sur la bonté des copies." p.26

"neticede, bir başkasının gözleriyle görmek zorunda kalmak, insanı hakikate vasıl olma hususunda bir başkasına mecbur eder. hakikati seven bir kimse, bizzat kendi gözleriyle görmeyi ister. ve öyle bir ahmaklık yahut öyle bir rehavet yoktur ki, insana orijinal metinleri hiç anlamadan, yalnızca nüshalarına itimat etmenin kâfi geleceğini telkin etsin."


bu sorunu hallettiğimize göre devam edebiliriz sanıyorum. bu ithaf bölümünde esas ilgimi çeken barbeyrac'ın esere dair açık ettiği tutumu oldu açıkçası. bütünüyle makul ve bir hukukçunun elinden çıktığı oldukça bariz.

"j'ai considéré néanmoins, que les discours les plus étendus & les plus travaillez ne sont pas toujours ceux qui sont le plus de fruit. quand une matière est de nature à pouvoir être commodément resserrée dans un petit espace, le meilleur est de s’y renfermer. bien des gens n’ont pas le courage de lire d’un bout à l’autre des pièces qui font un juste volume, & où l’on traite de choses un peu sérieuses.

si d’ailleurs ils s’aperçoivent qu’un ouvrage est composé avec beaucoup d’art, sur tout si les figures & les grands mouvemens de l’éloquence n’y sont pas épargnez, ils soupçonnent aisément quelque dessein de faire illusion à leurs esprits, ils craignent la surprise, ils se défient & de l’auteur, & d’eux-mêmes. on persuade plus aisément par un petit nombre de raisonnemens choisis, exprimez en peu de mots, proposez en stile simple & naturel, & d’une manière..." p.3

türkçe çevirisi

"ne var ki en kapsamlı ve en özenle işlenmiş konuşmalar dahi daima en fazla fayda sağlayanlar değildir. bir mevzu tabiatı gereği dar bir çerçevede bile etkili bir şekilde ifade edilebiliyor ise, en iyisi orada muhafaza olunmasıdır. çünkü pek çok insan, ağır metinleri baştan sona okumaya cesaret edemez, özellikle de içinde yüzeysel veya fazla ciddi olmayan meselelerin ele alındığı kitaplar söz konusu olduğunda.

eğer bir eser yazılırken bilhassa retorik ile belâgatın büyük hareketleri esirgenmemişse, okuyucu bunu zihnine bir hile kastedildiğine yorar; şüpheye düşer, aldanmaktan korkar ve hem müellife hem de bizzat kendisine güvenini yitirir. insanlar, az ama seçkin deliller ile, sade ve tabiî bir üslupta ve kelâmın israfına kaçmadan yapılan izahlarla daha kolay ikna edilirler."

yazarın, özellikle okuyucuya uyarı niyetine koyduğu ufak not bölümünde eserin dönemin akademik dili olan latince yerine fransızca yazılmasına dair aktardığı düşünce de -dinleyicilerin ve okuyucuların yarısının anlamadığı bir dil ile söylevde bulunmanın ne kadar bayağı ve yararsız olduğundan söz etmiştir- oldukça hoş kabul edilebilir esasında. kalvinistlerden haz etmiyor olsam dahi sezarın hakkı sezara.

eserin bütününe bakacak olursak bilginin bireysel ve toplumsal yaşam üzerindeki etkisini felsefi ve tarihsel perspektiflerden inceleyen önemli bir metin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. bilimin ve edebiyatın yalnızca entelektüel bir uğraş değil, aynı zamanda politik ve hukuki düzenin sürdürülebilirliği açısından zorunlu bir unsur olduğu fikri üzerine kurulan eser, bilim karşıtlığının ve cehaletin toplumları nasıl otoriter rejimlerin oyuncağı haline getirdiğini titizlikle analiz ediyor ve bunu yaparken bilge imparatorlardan, din tüccarlarına, eski roma döneminde astrolojinin astronominin nasıl çarpıtılmış bir versiyonu olduğundan, babilin tıbba yaklaşımına ve dahi kanonik saatlerin işlevsizliğine kadar geniş perspektifte bir örnek şeması sunuyor. bu verilen örneklerin titizlikle kaynaklarla desteklendiğini söylemem gerekir. zaten kitap boyunca alıntılar oldukça geniş bir yer tutuyor. aristoteles'den deshoulières'e, yeni ahitten, çağdaşı pierre bayle'e kadar... ancak araya sıkıştırdığın alakasız seneca alıntısını unutmuş değilim kurnaz herif.

devam edecek olursak eğer barbeyrac, en başında keskin bir sınır çizip bilginin insan doğasında kendiliğinden var olmadığı, aksine sistematik eğitim, rasyonel sorgulama ve eleştirel düşünme ile geliştirildiği fikrini öne sürerek, platon’un anamnesis öğretisini ve aristoteles’in "insan doğal olarak bilmek ister" görüşünü sorgulayarak argümanına bir temel inşa ediyor ve cehaletin bireysel bir eksiklikten çok, sistematik olarak inşa edilen bir kontrol mekanizması olduğunu savunuyor; özellikle kilise otoritelerinin ve otokratik devletlerin eğitimi nasıl manipüle ettiğine dair keskin ve rasyonel gözlemleri olduğunu söylemek gerekir.

