resimlerinin konusunu sokaklar, kahveler, sirkler ve paris yaşamının gündelik ayrıntıları oluşturuyor. içinde bulunduğu bohem çevreyi resminde işleyen ressam, sulu boya ve yağlı boya haricinde guvaş tekniğini kullanma konusundaki ustalığıyla bilinir.
devamını gör...
ailesi kız çocuk beklediği için ikincil olarak muallâ ismini koymuşlar , asıl soyadı saygıdır ama muallâ adını soyadı olarak kullanmasına da ayrı bir hayran olduğum , bohem ve karışık bir hayatı olmuş , istanbul kadıköy moda doğumlu müthiş ressam.
devamını gör...
hatırladığım kadarıyla annesinin ölümüne sebep olan bir hastalığı annesine bulaştıran kişi olduğunu düşündüğü için hayatı boyunca vicdan azabıyla yaşamıştı ve suçluluğu üstünden atamamıştı.
devamını gör...
fovizm ve dışavurumculuğun temsilcilerinden olan ve bohem yaşam tarzıyla da bilinen türk ressamdır. ayrıca hayranlarından birinin picasso olduğu ve kendisine resimlerinden birini hediye ettiği söyleniyor.
devamını gör...
fikret, berlin güzel sanatlar akademisinde, resim eğitimi aldığı sırada, hocası alman imparatorluk ressamı, arthur kampf, atatürk tarafından portresini yaptırmak için istanbula davet edilir. arthur kampf, tercümanlık yapması için yanında 24 yaşındaki öğrencisi fikret muallayı da götürür. ne yazıkki ressam için önceden bir tercüman ayarlandığı için fikret mualla atatürk'e tercümanlık yapamaz.

arthur kampf, atatürk'ün bir çok portresini ve tablosunu yapar, bunlar atatürk'ü alman subayı gibi gösterdiği için daha sonra türk ressamların yaptığı resimlerle değiştirilir. kampf'ın yaptığı tablolara baktığınızda alman subaylarını andıran atatürk portrelerine tablolarına şaşırabilirsiniz.

yıllar sonra bir mekanda fazlaca alkol alan fikret mualla, mekanda asılı olan arthur kampf'ın yaptığı atatürk portresine bakıp hocasının sanatına küfreder. mekandakiler fikretin atatürk'e küfrettiğini zannedip kendisiyle tartışırlar, karakola düşen fikret'i ressam arkadaşı abidin dino komiserlerle görüşüp yanlış anlaşılmayı izah ederek karakoldan çıkarır.
devamını gör...
tam bir bohem ressam hayatı yaşamıştır. kömürsüz kalmaktan çok korkardı. fransız kadın hamisi ihtiyaçlarını yıllarca karşılamıştır.
devamını gör...
yaralı bir hayatı yaşamış, zamanında çok da ünlenememiş bir ressamdır kendisi. bir günlük azık, bir akşamlık şarap parasına hızlıca resimler yapıp satması sonucunda, kazandığı saygınlığı da zamanla yitirmiştir.
picasso'nun kendisine hediye ettiği tabloyu satıp 15 günlük bir tatile çıkmış ve bunu "olsun hayatımdaki en güzel tatildi." diye anlatmıştır. *

hayatı alkol, akıl bozukluğu ve resim arasında geçen sanatçı kendini ve sanat anlayışını şu şekilde ifade etmiştir :
““diğer ressamlarla, ekollerle alakalı değilim. ben bütün cereyanların dışında olmaya çalışıyorum. ‘boynunu eğ’ diyorlar. eğilmiyorum da. ilerlemiyorum da. orta yerde kalıverdim. sabah dörtte uyanıyorum. ‘yine yaşıyorum’ diye bir üzüntü çöküyor üzerime. uykuda ölebilmek, ne tatlı bir şey! yaşamak, üzüntülü...”
devamını gör...
ses dergisinde yayınlanan üsera karargahı adlı yazısı;

"ben hürriyetimi çok severim.

bunu naçiz sükutunda bulurum. resim yaparken, ibadet eder gibi sükuneti beynimin tepesinde, saçlarımın dibinde hissedemezsem, o zaman bilirim ki bir yanlış işle meşgulum veya işgal edilmişimdir. bu yanlış meşguliyetten kurtulmak için gider, evvela üç beş kadeh rakı içerim. eğer bu yanlış meşguliyet daha sürerse, fitil gibi olur, çatacak, kavga edecek adam ararım.

herkes aşağı yukarı benim gibidir.

alemi nizama sokmak, fikrimden geçen şey değilse de, lafın kısası , sükutumu resmen severim ve dediğim gibi, ibadet eder gibi resim yapmayı ister, ruhi istirahatimi ancak bu tarzda temin ederim. bu da benim hakkımdır. bu sırada bana neler söylemezler.:

“- işte zavallı yine resim yapıyor. para kazanacağı yerde boyalarla, fırçalarla uğraşıyor, sonra ekmek parası bulamıyor!”
ressamlar ve resimleri
doğru, bu bezirganların hakları var. resim yapmak, resim yaptırmak zengin cemiyetlerin lüksüdür ve ben leblebiciler arasında bir ucubeyim. ben bu kitle içinde onlarca bir deliyim. nitekim bence de, beni resim yapmaktan uzak tutan herhangi bir kimse de benim düşmanımdır ve ben de ruhen fakir bir cemiyetin ve tufeyli zenginliğinin müthiş düşmanıyım.

benim gibi düşünenler de yok değil. onlarla buluşunca rahatım. fakir fakat bahtiyarım. fakat onlardan ayrılınca yalnız kalıyorum. düşenin pek dostu yoktur leblebistanda.

son seneler, geçen günlerim hep böyle resim yapmaktan uzak geçiyor. naçiz benliğim kepaze oluyor. kafam orospu çanağına dönüyor.pek nadirden de felekten bir gün çalıp, kendimi istanbul’ un bedesteninde, çarşısında, cami avlularında ve eyüp mezarlıklarında bulup resim yapınca, o zaman çocukluğum canlanıyor, benliğim yerine geliyor. ruhi banyo almış gibi rahat, sakin bir hal alıyorum. fakat bu, çok sürmüyor. akşam oldu mu kendimi, herhangi bir tellal vasıtasıyla kiralanmış adi bir odada, kiracılarından yaşayan adi bir ev sahibinin kira odasında bulunca, tekrar kirleniyorum. ve pislikten nefret ediyorum. bu pisliklerin bıraktığı ruhi esaret, izzeti nefsimi kırıyor, nefret ediyorum. tellallarından, odalardan geçinen mahluklardan ve kendimden... evet. bu tarz bir cemiyette, bu zihniyette bir kitle arasında en temiz iş, şüphesiz ki bir yerde oturmamaktır. fakat o zaman ad zülfüyare dokunur hadiseler peyda oluyor. insana serseri diyorlar.

ne ise, lafın kısası, geçen gün felekten bir gün aşırmıştım. koltuğumda resim cildbendi ve suluboyam, şöyle pürneşe, kendimi nuruosmaniye camiinin avlusunda buldum. bir kalabalık vardı. durakaldım. bir adam bir kartalı sağ ayağından bağlamış, bir kuruş mukabilinde niyet çektiriyordu. her niyetten sonra da kuşa ufacık bir ekmek parçası veriyordu. kartal şüphesiz insan gibi ekmek yemezdi. bunu çocuklar bile bilir. fakat herhangi bir yerde nasılsa bu asil mahluk, bu adamın eline geçip sağ ayağını bağlatmıştı. ve gagasıyla niyet çekmesini öğrenmişti. efendisinden ekmek yemeyi de öğrendikten sonra, asaletini kaybetmişti.

bu kartal muazzam bir mahluktu. herhalde çok açtı. hem çok aç bırakılmıştı bu esarette ki, gelen geçen, kuruşu atınca niyeti çekiyordu. efendisi de hemen önüne bir ekmek parçası veriyor, lokma daha düşmeden, soluğu kartalın kursağında buluyordu.
muazzam ve şahane bir mahluktu bu kartal. doğrusu onun hürriyetini çalmaya kıyamazdım. ne güzel bir profili vardı. çatık kaşlarının altındaki gözler:

- “ben efendiyim, ben bu pespayelerin baziçesi (oyuncağı) olamam, ben insanların erişemeyeceği dağların üstündeki bulutların da üstünden uçmaya alışmış bir mahlukum” diyordu.

gelen geçen çocuklar, elleriyle onun kuyruğuna dokunuyorlar, mahluku esaretinde bile rahat bırakmıyorlardı. bu aralık bir polis, evine bir paket et almış, dönüyordu. manzara karşısında durdu. paketi açtı, içinden aldığı bir et parçasını kartala verdi. kartal bu et parçasıyla biraz canlandı. ve niyet için atılan kuruşlara bile bakmadı bir müddet. niyetçi polise döndü!

“- çok et yer bu mahluk!” dedi.

“- hakkıdır, bu onun gıdasıdır!” dedim içimden. “gıdadır,”dedim. yine içimden tabii! eğer hürriyetini elde edebilse, o da diğer kendi cinsinden efendilerin yanına dönecekti. bu zabunkeşlik nümunesi leblebicilerin emri altında, bu üsera karargahında, bir lokma ekmeğe bağlanıp kırtasiyecilik yapmayacaktı. bir kartal gibi, ömrünü sürecekti."
devamını gör...
4 yaşında kızımın ' baba, bak resmime fikret mualla anın resimleri gibi oldu '' demesinden sonra araştırıp tanıdığım kişi.

not: kreşte öğretmişler.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"fikret mualla" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim