#ödüllü filmler
orijinal adı: μια αιωνιότητα και μια μέρα / mia aioniótita kai mia méra
1998 yılında seyirci ile buluşan theodoros angelopoulos yönetmenliğindeki yunan drama filmidir ve yönetmenine cannes film festivalinde iki ayrı ödül kazandırmıştır. ölümcül bir hastalığa yakalanan bir yazar, sokakta arnavut bir illegal göçmen çocuğa rastlar ve onun için sorumluluk almaktan geri durmaz ve bu, onu kendine acıma duygusundan kurtarmıştır. ikisini de korkuları birleştirmiştir; adamın ertesi gün hastaneye gitmesi gerekiyordur ve kalan zamanı az gibidir, çocuk ise arnavutluk'a gitmek durumunda kalırsa, hem dağlık ve mayınlı arazi, hem de insan tacirlerinden sakınmalıdır. işler nereye varacaktır?
1998 yılında seyirci ile buluşan theodoros angelopoulos yönetmenliğindeki yunan drama filmidir ve yönetmenine cannes film festivalinde iki ayrı ödül kazandırmıştır. ölümcül bir hastalığa yakalanan bir yazar, sokakta arnavut bir illegal göçmen çocuğa rastlar ve onun için sorumluluk almaktan geri durmaz ve bu, onu kendine acıma duygusundan kurtarmıştır. ikisini de korkuları birleştirmiştir; adamın ertesi gün hastaneye gitmesi gerekiyordur ve kalan zamanı az gibidir, çocuk ise arnavutluk'a gitmek durumunda kalırsa, hem dağlık ve mayınlı arazi, hem de insan tacirlerinden sakınmalıdır. işler nereye varacaktır?
*cannes film festivali (1998) - palme d'or ödülü [theodoros angelopoulos] / ekümenik jüri ödülü [theodoros angelopoulos]
*thessaloniki film festivali (1998) - en iyi film / en iyi yönetmen [theodoros angelopoulos] / en iyi senaryo [theodoros angelopoulos]
film toplam 9 ödüle sahiptir.
*thessaloniki film festivali (1998) - en iyi film / en iyi yönetmen [theodoros angelopoulos] / en iyi senaryo [theodoros angelopoulos]
film toplam 9 ödüle sahiptir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "anders lie" tarafından 06.01.2021 01:13 tarihinde açılmıştır.
1.
usta yönetmen theo angelopoulos'un yazıp yönettiği 1998 yapımı palme d'or ödüllü bir yunan filmi.
şiirsel bir dile sahip olan film, eleni karaindrou imzalı eşsiz müziklerle, bruno ganz'ın başrolde gösterdiği üstün oyunculuk performansıyla izleyicilere aktarılıyor.
filmin, büyülü diline kendinizi verdiğiniz zaman tek nefeste izlenecek, güzel mi güzel bir film.
+yarın ne kadar sürer diye sormuştum, hatırladın mı?
-sonsuzluk ve bir gün kadar.
şiirsel bir dile sahip olan film, eleni karaindrou imzalı eşsiz müziklerle, bruno ganz'ın başrolde gösterdiği üstün oyunculuk performansıyla izleyicilere aktarılıyor.
filmin, büyülü diline kendinizi verdiğiniz zaman tek nefeste izlenecek, güzel mi güzel bir film.
+yarın ne kadar sürer diye sormuştum, hatırladın mı?
-sonsuzluk ve bir gün kadar.
devamını gör...
2.
harika bir müziğe ve derinliğe sahip angelapoulos filmidir. filmin müziği eleni karaindrou'ya aittir.
sonsuzluk ve bir gün kadar!
şöyle harika ötesi sahnelere sahip bir film;
bilmemek ve hayal etmek daha iyi
otobüs sahnesi
neden anne? insan neden bilmez nasıl seveceğini...
ateş başındaki söylev sahnesi
kelimeler satın alan şairin hikayesi
filmi iki defa izledim. ve ölene kadar kaç kere izlerim bilmiyorum.
sonsuzluk ve bir gün kadar!
şöyle harika ötesi sahnelere sahip bir film;
bilmemek ve hayal etmek daha iyi
otobüs sahnesi
neden anne? insan neden bilmez nasıl seveceğini...
ateş başındaki söylev sahnesi
kelimeler satın alan şairin hikayesi
filmi iki defa izledim. ve ölene kadar kaç kere izlerim bilmiyorum.
devamını gör...
3.
yunanistan yapımı sinema filmidir..
filmin yönetmen koltuğunda yunan sinema üstadı theodoros angelopoulos oturuyor..
başrolde büyük aktör bruno ganz’a tüm
zarafetiyle isabelle renauld eşlik ediyor. diğer önemli rolde ise ahilleas skevis’i izliyoruz..
bu muhteşem filmimiz türkçeye “sonsuzluk ve bir gün” olarak çevrilmiş. filmin adı da en az kendisi kadar hüzünlü..
filmde ünlü bir yazar olan alexandros yaşamın sonlarına yaklaşmaktadır. bu süreçte şairin yaşadığı hüzün dolu hikâyesine tanıklık ediyoruz..
oyunculuklar tek kelimeyle enfesti.. yazar alexandros karakterine üstad bruno ganz ruhunu vermiş.. şairin aşık olduğu kadın anna rolünde ise isabelle renauld tüm ihtişamıyla göz kamaştırıyordu..
filmin tüm plan çekimleri muhteşemdi. şiir tadında izliyorsunuz bazı sahneleri. filmin mükemmel sinematografisinin arka planında giorgos arvanitis ile andreas sinanos isimlerini görüyoruz..
filmle ilgili söylenecek o kadar çok şey var ki hangi cümleyi yazsam sanki diğer cümleler bana küsecekmiş gibi hissederim..
filmin hüznü henüz ilk dakikada başlar son ana kadar devam eder..
film zaten başlı başına muhteşem, ancak sadece müzikleri için dahi izleyebilirsiniz. tüm zamanların en büyük, en değerli bestekârlarından eleni karaindrou bu film için yine üstad angelopoulos ile birlikte çalışmış. iyi ki de çalışmış. yoksa bu harikulâde film müziklerinden mahrum kalmayı kim isteyebilir ki..
film o kadar etkileyici o kadar mükemmel ki tekrar tekrar izlersem büyüsü bozulur diye izleyemiyorum..
mia aioniotita kai mia mera güzel doksanların en güzel, en nahif, en etkileyici filmlerindendir..
mia aioniotita kai mia mera, en güzelinden en değerlisinden bir sinema şaheseri, bir başyapıttır..
yaşama veda etmeden önce izlenmesi gereken filmler arasında ilk sıralarda olması gerektiğine inanıyorum..
aşağıda film hakkında bazı ayrıntılara değineceğim. izlemeden önce detayları öğrenmekten hoşnut olmuyorsanız aşağıda yazılanları okumamanızı öneririm..
filmde beni etkileyen pek çok sahne vardı. bunlardan biri de şair, evinde ne zaman müziğin sesini açsa karşı binadaki yabancının da ona aynı müzikle cevap vermesiydi. ne kadar da etkileyiciydi o sahneler. şairin o yabancıyı merak etmesi, merak etse de kim olduğunu öğrenmek istememesi, onun hakkında zihninde betimlemeler yapması, hayâller kurması ne hoştu..
şairin özlem duyduğu günlerin hayâlini kurması ne kadar hüzünlüydü. eksikliğini hissettiği değerlere karşı serzenişleri, hayata dair yapmak istediklerini tamamlayamamasını, hep bir şeylerin yarım kalmasını sorgulaması ne kadar sarsıcıydı.
bir zamanlar ülkesinden çok uzaklarda yaşayan şairin, ülkesine gelince bilmediği kelimeleri satın alması ne kadar da hoş sahnelerdendi..
alexandros’ın gitmeden önce anna’nın kendisine yazdığı mektupları kızına getirmesi, kızı bu mektupları okurken alexandros’ın yaşanmış o güzel günlere yolculuğa çıkması en hüzünlü sahnelerdendi..
alexandros ile eşi anna arasında geçen o can yakıcı kalp ağrısı yapan diyaloğu hatırlayalım şimdi.
— tek üzüntüm anna. tek üzüntüm bu mu? yoksa hiçbir şeyi tamamlayamamış olmam mı? ... planlarım öylece kaldı. kelimeler oraya buraya dağıldı.
şair ile küçük çocuğun vedalaşma sırasında göçmen çocuğun ağzından insanın ruhuna nüfuz eden koca bir yaşamı sadece beş sözcüğe sığdıran o unutulmaz repliği en hüzünlü sahnelerden biriydi kuşkusuz. işte o unutulmaz sahneden.
— gülümsüyorsun, ama üzgün olduğunu biliyorum.
peki ya filmin sonuna doğru arabada çocuğun alexandros’a söylediği “argadini” kelimesi ve ardından anlamının “çok geç” olduğunu söylediği sahneyi unutmak mümkün mü?
filmin yönetmen koltuğunda yunan sinema üstadı theodoros angelopoulos oturuyor..
başrolde büyük aktör bruno ganz’a tüm
zarafetiyle isabelle renauld eşlik ediyor. diğer önemli rolde ise ahilleas skevis’i izliyoruz..
bu muhteşem filmimiz türkçeye “sonsuzluk ve bir gün” olarak çevrilmiş. filmin adı da en az kendisi kadar hüzünlü..
filmde ünlü bir yazar olan alexandros yaşamın sonlarına yaklaşmaktadır. bu süreçte şairin yaşadığı hüzün dolu hikâyesine tanıklık ediyoruz..
oyunculuklar tek kelimeyle enfesti.. yazar alexandros karakterine üstad bruno ganz ruhunu vermiş.. şairin aşık olduğu kadın anna rolünde ise isabelle renauld tüm ihtişamıyla göz kamaştırıyordu..
filmin tüm plan çekimleri muhteşemdi. şiir tadında izliyorsunuz bazı sahneleri. filmin mükemmel sinematografisinin arka planında giorgos arvanitis ile andreas sinanos isimlerini görüyoruz..
filmle ilgili söylenecek o kadar çok şey var ki hangi cümleyi yazsam sanki diğer cümleler bana küsecekmiş gibi hissederim..
filmin hüznü henüz ilk dakikada başlar son ana kadar devam eder..
film zaten başlı başına muhteşem, ancak sadece müzikleri için dahi izleyebilirsiniz. tüm zamanların en büyük, en değerli bestekârlarından eleni karaindrou bu film için yine üstad angelopoulos ile birlikte çalışmış. iyi ki de çalışmış. yoksa bu harikulâde film müziklerinden mahrum kalmayı kim isteyebilir ki..
film o kadar etkileyici o kadar mükemmel ki tekrar tekrar izlersem büyüsü bozulur diye izleyemiyorum..
mia aioniotita kai mia mera güzel doksanların en güzel, en nahif, en etkileyici filmlerindendir..
mia aioniotita kai mia mera, en güzelinden en değerlisinden bir sinema şaheseri, bir başyapıttır..
yaşama veda etmeden önce izlenmesi gereken filmler arasında ilk sıralarda olması gerektiğine inanıyorum..
aşağıda film hakkında bazı ayrıntılara değineceğim. izlemeden önce detayları öğrenmekten hoşnut olmuyorsanız aşağıda yazılanları okumamanızı öneririm..
filmde beni etkileyen pek çok sahne vardı. bunlardan biri de şair, evinde ne zaman müziğin sesini açsa karşı binadaki yabancının da ona aynı müzikle cevap vermesiydi. ne kadar da etkileyiciydi o sahneler. şairin o yabancıyı merak etmesi, merak etse de kim olduğunu öğrenmek istememesi, onun hakkında zihninde betimlemeler yapması, hayâller kurması ne hoştu..
şairin özlem duyduğu günlerin hayâlini kurması ne kadar hüzünlüydü. eksikliğini hissettiği değerlere karşı serzenişleri, hayata dair yapmak istediklerini tamamlayamamasını, hep bir şeylerin yarım kalmasını sorgulaması ne kadar sarsıcıydı.
bir zamanlar ülkesinden çok uzaklarda yaşayan şairin, ülkesine gelince bilmediği kelimeleri satın alması ne kadar da hoş sahnelerdendi..
alexandros’ın gitmeden önce anna’nın kendisine yazdığı mektupları kızına getirmesi, kızı bu mektupları okurken alexandros’ın yaşanmış o güzel günlere yolculuğa çıkması en hüzünlü sahnelerdendi..
alexandros ile eşi anna arasında geçen o can yakıcı kalp ağrısı yapan diyaloğu hatırlayalım şimdi.
— tek üzüntüm anna. tek üzüntüm bu mu? yoksa hiçbir şeyi tamamlayamamış olmam mı? ... planlarım öylece kaldı. kelimeler oraya buraya dağıldı.
şair ile küçük çocuğun vedalaşma sırasında göçmen çocuğun ağzından insanın ruhuna nüfuz eden koca bir yaşamı sadece beş sözcüğe sığdıran o unutulmaz repliği en hüzünlü sahnelerden biriydi kuşkusuz. işte o unutulmaz sahneden.
— gülümsüyorsun, ama üzgün olduğunu biliyorum.
peki ya filmin sonuna doğru arabada çocuğun alexandros’a söylediği “argadini” kelimesi ve ardından anlamının “çok geç” olduğunu söylediği sahneyi unutmak mümkün mü?
devamını gör...
4.
sırf müzikleri bile kendine hayran bırakmaya yeterli gelen, zaman kavramını çok farklı yorumlamış filmdir. şikayet ettiğimiz, umutlandığımız ya da kederlendiğimiz şeylere bölünmüş hayatı, bir toplam halinde önümüze koyduğunda değişen mesafeler de beliriyor. ana yurduna döndüğü yerde, bu dünyadan ayrılma yolculuğunun başladığı ve birçok şeye yetişmeye çalışırken hiçbirine yetişemeden yarım bıraktıklarıyla insanın hüzünlü hikayesi.
devamını gör...
5.
yunan sinemasına ait harika ötesi bir film. theo angelopoulos’un zaman konulu filmlerinin üçüncüsü. öncelikle herkesin izlemesini tavsiye ederim. özellikle zaman kavramı üzerine düşünmekten hoşlanan herkesin kaçırmaması gereken bir film. yönetmen, heiddegger’in zaman-dil ve varlık-zaman konusundaki felsefi görüşlerinden yararlanarak düşüncelerini açıklamaya çalışıyor.
filmin baş kahramanı alexander geçmiş, bugün ve yarın arasında “bir günlük” bir yolculuğa çıkarak varlığını anlamlandırmaya çalışıyor. alexander ölmek üzere olduğunu öğrenir kızı ile vedalaşır. ardından bir mülteci çocuğu arabasına alarak yoluna devam eder. çocuk balkan devletlerinden birinde karışıklık çıktığı için ülkesini sınır kapısından terk etmek zorunda kalmıştır. selim adlı bir arkadaşı ile yunanistan'a gelmiştir çocuk. selim isminin etimolojisine baktığımızda "sağ, salim" anlamlarına geldiğini görüyoruz. kısacası alexander'ın tükenmek üzere olan sağlığına ince bir gönderme yapıldığını düşünüyorum. alexander için bir gününün tamamını geçirdiği bu çocuk onun için çok önemlidir. çünkü kendisi, çocukken yunanistan’dan ayrılmak zorunda kalmış, italya’da yaşamının uzunca bir bölümünü geçirmiş olan bir savaş şairinin (solomos) şiirini tamamlamak niyetindedir. solomos, ülkesinin zor durumda olduğunu görür ve yıllar sonra dönemeye karar verir. ancak şiirini tamamlayamaz. şiirinin adı da özgür tutsaktır. alexander da kendince bu şiiri tamamlama çabasına girişir. özünde kendi varlığına bir anlam bulma çabasındadır. buradan da anlıyoruz ki alexander her ne kadar özgür görünse de düşünceleri onu esir almıştır. filmin başından beri bir geçmişe gidiyoruz bir geleceğe dönüyoruz. ama yönetmen bunu yaparken bizi tamamamen geçmişe götürmüyor. geçmişi bu günümüze dahil ediyor. alexander’ın kızına, eşinden kalan mektupları verdiği sahnede görüyoruz bunu. diğer bir sahne ise şair solomos ile buluştuğu andır. tüm film boyunca alexander’ın derin bir pişmanlık içinde olduğunu görüyoruz. nedeni de eşi ve çocuğuyla yeterince vakit geçirmemesidir. öte yandan bu hayatı daha farklı nasıl yaşayabilirdim ki gibisinden bir düşünceye de bürünüyor. çünkü ölüm gerçeğiyle yüzleşmiş, kendi gerçekliği içerisinde ise kaybolmuştur. bariz bir şekilde kaygılıdır.
alexander, filmin başından beri kendisine sorular soruyor. bu soruların başında da yarın ne kadar sürecek? sorusu geliyor. özünde bu sorunun cevabı belli gibi görünse de alexander için durum farklıdır. onun cevabını aradığı yarından kastı ölümdür. cevabı da filmin adında gizlidir. sonsuzluk ve bir gün. daha sonra alexanderın anlam arayışları kaygıya dönüşür. hiçbir şeyi tamamlayamadığını düşünürken, düşünceler arasında dolanıp durur. aradığı sorunun cevabını zamanda bulamayacağını anlayan alexander bu sefer de yarım kalmış şiire yönelir. çünkü şiir zaman gibi soyut değildir. burada kaygının yarattığı belirsizliğin alexander’ı ne kadar üzdüğünü de görmüş oluyoruz. film ilerlerken çocuktan sırasıyla üç kelime duyuyoruz. bunlardan ilki çiçek kalbi anlamına geliyor. diğeri yabancı, sonuncusu da geç vakit anlamına geliyor. kelimelerin anlamlarına sırasıyla baktığımızda çiçek kalbi, anne kucağından ayrılmak zorunda kalışımızı ifade eder. bu durum hem alexander hem de küçük çocuk için böyledir. yabancı kelimesinde ise kendi ana dilimizde kendimizi ifade ederken ki zorlanmalarımıza vurgu yapılmış. hatta alexander’ın filmin sonunda annesini hasta yatağında ziyaret ederken ki konuşmalarında da görüyoruz bunu. geç vakit kelimesinden ise alexander’ın yaşamının sonuna yaklaştığını, ölüm gerçeğiyle yüzleştiğini anlıyoruz. film, daha değinmediğim bir çok mitolojik sembole de sahip. durdura durdura en ince ayrıntısına kadar izlediğim açık ara en iyi filmlerden biriydi. yunan sinemasının yüz akı olan bu filmi ölmeden önce herkesin bir kez izlemesini öneririm.
filmin baş kahramanı alexander geçmiş, bugün ve yarın arasında “bir günlük” bir yolculuğa çıkarak varlığını anlamlandırmaya çalışıyor. alexander ölmek üzere olduğunu öğrenir kızı ile vedalaşır. ardından bir mülteci çocuğu arabasına alarak yoluna devam eder. çocuk balkan devletlerinden birinde karışıklık çıktığı için ülkesini sınır kapısından terk etmek zorunda kalmıştır. selim adlı bir arkadaşı ile yunanistan'a gelmiştir çocuk. selim isminin etimolojisine baktığımızda "sağ, salim" anlamlarına geldiğini görüyoruz. kısacası alexander'ın tükenmek üzere olan sağlığına ince bir gönderme yapıldığını düşünüyorum. alexander için bir gününün tamamını geçirdiği bu çocuk onun için çok önemlidir. çünkü kendisi, çocukken yunanistan’dan ayrılmak zorunda kalmış, italya’da yaşamının uzunca bir bölümünü geçirmiş olan bir savaş şairinin (solomos) şiirini tamamlamak niyetindedir. solomos, ülkesinin zor durumda olduğunu görür ve yıllar sonra dönemeye karar verir. ancak şiirini tamamlayamaz. şiirinin adı da özgür tutsaktır. alexander da kendince bu şiiri tamamlama çabasına girişir. özünde kendi varlığına bir anlam bulma çabasındadır. buradan da anlıyoruz ki alexander her ne kadar özgür görünse de düşünceleri onu esir almıştır. filmin başından beri bir geçmişe gidiyoruz bir geleceğe dönüyoruz. ama yönetmen bunu yaparken bizi tamamamen geçmişe götürmüyor. geçmişi bu günümüze dahil ediyor. alexander’ın kızına, eşinden kalan mektupları verdiği sahnede görüyoruz bunu. diğer bir sahne ise şair solomos ile buluştuğu andır. tüm film boyunca alexander’ın derin bir pişmanlık içinde olduğunu görüyoruz. nedeni de eşi ve çocuğuyla yeterince vakit geçirmemesidir. öte yandan bu hayatı daha farklı nasıl yaşayabilirdim ki gibisinden bir düşünceye de bürünüyor. çünkü ölüm gerçeğiyle yüzleşmiş, kendi gerçekliği içerisinde ise kaybolmuştur. bariz bir şekilde kaygılıdır.
alexander, filmin başından beri kendisine sorular soruyor. bu soruların başında da yarın ne kadar sürecek? sorusu geliyor. özünde bu sorunun cevabı belli gibi görünse de alexander için durum farklıdır. onun cevabını aradığı yarından kastı ölümdür. cevabı da filmin adında gizlidir. sonsuzluk ve bir gün. daha sonra alexanderın anlam arayışları kaygıya dönüşür. hiçbir şeyi tamamlayamadığını düşünürken, düşünceler arasında dolanıp durur. aradığı sorunun cevabını zamanda bulamayacağını anlayan alexander bu sefer de yarım kalmış şiire yönelir. çünkü şiir zaman gibi soyut değildir. burada kaygının yarattığı belirsizliğin alexander’ı ne kadar üzdüğünü de görmüş oluyoruz. film ilerlerken çocuktan sırasıyla üç kelime duyuyoruz. bunlardan ilki çiçek kalbi anlamına geliyor. diğeri yabancı, sonuncusu da geç vakit anlamına geliyor. kelimelerin anlamlarına sırasıyla baktığımızda çiçek kalbi, anne kucağından ayrılmak zorunda kalışımızı ifade eder. bu durum hem alexander hem de küçük çocuk için böyledir. yabancı kelimesinde ise kendi ana dilimizde kendimizi ifade ederken ki zorlanmalarımıza vurgu yapılmış. hatta alexander’ın filmin sonunda annesini hasta yatağında ziyaret ederken ki konuşmalarında da görüyoruz bunu. geç vakit kelimesinden ise alexander’ın yaşamının sonuna yaklaştığını, ölüm gerçeğiyle yüzleştiğini anlıyoruz. film, daha değinmediğim bir çok mitolojik sembole de sahip. durdura durdura en ince ayrıntısına kadar izlediğim açık ara en iyi filmlerden biriydi. yunan sinemasının yüz akı olan bu filmi ölmeden önce herkesin bir kez izlemesini öneririm.
devamını gör...
6.
duygusal bağ kurduğum ve her zaman için tek geçtiğim film!
filme lisans bitirme tezim dolayısıyla rastladım. intihar eden bir şairi inceliyordum. yaşamı ve intiharı bağlamında eserlerini/şiirlerini inceleme. bir anısını yakalamıştım biriyle. tanınmış bir şair, bu yıl vefat etti. anısında eve gittiklerini ve z.e.k.’in arka fonda bu filmin müziğini açtığını söyledi. daha sonra da müziğin bu filme ait olduğunu söyleşide yazmış. ben de buradan hareketle izledim. iyi ki izlemişim. ilk izleyişimde pek bir şey anlamıştım. ancak ikinci ve sonraki izleyişlerimde… filmi iyice içselleştirmeye başladım. hatta bazen duyuyor gibi de oluyorum.
filme lisans bitirme tezim dolayısıyla rastladım. intihar eden bir şairi inceliyordum. yaşamı ve intiharı bağlamında eserlerini/şiirlerini inceleme. bir anısını yakalamıştım biriyle. tanınmış bir şair, bu yıl vefat etti. anısında eve gittiklerini ve z.e.k.’in arka fonda bu filmin müziğini açtığını söyledi. daha sonra da müziğin bu filme ait olduğunu söyleşide yazmış. ben de buradan hareketle izledim. iyi ki izlemişim. ilk izleyişimde pek bir şey anlamıştım. ancak ikinci ve sonraki izleyişlerimde… filmi iyice içselleştirmeye başladım. hatta bazen duyuyor gibi de oluyorum.
devamını gör...