21.
bu ve benzeri hamaset içeren cümleler kuranlara, "allah, akıl, fikir ve feraset versin" diyerek girizgah yapmak istediğim başlıktır.
siyaset, hamasetle değil; ferasetle yapılacak iştir. bugün türkiye'nin çin'le askeri anlamda harbe girmesi pratik olarak mümkün değildir. bu bağlamda türkiye'nin yapabileceği tek şey çin ile ekonomik olarak alışverişi durdurmak olabilir. bunda da orta ve uzun vadede kimin zararlı çıkacağını duygusal değil rasyonel verilerle iyi analiz etmek gerekir. aksi takdirde (bkz: öfkeyle kalkan zararla oturur) durumunun ortaya çıkması işten bile değildir.
bugün türkiye'nin pek çok alanda "kötü" koşullar içinde olduğu tartışmasızdır. (örneğin sinovac aşısı konusunda bile çin'e bel bağlamış olduğumuz, başka ülke/firmalardan sipariş için geç kalmış olduğumuz gerçeği unutulmamalıdır.) gelinmiş olan bu noktada öne sürülen her şey bir sonuç olup, bunların sebepleri tartışılabilir. ancak kişisel kanaatimiz bu sebeplerin içerisinde tıpkı 'yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşma ve kutsal topraklara girmekten 40 yıl mahrum bırakılma cezasına çarptırılmış kavim gibi (mâide, 24, 25, 26) oluşumuz' yatmaktadır. (kavminin filistin’e girmemek için direnmesi karşısında hiçbir şeyin yapılamayacağını gören hz. mûsâ, üzüntü içerisinde yüce allah’tan özür diler mahiyette o’na, “rabbim! ben kendimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. artık bizimle bu yoldan çıkmış kavmin arasında sen hükmet” diye yakardı. hz. mûsâ kavminin isyanından dolayı dünyada başlarına bir musibetin gelmesinden korktuğu için böyle bir yakarışta bulunarak herkese lâyık olduğunun verilmesini, kendisiyle isyankâr kavmin aynı cezaya çarptırılmamasını yüce allah’tan niyaz etti. allah da bu neslin böyle fütuhat gibi şerefli bir göreve lâyık olmadıklarını bildirerek onların bu kutsal topraklara girmekten kırk sene mahrum bırakıldıklarını, bu süre zarfında çölde dar bir alanda şaşkın şaşkın dolaşacaklarını hz. mûsâ’ya bildirdi. ayrıca ona, yoldan çıkmış bir kavim için üzülmemesini öğütledi.)
ra'd, 11: "... şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe allah onların durumunu değiştirmez. allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. onlar için allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur."
vakıa bu durumda türkiye için değişim, kötüden iyiye doğru ivedilikle ama mutlaka olmalıdır. emanet artık eş/dost/akrabaya değil; işin ehillerine verilmelidir. bu bile başlı başına ilahi bir emirdir. aksi takdirde, bu değişimsizliğin/statükoculuğun ortaya çıkardığı boşluğu ilâhî ceza dolduracaktır. değişimsizliğin getireceği ilâhî cezayı geri çevirmek mümkün olmadığı gibi bu konuda yardım almak da mümkün olmayacaktır.
siyaset, hamasetle değil; ferasetle yapılacak iştir. bugün türkiye'nin çin'le askeri anlamda harbe girmesi pratik olarak mümkün değildir. bu bağlamda türkiye'nin yapabileceği tek şey çin ile ekonomik olarak alışverişi durdurmak olabilir. bunda da orta ve uzun vadede kimin zararlı çıkacağını duygusal değil rasyonel verilerle iyi analiz etmek gerekir. aksi takdirde (bkz: öfkeyle kalkan zararla oturur) durumunun ortaya çıkması işten bile değildir.
bugün türkiye'nin pek çok alanda "kötü" koşullar içinde olduğu tartışmasızdır. (örneğin sinovac aşısı konusunda bile çin'e bel bağlamış olduğumuz, başka ülke/firmalardan sipariş için geç kalmış olduğumuz gerçeği unutulmamalıdır.) gelinmiş olan bu noktada öne sürülen her şey bir sonuç olup, bunların sebepleri tartışılabilir. ancak kişisel kanaatimiz bu sebeplerin içerisinde tıpkı 'yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşma ve kutsal topraklara girmekten 40 yıl mahrum bırakılma cezasına çarptırılmış kavim gibi (mâide, 24, 25, 26) oluşumuz' yatmaktadır. (kavminin filistin’e girmemek için direnmesi karşısında hiçbir şeyin yapılamayacağını gören hz. mûsâ, üzüntü içerisinde yüce allah’tan özür diler mahiyette o’na, “rabbim! ben kendimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. artık bizimle bu yoldan çıkmış kavmin arasında sen hükmet” diye yakardı. hz. mûsâ kavminin isyanından dolayı dünyada başlarına bir musibetin gelmesinden korktuğu için böyle bir yakarışta bulunarak herkese lâyık olduğunun verilmesini, kendisiyle isyankâr kavmin aynı cezaya çarptırılmamasını yüce allah’tan niyaz etti. allah da bu neslin böyle fütuhat gibi şerefli bir göreve lâyık olmadıklarını bildirerek onların bu kutsal topraklara girmekten kırk sene mahrum bırakıldıklarını, bu süre zarfında çölde dar bir alanda şaşkın şaşkın dolaşacaklarını hz. mûsâ’ya bildirdi. ayrıca ona, yoldan çıkmış bir kavim için üzülmemesini öğütledi.)
ra'd, 11: "... şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe allah onların durumunu değiştirmez. allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. onlar için allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur."
vakıa bu durumda türkiye için değişim, kötüden iyiye doğru ivedilikle ama mutlaka olmalıdır. emanet artık eş/dost/akrabaya değil; işin ehillerine verilmelidir. bu bile başlı başına ilahi bir emirdir. aksi takdirde, bu değişimsizliğin/statükoculuğun ortaya çıkardığı boşluğu ilâhî ceza dolduracaktır. değişimsizliğin getireceği ilâhî cezayı geri çevirmek mümkün olmadığı gibi bu konuda yardım almak da mümkün olmayacaktır.
devamını gör...