hasta mı hasta bir kıta… yolsuzlukla, yalan dolanla, yalakalıkla ve alavereyle dalavereyle işleyen bir sistem… iyi ve kötü kavramlarının tiye alındığı durumlar… paraya tapan savaşçı cüceler, çam yarması paralı askerler, trigloditler, büyücüler, efsuncular, birbirinin kuyusunu kazan asilzadeler ve daha niceleri… hastaorman günceleri ismiyle çevrilecek iken daha sonradan yayın evinin orijinal ismiyle yayınlamayı tercih ettiği ılmoor günceleri’nde daha neler var neler. altı kitaplık seriyi bırakın bir, iki satırla, birkaç paragrafla dahi anlatmak bir hayli güç. bana göre, en yalın haliyle saf bir kara mizah örneği. bu arada, seriyi kısaca tanıtmaya başlamadan önce, ılmoor’un çocuk kitabı kategorisine girdiğine çok da aldanmayın. satır aralarını okumaya aşina olanlar için eminim ki politik alegori niteliği de taşımakta.

söze nereden başlasam bilemiyorum; altı romandan oluşan bir seriyi tamamladıktan sonra, insan kendisini bir tuhaf hissediyor. çünkü uzun zaman birlikte yatıp kalktığınız karakterleri bir rafa kaldırıp veda etmeye hazırlanıyorsunuz.

illmoor günceleri hakkında çıkan eleştirilere göz attığımda, bunların genellikle olumlu olduğunu, hatta zaman zaman küçük okurlardan gelen ''hayatımda okuduğum en iyi kitaptı'' gibi yorumların da bulunduğu forum sayfalarına rastladım. publisher’s weekly'de çıkan bir yazıda david lee stone’un serisi için ''muhteşem kahramanlar tadında, ortaçağda geçen fantezi'' tanımı yapılmış. illmoor günceleri, stone’un on iki yaşındayken yazdığı öyküleri daha sonradan roman haline getirmesiyle oluşmuş. fareli felaket ismiyle türkiye’de yayınlanan ratastrophe catastrophe 2003 yılında, seriyi tamamlayan serinkaya savaşı -coldstone conflict ise 2007’de basılmış. serinin tamamı şöyle: fareli felaket, uluyanların bozgunu, gölgeliçeşme entrikası, dedektif döndolaş’ın hezimeti, galip’in intikamı ve serinkaya savaşı.

seriyle ilgili detaylara girmeden evvel, altı romanı birbirine bağlayan olayları özetlemem gerekir diye düşünüyorum. illmoor ışığın ve karanlığın büyüsüyle donatılmış bir kıta. her şey illmoor kıtası’na sinsice el atan kötü bir gücün ele geçirebileceği bir zihin aramasıyla başlıyor. karanlık güç, diek wustapha isimli bir genci kontrolü altına aldıktan sonra, işler karışmaya başlıyor.


hayır, kara büyünün asıl peşinde olduğu şey iradesiz, hemen etki altına girebilen zihinlerdir. bu tip zihinler de nadiren bulunur, az rastlanır ama kara büyü bunlara bir denk geldi mi de değmeyin keyfine. gel gelelim kara büyü pek de ev sahibini umursayan türden bir misafir sayılmaz; kıskacına aldığı zihin onun için vız gelir tırıs gider.


illmoor kıtası’nın başkenti yavanşehir’i koca koca fareler istila ediyor. çaresiz kalan şehir meclisi fellik fellik şehri farelerden temizleyecek birisini aramaya koyuluyor. bu arada, karanlık gücün etkisi altında bulunan diek yeni beceriler edindiğini fark ediyor. nasıl olduğunu anlamadan, flütüyle tatlı tatlı melodiler çalmaya başlıyor.


bu narin şarkılar havada can buluyor, rüzgarda kıvrılıp bükülerek kilometreler boyunca tepeleri bayırları arşınlıyordu. yavaş yavaş küçük bıkkın köy sakinleri birer birer yaptıkları işleri bırakıp, diek'in müziğini dinlemek için kulak kesilmeye başlamışlardı. ellerindeki alet edevatı, çamaşır tahtalarını bir kenara bırakıyor, şapkalarını kafalarına geçirip yürüyüş ayakkabılarının bağcıklarını bağlıyorlardı. köyün örümcek ağı bağlamış sokakları artık merakına yenik düşen ve iradelerine hakim olamadan müziğin peşinden giden insanlarla canlanmıştı.


flütten yükselen müziği duyan her canlı diek’in etkisi altında kalıyor. herkes diek’ten bir efsuncu olarak bahsetmeye başlıyor. nihayet şehri farelerden temizleyen de o oluyor. ancak kendisine vaat edilen parayı alamayınca, intikam planları yapmaya koyuluyor. intikam peşinde olan genç bir adam, flüt, fareler? eh, tabii ki ilk romanda fareli köyün kavalcısı olarak bildiğimiz öykü, yazar tarafından farklı bir biçimde romana işlenmiş. diek şehrin tüm çocuklarını kaçırınca, iş paralı askerlere kalıyor.

diek ilginç bir biçimde serinin ilk ve son romanında ortaya çıkıyor. altı romanın ikincisi hariç her birinde bulunan değişmez iki karakterse, gordo altınbalta ve kükrek dişgıcırtısı. her ikisi de para için her şeyi yapabilecek denli hırslı olan bu tuhaf ikili, birbirlerine olan bağlılıklarıyla ve sürekli olarak didişmeleriyle de kitabın en can alıcı ve komik diyaloglarını da sergiliyorlar.


“rezalet” diye homurdandı gordo. “bu tam bir rezalet. şuna baksana, sanki yavanşehir’in dük’üymüş gibi volta atıyor arenada.şu kardeşin beni hasta ediyo”.

kükrek kafasını yana eğdi. “bence şaşkın’ın o kılıçlayı kullanmasına izin veymemeliley”.

“üf, saçmalama!” diye mırıldandı gordo platforma giden uzun yolda yürümeye başlayarak. “eğer arenada kılıçlarını elinden alacak olurlarsa, benim de buraya girmemi yasaklayabilirler. bu arada, hazır konu açılmışken, söylesene, benim burada olmamın sebebi ne?”

“dostlukk” diye kükredi kükrek. “ayyıca, yavanşehiy’den çocuklayı çalan o heyifle savaşmaya gittiğinde ben de seninle gelmiştim”.

gordo öfkeli bir köpek gibi arkadaşının etrafında bir tur attı.

“hah! bir kere, altınlar yüzünden benimle gelmiştin, kükrek dişgıcırtısı. sakın bunu inkar edeyim deme”.

“tamam, ama sen de büyük biy ihtimalle o işi şey yüzünden yapmıştın…”

“goblin sümüğü mü?”

“hayıy, eğlenmek için diyecektim”.

“eğlenmek mi? eğlenmek mi? şaka yapıyor olmalısın. kölelerle boğuşmanın, orgları öldürmenin, devasa tuzakların üstünden atlamanın neresi eğlenceli?”

kükrek omuzlarını silkti. “bence acayip eğlenceliydi. unutulmuş diyaylayda yaşanılan maceyalay falan…”

“unutulmuş diyarlar mı?” dedi gordo gözlerini fal taşı gibi açarak. “şu anda balgam’dayız”.

“evet, öyle. canım biliyoysun işte ne demek istediğimi”


cüce gordo ve devasa boyutlarda bir savaşçı olan, ancak bir bebek gibi konuşan kükrek, maceradan maceraya koşarak çocukları geri getiriyorlar ancak şehrin idaresini elinde bulunduran dük yanardöner’in oyununa geliyorlar. nihayetinde, olaylar paralı askerlerin lehine sonuçlanıyor ve yanardöner, uşağı yardakçı marshall ile birlikte fareli felaketi kontrol altına alamaması nedeniyle sürgüne yollanıyor.

uluyanlar’ın bozgunu isimli ikinci roman, dük yanardöner’in günlüğünden bir bölümle başlıyor: ''insan bu kadar mı dibe vurur? bu tam bir kepazeli'' diyen dük, sürgüne yollanmasına veryansın ediyor. kitapta konu edilen olaylar uluyanlar isimli karanlık bir mezhebin etrafında gelişiyor. uluyanlar mezhebi’nin, yavanşehir’i ele geçirme teşebbüsünü engellemek için, yanardöner şehrin idaresini ele almış olan kuzeni karartmavakti’nin de daveti üstüne kıtanın başkentine geri dönüyor. bu kitapta yer alan önemli karakterlerden bir diğeriyse, jareth obegarde isimli bir yarı vampir ve ilk romanda da karşımıza çıkan sefil hırsız jimmy eliçabuk. ancak jimmy ilk romanın aksine, hırsızlık mesleğini icra etmiyor. bu sefer, mezar kazıcılığı rolünü üstlenmiş. uluyanlar mezhebi bozguna uğratılıyor ama yanardöner süklüm püklüm sürgüne yollandığı puslu tepeler’e geri dönmek zorunda kalıyor.

üçüncü roman, yani gölgeliçeşme entrikası, kıtanın dört bir yanını yağmalayan gordo, kükrek ve bu kitapta karşımıza çıkan kükrek’in kardeşi şaşkın’dan yaka silken idarecilerin gölgeliçeşme denen bir yerde gizli bir toplantı düzenleyip paralı askerlerden kurtulma planları yapmalarıyla başlıyor. ancak olaylar öyle bir biçimde gelişiyor ki kahramanlarımız romanın sonunda akıllara duygunluk verecek birer unvan ediniyorlar. dük yanardöner ise sürpriz bir biçimde ölüyor ama illlmoor dünyası’nda kimin ne zaman, nasıl ve nerede ortaya çıkacağı belli olmaz, benden söylemesi. üçüncü romanı ilk iki romandan farklı kılan unsurlardan biri de seride ilk kez aşka meşke yer verilmesi. ancak bunun da karşılıksız bir aşk olduğunu belirtmek gerek.

son üç kitapta neler olacağı konusunda ayrıntıya girmeden, karşınıza şapşal bir dedektifin çıkacağını, yavanşehir’i idare eden vikont karartmavakti’nin karanlık bir güç tarafından ele geçirileceğini, kükrek’in meteliğe kurşun atar hale gelip efsanevi bir çekicin peşine düşeceğini, galip isimli kötü bir tanrının illlmoor’a geri dönüp kükrek’in bedenine yerleşeceğini söylemekle yetineceğim! zira bu kadarı ilginizi çektiyse, geri kalanını okumak size kalıyor. ancak şu kadarını söyleyebilirim ki ilk üç romanı okuduktan sonra, serinin tamamını okumak kaçınılmaz hale geliyor. her bir romanda ortaya çıkan yeni karakterler, karmaşık olaylar döngüsü ve kahramanlarımızın hayatta kalma çabası, okuyucuyu serinin akıbeti konusunda meraka düşürüyor.

illmoor günceleri pek çok açıdan incelenmeye aday bir seri. öyle ki ister politik bir alegori olarak okuyun, ister inanç sistemi açısından ele alın, ister kadın-erkek ilişkilerini ve rollerini irdeleyin, mutlaka ama mutlaka düşündürücü unsurlarla karşılaşıyorsunuz. akılcı, esprili diyaloglarla süslenmiş, her birinde hem karakterler, hem de illmoor kıtası hakkında daha da fazla ipucu veren altı roman, günümüz dünyasında da hüküm süren aşırı güç ve mevkii arzusunun parodisi olarak da okunabilir. kahramanlara gelince, çoğu, hatta hemen hemen hepsi birer anti-kahraman. olayları çözme dürtülerinin ardında hep kişisel çıkarlar yatıyor ancak anti-kahraman tanımına uygun olarak yine de birer kahraman ruhuyla hareket ediyorlar.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"illmoor günceleri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim