bir göçmen yazar profili

bir göçmen kapak fotoğrafı
bir göçmen profil fotoğrafı
rozet
karma: 6412 tanım: 260 başlık: 134 takipçi: 43

son tanımları


gemerek'te çevirmişler deniz gezmişin yolunu

(bkz: şarkışla)
devamını gör...

hoşçakal yarın

1997 yapımı reis çelik filmi. deniz gezmiş'in yakalanma ve idam sürecini anlatır.

başrollerden berhan şimşek (ki bu film çekilirken 40 yaşında), hiç benzetilemediği deniz gezmiş'i oynayamamış, tek avantajı olan sesiyle (evet sesi, çaycı hüseyin gibi sesi vardır) bağırıp durmuştu, zira oyunculuğu da epey tutuktur. müzisyen abimiz mazlum çimen de yusuf aslan'ı oynamaya çalışıp onu da becerememişti. hüseyin inan rolündeki bülent çolak yaş ve oyunculuk olarak rolüne biraz daha uymuştu ama makyaj yine sınıfta kalmıştı.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

filmin diğer rollerinde tuncel kurtiz, tuncer necmioğlu, orhan aydın gibi isimler vardır.


senaryo bölük pörçük. 12 mart'tan sonra deniz, yusuf, hüseyin ve sinan cemgil'in malatya'ya gitmek üzere yola çıkarken yollarının ayrılmasıyla başlıyor, sonra denizlerin şarkışla'da yakalanmaları, halit çelenk'in vekaletlerini alması, mahkeme süreci (ve idam kararlarının heyete yüzü görünmeyen biri tarafından dikte edilmesi), nihayet idamlar. öncesine hiçbir yer verilmemiş, dönemi hazırlayan eylemler, 68 kuşağı, 6. filo olayları, banka soygunları vs birkaç kısa flashback sahnesinde gösterilmiş, başrollerin yanında hemen hepsi usta aktörler olan diğer isimler de aşırı teatral kalmış falan. hatırla sevgili (muhtemelen daha iyi bir bütçeye sahip olunması sebebiyle) cast, makyaj, senaryo, mekanlar vs babında daha başarılıydı. ama hatırla sevgili'nin aksine idam sahnesi canlandırılmış, deniz gezmiş'in ayağının altından sehpanın çekilmesi ve yavaş yavaş hırıltıyla boğulması gibi ayrıntılara yer verilmişti.
devamını gör...

peşin satan veresiye satan

bir dönem hemen her dükkanın duvarlarını süsleyen, vergi levhasıyla atatürk fotoğrafı arasında yer alan gravür. muhtemelen avrupa'dan bize gelmiş bu gravür müşteriye "veresiye istemeyin, sonra borçlarınızı ödemiyorsunuz ve bizim dükkan böyle batıyor" altmetnini sunar.

"veresiye satan" başlığı altında, dağınık giyimli bir esnaf sadece ödenmemiş senetlerin olduğu kasasına hüzünlü bir ifadeyle bakmaktadır. ceketi bol gelecek kadar çelimsiz adamın ayağının altından geçen bir fare kompozisyonu tamamlar. "peşin satan" başlığı altındaki esnaf ise, çil çil altınla dolu kasasına sırıtarak bakarken tasvir edilir. g.t göbek salmış esnafımızın üstü başı gayet düzgün olup ağzında da uzun bir puro göze çarpar. her iki gravürün altında da şu mani yer alır:

veresiye veremem
arkan sıra gelemem
gelirsem de bulamam
bulursam da alamam


ha bu postere rağmen veresiye olur muydu? elbette olurdu. çünkü kredi kartı, eft gibi teknolojilerin olmadığı dönem ticaret veresiye üstünden yürürdü. kriz mriz olmadıkça da öyle büyük çaplı batışlar olmazdı.
devamını gör...

anneannemin akıl almaz maceraları


20 kitaptan oluşan muzaffer izgü eseri. bu kitapların üçü roman (daha doğrusu novella) diğerleri öykü kitabıdır. kocasını kaybettikten sonra kızının evine yerleşen hikmet teyze (anneanne) ve kahraman anlatıcı torunu metin'in maceraları konu edilir.

[[spoiler]]

başlıca karakterler şunlardır:

anneanne hikmet hanım::yaşına kıyasla epey dinç ve sağlıklı, zeki ve hamarat bir ev hanımıdır. kızıyla damadının "paramız yok" diye yapamayacağı fikirleri (emekli maaşıyla karşılanabilir şeylerse) gerçekleştirir, bir yandan da torunlarına kendi gençliğinden enstantaneler sunar (örneğin bir gün onları hamama götürür hamam görmedik demesinler diye).

metin: anlatıcı. anneannenin küçük torunu ve en iyi anlaştığı kişi. akıllı uslu, çalışkan ve terbiyeli bir çocuktur. seri boyunca hep 9 yaşındadır. anneannesinin çılgın fikirlerinde de ona ortaklık eder.

oya: metin'in ergen ablası, anneannenin büyük torunu. anneannesinin çılgın fikirlerine hep biraz dalga geçerek bakar ama sonunda o çılgın fikrin de ekmeğini yer.

nebahat'le fazlı: anneannenin kızıyla damadı. dar gelirli iki memurdurlar. tüm geçim sıkıntısına rağmen sayısal loto bile oynamazlar, her akşam gazete okurlar ve anneanneye saygılı, çocuklarına sevgiyle davranırlar. ama anneannenin çılgın projelerine her zaman ilk muhalefet onlardan gelir "ama anne ev kirası, ama anne kooperatif taksidi" falan diye...

tekir: evin kedisi. anneanne torunlarının okulda olduğu saatlerde bu kediyle vakit geçirir.

müzeyyen hanım: anneannenin yaşıtı olan komşu. anneanne sık sık kendisiyle ahbaplık eder.

atiye hanım: anneannenin halkbank'ta maaş kuyruğundan arkadaşı. anneanne onu göremezse "yoksa öldü mü" diye üzülür, bankacılara "atiye hanım geldi mi evladım" diye sorar.

[[/spoiler]]

her muzaffer izgü eserinde olduğu gibi geçim sıkıntısı bir şekilde girer işin içine. anneannenin torunlarına bisiklet alması, onları çadır kampına tatile götürmesi, apartman bahçesine sebze ekmesi gibi konular o geçim derdi yüzünden olur zira. tüm geçim derdine rağmen izgü'nün bütün karakterleri gibi mutlu olmasını bilirler, yine de boğaza takılan kılçığa benzer fakirlik.
devamını gör...

ters bayrak

zafer partisi üye ve sempatizanlarının yeni simgesi. şöyle bir şeydir kendisi:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bu bayrak, the last castle filminin türkiye'ye uyarlanmış hali aslında. zira bu filme kadar "bayrak ters çekilirse savaş yahut uluslararası yardım ilanıdır" diye hiçbir iddia yoktu. bakın altını çiziyorum, film vizyona girene kadar böyle şeyler türkiye'de yoktu. filmden ve 15 temmuz kalkışmasından sonra ortaya böyle bir şey attılar. hatırladığım kadarıyla, darbe sonrası davalarda aktif rol alan ve bir trafik kazasında ölen denizli başsavcısının odasında poster halinde bu bayraktan olduğu söyleniyordu. kamuoyunun ters bayrağı ilk duyması odur.

