#ödüllü filmler
türkçe adı: zamanın akışında
1976 cannes film festivalinde oy birliğiyle fipresci ödülüne layık bulunan, wim wenders yönetmenliğindeki yol ve drama filmidir ve bu yönetmenin yol film üçlemesinin son parçası olma niteliğini taşır. başrollerinde rüdiger vogler ile hanns zischler'i seyrettiğimiz bu alman filminin konusunda; gezgin bir projeksiyon ekipmanı tamircisi batı almanya'da çalışmaktadır ve doğu almanya sınırının yanında, köhne sinema salonlarını ziyaret ederek işini yapmakla meşguldür; yeni boşanmış, depresif bir ruh halindeki genç bir adamla karşılaşınca bu iki başkarakter beraber yolculuk yapmaya karar verirler.
1976 cannes film festivalinde oy birliğiyle fipresci ödülüne layık bulunan, wim wenders yönetmenliğindeki yol ve drama filmidir ve bu yönetmenin yol film üçlemesinin son parçası olma niteliğini taşır. başrollerinde rüdiger vogler ile hanns zischler'i seyrettiğimiz bu alman filminin konusunda; gezgin bir projeksiyon ekipmanı tamircisi batı almanya'da çalışmaktadır ve doğu almanya sınırının yanında, köhne sinema salonlarını ziyaret ederek işini yapmakla meşguldür; yeni boşanmış, depresif bir ruh halindeki genç bir adamla karşılaşınca bu iki başkarakter beraber yolculuk yapmaya karar verirler.
*cannes film festivali (1976) - yarışma: fipresci ödülü [wim wenders] (oy birliğiyle)
*chicago enternasyonal film festivali (1976) - en iyi film: altın hugo ödülü
*bambi ödülleri (1977) - film - ulusal: bambi ödülü [wim wenders]
*chicago enternasyonal film festivali (1976) - en iyi film: altın hugo ödülü
*bambi ödülleri (1977) - film - ulusal: bambi ödülü [wim wenders]
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "pinkshinyultratambourine" tarafından 17.06.2024 12:28 tarihinde açılmıştır.
1.
sinematografik olarak başarılı, içten ve wenders'in kalbini koyarak yaptığı bir film. ilk 15 veya 20 dakikasında hiç diyalog yok. bu bölümde zaten sinematografinin ne kadar ustaca halledildiğini görebiliyorsunuz. bazı yönlerden biraz kasvetli olmasına rağmen etkileyiciydi.
devamını gör...
2.
yönetmen koltuğunda wim wanders bulunan, yol üçlemesinin son filmi olan zamanın akışında, beni en ama en çok etkilemiş ilk beş film arasında dördüncü sırada yer bulan, izlerken her saniyesinden büyülendiğim, her kısmıyla beni içerisine adeta hapsetmiş izlediğim en iyi yol filmi.
konusundan başlayalım.
bruno isimli karakterimiz çok tuhaf bir karakter. kendisi doğu ve batı almanya sınırları arasında gidip gelen, film makinelerini tamir ederek hayatını sürdüren, karavanıyla her geceyi farklı yerde geçiren, yalnızlığıyla baş başa olmaktan zevk duyan bir karakter. robert isimli kendisi kadar tuhaf bir adamla, oldukça tuhaf bir şekilde tanışır.*hehehe izleyin görün*
bu tanışma sonrası ikili almanya'nın kasabalarını gezerek sinemalara uğramaya başlarlar, birçok insanla tanışırlar, o insanların dönemin filmleri hakkındaki sorunlarını dinlerler, işsiz kalışlarının nedenlerini anlamaya çalışırlar, insanlardan etkilenir, onlardan hoşlanır, onlarla zaman geçirirler... bunları yaparken ikisi de kendi sorunlarını anlamaya çalışıp bu sorunlarla baş etmeye çalışırlar... bruno yalnızlığıyla, robert ise kendi içerisinde yaşadığı çözümsüzlük ile yüzleşmeyi dener.
filmin her saniyesi adeta bir fotoğraf makinesi objektifinden çıkmış kadar güzel... gece yarısı demiryolu kenarına park etmiş karavanın aynasından yansıyan ay ışığından tutun, kaçırdıkları motorla gezerken yıldırımın düştüğü yerlere ilerledikleri sahnelere kadar son zamanlarda izlediğim beni en tatmin eden film... bu filmi 20-30 kez bokunu çıkarana dek izlemeye karar verdim ben. çok hoşuma gitti yani, bunu size anlatabilmemin mümkünatı yok...
ya müzikleri? dönemin müziklerini yansıtması bir yana dursun, film için bestelenen o müziklere ne demeli? tam anlamıyşa şahane... bakın şu an kafamda çalıyor biliyor musunuz... bu filme aşık oldum ben.
dahası da var... neyse, spoiler vermeden anlatmam mümkün değil. bu filmi izleyin, bir sinemada çocuklara yaptıkları minik gösteriyi izlerken aklınıza ben geleyim. gözyaşlarım pıt şu an.
konusundan başlayalım.
bruno isimli karakterimiz çok tuhaf bir karakter. kendisi doğu ve batı almanya sınırları arasında gidip gelen, film makinelerini tamir ederek hayatını sürdüren, karavanıyla her geceyi farklı yerde geçiren, yalnızlığıyla baş başa olmaktan zevk duyan bir karakter. robert isimli kendisi kadar tuhaf bir adamla, oldukça tuhaf bir şekilde tanışır.*hehehe izleyin görün*
bu tanışma sonrası ikili almanya'nın kasabalarını gezerek sinemalara uğramaya başlarlar, birçok insanla tanışırlar, o insanların dönemin filmleri hakkındaki sorunlarını dinlerler, işsiz kalışlarının nedenlerini anlamaya çalışırlar, insanlardan etkilenir, onlardan hoşlanır, onlarla zaman geçirirler... bunları yaparken ikisi de kendi sorunlarını anlamaya çalışıp bu sorunlarla baş etmeye çalışırlar... bruno yalnızlığıyla, robert ise kendi içerisinde yaşadığı çözümsüzlük ile yüzleşmeyi dener.
filmin her saniyesi adeta bir fotoğraf makinesi objektifinden çıkmış kadar güzel... gece yarısı demiryolu kenarına park etmiş karavanın aynasından yansıyan ay ışığından tutun, kaçırdıkları motorla gezerken yıldırımın düştüğü yerlere ilerledikleri sahnelere kadar son zamanlarda izlediğim beni en tatmin eden film... bu filmi 20-30 kez bokunu çıkarana dek izlemeye karar verdim ben. çok hoşuma gitti yani, bunu size anlatabilmemin mümkünatı yok...
ya müzikleri? dönemin müziklerini yansıtması bir yana dursun, film için bestelenen o müziklere ne demeli? tam anlamıyşa şahane... bakın şu an kafamda çalıyor biliyor musunuz... bu filme aşık oldum ben.
dahası da var... neyse, spoiler vermeden anlatmam mümkün değil. bu filmi izleyin, bir sinemada çocuklara yaptıkları minik gösteriyi izlerken aklınıza ben geleyim. gözyaşlarım pıt şu an.
devamını gör...