yazar: bram stoker
yayım yılı: 1897
gotik edebiyatının önemli eserlerinden biri olan ve birçok kez sinemaya uyarlanan kitap, avukat jonathan harker'ın kont dracula'nın şatosuna gitmesiyle orada yaşadıklarını nişanlısı mina murray'e mektuplar aracılığıyla anlatmasından ve buna ek olarak olay örgüsünün gazete makaleleri ve günlük alıntılar aracılığıyla aktarılmasından oluşmaktadır.
yayım yılı: 1897
gotik edebiyatının önemli eserlerinden biri olan ve birçok kez sinemaya uyarlanan kitap, avukat jonathan harker'ın kont dracula'nın şatosuna gitmesiyle orada yaşadıklarını nişanlısı mina murray'e mektuplar aracılığıyla anlatmasından ve buna ek olarak olay örgüsünün gazete makaleleri ve günlük alıntılar aracılığıyla aktarılmasından oluşmaktadır.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "editör" tarafından 21.07.2024 21:36 tarihinde açılmıştır.
1.
dracula ile ilgili çok fazla başlık var ama kitabının başlığı yok. moderasyon uygun bir başlık oluşturur diye önden not olsun.
görsel freepik üzerinden, silinmez umuduyla koyuldu.
öncelikle kitabı 2 ay önce bitirdim ve kitaba başlama sebebim çok ağır eserlerden biraz ortam yaratıp daha eğleneceğim bir kült roman arayışıydı. daha sonra gotik roman okumak istedim ve herkesin bildiği bir kurgunun aslını okumak istedim. tam da bu yüzden frankenstein ile beraber okumuştum ki frankenstein'ı basitleştirilmiş şekilde bir kere, roman olarak bir kere okumuştum ve keyif almamıştım. gerek bu eserden gerek frankenstein'dan bu sefer çok keyif aldım. keyif alma sebebim hem bu sefer okumaktan daha çok keyif alan bir insan olmam hem de bu iki eserin nerelere dokunduklarını yıllar içinde daha güzel araştırabilip üstünkörü özetlerden kendimi kurtararak daha berrak şekilde iki romana bakabilmiş olmam.
romanın baş karakterlerini kısaca yazayım.
kont dracula : kurgu onun üzerine o yüzden çok tanıma gerek yok.
van helsing : vampirler üzerine uzun yıllar boyu araştırmalar yapan, suç ve suçlu psikolojisine de oldukça hakim profesör doktor, filozof, avukat, bilim insanı (cumhurbaşkanı, başbakan, vali, muhtar, mareşal- neyse abartmayalım) - akılcı çözümler ve öngörü yeteneğiyle herkesi yönlendiren bir insan.
dr seward : romanın ortalarından itibaren çok önemli olan ve renfield isimli akıl hastasında farklı bir şeyler olduğunu sezerek kurguya daha önemli şekilde dahil olan psikiyatrist.
jonathan harker : iyi niyet timsali, romanda en önemli karakter olarak dracula ile bağının okuyucuya ucu açık şekilde bırakıldığı ve dracula'nın hakkında "my man" dediği, bu yüzden kimseye yem etmediği baş karakter.
mina harker : romanın en önemlilerden olmasına rağmen en saçma karakteri. konuşma dili, mektuplardaki yazışma şekilleri, şatafata düşkün değilmiş gibi kendini göstermeye çalışıp "istemem yan cebime koy" diyen bir karakter olarak kesinlikle malum partili olduğunu düşünüyorum. hatta malum parti hiç olmasaydı da mina harker malum partili olurdu buna eminim.
roman çok güzel bir şekilde, jonathan harker isimli bir avukatın, londra'da emlak yatırımı için yanına gittiği asilzade kont dracula'yla ilk el sıkışmasına kadarki ufak macera ile başlıyor. bu romanın en göze çarpan özelliği, harker'ın gerek şatoya giderken yolda yaşadıkları, gerek şatonun içinde dracula hakkında hem sorgulamalar yapıp hem de kendi akıl sağlığını korumaya çalıştığı, çelişkiler içine düşerken bir yandan da korkuyu iliklerine kadar hissetmesini notlarına yazması ve bizim o notları okumamız ve gerilimi nefis şekilde hissetmemiz. şatoya giderken harker'ın anlattıkları, şatoda dracula hakkında anlattıkları ve kitabın ilk bölümünü oluşturan, harker'ın kitabın açılışını oluşturan o kısa kaçış anlatımları ile içine öyle bir çekiyor ki, kitabın sadece bu bölümü korku-gerilim türüne verdiği ilhamlarla seyrettiğimiz birçok bu türdeki eserin buradan ilham aldığını kanıtlıyor.
özellikle jonathan harker üzerinden ilerleyen bütün bölümlerde çaresizliği, dramı, gerilimi hissediyoruz.
romanın en nefis bir diğer karakteri, romanda eldeki malzemenin aksine güzel kullanılacakken gitgelli şekilde kullanılan ve bir yerde çok zeki iken bir başka yerde aciz olduğu görülen ve bir türlü kalıba oturtulamayan renfield karakteri. kont dracula gibi, yazar renfield hakkında bizi tam kurgunun içine çekemiyor. renfield'dan çok onun oluşturduğu tehditlerin yansıması üzerinden onu araştıran ve onda özel bir şeyler olduğunu farkeden dr. seward üzerine yoğunlaşınca biraz hevesimiz kaçıyor.
bu roman, kült kelimesinin tam karşılığı olarak, edebi anlamda onlar kadar güçlü olmasa da tıpkı don quixote ve oblomov gibi yazarının önüne geçmiş eserler listesinden bir eser. en zayıf noktası, elindeki olağanüstü malzemeyi entelektüel gücü diğer iki örnekteki yazarlar gibi kullanamayan bir yazara sahip olması.
çevirmen can kantarcı'nın da anlattığı üzere; yazarının ölümü sonrasında bir başka eserin "biz telif ile uğraşmayalım" denilerek çaktırmadan dracula'ya kaynak verilmeden ünlenmesi , bram stoker'ın eşinin de duruma uyanıp davalarla beraber işin peşine düşmesi üzerine asıl eser, kaynak eser okurlar tarafından fark ediliyor. dracula efsanesi, genç kızların boynundan kan emen vampir, gerek batman çizgiromanlarına gerek entelektüel seri katil furyasına güzel kaynaklardan birisi oluyor. batman çizgiromanlarındaki birçok unsur, romanın içindeki birçok ayrıntı ile çok ciddi benzerlikler gösteriyor.
gözden kaçan dracula efsanesi okurlar tarafından fark edildikten sonra 100 küsür yılda öyle bir etki yaratıyor ki, bugün gece, gerilim, şato, yarasa gibi unsurlar korku filmlerinde yer ediyorsa bunun en büyük yardımcılarından birisi dracula. tiyatro oyunlarından beyazperdeye, korku akımından mythlere dair bugün hayatımızdaki her şey dracula'ya da dokunuyor.
spoiler olmadan anlatmak istediğim için şimdi devam edelim romanla ilgili detaylara.
romanda yazarın benim başta belirttiğim o "elindeki malzemeyi kullanacak birikime sahip olmama" durumu, yani romancı olarak çok güçlü olmama durumu o kadar göze çarpıyor ki, dracula'nın en en sevilen eserleri, dracula devamında çekilen ve hikayeye değişik yorumlar katılan filmler ve ayrıca yan hikayeler şeklinde kurgulanmış dracula kitapları oluyor. romanda dracula evli olmamasına rağmen ona diğer hikayelerde bir kadın bahşetmek, onu aşk hayatı vs. ile bağdaştırmak yine asıl eserin eksikliği dolayısıyla yapılan yorumlar denilebilir.
romanda romancının, benim adını tolstoy sendromu olarak koyduğum ayrıntısı da göze çarpıyor: benim için tolstoy'un romana adını verdiği karakterleri unutup yan karakterler ve kendi hayat görüşlerinde bizi kaybettiği romanlardan dolayı tolstoy sendromu isimlendirmesi yapıyorum. işte bu sendrom benzeri şekilde dracula gibi muhteşem bir karaktere çok az yer veriliyor. müthiş bir malzeme varken, sayfaları dracula ile karşılaşmak için çeviriyorsunuz ama asıl karakter onun etrafında şekillenen olaylar dolayısıyla resmen unutuluyor.
bu yüzden romanın en güzel bölümü, tıpkı savaş ve barış'ın ilk cildi, don quixote'nin ilk cildi vs. vs. gibi onlarca eserden örnek verebileceğimiz üzere, bunlara benzer şekilde ilk bölüm adını verebileceğimiz başındaki 100-150 sayfa civarı oluyor.
eserin gerek beyazperde gerek diğer görsel sanatlar denemelerinde ortaya çıkarılan dracula portresi ile benim düşünce yapımda, benim görsel dünyamda çok çok büyük farkları var.
örneğin en basit şekilde bana gülünç gelen, bu romanın sanki bir fantastik roman gibi işlendiği bir 1992 versiyonunun olması. birçok insanın beğenmekle kalmayıp bir de akademinin 3 tane oscar verdiği(ses, kostüm vs. dallarında) bram stoker's dracula isimli francis ford coppola filminden resmen nefret ederim. çünkü hem yorumlama anlamında bir fanteziye dönüşmüş hem de romandaki o gerilim unsurları resmen kostüm partisine dönüşmüş. emin olun 1992 yılında da seyretseniz aynı etkiyi alırsınız çünkü gotik bir roman adeta tamamen doğaüstü unsurlarla bezenmiş. gerilim türünün en en güzel örneklerinden olan roman resmen duusk bütçeli bir korku filmine dönüşmüş. kusura bakılmasın ama alfred hitchcock'un 1992'den 40 yıl önce ortaya koyduğu gerilim eserlerine bakarak keşke dracula'yı onun gözünden güçlü bütçeli şekilde bir görseydik diyorum. fantastik olmasından hoşlanmadığım bu versiyonlar hariç, romanın birçok noktasında gerçek hayata dokunuşlar mevcut. örneğin dracula serbest şekilde dolaşabilen birisi değil. bir ortama dehşet saçmak için gerekli çok unsur var. bu da onu salt ölümsüz değil, yarı ölü bir insan yapıyor ki zaten eski bir fani olarak romantize bile ediliyor profesör karakteri tarafından.
devam edecek...
görsel freepik üzerinden, silinmez umuduyla koyuldu.
öncelikle kitabı 2 ay önce bitirdim ve kitaba başlama sebebim çok ağır eserlerden biraz ortam yaratıp daha eğleneceğim bir kült roman arayışıydı. daha sonra gotik roman okumak istedim ve herkesin bildiği bir kurgunun aslını okumak istedim. tam da bu yüzden frankenstein ile beraber okumuştum ki frankenstein'ı basitleştirilmiş şekilde bir kere, roman olarak bir kere okumuştum ve keyif almamıştım. gerek bu eserden gerek frankenstein'dan bu sefer çok keyif aldım. keyif alma sebebim hem bu sefer okumaktan daha çok keyif alan bir insan olmam hem de bu iki eserin nerelere dokunduklarını yıllar içinde daha güzel araştırabilip üstünkörü özetlerden kendimi kurtararak daha berrak şekilde iki romana bakabilmiş olmam.
romanın baş karakterlerini kısaca yazayım.
kont dracula : kurgu onun üzerine o yüzden çok tanıma gerek yok.
van helsing : vampirler üzerine uzun yıllar boyu araştırmalar yapan, suç ve suçlu psikolojisine de oldukça hakim profesör doktor, filozof, avukat, bilim insanı (cumhurbaşkanı, başbakan, vali, muhtar, mareşal- neyse abartmayalım) - akılcı çözümler ve öngörü yeteneğiyle herkesi yönlendiren bir insan.
dr seward : romanın ortalarından itibaren çok önemli olan ve renfield isimli akıl hastasında farklı bir şeyler olduğunu sezerek kurguya daha önemli şekilde dahil olan psikiyatrist.
jonathan harker : iyi niyet timsali, romanda en önemli karakter olarak dracula ile bağının okuyucuya ucu açık şekilde bırakıldığı ve dracula'nın hakkında "my man" dediği, bu yüzden kimseye yem etmediği baş karakter.
mina harker : romanın en önemlilerden olmasına rağmen en saçma karakteri. konuşma dili, mektuplardaki yazışma şekilleri, şatafata düşkün değilmiş gibi kendini göstermeye çalışıp "istemem yan cebime koy" diyen bir karakter olarak kesinlikle malum partili olduğunu düşünüyorum. hatta malum parti hiç olmasaydı da mina harker malum partili olurdu buna eminim.
roman çok güzel bir şekilde, jonathan harker isimli bir avukatın, londra'da emlak yatırımı için yanına gittiği asilzade kont dracula'yla ilk el sıkışmasına kadarki ufak macera ile başlıyor. bu romanın en göze çarpan özelliği, harker'ın gerek şatoya giderken yolda yaşadıkları, gerek şatonun içinde dracula hakkında hem sorgulamalar yapıp hem de kendi akıl sağlığını korumaya çalıştığı, çelişkiler içine düşerken bir yandan da korkuyu iliklerine kadar hissetmesini notlarına yazması ve bizim o notları okumamız ve gerilimi nefis şekilde hissetmemiz. şatoya giderken harker'ın anlattıkları, şatoda dracula hakkında anlattıkları ve kitabın ilk bölümünü oluşturan, harker'ın kitabın açılışını oluşturan o kısa kaçış anlatımları ile içine öyle bir çekiyor ki, kitabın sadece bu bölümü korku-gerilim türüne verdiği ilhamlarla seyrettiğimiz birçok bu türdeki eserin buradan ilham aldığını kanıtlıyor.
özellikle jonathan harker üzerinden ilerleyen bütün bölümlerde çaresizliği, dramı, gerilimi hissediyoruz.
romanın en nefis bir diğer karakteri, romanda eldeki malzemenin aksine güzel kullanılacakken gitgelli şekilde kullanılan ve bir yerde çok zeki iken bir başka yerde aciz olduğu görülen ve bir türlü kalıba oturtulamayan renfield karakteri. kont dracula gibi, yazar renfield hakkında bizi tam kurgunun içine çekemiyor. renfield'dan çok onun oluşturduğu tehditlerin yansıması üzerinden onu araştıran ve onda özel bir şeyler olduğunu farkeden dr. seward üzerine yoğunlaşınca biraz hevesimiz kaçıyor.
bu roman, kült kelimesinin tam karşılığı olarak, edebi anlamda onlar kadar güçlü olmasa da tıpkı don quixote ve oblomov gibi yazarının önüne geçmiş eserler listesinden bir eser. en zayıf noktası, elindeki olağanüstü malzemeyi entelektüel gücü diğer iki örnekteki yazarlar gibi kullanamayan bir yazara sahip olması.
çevirmen can kantarcı'nın da anlattığı üzere; yazarının ölümü sonrasında bir başka eserin "biz telif ile uğraşmayalım" denilerek çaktırmadan dracula'ya kaynak verilmeden ünlenmesi , bram stoker'ın eşinin de duruma uyanıp davalarla beraber işin peşine düşmesi üzerine asıl eser, kaynak eser okurlar tarafından fark ediliyor. dracula efsanesi, genç kızların boynundan kan emen vampir, gerek batman çizgiromanlarına gerek entelektüel seri katil furyasına güzel kaynaklardan birisi oluyor. batman çizgiromanlarındaki birçok unsur, romanın içindeki birçok ayrıntı ile çok ciddi benzerlikler gösteriyor.
gözden kaçan dracula efsanesi okurlar tarafından fark edildikten sonra 100 küsür yılda öyle bir etki yaratıyor ki, bugün gece, gerilim, şato, yarasa gibi unsurlar korku filmlerinde yer ediyorsa bunun en büyük yardımcılarından birisi dracula. tiyatro oyunlarından beyazperdeye, korku akımından mythlere dair bugün hayatımızdaki her şey dracula'ya da dokunuyor.
spoiler olmadan anlatmak istediğim için şimdi devam edelim romanla ilgili detaylara.
romanda yazarın benim başta belirttiğim o "elindeki malzemeyi kullanacak birikime sahip olmama" durumu, yani romancı olarak çok güçlü olmama durumu o kadar göze çarpıyor ki, dracula'nın en en sevilen eserleri, dracula devamında çekilen ve hikayeye değişik yorumlar katılan filmler ve ayrıca yan hikayeler şeklinde kurgulanmış dracula kitapları oluyor. romanda dracula evli olmamasına rağmen ona diğer hikayelerde bir kadın bahşetmek, onu aşk hayatı vs. ile bağdaştırmak yine asıl eserin eksikliği dolayısıyla yapılan yorumlar denilebilir.
romanda romancının, benim adını tolstoy sendromu olarak koyduğum ayrıntısı da göze çarpıyor: benim için tolstoy'un romana adını verdiği karakterleri unutup yan karakterler ve kendi hayat görüşlerinde bizi kaybettiği romanlardan dolayı tolstoy sendromu isimlendirmesi yapıyorum. işte bu sendrom benzeri şekilde dracula gibi muhteşem bir karaktere çok az yer veriliyor. müthiş bir malzeme varken, sayfaları dracula ile karşılaşmak için çeviriyorsunuz ama asıl karakter onun etrafında şekillenen olaylar dolayısıyla resmen unutuluyor.
bu yüzden romanın en güzel bölümü, tıpkı savaş ve barış'ın ilk cildi, don quixote'nin ilk cildi vs. vs. gibi onlarca eserden örnek verebileceğimiz üzere, bunlara benzer şekilde ilk bölüm adını verebileceğimiz başındaki 100-150 sayfa civarı oluyor.
eserin gerek beyazperde gerek diğer görsel sanatlar denemelerinde ortaya çıkarılan dracula portresi ile benim düşünce yapımda, benim görsel dünyamda çok çok büyük farkları var.
örneğin en basit şekilde bana gülünç gelen, bu romanın sanki bir fantastik roman gibi işlendiği bir 1992 versiyonunun olması. birçok insanın beğenmekle kalmayıp bir de akademinin 3 tane oscar verdiği(ses, kostüm vs. dallarında) bram stoker's dracula isimli francis ford coppola filminden resmen nefret ederim. çünkü hem yorumlama anlamında bir fanteziye dönüşmüş hem de romandaki o gerilim unsurları resmen kostüm partisine dönüşmüş. emin olun 1992 yılında da seyretseniz aynı etkiyi alırsınız çünkü gotik bir roman adeta tamamen doğaüstü unsurlarla bezenmiş. gerilim türünün en en güzel örneklerinden olan roman resmen duusk bütçeli bir korku filmine dönüşmüş. kusura bakılmasın ama alfred hitchcock'un 1992'den 40 yıl önce ortaya koyduğu gerilim eserlerine bakarak keşke dracula'yı onun gözünden güçlü bütçeli şekilde bir görseydik diyorum. fantastik olmasından hoşlanmadığım bu versiyonlar hariç, romanın birçok noktasında gerçek hayata dokunuşlar mevcut. örneğin dracula serbest şekilde dolaşabilen birisi değil. bir ortama dehşet saçmak için gerekli çok unsur var. bu da onu salt ölümsüz değil, yarı ölü bir insan yapıyor ki zaten eski bir fani olarak romantize bile ediliyor profesör karakteri tarafından.
devam edecek...
devamını gör...