eser, historiografik bir analizle, bilimsel düşüncenin yükselişi ve düşüşü arasındaki tarihsel bağlantıları da tartışıyor. antik yunan’da bilimin gelişmesiyle doğrudan ilişkili olarak demokratik değerlerin yükseldiğini, roma imparatorluğu’nda hukuki sistemin güçlenmesiyle birlikte felsefi ve teknik bilginin genişlediğini, ancak orta çağ boyunca skolastik dogmatizmin entelektüel çöküşe ve siyasal despotizme zemin hazırladığını biraz yüzeysel de olsa örneklerle açıklıyor ve dönemine göre oldukça tatmin edici olduğunu söyleyebilirim.


"comparez l'ancienne grèce avec la moderne, vous trouverez que la prodigieuse différence ce qu'il y a vient de ce qu'autrefois ces peuples étant les plus éclairez du monde, étoient aussi les plus jaloux de leur liberté : au lieu que l'ignorance où ils tombèrent ensuite, les a jettez & les retient depuis long-tems dans une triste servitude, dont ils ne peuvent fortir sans quelque révolution extraordinaire." p.48

"eski ve modern yunanistan’ı mukayese ediniz; aralarındaki muazzam farkın sebebini anlayacaksınız. eski zamanlarda bu milletler dünyanın en bilge halkıydı ve hürriyetlerine en fazla düşkün olanlar da onlardı. lakin, cehalet onları pençesine aldığında, evvela özgürlüklerinden mahrum kaldılar. daha sonra ise sefil bir esarete sürüklendiler ve uzun zaman boyunca bu boyunduruktan kurtulamadılar. ve şimdi ancak büyük bir devrim sayesinde bu zincirleri kırabilirler."


detaylara inmeden önce kabaca toparlarsak eğer; discours sur l’utilité des lettres, epistemolojik temelinde rasyonalizm, bilimsel ilerlemecilik ve entelektüel hümanizm barındıran bir metin diyebiliriz. eser, bilgi teorisi, eğitim felsefesi, politik felsefe, ahlak felsefesi ve dini epistemoloji gibi farklı disiplinlerden beslenerek aydınlanma düşüncesini yorumluyor. ancak, şerh düştüğüm noktaya gelecek olursak eğer, söylevin bilimsel pozitivizm ile teolojik otoriteyi uzlaştırma çabası, onun dogmatik epistemoloji ile akılcı bilgi teorisi arasında gidip gelen hibrit bir yapıya sahip olmasına yol açıyor.

bu söylev, entelektüel kalkınma ve pedagojik reform perspektifinden, bilgi sosyolojisi açısından değerlendirilmeli aslında. metnin temel iddiası, bilginin hem bireysel özgürleşme hem de kolektif medeniyet inşası için vazgeçilmez bir unsur olduğu yönünde ancak, bilginin politik ve teolojik hegemonya ile iç içe geçtiği noktada, söylemin entelektüel otonomi ile dini epistemik otorite arasında bir gerilim oluşturduğu açık.


eserin en güçlü yanı, bilginin teleolojik bir amacı olduğu tezi. barbeyrac'ın çıkarımına göre, bilim ve edebiyat yalnızca bireyin akli yetkinliğini artırmaz, aynı zamanda sosyal fayda üretmektedir. burada pragmatik bilgi felsefesi devreye giriyor çünkü barbeyrac, bilginin sadece teorik bir değer olmadığını, aynı zamanda siyasi istikrarın, ekonomik refahın ve etik düzenin inşasında da belirleyici bir rol oynadığını savunuyor. ki ilginçtir tarih bazı durumlarda kendisini haksız da çıkarmıştır ne yazık ki.

devam edecek olursak, eserde kritik rasyonalizm yerine kontrollü bilginin teşvik edilmesi, eğitim paradigması açısından dikkat çekici. eğitimin epistemik özgürleşmeyi sağlaması gerektiği kabul edilse de, bu özgürleşmenin teolojik ve siyasal normlar çerçevesinde şekillendirilmesi gerektiği de ima ediliyor aynı zamanda. bu durum, liberal eğitim kuramı ile otoriter pedagojik yaklaşımlar arasında da ciddi bir uçurum yaratıyor özünde.

bilgi-iktidar ilişkisinden söz etmeden konuyu kapatmam çok doğru olmayacaktır. foucaultcu bir perspektiften değerlendirildiğinde, metnin bilginin bir egemenlik aracı olarak kullanılabileceğini kabul ettiği ancak bu bilginin nasıl ve kimler tarafından üretildiğini detaylandırmadığı söylenebilir. eğer bilgi iktidarı dönüştürebiliyorsa, aynı zamanda iktidarın yeniden üretilmesi için de kullanılabilir mi?

barbeyrac, bilginin demokratik dağılımını savunurken, onun disipliner bir araç olarak nasıl şekillendirileceğine dair otoriter bir yaklaşımı da dışlamaz özünde. keza burada yine metnin kendi içinde düştüğü bir başka çıkmaza daha rastlıyoruz. metnin en tartışmalı noktalarından biri, bilginin epistemik sınırlarının teolojik çerçeve içinde belirlenmesi gerektiği fikri. modern bilim felsefesi, bilginin dogmalardan arındırılması gerektiğini savunurken, bu söylev bilgi ile inanç arasında bir sentez arayışına giriyor. aydınlanmacı epistemoloji açısından bakıldığında, bilginin kaynağı akıl ve deneydir. ancak eser bilginin ahlaki çerçevesinin ilahi normlarla desteklenmesi gerektiğini ima ediyor ki katı bir protestan olan barbeyrac için bu çok da şaşırtıcı sayılmaz. zira baconcu emprizm ve kantçı akılcılık ile kıyaslandığında, barbeyrac bilgiyi seküler bir araç olmaktan çok, ahlaki düzeni sağlayan bir unsur olarak görme eğiliminde.

pozitivist bilgi anlayışı açısından değerlendirildiğinde, eser tam anlamıyla bilimsel yöntem ve bağımsız akıl yürütmeyi savunan bir epistemoloji oluşturmaz. bundan dolayı içerik bakımından radikal bir bilim felsefesine sahip olmayıp, daha çok epistemik kontrollü bir reformizmi temsil ediyor. bu da onu tam bir aydınlanma dönemi metni olmaktan alıkoyan yegane şey sanıyorum. terminolojik olarak entelektüel ilerlemeciliği ve bilimsel düşüncenin toplumsal faydasını vurgulasa da, bilgi ve inanç arasındaki sınırları tam olarak netleştirmeyişi dogmatik bilgi ile rasyonel bilgi arasında bir köprü işlevi görme çabasından öteye taşımıyor. bilginin doğası gereği özgür kılan bir olgu mu yoksa disipliner mi olması gerektiği sorusuna net ve elle tutulur bir yanıt verdiğini söyleyemem. üstelik daha önce de belirttiğim gibi; bilginin, tiranlık karşıtı bir mekanizma olduğu iddia edilse de, bu bilginin nasıl yönetileceği ve kimler tarafından kontrol edileceği sorunu ele alınmıyor ki bu büyük bir handikap. bir diğer mesele de bilgi, bireysel gelişimin aracı olarak görülse de, bu gelişimin kolektif normlara uygun olarak yönlendirilmesi gerektiğinin ima ediliyor oluşu. bu durum, eğitimin bireyi özgürleştirip özgürleştirmediği sorusunu doğuruyor ancak cevabı sunmuyor.

bu bağlamda metin, aydınlanma'nın radikal bir epistemik devrim değil, daha çok evrimsel bir reform süreci olarak kavramsallaştırıldığı bir metin olarak değerlendirilebilir. barbeyrac'ın bilinçli bireyler yaratmayı amaçlarken, bu bilincin hangi sınırlar içinde şekilleneceği konusunda kesin bir açıklama getiremiyor oluşu onu modern anlamda bir özgürlük manifestosu olmaktan çıkarıyor ve daha çok kontrollü bir bilgi rejimi önerisi hâline getiriyor.

yine de özünde çağının normlarını yıkma çabası dahi kutlanmayı hak ediyor zira 1700'lü yılların başında ele alınmış bir metnin sahibinin bugünün modern insanlarından bazı konularda çok daha açık görüşlü olabilmesi ciddi bir hayal kırıklığı yaratıyor bende. bazı görüşlerin bugünün şartlarında geçerliliği kalmamış olsa da yalnızca metnin sonunda yer verdiği cesaret edin, evlatlarım!" ile başlayan cümleleri dahi insanın yüreğinde garip bir hissin yeşermesine sebep oluyor. ancak yine de kendisinin çağına göre aydın sayılabilecek düşünceleri bir kenara din ve bilim ilişkisi söz konusu olduğunda brütüs'ün olduğu yerde sezar'ın ölmek zorunda olduğu gerçeğini fark edememiş olması eseri benim nezdimde epey gölgeliyor. elminster the scholarly edge-lord keyifli okumalar diler.



"courage, mes enfans, piquez-vous d’une noble émulation : ici il est permis, ici il est beau de ne le ceder à personne, & de chercher modestement à se distinguer toujours par dessus ses compagnons." p.57

"cesaret edin, çocuklarım, asil bir rekabet duygusuyla hareket ediniz: burada yarışa girmek mübahtır, burada kimseye boyun eğmemek, fakat aynı zamanda tevazu ile hareket edip daima yoldaşlarından bir adım önde olmaya çalışmak pek güzeldir."
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"discours sur l’utilité des lettres" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim