yazar: atilla atalay
yayım yılı: 1993
yazarın yaratmış olduğu sıdıka karakteri gibi birçok karakterin skeçlerinden ve on yedi öyküsünden oluşan mizahi eseridir.
yayım yılı: 1993
yazarın yaratmış olduğu sıdıka karakteri gibi birçok karakterin skeçlerinden ve on yedi öyküsünden oluşan mizahi eseridir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "bir göçmen" tarafından 02.12.2021 12:00 tarihinde açılmıştır.
1.
1- bir salyangoz türü (imiş). ikinci maddeye de isim babalığı yapmıştır.
2- atilla atalay'ın çeşitli öykü ve skeçlerini (ve bu arada birçok sıdıka skecini) derlediği kitabı ve kitaba adını veren öykü. baskısı var mı hatırlamıyorum, ama muhtemelen vardır zira iletişim yayınları ankara'ya kitap fuarına geldiğinde stantlarından almıştım. öykü, tıpkı atilla atalay'ın çoğu kitabının adını aldığı hikayeler damardır...
orda duruyor. nasıl olsa eninde sonunda göz göze geleceğiz; ama ilk hareket ondan gelmeli, bekliycem. allah kahretsin... yine çok güzel, çok... aklıma tüküreyim, nasıl da terk ediştik yasemin’le. okulun kantinindeydik galiba, “sen” dedi, “hamama gider kurnaya, düğüne gider zurnaya âşık olursun.” sana ne kızım, gönlümün kâhyası mısın gibisinden lâfı ağzımda geveledim. “köpek gibi geri dönersin ama!” dedi. o lâfı demeseydi, hemen ertesi gün dönerdim belki. ne o ne ben döndük ve üç yıl sular seller gibi geçip gitti.
olanca güzelliğiyle hâlâ orda duruyor. beni gördüğünü biliyorum. yanına gidip “merhaba!” desem, çok büyük bir taviz sayılmaz. yanındayım... ilk darbeyi:
-şişmanlamışsın, diyerek indirdim.
karşı saldırı anında geldi, beni öldüren gülümseyişle:
-senin de saçlar gidiyor galiba (!) dedi.
arada boşluk kalmadan:
-gamzeni n’aaptın? diye sordum. yanağında gamze vardı, aldırttın galiba ya da fondötenlerin altında kalmış, gözükmüyor (!)
kıvılcımlar saçarak:
-hayatımda suratıma fondöten sürmedim ben, dedi.
güzel, sinirlendi... yumuşatmalıyım...
-o zaman gül bakalım, gamzen yerinde mi, görelim?
hemencecik güldü. yavru kedi mi yuttum, içimi ne cırmalıyor? niye kalbim küt küt atıyor ki? bir gülüşte böyle olursam, sonrası n’aapar beni?
-sahilde yürüyelim mi banklara otururuz, dedi.
-işte zafer! belli ki o yavru kediden yasemin de yutmuş. yürüyoruz... saatine baktı:
-iki saat sonra özkan işten çıkar, dedi.
-özkan haa!... demek özkan... kasten ismini yanlış söyleyerek:
-ne iş yapıyo bu öztan? dedim.
-reklâmcı, diye yanıtladı.
-ben tanıyo muyum bu özcan’ı?
durdu, kızdı; ama belli etmiyor.
-tanımazsın, özkan boğaziçi’nden.
demek özkan boğaziçi’nden. iyi... aferin özkan’a... bravo yani... aşağılık özkan... ibibik, badem... bakışlarımdan düşüncelerimi okumasın diye denizi seyrediyorum.
-senin minö n’aapıyo? diye sordu.
minö ne demek be kızım!.. benim taktiğimi kulianıyor. ben ısrarla “umurumda değil!” muamelesi çekerek herifin adını yanlış söyledim ya... o da benimkinin adını tahrif ediyor. mine yerine minö. pes yani... bari emine filân de be kızım. yuh yani! feci dalga geçti benle.
-gitti, amerika’da, dedim.
çay bahçesindeyiz. o da ne? yasemin’le şarkımız çalıyor: “arapsaçı.” ha ha hey!.. şimdi bittin işte kızım! sen dayanamazsın bu şarkıya... kim kime köpek gibi dönermiş görücez! hele bir şarkının o bölümü gelsin. “gönlüm söz dinlemiyoor / sevdiğimi ver diyoor / kim görse şu hâlimi / bir daha sevme diyoor / aaah aşk yüzünden / arapsaçına döndüm / çöz beni arapsaçı / çivi çiviyi sökeer / budur bunun ilâcı.” peki, bana n’ooluyo? şarkıyı dinlememek için içimden “gün doğdu hep uyandık / siperlere dayandık.” marşını söylüyorum. o da kafasını daldırıp bir şeyler arıyormuş rolü kesiyor. şarkı yüzünden iki tarafta da zayiat yok. bravo! direncine hayranım bu kızın!
-gitmeliyim, dedi.
giit... kal mı diycem sanıyorsun.
-iyi, sen bilirsin...
git... git... özkan bekliyodur... yürrü... son bıçağı sapladım:
-kilo vermeye çalış. özton’a benden selâm...
usulca kalkıp masadan uzaklaştı. ardından bakıyormuş gibi olmamak için masa örtüsündeki kırmızı kareleri saymaya karar verdim. bir... beş... on... allahım! ebekulak... beykoz’da dolaşırken tam dört yıl önce yerde bulup ona vermiştim.
-bizim köyde bunlara ebekulak derler. yağmurdan sonra çimenlerin üstünde bir sürü olur. çocuklar avucuna alıp şarkı söyler. al, senin olsun, beni hatırlarsın.
şimdi o ebekulak iki kırmızı karenin arasında öölece duruyor... şarkı sırasında çantasını karıştırıyordu. o zaman koymuş olmalı. silâh olarak ebekulak çekeceğini hesaba katmamıştım.
içimdeki yavru kedi debelendi. diyememeklerle geçen ömrüme bir de “yasemiiin” sözcüğü eklendi. yüz kırmızı kare... bin kırmızı kare...
2- atilla atalay'ın çeşitli öykü ve skeçlerini (ve bu arada birçok sıdıka skecini) derlediği kitabı ve kitaba adını veren öykü. baskısı var mı hatırlamıyorum, ama muhtemelen vardır zira iletişim yayınları ankara'ya kitap fuarına geldiğinde stantlarından almıştım. öykü, tıpkı atilla atalay'ın çoğu kitabının adını aldığı hikayeler damardır...
orda duruyor. nasıl olsa eninde sonunda göz göze geleceğiz; ama ilk hareket ondan gelmeli, bekliycem. allah kahretsin... yine çok güzel, çok... aklıma tüküreyim, nasıl da terk ediştik yasemin’le. okulun kantinindeydik galiba, “sen” dedi, “hamama gider kurnaya, düğüne gider zurnaya âşık olursun.” sana ne kızım, gönlümün kâhyası mısın gibisinden lâfı ağzımda geveledim. “köpek gibi geri dönersin ama!” dedi. o lâfı demeseydi, hemen ertesi gün dönerdim belki. ne o ne ben döndük ve üç yıl sular seller gibi geçip gitti.
olanca güzelliğiyle hâlâ orda duruyor. beni gördüğünü biliyorum. yanına gidip “merhaba!” desem, çok büyük bir taviz sayılmaz. yanındayım... ilk darbeyi:
-şişmanlamışsın, diyerek indirdim.
karşı saldırı anında geldi, beni öldüren gülümseyişle:
-senin de saçlar gidiyor galiba (!) dedi.
arada boşluk kalmadan:
-gamzeni n’aaptın? diye sordum. yanağında gamze vardı, aldırttın galiba ya da fondötenlerin altında kalmış, gözükmüyor (!)
kıvılcımlar saçarak:
-hayatımda suratıma fondöten sürmedim ben, dedi.
güzel, sinirlendi... yumuşatmalıyım...
-o zaman gül bakalım, gamzen yerinde mi, görelim?
hemencecik güldü. yavru kedi mi yuttum, içimi ne cırmalıyor? niye kalbim küt küt atıyor ki? bir gülüşte böyle olursam, sonrası n’aapar beni?
-sahilde yürüyelim mi banklara otururuz, dedi.
-işte zafer! belli ki o yavru kediden yasemin de yutmuş. yürüyoruz... saatine baktı:
-iki saat sonra özkan işten çıkar, dedi.
-özkan haa!... demek özkan... kasten ismini yanlış söyleyerek:
-ne iş yapıyo bu öztan? dedim.
-reklâmcı, diye yanıtladı.
-ben tanıyo muyum bu özcan’ı?
durdu, kızdı; ama belli etmiyor.
-tanımazsın, özkan boğaziçi’nden.
demek özkan boğaziçi’nden. iyi... aferin özkan’a... bravo yani... aşağılık özkan... ibibik, badem... bakışlarımdan düşüncelerimi okumasın diye denizi seyrediyorum.
-senin minö n’aapıyo? diye sordu.
minö ne demek be kızım!.. benim taktiğimi kulianıyor. ben ısrarla “umurumda değil!” muamelesi çekerek herifin adını yanlış söyledim ya... o da benimkinin adını tahrif ediyor. mine yerine minö. pes yani... bari emine filân de be kızım. yuh yani! feci dalga geçti benle.
-gitti, amerika’da, dedim.
çay bahçesindeyiz. o da ne? yasemin’le şarkımız çalıyor: “arapsaçı.” ha ha hey!.. şimdi bittin işte kızım! sen dayanamazsın bu şarkıya... kim kime köpek gibi dönermiş görücez! hele bir şarkının o bölümü gelsin. “gönlüm söz dinlemiyoor / sevdiğimi ver diyoor / kim görse şu hâlimi / bir daha sevme diyoor / aaah aşk yüzünden / arapsaçına döndüm / çöz beni arapsaçı / çivi çiviyi sökeer / budur bunun ilâcı.” peki, bana n’ooluyo? şarkıyı dinlememek için içimden “gün doğdu hep uyandık / siperlere dayandık.” marşını söylüyorum. o da kafasını daldırıp bir şeyler arıyormuş rolü kesiyor. şarkı yüzünden iki tarafta da zayiat yok. bravo! direncine hayranım bu kızın!
-gitmeliyim, dedi.
giit... kal mı diycem sanıyorsun.
-iyi, sen bilirsin...
git... git... özkan bekliyodur... yürrü... son bıçağı sapladım:
-kilo vermeye çalış. özton’a benden selâm...
usulca kalkıp masadan uzaklaştı. ardından bakıyormuş gibi olmamak için masa örtüsündeki kırmızı kareleri saymaya karar verdim. bir... beş... on... allahım! ebekulak... beykoz’da dolaşırken tam dört yıl önce yerde bulup ona vermiştim.
-bizim köyde bunlara ebekulak derler. yağmurdan sonra çimenlerin üstünde bir sürü olur. çocuklar avucuna alıp şarkı söyler. al, senin olsun, beni hatırlarsın.
şimdi o ebekulak iki kırmızı karenin arasında öölece duruyor... şarkı sırasında çantasını karıştırıyordu. o zaman koymuş olmalı. silâh olarak ebekulak çekeceğini hesaba katmamıştım.
içimdeki yavru kedi debelendi. diyememeklerle geçen ömrüme bir de “yasemiiin” sözcüğü eklendi. yüz kırmızı kare... bin kırmızı kare...
devamını gör...
2.
bir atilla atalay kitabıdır.
atilla atalay bağımlılık yaptı bende. hem de ne bağımlılık. yıllarca okusam doymam. bir mizah dergisi yazarının bu kadar büyük bir öykücü olması zamanımızda çok rast gelinen bir şey değil. zaman değişti azizim, mizah de öyle.
belki yaşlandım ve çağı yeterince takip edemiyorum. belki çağın hakkını vererek yaşayan insanları benden çok daha zeki ve ben onlar karşısında çok cahil kaldım. belki çağ o kadar hızlandı ki ben tavşanı geçen kaplumbağa yanılsamalarına kapıldım. ama samimiyetle söylüyorum bu çağın mizahı bana biraz yabancı.
on yedi nefis öykü var bu kitapta. hepsi o dönemlerin pop kültürüne bolca gönderme yapan nefis öyküler.
elbette olmazsa olmazımız. sıdıka. sıdıka türk dizi tarihinin en iyi dizilerinden biridir. ve sıdıka öyküleri hassas türk aile yapısının şaşmaz bir göstergesidir.
otodidakt entelektüel ev kızı sıdıka'nın ailesine ve dünyaya kafa tutan çekingen asiliği büyüleyici bence. sıdıka izlemeyi her zaman sevdim ama sıdıka'yı okumak da bir o kadar keyifli imiş.
iyi mizah zamansız ve ölümsüzdür. atilla atalay iyi mizah yapar.
atilla atalay bağımlılık yaptı bende. hem de ne bağımlılık. yıllarca okusam doymam. bir mizah dergisi yazarının bu kadar büyük bir öykücü olması zamanımızda çok rast gelinen bir şey değil. zaman değişti azizim, mizah de öyle.
belki yaşlandım ve çağı yeterince takip edemiyorum. belki çağın hakkını vererek yaşayan insanları benden çok daha zeki ve ben onlar karşısında çok cahil kaldım. belki çağ o kadar hızlandı ki ben tavşanı geçen kaplumbağa yanılsamalarına kapıldım. ama samimiyetle söylüyorum bu çağın mizahı bana biraz yabancı.
on yedi nefis öykü var bu kitapta. hepsi o dönemlerin pop kültürüne bolca gönderme yapan nefis öyküler.
elbette olmazsa olmazımız. sıdıka. sıdıka türk dizi tarihinin en iyi dizilerinden biridir. ve sıdıka öyküleri hassas türk aile yapısının şaşmaz bir göstergesidir.
otodidakt entelektüel ev kızı sıdıka'nın ailesine ve dünyaya kafa tutan çekingen asiliği büyüleyici bence. sıdıka izlemeyi her zaman sevdim ama sıdıka'yı okumak da bir o kadar keyifli imiş.
iyi mizah zamansız ve ölümsüzdür. atilla atalay iyi mizah yapar.
devamını gör...