peki gerçekte bu ters bayrak nedir? cevabı için edirne'deki türk islam eserleri müzesine gitmek gerek. müzede karşınıza şöyle bir bayrak çıkacak ve aaa o da ne? işte bizim ters bayrak, ama düz... ay yıldızın üstünde "allah", altında "ittihat", sağ ve solunda "vatan" ile "namus" yazan bu bayrak büyük ihtimalle balkan savaşına katılan ittihatçı bir gönüllü grubun kendi tasarımı, nizami kullanım değil çünkü. yenilgiden sonra geri çekilirken bayrağı düşmana kaptırmamak için çömlekakpınar köyünün imamına vermişler, sonra köylüler de müzeye bağışlamış. yani görseldeki bayrak bu. tarihte kullanımı da gayriresmi olarak var. ama savaş vs durumunda kullanıldığı yalan.

savaşta ters bayrak kullanımına kanıt olarak da bir fotoğraf koyuyorlar.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bu da zavallıca bir hamle, çünkü bayrağın arka tarafı bu. bayrağın arka yüzeyi önle simetrik olacak şekilde dikilir. resimde de rüzgar arkadan estiği için bayrak da arkaya doğru açılmış, fotoğraf açısına göre de bu yönünü görüyoruz. bu kadar basittir. yoksa şu fotoğrafa da "kalkışma günü harp okulunda çekilen ters sancak" türü şeyler söylememiz lazımdı...
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

keklik (kitap)

fakir baykurt'un aynı adlı kuştan adını alan romanı. ayrıca yazarın gerçek kişilere (nazmiye demirel, süleyman demirel, haldun menteşoğlu, cevdet sunay vs) en çok gönderme yaptığı roman, hepsi de birer karakter olarak kitapta yerlerini almış. ayrıca tekniği de ilginç, çünkü yazar daha çok kullandığı ilahi bakış yerine kahraman anlatıcı gözünden yazmış. en çok kullanılan kahraman anlatıcı da yaşar ve dedesi elvan çavuş.


yaşar, sulakyurt'un bir alevi köyünde yaşayan 13 yaşında bir çocuktur. babası seyit, köyde iş olmadığı gerekçesiyle sürekli almanya'ya işçi kuyruğuna yazılır, ankara'daki hemşerileri aracılığıyla iş arayıp durur. öte yandan yaşar'ın dedesi elvan çavuş köyünü terk etmek istememektedir.

yaşarların köyü koruluk bir yer olduğu için çok vahşi hayvan barındırır. sık sık da ankara'da bir apartmanda kapıcılık eden tecir ali sayesinde şehirli avcılar gelir. zaman zaman amerikalılar da ava gelmektedir. avcılığın böyle yaygın olduğu bir ortamda büyüyen yaşar, avda kullanmak üzere yavruyken yakalayıp evcilleştirdiği kekliği çok sever. sık sık köyün avcıları yaşar'dan kekliği ister. fakir ama gururlu yaşar'ın dünyayı verseler kekliği satacağı yoktur. ama bir gün babası, kekliği çok seven amerikalı avcı bay harpir'a (tuslog personelinden john f. harper, bostonlu bir katolik) kekliği yaşar'dan habersiz hediye ediverir. amerikalı çok para verse de seyit almamış, "para yerine bana sizin orada çaycılık kapıcılık gibi bir iş ayarlasan yeter" demiştir.

ancak yaşar kendisinden habersiz keklik elden gidince hayata küser. dedesi hariç tüm aile ve köylüler "bugün olmazsa yarın unutur" gözüyle bakar, ama yaşar kafayı takmıştır bir kere... elvan dede en sonunda yaşar'ın elinden tutup kekliği geri istemek üzerine devlete başvurmaya karar verir. önce kaymakama giderler, kaymakam "reşit değil çocuk, babası onun adına vermiş" der. ankara'ya kadar inerler, vali de aynı şeyi söyler ama "yine de isterseniz nazmiye hanıma yahut amerikan heyet doktoru atilla bey'e (dönemin başbakanı süleyman demirel'in karısı ve cumhurbaşkanı cevdet sunay'ın oğlu) başvurun" der. nazmiye demirel de atilla sunay da dedeye birer çay ikram edip bir şey yapamayacaklarını söylerler.

elvan dede sora sora mr. harpır'ın oturduğu evi bulur. kapıda beklerlerken bir apartman sakininin şikayeti üzerine gözaltına alınan dede torun karakolda işkencelere uğrarlar, tam o sırada ihbarı yapan komşunun demirel'e durumu anlatması ve olaya kulak misafiri olan nazmiye hanımın "aaa süleyman o amca bize de geldi, anarşist değil gariban köylünün teki işte" demesiyle serbest bırakılırlar. aynı apartmanda oturan sol özentisi üç gencin evlerinde kalmaya başlayan elvan dede ve torununa apartmandaki gençler yardımcı olacaklarına söz verirler, peki bu nasıl olacaktır?
devamını gör...

tırpan (kitap)

fakir baykurt'un 1969'da yazdığı roman. çocuk gelin olaylarının ankara'da bile devam ettiğini okurların yüzüne vurur. ayrıca kitapta 68 ruhu da görülebilir.


kızılcahamam'ın bir köyünde yaşayan tüccar kabak musdu, komşu köyden dürü'ye talip olur. köydeki adamları it ömer ve köy imamı sayesinde deli gibi paralar saçarak dürü'nün babası velikul'u ikna ettirir. dürü'nün anası havana çok dayak yese de kızcağızın 40 yaşlarında, çoluk çocuk sahibi üstelik gördüğü anda korkudan bayıldığı çirkin bir adama kuma gitmesini hiç kabullenmez. ancak velikul paraya ikna olmuştur bir kere... üstelik bütün köy başlarına bir devlet kuşu konduğunu düşünmektedir.

bu düşüncelere katılmayıp dürü'yü anlayan sadece iki kişi vardır: köyün masalcı şamanı uluguş nine ve bacısını evlendirme çalışmaları kızın kendini asmasıyla neticelenince vicdan azabından en baba feminist kesilmiş kahveci hacı linlin. uluguş nine, köy kadınları ve hacı linlin, müstakbel kocasının adını duyduğunda bile tır tır titreyen dürü'yu birkaç kere kaçırmaya kalkarlar. ancak kaçırma eylemleri, jandarmayı harekete geçiren kabak musdu'nun gücü sayesinde hep başarısız olur. sonuçta düğün günü gelir, dürü davulla zurnayla musdu'nun köyüne yola çıkar...

gece eğlence bitip gelinle damat gerdeğe çekilince, uluguş ninenin eski tırpanını zuladan çeken dürü, alkollü kabak musdu'yu öldürür ve hacı linlin tarafından kimseye görünmeden kaçırılır. gün ağarıp cinayet ortaya çıktığı, jandarma da dürü'yu aramaya başladığı zaman, "eyvah eyvah kızımız katil oldu, şimdi onu da asarlar" diye ağlayan dürü'nün ailesini teselli etmesi de uluguş nineye düşer:


"boş yere ağlıyorsun! ağlama! kalk işine gücüne sahip ol! karakolsa ben giderim! mahpusluksa, ben yatarım! ipse, uzatıverir boynumu, ben asılırım! kalk işine! kalk kadınım! kalkıver; bu dünya kalmaz böyle."



taaşşuk-u talat'ul fitnat'tan beri, istemedikleri adamlarla evlendirilince intihar eden kız teması türk edebiyatında sıklıkla işlenmiştir. fakir baykurt bu konuyu 68'in isyan ateşleri yanarken değiştirerek ele almış. "intiharların önüne geçmek için devrimci bir çözüm lazım" mesajıyla biten kitap boyunca intihar eden köylü kızlar anılırken uluguş nineye "eğer bunların biri kendi canına değil kocasının canına kıyaydı bugün bunlar olmazdı" dedirtmiş. ha bugün olsa dürü de intihar eder ya da kabak musdu'ya sonradan aşık olurdu, o ayrı...
devamını gör...

dört kafadarlar takımı

90'larda çocuk olanların ilkokul hayatı boyunca mutlaka okuduğu dizi. avusturyalı yazar thomas brezina tarafından yazılan ve 67 kitaba kadar çıkan bu seri, her geçtiği ülke hakkında turistik bilgiler veren, aynı zamanda o ülkede bir cinayet çözdüren sürükleyici kitaplardan oluşuyordu. gerçi kitaplar çoğu seride olduğu gibi şablonlarla yürürdü, ama kendini okuturdu o ayrı.

her kitap, evvela dört kafadarın tanıtımıyla başlar. pre-ergenlik çağındaki lilo'yla aksel ve onlardan biraz daha küçük olan poppi'yle dominik:


* lieselotte (kısaca lilo) grubun lideridir; uzun boylu, sarışın, sürekli iki omzundan aşağı iki örgüyle gezen güzel bir kızdır. kayak yapmayı ve polisiye okumayı sever. yaşıtı olan aksel'le inceden bir flörtöz havaları vardır.

* aksel, yaşıtı lilo'nun kardeşi gibi durur; kısa boyludur ama oldukça çevik ve güçlü bir yapıdadır. tam bir cep herkülüdür, madalyalı bir atlettir. arkadaşlarının onunla "götten bacak" falan diye dalga geçmelerine karşı hırs yapıp köpek gibi vücut çalışmış ve böylece şampiyon bir sporcu olmuştur.

* paula (kısaca poppi) veteriner çocuğudur, kedi manyağı bir vejetaryendir. evinde kedi ve köpeklerin dışında balıktan hamster'a kanaryadan tavşana birçok hayvan besler. beceriksizliği zaman zaman başına dert açsa da durumu toparlamasını bilir, ayrıca hayvanlarıyla da sık sık grubu kurtarmışlığı vardır.

* dominik, gözlüklü ve sivilceli bir çocuktur. ünlü bir aktörle aktristin çocuklarıdır, kendisi de çocuk tiyatrolarında oynar. bir ülkeye seyahat edilecekse orası hakkında uzun araştırmalar yapar ve gelinen ülke hakkında rehberlik yapar. ukala konuşmaları genellikle sıkıcı bulunur.


kitapların olay örgüsü de aşağı yukarı şöyledir:


* kahramanlarımızdan birinin yabancı arkadaşından bir davet alınır, daveti alan "o zaman üç arkadaşımı da getiriyorum sana" der ve dört kişi o arkadaşın ülkesine gidilir, akrabalarıyla tanışılır.

* gezinin başlarında bir şekilde bela bizimkileri bulur. ya içlerinden biri kaçırılır ya da başka bir cinayete şahit olurlar. sonuçta çocuklar "polisi molisi karıştırmadan biz bu işi araştıralım" derler. bir yandan ülkede turistik gezi yaparken bir yandan da bu belaya yol açan gizemli şahsı ararlar.

* kitap boyunca kovalanan kötü adamla sonlara doğru yüzleşilir, ancak kötü adamımız "ben sadece kuklayım, asıl benim üstümde x var" der. o x te her zaman ev sahibinin bir akrabası olur. sonuçta hem x hem de aranan adam yakalanır.

* kahramanlarımız olayı çözdükten sonra "eh şimdi de şuraya mı gitsek" "ama uçaktan bıktım bu sefer vapura binelim" "aman macerasız bir yer olsun" diye konuşarak bir sonraki kitabın geçeceği yer hakkında ipucu verir.


nice polisiye sever, bu bol taramalı karakalem resimleri baskıda iyice kalitesiz çıkan kırmızı kitaplardan bir şeyler kapmıştır diye iddia ederim, ama ispat edemem*...
devamını gör...

amerikan sargısı

fakir baykurt romanı. tıpkı tırpan ve kaplumbağalar gibi ankara'nın köylerini denetlediği yıllarda yazdığı bu roman sanki biraz acemi işi, çünkü anlatım bir acayip. aniden anlatıcı ilahi bakıştan kahraman bakışına, sonra tekrar ilahiye kayıyor ve bunu belirten tırnak vb işaret yok.


abd yardım fonu aid'in türkiye yöneticisi mr. roger, tarım yardımlarını kanalize edecek bir pilot köy arayışına girer. tartışmaların ardından ankara yakınlarında havaalanı yolundaki kızılöz köyünde karar kılınır. mr roger, sponsor melih dalyan, metresleri, türk mihmandar, vali, kaymakam ve nato'da yetkili bir yerde olan tuluğ paşa hep beraber köye giderler. heyet köylülere çeşitli vaatlerde bulunur, ancak köy muhtarı izzet ve ihtiyar korucu temeloş dede "eksiklerimizi kendimiz gideririz sağolun" derler. heyetin ısrarları üzerine de "tarlalarla aramızdaki tepeyi kısaltın o zaman" derler. heyet de bunu kabul eder.

oncelikle pilot köyün adı "kızıl" rusları çağrıştırıyor diye güzelöz olarak değiştirilir. daha sonra da gerçekten tepe tamamen tıraşlanır, dümdüz bir alan halini alır. bu alanda da bir amerikan çiftliği kurulur, ananas ağaçları dikilip cins cins ithal hayvan getirilir. köylüler artık komşu köylülere hava basmakta, namları tüm çubuk ovasında kıskançlıkla anılmaktadır. tabii kaymakam, vali vs düzenli olarak örnek çiftliği teftiş etmekte, amerikalılar fotoğraflar çekip propaganda broşürlerine basmaktadır. birçok unutulmuş köyden biri olan kızılöz abad olmuştur... peki öyle midir aslı? tersine köylüler bu durumdan çok şikayet etmektedir. ekilen amerikan tohumları hiç büyümemekte, ananas fidanları kuruyup gitmektedir. ithal tavuklar, sığırlar ve keçiler de teker teker hastalanıp ölmüştür. şikayetlerin iletildiği amerikalı veterinerler hastaları alıp yeni hayvanlar getirseler de yeni gelenler hemen hastalanmaktadır. köy öğretmeni cemal'in ne tohumların ne de hayvanların iklime dayanamadığını, kendisinin talebiyle gönderilen öğretmen ertan'ınsa okulda çalışmayıp habire dağda maden aradığına dair valiliğe dilekçe vermesiyse köye baskı olarak döner. köyden tutulan korumalar dışında çiftliğe girişler yasaklanır, cemal öğretmen sürgün edilir, yerine çiftlik sorumlusu bobby'nin sevgilisi tülay atanır. ihtiyar temeloş bütün bu olan bitenden çiftliği sorumlu tutmaktadır. bir akşam gizlice tel örgüleri aşarak çiftliğe girmeye kalkar. gözünü karartıp ağaçları kesecektir ama torunu yaşındaki korucuya yakalanır ve ağır bir dayak yer.

tülay öğretmen ve onun aşkıyla artık türkleri daha iyi anlayan, ülkesinin emperyal politikalarından haz etmeyen bobby temeloş'u ankara'ya, amerikan hastanesi'ne götürürler. hastanede temeloş'a çok iyi bakılmaktadır ama temeloş bir türlü iyileşmemektedir. derken bir gün temeloş, topal bacağına yapılan sargıda da tokalaşan türk ve amerikan ellerinden oluşan aid logosunu görür ve cinnet geçirir. hastaneden kaçtığı gibi köyüne döner. sonra da tüm köylüleri toplar, örnek çiftliğin üstüne taşları yığmaya başlarlar. tam o gün de örnek çiftliği görmeye amerika tarım bakanı gelmiştir, ona da büyük bir sürpriz ve şok olur...

devamını gör...

beyaz melek

mahsun kırmızıgül sinematik evreni'nin ilk filmi, çok ağlatan film. huzurevlerini anlatan bu filmin sonundaki "diyarbakır'da huzurevleri iflas ederken batıda her yıl yenileri açılıyor" türü mesajlar ilgi çekiciydi. ayrıca sapına kadar ajite bu film çok ilgi görmüş, mahsun'un "aha bu işte ekmek var" diyerek sinemaya hepten ısınmasına neden olmuştur.


beyninde tümör olan güneydoğulu zengin toprak ağası mele ahmet*, çocukları tarafından i̇stanbul'a hastaneye getirilir. yatırıldığı hastane odasında terk edildiğini sanan ahmet ağa buradan kaçar. yol iz bilmediği için kendisini bulan polislerce darülaceze'ye gönderilir. huzurevi sakinleri ahmet ağayı dostça karşılarlar. huzurevinde yatalak bir hastaya işkence eden hastabakıcı kader dışında tüm personel (başta müdür ve kapıcı hıdır olmak üzere) gayet kibar ve saygılı insanlardır. yine de huzurevi sakinleri burada unutulmuşluktan, çocuklarının kendilerine bir telefonu çok görmesinden rahatsız olmaktadır...

huzurevinde bunlar olurken çocukları da (büyük oğlunu yönetmenimiz mahsun oynamakta) ahmet ağayı aramaya devam eder ve tesadüfen huzurevinde bulur memlekete götürmek üzere alırlar. ağa oradan ayrılırken "gördünüz çocuklarım beni buralarda bırakmadılar. sizlerinse madem kimseniz yok, benim oğlum hepinizin oğludur, hepiniz köyümüze davetlisiniz" der ve huzurevi ahalisi de diyarbakır yollarına düzülür. bakalım kafileden melek teyzenin sık sık bahsettiği beyaz meleğin (yani azrail) yanına uğrayacağı sıradaki fani kim olacaktır?


filmin en kötü karakteri olan hastabakıcı, o sıralarda uğur dündar'ın gizli kamera soktuğu aydos dağındaki bir özel huzurevinden esinlenerek oluşturulmuş bir karakterdi. mesela altına kaçıran teyzenin k.çını yer paspasıyla silme sahnesi direkt o haberlerden alıntıydı. bununla beraber huzurevi ahalisinin hemen hepsi de sinema ve tiyatro camiasının devleriydi:

felçli albay - erol günaydın
yatalak nine - tanju tuncel
melek teyze - yıldız kenter
kore gazisi - nejat uygur
müzisyen - salih kalyon
karı koca - lale belkıs ile bilge zobu
melek hanıma ilanı aşk eden rum amca - toron karacaoğlu
oğlu hırsız olan teyze - tomris oğuzalp
depremde tüm ailesi ölen amca - erol demiröz
devamını gör...

usta'nın hikayesi

2013 eylülünde gezi parkı olayları'nın artçıları devam ederken, recep tayyip erdoğan'ın son günlerdeki sert çıkışlarının aksine insani yönünü göstermek adına beyaz tv'nin yaptığı program. "üçüncü dönemimiz ustalık dönemi olacak" beyanlarına istinaden "ustanın hikayesi" adını alan bu program belgesel sıfatıyla sunulmuştu, ama belgeselden ziyade rte ile ertem şener'in uzun bir söyleşisi ve zaman zaman giren vtr'lerden ibaretti.

doğrusu, rte'nin çocukluk ve gençlik hatıraları, emine hanımla tanışmaları, çocuklarıyla olan anıları, sporculuk döneminde yaşadıkları gibi olayların pek dikkat çektiğini sanmıyorum. keza muhalif muvafık herkesin ne kadar agresif biri olduğunu kabul ettiği rte'nin özel hayatında oldukça efendi biri olduğu iddiaları da pek ilgi çekmemişti. yine de bu anılarda bazı dipnotlar konuşulmuştu. örneğin rte, fenerbahçe'ye olan ilgisinin lefter küçükandoyadis'ten geldiğini, hatta lefter'i lisedeyken canlı canlı izlemeye gittiğini anlatıyordu. halbuki lefter, rte'nin 10 yaşında olduğu 1964 yılında futbolu bırakmıştı...

belgeselde asıl eleştirilen, söyleşiyi yapan ertem şener'in el pençe divan duruşu ve sorularına tezahür etmiş tabasbus (mesela reklam arasına gidilecek, önce izin isteniyor, hatta "yüksek müsaadelerinizle" deniyordu) , bir de ünlülerin söyledikleriydi. bu selebritiler kimdi peki?

orhan gencebay: belgeselde rte ile kız isteme anılarını anlatan gencebay, bu belgeselden sonra da rte ile muhabbetini iyiden iyiye koyulttu. halen saraya en yakın sanatçılardan biri, bu da her daim gündemde yer almasına neden oluyor. hatta kendi talebesinin de (ahmet koç gibi) işleri bu sayede epey açılmış.

ajda pekkan: rte ve emine erdoğan'la daha önce de sudan'a gitmiş olan süperstar, programda da bu seyahat anılarını anlatıyordu. bu programdan sonra da 50 yıl süren apolitik tutumunu bir kenara koyarak huber iftarlarının gediklilerinden biri haline geldi.

acun ılıcalı: baştan beri akp'ye yakınlığıyla bilinen acun, atina'da bindiği takside bile rte övgüsü dinlediğini anlatırken aynı sırada survivor, o ses türkiye, yetenek sizsiniz gibi trilyon yarışma formatını yapıyordu, hatta o kadar para kazanmıştı ki o yıl bir televizyon kanalı satın almıştı. halen bir medya devi ama artık sağır sultanın bile bildiği yandaşlık hususunda pek gündeme gelmemekte...

hidayet türkoğlu: milli basketçi hido, rte'nin amerika'da dahil çok sevilen bir cihan lideri olduğunu anlatıyordu. programdan sonra alıp yürüyenler arasında olan hidayet halen türkiye basketbol federasyonu başkanıdır.

fatih terim: rte'nin spordan bahsederken de övgüyle andığı terim, rte'nin sporla çok iligilenen bir başbakan olduğunu övünerek anlatıyordu. bu programdan sonra, özellikle 2016 avrupa şampiyonasındaki başarısız sonuçlar ve yine akp'ye yanaşan topçu arda turan'la olan kavgasının etkisi midir bilmem, politikadan da akp'den de giderek uzaklaştı. halen gs camiasında "evet demediği için altı oyulan muhalif hoca" algılarıyla biliniyor.

kenan imirzalıoğlu: o yaz süren gezi olaylarına katılan, hatta eylemlere desteğini belirtmiş birçok ünlüyle beraber uyuşturucu olaylarında gözaltına alınmış olan imirzalıoğlu, rte'nin onca yoğunluk arasında kendisine telefon etmesini "utandım" diye anlatırken elbette utandım dediği "ben ona karşı ne ayıp ettim" idi. bu programda en çok tepki gören kişiydi. belki de bu sebeple, bir daha siyasete karışmadı. 6 şubat depremlerinden sonraki yardım programına alınmaması ve ahbap'a olan desteği imirzalıoğlu'nun 10 yıl sonraki ilk hatırlanan politik çıkışı oldu.

kenan ışık: rte'nin istanbul büyükşehir belediye başkanıyken ibb şehir tiyatrolarının başına getirdiği kenan ışık, rte'nin hoşgörüsüne dair bir anısını anlatırken çok eleştiri almıştı. "yalan söylüyorsun" dendiğinden mi yoksa "ne ihtiyacın var senin" dendiğinden mi hatırlamıyorum ama çok tepki çekti işte. programdan sonra da en ağır yandaş kanalda (atv) program yapmayı sürdürdü, mayıs 2014'te beyin kanaması geçirip komaya girdi. halen bitkisel hayatta.

şahan gökbakar: rte'nin çok samimi, kendisine "tombişim" diye takılan esprili biri olduğunu anlatan şahan daha sonra halkbank reklamlarında da oynadı. reklamlar bitince de yavaştan muhalefete geçti. halen kızılay'ın yandaş başkanıyla olan polemiği sürdürüyor.

abdullah gül: rte'nin yol arkadaşı ve parti içi rakibi gül'le usta'nın aralarıysa bu programdan sonra hızla bozuldu. 17-25 aralık vs derken 2014'te cumhurbaşkanlığı biten gül partiye geri alınmadı ve muhalefete geçti. daha doğrusu garantici haliyle muhalefetten de tam destek istedi, ama gerek hulusi akar'ın tepkileri gerekse muhalif seçmenin ona halen ısınamaması sebebiyle bir daha aday da olamadı.

belgesel iktidar çevrelerinde pek etki yaratmadığı, muhalefetteyse ancak güldürü ve öfkeyle karşılandığı için midir, yoksa gül ve şahan dahil bazı kişilerle yollar ayrıldığından mı bilmem, çekildikten sonra sadece bir kere yayınlandı. tamamına buradan ulaşılabilir.
devamını gör...

onuncu köy

bir fakir baykurt romanı. doğru söyleyenin dokuz köyden kovulması misali 9. köyden kovulan bir öğretmenin maceralarını anlatır. anadolu bağnazlığına karşı tek başlarına mücadele veren öğretmenlere bir saygı duruşu niteliğindedir.


adı belirtilmeyen, arada konuşmalarından köy enstitüsü mezunu olduğunu anladığımız öğretmen damalı köy okulunda çalışmaktadır. disiplinli ve dürüst biridir, cehalete karşı prometheus gibi savaşmaktan şeref duyar. bir gün köyün ileri gelenlerinden duran ağaya "oğlunu okutuyorsun iyi güzel de, bu çocuğun büyük bacısı kayıtlı olduğu halde hiç okula gelmemiş, onu da gönder yoksa seni ihbar ederim" der. ağa kızını bir an önce kocaya yollama düşüncesindedir, hiç de okula yollamaya niyeti yoktur. ama muallimi de ne tehditle ne de rüşvetle yola getirebilir, ağa inatsa öğretmen de inattır. nihayet köyde düğün olan bir gece ağanın adamları öğretmene öldüresiye bir dayak atar. zar zor hastaneye yetiştirilen öğretmen daha iyileşemeden de hakkında ihbarda bulunulur.

zavallı öğretmen göreve döndüğü zaman soruşturmayla karşı karşıya kalır. millî eğitim müdürüne her gidişi baştan savılmasıyla biter, sonunda ağanın şikayeti üzerine başka bir köye sürülür. haklıyken haksız duruma düşürülmesine çok sinirlenen öğretmen, mesleğinden istifa ederek okulda öğrendiği nalbantlık zanaatıyla geçinmeye karar verir. kasabadan ahbabı demirci veli'ye kalfa girer. veli usta eski öğretmeni "bizim meslekte evin düzgün olacak, yemeğin iyi olacak, önce sana bir aile kuralım" diyerek kendi köyünden bir kızla evlendirir ve icazeti alan öğretmen ortaköy'de bir dükkan açar.

demirci köyde ne yapar? ya nal ya da tarım aletleri... tarım aleti isteyen müşterilerine ex muallim "tarlalar ne durumda" diye sorar. köylüler "biz ekip biçiyoruz, kendimize zor yeten bir mahsulü alıyor toprakların şehir dışındaki sahibine bir sürü para yolluyoruz" derler. ex öğretmen "olur mu böyle şey, toprak işleyenin su kullananın" diye köylüleri örgütler ve ağalara isyan başlatır. ama büyük toprak sahibi ankara'da bakanlara ihbarda bulunur. demircilik yapan eski öğretmen hakkında "komünist" diye soruşturma açılır. jandarmanın peşine takıldığı kahramanımız, karısıyla beraber bir gece buradan ayrılır.

tüm gece yürüyen çiftimiz yaşarköy diye bir yere tanrı misafiri olarak inerler. bakarlar ki köyde herkes kördür. evlerine konuk oldukları köylüler "her yıl hıdırellez toyuna kartallar dadanıyor, gözlerimizi oyuyor. köyün imamı da "bunlar mübarek kuştur dokunmak günahtır, kuşlara bir şey olursa başımıza taş yağar" diyor, bir şey yapamıyoruz" der. ex öğretmen "hıdırellezde ben de geleceğim, o zaman avlayacağız bu kuşları görelim bakalım taş yağıyor mu başımıza" der. nitekim hıdırellezde kuşlar üstlerine saldırdığı zaman öğretmen üstüne gelen ilk kartalı boğazından yakalar. ondan gören köylüye de cesaret gelir, imamın gözleri önünde tüm kartalları kovalarlar...
devamını gör...

ıstrancalı abdülharis paşa

mehmet berk yaltırık'ın yedikuleli mansur'dan sonraki ikinci romanı. 2003 edirnesiyle 17. yüzyıl sonu 18. yüzyıl başının bir karışımı olan osmanlı vampir romanı. galiba film teklifleri de almış ama "abdülharis'i değiştireceksin, ecdadımızdan dragula yaptırmayıh, iyi vampir olsun" falan gibi şartlar sebebiyle yaltırık abi kabul etmemiş.


2003 yılındaki öykü trakya üniversitesi tarih bölümünde yard.doç. olan asil cevherci'yle açılır. edirne'nin köklü bir ailesine mensup, öğrencisi güldem'le nişanlı, anneyle hanım arasında şimdiden sıkışmış yakışıklı akademisyenin okuduğu bir arşiv evrakında "abdülharis" ismi dikkatini çeker. asil hiçbir kaynakta rastlanmayan bu isim üzerine araştırmalara başlar. belgeler önce kırklareli yakınlarında bir köye yerleştirilen bir türkmen obasını, sonra osmanlı'dan madalya almış abdülharis isminde bir sipahiyi, daha sonra balkanlarda terör estirmiş bir eşkıyayı, derken bir kır serdarını göstermektedir, hepsi muhtemelen aynı kişi olan bu zatın ölüm tarihi belli olmamakla beraber günümüze kadar adına birçok belge uzanmaktadır...

1665 yılında göçebe karçarlı aşireti kırklareli yakınlarında bir köye iskan edilir. aşiretin reisi ishak bey'e köy tımar olarak verilir. bir gün ishak bey perili ormanda bir geyik avlar ve o gün karısı hamile kalıverir. ishak bey karısının yanına hiç uğramasa da herkes onu orada görmüştür... derken çocuk doğar, ishak bey besbelli cinlerin o geyiği vurmanın cezası olarak karısına hediye ettiği bu çocuğa "şeytanın kulu" anlamına gelen abdülharis ismini verir. aynı günlerde şeytanın kızı ismihan da kapısına bırakılır. zaman geçer, abdülharis 17 yaşındayken viyana seferi için seferberlik ilan edilir. babasının hasta olması sebebiyle köy birliğinin başına abdülharis geçer. viyana kuşatmasında kahramanca savaşır ve yaralanır, kuşatma başarısız olunca çekildikleri budapeşte'yi de müdafaa eden çerilere katılır. ancak tam şehir düşerken bir yeniçeriyi öldürüp kaçar. yolda ibro adındaki bir eşkıyaya rastlar ve onun çetesine katılır. savaşta ve gangsterlik yaptığı yıllarda vicdanını unutup yiğit, gözükara, aynı zamanda da acımasız ve zalim bir asker olarak nam salan abdülharis, 1690'da bu çeteden de kaçar ve kırım hanını bulur, elini öpüp ondan aman diler ve tekrar osmanlı ordusuna katılır. kırklareli'ne döner, eski tımarını geri alarak sadece kendi köyünü değil etraftaki köyleri de eşkıyalardan temizler ve devlet tarafından paşa rütbesiyle ıstranca voyvodası yapılır. uzun yıllar doğu trakya kırsalında kuş uçurtmaz. cinli kız kardeşi ismihan'la yaşamaya başlar, ta ki kapısına ustası ibro gelene kadar...

peki abdülharis'in sonraki yaşamı nasıl olmuştur, sırrı nedir ve asil'le yolları nerede kesişecektir? cevabı kitapta...

devamını gör...

kelleci memet

bir kemal tahir romanı. kahramanı, bir yüksek lisans tezine göre nazım hikmet'in eserlerinde ve mektuplarında da geçiyormuş. bu olabilir, zira nazım hikmet de o yıllarda kemal tahir'le aynı koğuşta yatıyordu.


olaylar 1940 yılında çankırı cezaevinde geçer. romana adını veren kelleci memet, istanbullu selim'in * sahip çıktığı 16 yaşında bir tutukludur. ufak tefektir ama elleri çok büyüktür.

virankale köyünden fakir bir aileye mensup olan memet'in lakabı, sürülmüş ve ürünü kaldırılmış toprakta kalan ve "kelle" denilen buğday başaklarını toplayan garibanlara verilen bir lakaptır. esaretten dönmüş bir savaş gazisi olan babası ve sıtmalı anası bir iki kere hapishaneye ziyaretine gelir, orada babasının maceralarını dinleriz. baba hep "esir düşünce madalyamı da kaptırdım, eğer azat olduğum zaman yakamda olsaydı maaş bağlarlardı" diye hayıflanmaktadır. uzun süre köyün zengini (ve memet'in öldürdüğü) osman ağa'nın koruculuğunu yapmıştır, artık yaşlandığı için çalışmamaktadır. memet te okuyamamıştır, selim abisinden okuma yazma öğrenir. bir yandan da zengin olma hayallerini kurar, ancak onun hayalleri muhsin bey'le ali nazik'in rakı içerken kurdukları hayallerden farklıdır. her ne kadar üstünü başını yapma, evinin damını aktarma, evlenme gibi hayalleri olsa da, bir yandan köyünün köprü, cami, okul gibi eksiklerini tamamlamayı, ayrıca çankırı'daki karatekin parkı'na benzer bir millet bahçesi yaptırmayı kurmaktadır.

memet, istanbullu'nun aracılığıyla iş yurdunda çalışır. eski bir han olan hapishane binasının dışarı bakan dükkanları iyi halli hükümlülerce işletilmektedir. memet de bu dükkanlardan birini istanbullu'nun aracılık etmesiyle devralır. dükkanın eski sahibi cinci nezir ve tahliyesine az kalan şeker emin'le pek anlaşamayan memet'e bu arada bir de iftira atılır, neyse ki çaldığı söylenen para başka yerden çıkar ve temize çıkar. derken 30 ağustos kutlamaları sırasında memet'in babası açık görüşe gelir. osman ağa'nın oğlu yusuf'un memet'in yavuklusu cemile'yi aldığını söyler.

burada flash-back ile memet'in köydeki hayatına döneriz. babası yaşlandığı için çalışamayan memet, babasının yerine osman ağa'nın konağında bekçilik yapmaktadır. cemile'yi sevmektedir, hatta tuz mağarasında beraber bile olmuşlardır ve memet'e "ağa onu sana alacak" denmiştir. yanaşması olduğu osman ağa, oğlu yusuf'un üvey anası ümmühan'la fan fin fon durumunda olduğundan şüphelendiğini söyler, onları izlemesini ister. kelleci memet, önce arkadaşı olan yusuf'u sıkıştırır. yusuf "böyle bir şey yok" dese de memet takibi sürdürür. derken ümmühan "osman şimdi de üçüncü karıyı alacak, senin yavuklun cemile'ye görücü yollayacak, zaten sen onu tuzhaneye attığından beri sana karşı ters davranıyor, seni de öldürecek" falan diye memet'i bir güzel doldurur. bir gün oduna giden osman ağa, çolak olduğu için memet'ten çiftesini ister. memet çifteyi uzatırken yanlışlıkla silah patlar, ağa ölür. "ağa onun yavuklusuna göz koymuştu" diye altyapısı da yapılan cinayetin kaza olduğuna memet kimseyi inandıramaz, yaşının küçüklüğü sebebiyle 6 yıl ceza alır.

epilog ise, başgardiyanın telefonla jandarmayı aramasıyla başlar. memet teneke makasını kapıp kaçmıştır. istanbullu selim, arkadaşı hatip ağa'ya "nereye gidebilir ki" diye sorar. "köyüne gider herhalde" cevabını alır. ama çok fazla da kaçamayacağı bellidir, çünkü başgardiyan köyüne yakın tüm karakollara ihbarda bulunmuştur.

devamını gör...

tatar ramazan sürgünde

1992 yapımı olup, ilk fimin* aksine coğrafi isimlerden oldukça faydalanmış ve bu konuda ağır bir mantık hatası içeren film.


film adana cezaevinde çekilmiş, nitekim çavuş kapıda otururken de nizamiye kapısındaki yazı okunabiliyor. hata şu ki; kahramanlar çoğunlukla adana'ya epey uzak illerden. örneğin abdurrahman çavuş için "sevinç köyünün ağası" deniliyor. ayrıyeten çavuş'un filmin başında dilendirdiği iki kopilinden biri karacahöyüklü, öbürü de muttalipli ahmet'tir (muttalip te eskişehir'e bağlı bir belde). öte yandan çavuş tatarlar hakkında atıp tutarken "git çukurhisar'a doğru boyacıköy, gel beriye kalkanlı" diyerek eskişehir yakınlarındaki tatar köylerini sayar. yani çavuş ve avanesinin eskişehirli oldukları bariz. ayrıca çavuş'un baş müttefiki akseli de akkiseli olsa gerek; konya'nın beldesinden yani. bunların rakibi olup tatar ramazan'ı destekleyen koğuş ağası kirmastılı dayıya namını veren yer de kirmastı'dır, bursa'nın mustafakemalpaşa ilçesi...

sorun şu ki, hemen orta ve batı anadolu'dan gelen bunca mahkum adana cezaevini nasıl çiftliğe çevirebiliyor? adana'nın kabadayıları babaları az dominant değildir, hele ki conolar ohoooo (bir ara 3. sayfaya çıkmadıkları gün yoktu). tabii muhtemelen izin vs derken kolaylık sebebiyle adana cezaevinde çekildi ama o tabelayı göstermeden de olabilirmiş.,en azından adanalıları gücendirmemek adına. "biz kendi memleketimizdeki mapushaneyi komple batılılara mı teslim etmişik" diye kızabilirlerdi...

devamını gör...

tatar ramazan

kerim korcan'ın hapishane öykülerini derlediği kitabı ve bu kitaba adını veren öykü.


sanılanın aksine bu bir hikaye kitabı. tatar ramazan da buradaki birçok öyküden sadece birinin kahramanı. kendi öyküsü dışında sadece bir öyküde adı geçiyor, o da ismen...

öykü, tatar ramazan sürgünde filmine esin kaynağı olmuş. ramazan abdurrahman çavuş'un yönettiği hapishaneye sevk ediliyor, burada çavuşun zulmüne karşı isyan ediyor ve onu düelloya davet ediyor. filmin aksine düelloda çavuş ölmüyor, ramazan'dan da şikayetçi olmuyor ve "bükülmeyen el öpülür" dercesine af diliyor,bir daha ramazan'ın önüne çıkmıyor. zaman içinde çavuş, kirmastılı dayı, akseli gibi ağalar hapisten çıkınca tatar ramazan cezaevinin yeni ağası oluyor. ama çavuşun aksine korkuyla değil sevgiyle kendini saydırıp otoritesini kuruyor. ilk filme konu olan cezaevi, hüseyin'in idamı, cıbıl halil ve meydancı mustafa, ramazan'ın karısı falan film icabı eklenmiş karakterler.
devamını gör...

mehmet genç

"hac yolundaki karınca" gibi benzetmelerle anılan, iktisat tarihinin yaşayan efsanesi (idi, şimdi eserlerinde yaşıyor)...

1934'de arhavi'ye doğan mehmet genç, ilköğrenimini bu kentte ortaöğrenimini istanbul haydarpaşa lisesi'nde yapar. buradaki hocalarından biri olan nihal atsız'dan çokça etkilenir. yüksek öğrenim için ankara üniversitesi'ne yazılır, siyasal bilgiler fakültesi'nin idari şubesini bitirir. cemalettin seber * ve sezai karakoç ile üniversiteden dönem arkadaşıdır, ancak onlar gibi edebiyata yönelmez. bir süre kaymakamlık stajı yaptıktan sonra, okul zamanı geçirdiği verem hastalığının etkileriyle taşrada kalamadığı için mi bilmiyorum, akademik kariyere yönelir.

1960 yılında istanbul üniversitesi türk iktisat tarihi enstitüsü'ne araştırma görevlisi olarak giren mehmet genç'in doktora tez konusu osmanlı ekonomisidir. tez danışmanı ömer lütfi barkan'ın önerdiği tüm literatürü toplar, türkçe, ingilizce, fransızca kaynakları didik didik eder. ancak her şeye rağmen ortaya doyurucu bir tez koyamamaktan şikayetçidir. hocası başbakanlık osmanlı arşivi'ne de bakmasını tavsiye edince genç'in hayatı değişir. arşiv tam bir derya denizdir, yüz binlerce evrak arasında cennete düşmüş gibi olur. belgelerle uğraşmaktan tezini muayyen sürede bitiremez. hocası "şimdi bulduğun kadarını ver jüriye, sonra geliştirirsin" dese de genç eksik iş yapmak istemediği için tezini teslim etmez. böylece jüri genç doktora öğrencisine f1 verir. tezini veremediği için artık asistanlıkta da kalamayacaktır. bu noktada hocası genç mehmet genç'i işsiz kalmasın diye "uzman" kadrosuyla yanında tutar. barkan'ın ömrü o doktoranın tamamlandığını görmeye vefa etmeyecek, hocasının 1979'daki vefatından 17 sene sonra mehmet genç meşhur tezini bitirebilecektir. ama artık arşivlerin kurdu olmuş, elinden geçmeyen tek kağıt kalmamıştır. aklında doktorluk doçentlik falan değil, newton'un "yerçekiminin sırrı"nı çözmesine benzer bir hırsla osmanlı ekonomik sistemini çözmek vardır. nitekim bunu başarır da. halen klasik osmanlı ekonomisini dayandırdığı iaşe, fiskalizm ve gelenekçilik tezi, bu sistemin feodalizme üstünlüğüyle yükselip merkantilizme direnemeyerek çöküşü iddiası ciddiye alınan bir tez; osmanlı imparatorluğu'nda devlet ve ekonomi kitabı sıkça kullanılan bir kaynaktır.

18 mart 2021'deki vefatından az önce bile, hasta yatağında bile belgeler üstünde çalışan mehmet genç hoca, fatih camii haziresinde kemal karpat ve halil inalcık gibi üstatların yanında gömülüdür.
devamını gör...

yusuf miroğlu

polat alemdar'ın beta sürümü. yine de polat'la kıyaslanmayı pek istemezdi herhalde, hele ki çakırla kıyaslanmaktan nefret ederdi...


üsküdarlı mütevazı bir aileye doğan bir mahalle kabadayısıdır. hasbelkader güneydoğu'da askerlik yapmış ve bu sırada atıcılığı iyice bellemiştir.

askerden döndüğünde mahallesine yerleşip yıllardır yanında çalıştığı tamirci osman ustanın dükkanını işletmeyi, aralarında veli - öğretmen ilişkisinden aşka evrilen bir şey geçen feraye uluhan'la işi pişirmeyi, kızkardeşi ve eniştesiyle yaşayıp gitmeyi kuran yusuf bu sıralarda bir mafya çatışmasının ortasında kalır. suikasttan kurtardığı mahalle çetesinin reisi kara hamit yusuf'a can borcuna karşılık onu yanına alır. yusuf çocukluğundan beri tanıdığı bu kabadayının arsa davalarında tetikçilik yapan bir taşeron olduğunu gördüğündeyse artık hamit'le hasmı kesik recep arasında kalmıştır. derken feraye'nin kara hamit'in adamlarınca yanlışlıkla vurulması bardağı taşıran damla olur ve yusuf mafyaya savaş açar. bu yolda kara hamit ve kesik recep gibi mahalle babalarından arif şahin gibi büyük mafyalara, banka hortumcularına, enerji ihalelerindeki simsarlara, giderek cia'ya kadar uzanan hedeflere kafa tutacak, kontrgerilla şefi ağabey, güç meraklısı gazeteci savaş ve yozlaşmış kontrgerilla eskisi turgay atacan ile de çelişecek, üstüne ağabey'in kızı zeynep'le de işi pişirecektir...

miroğlu, tüm bu yola gönüllü girmiş polat alemdar'ın aksine bir zoraki kahramandır. aslında mahallesine dönüp kara hamit'in adamlarının kendisine devrettiği nissan galerisini işleterek yaşamak, zeynep'le mutlu olmak ister ama bu bir türlü nasip olmaz. belayı mıknatıs gibi çeker. bu yollarda polat gibi pragmatik düşünmez, her daim kendi burnunun dikine gider. her ne kadar meşhur kanunlarının* ilk maddesinde racon kelimesini kesin olarak yasaklamışsa da kendince bir raconla hareket eder, son bölümler dışında da kendi raconundan çıkmaz. çocuklar dışında kendisine abi dedirtmez, reis unvanından da hoşlanmaz, esas mesleğine gönderme yapan "usta"yı tercih eder. ayrıca tam bir dürüstlük timsalidir, çocukları sever büyüklerine saygı gösterir, zeynep dışındaki kadınlara hep mesafeli yaklaşır, sık sık da kuşçu'ya akıl danışır.

yine de polat alemdar gibi çekirdekten âlem için yetiştirilmediği için miroğlu'nun nefesi bir yere kadar yeter. sonunda jitem'ci bozo'nun desteğine rağmen suikasta uğrar ve tüm erkek tanıdıklarıyla beraber ortadan kaldırılır. çünkü mahalle kabadayısı zoraki kahraman miroğlu, profesyonel ajan ali candan değildir. hikâyenin gelişmiş versiyonu da kurtlar vadisi olarak ekrana gelecektir...

devamını gör...

köprü (dizi)

ayşe kulin'in aynı adlı romanından uyarlanıp eskişehir'de çekilen dizi. keza köprünün kurulduğu karasu sahneleri de porsuk barajında çekilmiştir; sofça köyünün sular altında kalması hesaplanarak yıkılmayan ama sular altında da kalmadığı için kıyıda öylece kalan minaresi görülebilir.

youtube yorumlarında "e o kadar geniş değilmiş ki" "yanlar açık oradan geçemiyorlar mı" türü sorular gelmiş, bunlar hep köprü sahnesinin çekileceği alandan kaynaklı. yoksa orijinal köprü dağların arasında bir vadide kuruluyor; suyun çok coşkulu aktığı bir yerde.

bununla beraber 2006 yılında eskişehir turizme yönelmeye başlasa da henüz bugünkü kadar turistikleşemediği için erzincan sahnelerinin çekimine müsaitti. ayrıca kentsel dönüşümün başlamadığı, halen yapısı itibariyle gecekonduluk olan semtler vardı ve bu da 90'lar ambiyansı için önemli bir avantajdı (tabii dizi 90'larda geçmiyordu, cep telefonları falan vardı ama olsun). bugün aynı mahallelerde o ambiyansı yakalamak imkansız; o evler hep apartmanlaştı çünkü.

bütün bunların yanında, senaryo ayşe kulin'in bile eleştirilerine mazhar olmuş, bir yerde bayağı abartılmıştı. örneğin yeni karakterler ekleniyor (valinin sadık yardımcısı veysel, veysel'le mühendisi birbirine düşüren öğretmen hanım, müteahhit hüdai'nin oğlu, köprüyü sabote eden pkk iltisaklı mazot kaçakçısı gibi), romanda tip halindeki birçok karakter daha derinlikli işleniyor (valinin eşi, ergen oğlu ve dışarıda üniversite okuyan kızı, mühendis tekin gibi). farklara gelirsek:

* elmas dizide sütoğlunun babası cemal'le evlenmiyor, okula yazılıyor öğretmen oluyor sonra bir subayla evleniyor ya da nişanlanıyor. kitaptaysa elmas cemal'le evlenmişti.

* yine cemal dizinin sonuna kadar kalmadan diziden ayrılmıştı. romanın sonuna kadar yer alır halbuki, mesela finalde elmas'la cemal çocuklarını alıp vali'yi ziyaret ederler.

* elmas'la kocası arasındaki alevilik-sünnilik tartışmaları hemen hemen hiç anlatılmamış, zaten elmas'ın kocası sadece ilk bölümde görülüyor çünkü başbağlar katliamı ilk bölümde işlenip bitmiş. romanda katliam metnin daha ortalarında işlenmişti.

* yine elmas'ın örgüte katılan abisi daha uzun işlenmiş, işte kardeşini kurtardıktan sonra örgütten kaçıyor, şehre iniyor, cemal'le tanışıyor, itirafçı oluyor falan... romanda abi daha katliam sahnesinde kaçarken ölüyordu.

* terör saldırıları romanda işlenmekle beraber bürokratik baskı ve hantallık biraz daha öne çıkarılmış gibi, dizide pkk biraz daha ön plana alınmış. keza zaman zaman romanda özal, demirel gibi gerçek kişiliklerin adları anılırken dizide vali'nin çocukluk arkadaşı ve torpili adnan kahveci dışında kimseyi görmüyoruz, bir isim de geçmiyor. besbelli bu açıdan fincancı katırları ürkütülmek istenmemiş.

* dizinin finalinde vali'nin merkeze alındığı duyuluyor. romanda da gerçekte de recep yazıcıoğlu'nun erzincan'dan alınması köprü açıldıktan sonraki bir tarihe denk geliyor, finalde de böyle bir olay yok.

devamını gör...

yusufum

deli yürek film müziklerinden. albümde de yusuf miroğlu'na platonik aşık olduğunu hiç gizlemeyen avukat ayşegül'ün adıyla anılır.

vokallerde de 90'ların meşhur müzisyenlerinden olup dizinin de müziklerini yapan oya bora vardır.


gönlüne düşerse bir imkansız aşk
kaçarken vurulmuş ceylan gibi yüreğin
ağlarsan ırmak olur gözyaşların boşa
kendini tanıyamazsın aşıksan yarımsın
gel ellerimi tut diyemem yusufum yusufum
gözlerinin içine bakamam yusufum yusufum

ah ettim tükendim, gün günden soldum
perişan ruhumu ismin ile avuttum
ağlarsın ırmak olup gözyaşların boşa
kendini tanıyamazsın aşıksan yarımsın
gel ellerimi tut diyemem yusufum yusufum
gözlerinin içine bakamam yusufum yusufum

yıkamam kumdan kalemi, aldatamam kendimi
açamam mühürlü kalbimi, anlatamam kendimi
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim