yazar: faruk nafiz çamlıbel
yayım yılı: 1969
şair faruk nafiz çamlıbel'in ünlü şiiri han duvarlarından adlandırılan kitapta şairin coşkulu şiirleri derlenmiştir.
yayım yılı: 1969
şair faruk nafiz çamlıbel'in ünlü şiiri han duvarlarından adlandırılan kitapta şairin coşkulu şiirleri derlenmiştir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "gönlü geniş kafadar" tarafından 19.11.2020 02:45 tarihinde açılmıştır.
1.
faruk nafiz çamlıbel'in türk klasikleri arasına girmiş şiiri.
devamını gör...
2.
ben böyle atılmış gibi yurdun bir ucunda,
sen benden uzak, ben sana hasret dizeleriyle tanıdığım faruk nafiz çamlıbel şiiridir.
sen benden uzak, ben sana hasret dizeleriyle tanıdığım faruk nafiz çamlıbel şiiridir.
devamını gör...
3.
şiiri henüz hiç okumamış yazarlar için amme hizmeti olsun.
han duvarları
-osmanzade hamdi bey'e-
yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
bir dakika araba yerinde durakladı.
neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
ulukışla yolundan orta anadolu'ya.
ilk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
arkada zincirlenen yüksek toros dağları,
önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
ellerim takılırken rüzgârların saçına
asıldı arabamız bir dağın yamacına.
her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
bir sarsıntı... uyandım uzun süren uykudan;
geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
karşıda hisar gibi niğde yükseliyordu,
sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
gitgide birer ayet gibi derinleştiler
yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...
yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"on yıl var ayrıyım kınadağı'ndan
baba ocağından yar kucağından
bir çiçek dermeden sevgi bağından
huduttan hududa atılmışım ben"
altında da bir tarih: sekiz mart otuz yedi...
gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
araya gitti diye içlenme baharına,
huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...
ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
soğuk bir mart sabahı... buz tutuyor her soluk.
ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
iki dağ ortasında boğulan bir geçide.
sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
burada son fırtına son dalı kırıyordu...
yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
gönlümde can verirken köye varmak emeli
arabacı haykırdı "işte araplıbeli!"
tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
biz menzile vararak atları çektik hana.
bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
"gönlümü çekse de yârin hayali
aşmaya kudretim yetmez cibali
yolcuyum bir kuru yaprak misali
rüzgârın önüne katılmışım ben"
sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
uzun bir yolculuktan sonra incesu'daydık,
bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"garibim namıma kerem diyorlar
aslı'mı el almış haram diyorlar
hastayım derdime verem diyorlar
maraşlı şeyhoğlu satılmış'ım ben"
bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
ey maraşlı şeyhoğlu, evliyalar adağı!
bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
arabamız tutarken erciyes'in yolunu:
"hancı dedim, bildin mi maraşlı şeyhoğlu'nu?"
gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
dedi:
"hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
bizim garip şeyhoğlu buradan geçmemişti...
gönlümü maraşlı'nın yaktı kara haberi.
aradan yıllar geçti işte o günden beri
ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
faruk nafiz çamlıbel
han duvarları
-osmanzade hamdi bey'e-
yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
bir dakika araba yerinde durakladı.
neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
ulukışla yolundan orta anadolu'ya.
ilk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
arkada zincirlenen yüksek toros dağları,
önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
ellerim takılırken rüzgârların saçına
asıldı arabamız bir dağın yamacına.
her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
bir sarsıntı... uyandım uzun süren uykudan;
geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
karşıda hisar gibi niğde yükseliyordu,
sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
gitgide birer ayet gibi derinleştiler
yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...
yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"on yıl var ayrıyım kınadağı'ndan
baba ocağından yar kucağından
bir çiçek dermeden sevgi bağından
huduttan hududa atılmışım ben"
altında da bir tarih: sekiz mart otuz yedi...
gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
araya gitti diye içlenme baharına,
huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...
ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
soğuk bir mart sabahı... buz tutuyor her soluk.
ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
iki dağ ortasında boğulan bir geçide.
sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
burada son fırtına son dalı kırıyordu...
yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
gönlümde can verirken köye varmak emeli
arabacı haykırdı "işte araplıbeli!"
tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
biz menzile vararak atları çektik hana.
bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
"gönlümü çekse de yârin hayali
aşmaya kudretim yetmez cibali
yolcuyum bir kuru yaprak misali
rüzgârın önüne katılmışım ben"
sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
uzun bir yolculuktan sonra incesu'daydık,
bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"garibim namıma kerem diyorlar
aslı'mı el almış haram diyorlar
hastayım derdime verem diyorlar
maraşlı şeyhoğlu satılmış'ım ben"
bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
ey maraşlı şeyhoğlu, evliyalar adağı!
bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
arabamız tutarken erciyes'in yolunu:
"hancı dedim, bildin mi maraşlı şeyhoğlu'nu?"
gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
dedi:
"hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
bizim garip şeyhoğlu buradan geçmemişti...
gönlümü maraşlı'nın yaktı kara haberi.
aradan yıllar geçti işte o günden beri
ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
faruk nafiz çamlıbel
devamını gör...
4.
bir romanın bir şiire sığmış halidir.
devamını gör...
5.
kıraç sayesinde varlığından haberdar olduğum sonrasinda sevdiğim şiir.
evet hayatımin bir döneminde kıraç dinledim ama beni buna şartlar zorladı.
evet hayatımin bir döneminde kıraç dinledim ama beni buna şartlar zorladı.
devamını gör...
6.
şiiri okudukça bildiğin bir sinema filmi canlanıyor gözünde. ama bu film basit kanal 7 filmleri gibi değil..bildiğin emek verilmiş tek konuşma olmadan akan bir film gibi.
eskiden şairler destan yazarlardi böyle. ister düz yazı olsun ister hece ölçüsü veya akif gibi aruzla yazsın koşma türünde olsun işte şairler böyle destansı yazardı. dikkat edin karacaoğlan da böyledir dadaloğlu da. nazım hikmet te. yahya kemal de.
şimdi aklıma geldi belkide bu türün son örneği attila ilhan . onun şiirleride böyle destansı.
işte orta okul kitaplarında başlayarak lisede de görürdük bu şiiri. şiiri açıkla diye diye mi tadına varamadik bazı şeylerin. ..
bugün bu şiiri burda görünce bir araştırma yaptım nerde bu han nereyi anlatıyor kaç yılı acaba diye.
allah tan şaka maka ekşi sözlük var.
var yazılmış bir kaç yer . hatta nedenleri yazılmış nereler olabilir diye. yolculuğun seyrine göre.
bir yorumda hoşuma gitti rap müziğe uygun yazmış birisi. harbi gazapizm ve yener çevik tarzına yakın değil mi bu şiir. gazapizm e mesaj atayimda bunu okusun yav. ben diyim en azindan. bence yol hikayeleri seviyor .
eskiden şairler destan yazarlardi böyle. ister düz yazı olsun ister hece ölçüsü veya akif gibi aruzla yazsın koşma türünde olsun işte şairler böyle destansı yazardı. dikkat edin karacaoğlan da böyledir dadaloğlu da. nazım hikmet te. yahya kemal de.
şimdi aklıma geldi belkide bu türün son örneği attila ilhan . onun şiirleride böyle destansı.
işte orta okul kitaplarında başlayarak lisede de görürdük bu şiiri. şiiri açıkla diye diye mi tadına varamadik bazı şeylerin. ..
bugün bu şiiri burda görünce bir araştırma yaptım nerde bu han nereyi anlatıyor kaç yılı acaba diye.
allah tan şaka maka ekşi sözlük var.
var yazılmış bir kaç yer . hatta nedenleri yazılmış nereler olabilir diye. yolculuğun seyrine göre.
bir yorumda hoşuma gitti rap müziğe uygun yazmış birisi. harbi gazapizm ve yener çevik tarzına yakın değil mi bu şiir. gazapizm e mesaj atayimda bunu okusun yav. ben diyim en azindan. bence yol hikayeleri seviyor .
devamını gör...
7.
aslen faruk nafiz çamlıbel'in anadolu'ya öğretmenliğe gidişini anlatan, türk edebiyatı'nın kült örneklerinden biri olan, sesteş kelimelerin mısralarda adeta bir efekt aracı olarak da kullanıldığı, roman tadındaki muhteşem sinematik şiir.
devamını gör...
8.
at arabasıyla istanbul'dan orta anadolu'ya 3 gün süren bir yolculuk sonrasında yazılan şiirdir.
güzel de bir şiirdir
güzel de bir şiirdir
devamını gör...
9.
bildin mi maraşlı şeyhoğlu'nu?
on yıl var ayrıyım kına dağından
baba ocağından yâr kucağından
bir çiçek dermeden sevgi bağından
hududdan hududa atılmışım ben
gönlümü çeksede yârin hayâli
aşmaya kudretim yetmez cibâli
yolcuyum bir kuru yaprak misâli
rüzgârın önüne katılmışım ben
garibim nâmıma kerem diyorlar
aslımı el almış harem diyorlar
hastayım derdime verem diyorlar
maraş'lı şeyh oğlu satılmışım ben
on yıl var ayrıyım kına dağından
baba ocağından yâr kucağından
bir çiçek dermeden sevgi bağından
hududdan hududa atılmışım ben
gönlümü çeksede yârin hayâli
aşmaya kudretim yetmez cibâli
yolcuyum bir kuru yaprak misâli
rüzgârın önüne katılmışım ben
garibim nâmıma kerem diyorlar
aslımı el almış harem diyorlar
hastayım derdime verem diyorlar
maraş'lı şeyh oğlu satılmışım ben
devamını gör...
10.
1898/1973 yılları arasında yaşamış türk şair, siyasetçi, öğretmen olan faruk nafiz çamlıbel'in henüz 27 yaşında yayınladığı ve kendisinin en önemli şiiri olarak kabul edilen şiiridir.
devamını gör...
11.
şiirden ayrı bir kitap olduğu için kitap diye belirtilmiştir.
faruk nafiz çamlıbel imzalı 284 sayfalık eser; 1969 yılında yayınlanmış olup kendisinin şiir külliyatı bakımından önemli bir eser olduğu söylenebilir.
yaşaran gözlerimde her şey artık değişti, bizim garip şeyhoğlu buradan geçmemişti...
gönlümü maraşlı'nın yaktı kara haberi.
faruk nafiz çamlıbel imzalı 284 sayfalık eser; 1969 yılında yayınlanmış olup kendisinin şiir külliyatı bakımından önemli bir eser olduğu söylenebilir.
yaşaran gözlerimde her şey artık değişti, bizim garip şeyhoğlu buradan geçmemişti...
gönlümü maraşlı'nın yaktı kara haberi.
devamını gör...