1.
fransız sinemasının unutulmaz yapımlarından jeux d’enfants (2003), yann samuell’in yönetmenliğinde çekilmiş, marion cotillard ve guillaume canet’in başrollerini paylaştığı, sıradışı bir aşk filmidir. ancak bu filmi yalnızca “romantik” etiketiyle tanımlamak eksik kalır. çünkü jeux d’enfants, aşkı güvenli limanlarda aramaz; aksine onu fırtınaların ortasında, sınırları zorlayan bir oyun olarak resmeder.
julien ve sophie’nin hikâyesi, çocuklukta başlar. julien, babasının otoritesiyle bastırılmış, kırılgan bir çocuk; sophie ise göçmen kökenli olmanın getirdiği dışlanmışlıkla yüzleşen, asi bir kızdır. aralarındaki bağ, sıradan bir dostluk değil, bir oyun aracılığıyla kurulur. küçük bir teneke kutu, aralarındaki meydan okumaların sembolü haline gelir. her “cesaretin var mı?” sorusu, onların hayatını biraz daha şekillendirir. başta masum görünen bu oyun, zamanla hayatlarını yöneten ve geri dönüşü olmayan bir tutkuyla birleşen bir bağımlılığa dönüşür.
filmin temelinde aşk vardır ama alışılmış anlamda değil. julien ve sophie, birbirlerini severler fakat bu sevgiyi açıkça yaşayamaz, sıradan bir çift gibi kabullenemezler. onlar için aşk, bir meydan okumadır: sınırları zorlayan, kimi zaman yıkan, kimi zaman iyileştiren bir oyun. aşkları, bir kuşun özgürce göğe yükselişi kadar hafif, ama zincirlenmiş bir esaret kadar da ağırdır.
yann samuell, hikâyeyi masalsı bir estetikle anlatır. renkler, kamera hareketleri ve hayali sekanslar, filmi bir rüya atmosferine taşır. ancak bu rüya, huzurlu olduğu kadar rahatsız edicidir de. edith piaf’ın defalarca duyulan “la vie en rose” yorumu, filmin en önemli unsurlarından biridir. şarkı, aşkın büyüsünü simgelerken aynı zamanda onun boğucu tarafını da hatırlatır.
julien karakteri, oyunla birlikte kendi korkularından kaçar; sophie ise oyun sayesinde özgürlüğünü bulur. ama ikisi de, aslında oyunun esiridirler. çocukluklarında başlayan bu alışkanlık, yetişkinliklerinde de peşlerini bırakmaz. her ikisi de toplumsal beklentiler, evlilikler ve sorumluluklar arasında bir hayat kursa da, oyunun ateşi sönmez. onların gerçekliği, meydan okumaların ritmiyle var olur.
filmin en çok tartışılan yönü ise finalidir. julien ve sophie’nin kavuşması, seyirciye göre hem romantik bir mutlu son, hem de karanlık bir trajedi olarak okunabilir. bu ikili, aşkı huzurla değil, tutkuyla ve yok oluşla tanımlar. onların mutluluğu, sıradan bir yaşamda değil, birbirlerinin kollarında kaybolmayı göze aldıkları noktadadır.
jeux d’enfants, aşkı edebi bir metafor olarak yeniden kurar. oyun, masumiyetin simgesi olduğu kadar bağımlılığın da göstergesidir. teneke kutu, hem çocukluklarının kalbi hem de yetişkinliklerinin yüküdür. aşkın büyülü yanıyla birlikte yıkıcı gücünü de gösteren bu metafor, filmi klasik romantik anlatılardan ayırır.
sonuçta, jeux d’enfants yalnızca bir aşk hikâyesi değil; aşkın deliliğini, çelişkisini ve karanlığını sorgulayan bir anlatıdır. seyirciye “aşk huzur mudur, yoksa delilik olmadan eksik midir?” sorusunu sordurur. renkli görselliği, masalsı dili ve aynı anda hem büyüleyici hem de rahatsız edici yapısıyla, izleyenin zihninde uzun süre yer eder.
julien ve sophie’nin hikâyesi, çocuklukta başlar. julien, babasının otoritesiyle bastırılmış, kırılgan bir çocuk; sophie ise göçmen kökenli olmanın getirdiği dışlanmışlıkla yüzleşen, asi bir kızdır. aralarındaki bağ, sıradan bir dostluk değil, bir oyun aracılığıyla kurulur. küçük bir teneke kutu, aralarındaki meydan okumaların sembolü haline gelir. her “cesaretin var mı?” sorusu, onların hayatını biraz daha şekillendirir. başta masum görünen bu oyun, zamanla hayatlarını yöneten ve geri dönüşü olmayan bir tutkuyla birleşen bir bağımlılığa dönüşür.
filmin temelinde aşk vardır ama alışılmış anlamda değil. julien ve sophie, birbirlerini severler fakat bu sevgiyi açıkça yaşayamaz, sıradan bir çift gibi kabullenemezler. onlar için aşk, bir meydan okumadır: sınırları zorlayan, kimi zaman yıkan, kimi zaman iyileştiren bir oyun. aşkları, bir kuşun özgürce göğe yükselişi kadar hafif, ama zincirlenmiş bir esaret kadar da ağırdır.
yann samuell, hikâyeyi masalsı bir estetikle anlatır. renkler, kamera hareketleri ve hayali sekanslar, filmi bir rüya atmosferine taşır. ancak bu rüya, huzurlu olduğu kadar rahatsız edicidir de. edith piaf’ın defalarca duyulan “la vie en rose” yorumu, filmin en önemli unsurlarından biridir. şarkı, aşkın büyüsünü simgelerken aynı zamanda onun boğucu tarafını da hatırlatır.
julien karakteri, oyunla birlikte kendi korkularından kaçar; sophie ise oyun sayesinde özgürlüğünü bulur. ama ikisi de, aslında oyunun esiridirler. çocukluklarında başlayan bu alışkanlık, yetişkinliklerinde de peşlerini bırakmaz. her ikisi de toplumsal beklentiler, evlilikler ve sorumluluklar arasında bir hayat kursa da, oyunun ateşi sönmez. onların gerçekliği, meydan okumaların ritmiyle var olur.
filmin en çok tartışılan yönü ise finalidir. julien ve sophie’nin kavuşması, seyirciye göre hem romantik bir mutlu son, hem de karanlık bir trajedi olarak okunabilir. bu ikili, aşkı huzurla değil, tutkuyla ve yok oluşla tanımlar. onların mutluluğu, sıradan bir yaşamda değil, birbirlerinin kollarında kaybolmayı göze aldıkları noktadadır.
jeux d’enfants, aşkı edebi bir metafor olarak yeniden kurar. oyun, masumiyetin simgesi olduğu kadar bağımlılığın da göstergesidir. teneke kutu, hem çocukluklarının kalbi hem de yetişkinliklerinin yüküdür. aşkın büyülü yanıyla birlikte yıkıcı gücünü de gösteren bu metafor, filmi klasik romantik anlatılardan ayırır.
sonuçta, jeux d’enfants yalnızca bir aşk hikâyesi değil; aşkın deliliğini, çelişkisini ve karanlığını sorgulayan bir anlatıdır. seyirciye “aşk huzur mudur, yoksa delilik olmadan eksik midir?” sorusunu sordurur. renkli görselliği, masalsı dili ve aynı anda hem büyüleyici hem de rahatsız edici yapısıyla, izleyenin zihninde uzun süre yer eder.
devamını gör...
2.
bu film muhtemelen, arkadaş ortamında fikir olarak ortaya çıkmış. etraftakiler de korkularından kötü bir fikir diyememiş. zaten batı toplumlarında herkes orta yolcu olduğu için tarrak gibi bir fikir deme riskini kimse göze almaz. bu saçma formatı başımıza tim burton bela etti. kimse de çocuk musun oğlum git hallmark'a dizi çek diyemediği için, sanat eseri muamelesi görüyor.
devamını gör...
3.
devamını gör...