orijinal adı: la casa de papel
yazar: carlos maría domínguez
yayım yılı: 2002
eser, kitapları çok seven ve bu yüzden tutkun olarak adlandırılabilecek carlos brauer'ın yaşanan bir olay sonucunda gizli ilişkisinin gün yüzüne çıkmaya başlamasını konu alıyor.
yazar: carlos maría domínguez
yayım yılı: 2002
eser, kitapları çok seven ve bu yüzden tutkun olarak adlandırılabilecek carlos brauer'ın yaşanan bir olay sonucunda gizli ilişkisinin gün yüzüne çıkmaya başlamasını konu alıyor.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "bengaripsengüzeldünyaumutlu" tarafından 21.03.2022 01:58 tarihinde açılmıştır.
1.
carlos maria dominguez tarafından yazılmış, orijinal adı la casa de papel olan türkiyede jaguar kitap tarafından basılmış öykü kitabı. kitap 96 sayfadır ve bu 96 sayfaya adeta dünya modern ve klasik edebiyatı sığdırılmıştır. kitap içerisinde diğer yazarlar ve romanlarına, öykülerine sık sık göndermeler bulunmaktadır.
hayran kalarak okuduğum nadir kitaplardan.
karakterimiz carlos kitapları toplayıp ev yaptığında kafamda canlanan kişi jorge luis borges oldu. yazar bana göre carlos karakteri üzerinden jorge luis borges'u çok feci yermiş ve övmüş kitabında. bu fikrimi destekleyen hiç bir incelemeye denk gelmediğim gibi borges'tur diye kanıtlayamam da.
hayran kalarak okuduğum nadir kitaplardan.
karakterimiz carlos kitapları toplayıp ev yaptığında kafamda canlanan kişi jorge luis borges oldu. yazar bana göre carlos karakteri üzerinden jorge luis borges'u çok feci yermiş ve övmüş kitabında. bu fikrimi destekleyen hiç bir incelemeye denk gelmediğim gibi borges'tur diye kanıtlayamam da.
devamını gör...
2.
carlos maria dominguez tarafından 2002 yılında yayınlanan kitap, seda ersavcı tarafından 2015 yılında türkçeye kazandırıldı.
kitap tutkusu ve bu tutkunun içindeki korku müthiş bir şekilde anlatılmış.
her satırda tutku ve korku bir balyoz gibi kafanıza iniyor.
kitap seven - ama öyle sadece okumayı değil, mürekkebini, kağıdını, cildini hatta içindeki tüm boşluklarını seven- tüm okurların okuması gerekir diye düşünüyorum.
"bir okur, zaten var olan bir yolda ilerleyen bir yolcudur. ve bu yol sonsuzdur. ağaç kaleme alınmıştır çoktan; taşı ve dalı kıpırdatan rüzgâr, bu dala duyulan özlem ve gölgelerini yasladıkları sevda... normalde yabancısı olacağım bir zaman dilimi olan günde birkaç saati bu yolda geçirmekten daha büyük bir mutluluk bilmiyorum."
kitap tutkusu ve bu tutkunun içindeki korku müthiş bir şekilde anlatılmış.
her satırda tutku ve korku bir balyoz gibi kafanıza iniyor.
kitap seven - ama öyle sadece okumayı değil, mürekkebini, kağıdını, cildini hatta içindeki tüm boşluklarını seven- tüm okurların okuması gerekir diye düşünüyorum.
"bir okur, zaten var olan bir yolda ilerleyen bir yolcudur. ve bu yol sonsuzdur. ağaç kaleme alınmıştır çoktan; taşı ve dalı kıpırdatan rüzgâr, bu dala duyulan özlem ve gölgelerini yasladıkları sevda... normalde yabancısı olacağım bir zaman dilimi olan günde birkaç saati bu yolda geçirmekten daha büyük bir mutluluk bilmiyorum."
devamını gör...
3.
arjantinli kısa öykü ve roman yazarı carlos maria dominguez tarafından kaleme alınan ve türkçe'ye çevrilen tek kitabı olan kağıt ev kitabında saplantılı olabilecek kadar kitap aşığı bir insandan bahsediliyor. aslında kitaptaki diğer karakterler de ondan geri kalmayacak şekilde saplantılı tavırlara sahip.
kitaplarından kağıt bir ev yapan brauer ve üniversitede görev yapan profesör bluma arasındaki ilişki, sonrasında ortaya çıkan gizemli bir kitap ve gelişen olaylar..
oldukça kısa olan bu öykü kitabında, ilginç karakterler tanıyor, onların tutku ve çöküşlerine şahit oluyorsunuz. kitap veya herhangi bir şeyi bu kadar çok sevmek, saplantı düzeyinde anlam yüklemek ve sonra tüm bu anlamlardan, değerlerden mahrum kalmak acı verici olsa gerek.
özgün adı la casa da papel olan kağıt ev kitabı kolayca anlaşılan ve çabucak bitirilebilecek akıcılıkta bir eser.
kitaplarından kağıt bir ev yapan brauer ve üniversitede görev yapan profesör bluma arasındaki ilişki, sonrasında ortaya çıkan gizemli bir kitap ve gelişen olaylar..
oldukça kısa olan bu öykü kitabında, ilginç karakterler tanıyor, onların tutku ve çöküşlerine şahit oluyorsunuz. kitap veya herhangi bir şeyi bu kadar çok sevmek, saplantı düzeyinde anlam yüklemek ve sonra tüm bu anlamlardan, değerlerden mahrum kalmak acı verici olsa gerek.
özgün adı la casa da papel olan kağıt ev kitabı kolayca anlaşılan ve çabucak bitirilebilecek akıcılıkta bir eser.
devamını gör...
4.
orijinal adı la casa de papel olan kitaptır.
mina urgan'ın bir dinazorun anıları kitabını okurken çok eğlenmiştim, çünkü bildiğim/okuduğum yazarlardan bahsediyordu.
alberto manguel okurken borges ile tanışmıştım, borges'tan bahsederken birçok kitabına atfedildi diye de bahsi geçen kitaplarını da okumuştum.
şimdi bu iki bilgiyi şuraya bağlıyorum:
bu kitabı okurken de birçok yazardan, birçok kitabın hikayesine değinerek anlatıyordu. bende de o bazı kitapların eksiği vardı ve buna rağmen okumayı sürdürdüm. bu yüzden de buruk bir tat kaldı boğazımda. şimdilerde kitapta bahsi geçen kitapları aldım ve onları okuduktan sonra yeniden okumayı düşündüğüm incecik bir kitap olarak zihnimde kaldı kağıt ev.
bazı insanlar vardır, sohbet ederken şairlerden, yazarlardan, filozoflardan, görüşlerden alıntılar yapar. işte bu türden bir kitaptı. zaten oldum olası ince kitaplardan korkarım, içerisinde çok bilgi barındırdığına inandığım için. öyle bir kitaptı neyse.
kitapta bir de çok sevdiğim bir cümleyi paylaşmak istiyorum:
inşa edilen bir kütüphane, yaratılan bir hayat demektir; yığılmış kitaplar toplamı değildir asla.
eksiklerimi tamamladıktan sonra bir daha okumam gereken kitap...
mina urgan'ın bir dinazorun anıları kitabını okurken çok eğlenmiştim, çünkü bildiğim/okuduğum yazarlardan bahsediyordu.
alberto manguel okurken borges ile tanışmıştım, borges'tan bahsederken birçok kitabına atfedildi diye de bahsi geçen kitaplarını da okumuştum.
şimdi bu iki bilgiyi şuraya bağlıyorum:
bu kitabı okurken de birçok yazardan, birçok kitabın hikayesine değinerek anlatıyordu. bende de o bazı kitapların eksiği vardı ve buna rağmen okumayı sürdürdüm. bu yüzden de buruk bir tat kaldı boğazımda. şimdilerde kitapta bahsi geçen kitapları aldım ve onları okuduktan sonra yeniden okumayı düşündüğüm incecik bir kitap olarak zihnimde kaldı kağıt ev.
bazı insanlar vardır, sohbet ederken şairlerden, yazarlardan, filozoflardan, görüşlerden alıntılar yapar. işte bu türden bir kitaptı. zaten oldum olası ince kitaplardan korkarım, içerisinde çok bilgi barındırdığına inandığım için. öyle bir kitaptı neyse.
kitapta bir de çok sevdiğim bir cümleyi paylaşmak istiyorum:
inşa edilen bir kütüphane, yaratılan bir hayat demektir; yığılmış kitaplar toplamı değildir asla.
eksiklerimi tamamladıktan sonra bir daha okumam gereken kitap...
devamını gör...
5.
kitap okumak ne demek biliyoruz, bir çoğumuzun yaptığı bir şey. eline alırsın bir kitabı; gözlerinle yazıları takip edersin, sayfaları çevirirken hayal kurarsın. sonra da o kitabı kaldırır bir yere koyarsın ve belki de yıllar sonra bir defa daha okuyacağın o “nesne” orada kalır. en azından bazılarımız için öyle. bazılarımız ise o nesnelere bağlanır. bilir ki taşınsa onu en çok kitaplar yoracak, bilir ki bu şeyler yenmez, içilmez. fakat biriktirdikçe biriktirir. kağıt ev bu bazılarımızı daha çok etkileyebilecek carlos maría domínguez tarafından yazılmış “mükemmel” bir kurmaca metin. tam tanımı gereği mükemmel bir novella.
bu küçücük kitaba neden mi mükemmel diyorum,sebebi ne kaynağı ne? uzunca anlatacağım ama kısacası kaynak işkembe-i kübram.
önde süregelen bir hikaye var. kabaca şöyle: kitaplarla özel bir ilişki kuran bir adamın yavaş yavaş delirmesi. tanıdık geldi mi?*
ana karakterimiz bir okuma müptelası. zaman içerisinde kendine yeni zevkler edinmiş. eğer bir kitap elektrik olmadan yazılmışsa o kitap mum ışığında okunmalıdır misal. eğer kitabın yazarı belli bir türde müzik dinliyorsa o müzik dinlenirken okunmalıdır. hangimizin yok ki böyler küçük delilikleri. bu delilikler bir süre sonra kontrolden çıkmaya başlar. evin her tarafı kitap dolmaya başlar. “kitaplar kendi kendine hareket ediyordu” gibi cümleler okuruz. her kitap bir zihindir sözü hiç geçmez ama bu küçük novellanın bunun üzerine yazıldığını hissederiz. bir gün arkadaşları yatakta kitaplardan yapılma bir insan sureti görür.* gününün 10 saatini okumaya ve kitap almaya ayıran karakterimiz tabi bir süre sonra kitapları düzgün listeleme ihtiyacını hisseder ancak dedim ya bu kitapların hepsi bir zihin. kavgalı yazarların kitapları yanyana konulmamalıdır. telefon varken yazılan kitapla yokken yazılan kitap da pek tabi yanyana koyulamaz. böyle binbir çeşit kuralı takip etmek için ise dahiyane bir algoritma ve bu algoritmanın sürekli geliştirilip düzenleneceği bir katalog ihtiyacı hasıl olur. günlerden bir gün bu katalog yanar ve bütün o kitaplar anlamını yitirir. artık o kitapların sırası karışmıştır hatta kaybolmuştur. artık annesini hatırlamaya çalışan ana karakter onun yerine bir sokak köpeğini bulur. dayanamaz tabi buna ve kitaplarını toplar gider uzaklara. orada hayatını oluşturan inşa eden bu kitapları gerçek tuğlalara dönüştürür ve onlardan kendine bir “kağıt ev” yapar. sonra bu kağıt evden istenen gölge hattı kitabını bulmak için evini paramparça eder. delirir ve tekrardan delirir.
peki kurgusu en başta o kadar da ilgi çekici olmayan bu eseri farklı kılan ne?
kitap öne koyduğu bu hikayenin arkasına katman katman başka hikayeler koyar. doksan sayfada belki de bütün latin amerika ve ispanyol edebiyatını okuyabilirsiniz. ölen bir karakter ve elinde tuttuğu emily dickinson şiirleri bize bir şey anlatır. eğer biliyorsak dickinson’ı keyfimiz bir kat daha artar. bütün bir kitap boyunca tekrar eden kitaplar sebebiyle deliren adam figürü ve başına gelenler tabi ki bir don kişot palimpsestidir. onu biliyorsak keyfimiz bir kat daha artar. kitapta açık açık geçen ana unsurlardan biri olan gölge hattı’nın bir arzu kitabı olduğunu bilirsek ve o kitap arzuyu nasıl anlatıyorsa bu novella da öyle anlatıyor gerçeğini kavrarsak keyfimiz bir kat daha artar. kitabın içinde başka kitaplara ve yazarlara atıf olmayan neredeyse tek bir sayfa bile yok. bunların hepsini bilirsek bambaşka bir hikaye okumuş oluruz. dikkat edilmesi gereken önemli bir unsur ise şudur: bu yapılan küçük göndermeler edebi oyunlar ana hikayeyi hiç etkilememiştir. bu eserlerden bihaber olan herhangi bir okuyucu da bu kitaptan müthiş keyif alacaktır. kitabın ustalığı tam da burada devreye giriyor. size ne kadar da cahilsin demiyor* aksine kim olursan ol gel beni oku ve anla diyor. yazı dilim sadece, kısacık bir kitabım. anlattığım hikaye de ilgi çekici. ne duruyorsun? öbür türlüsü kimsenin anlamadığı ve sanatı üç beş arkadaşı için yapan sözde sanatçıların sergileri gibi olurdu.
gilles deleuze okumadıysan giremediğin okuduysan da eserleri anlamadığın ama ayıp olmasın diye anlıyormuş gibi yaptığın sergilerden bahsediyorum evet.
eserin tek alamet-i farikası bu mu peki?* kahramanlar o kadar iyi bir skalada yerleştirilmiş ki okurken "aaaa ben de kitaplarımı böyle kütüphanelerden aldım, ben de böyle tozunu alırım, ben hiç böyle toz içerisinde bırakmazdım” gibi cümleler kurduruyor. her okur, kendi okurluğunu yansıtan bir karakter bulabiliyor. bu da yapması oldukça zor bir iş.
kısacası; zihninizi doldurmak, iyi bir kurgu okumak, katman katman örülü bir hikaye anlatıcılığının bulmacasını çözmek istiyorsanız jaguar kitap’ın bastığı bu tercümeyi okumalısınız. uyarı yapmam gerekiyor bu noktada, kitaplarınızın yarısından fazlasını vermek zorunda kalabilirsiniz okuduktan sonra. benim öyle bir derdim olmadı da olanları tanıyorum diyelim.*
bu küçücük kitaba neden mi mükemmel diyorum,sebebi ne kaynağı ne? uzunca anlatacağım ama kısacası kaynak işkembe-i kübram.
önde süregelen bir hikaye var. kabaca şöyle: kitaplarla özel bir ilişki kuran bir adamın yavaş yavaş delirmesi. tanıdık geldi mi?*
ana karakterimiz bir okuma müptelası. zaman içerisinde kendine yeni zevkler edinmiş. eğer bir kitap elektrik olmadan yazılmışsa o kitap mum ışığında okunmalıdır misal. eğer kitabın yazarı belli bir türde müzik dinliyorsa o müzik dinlenirken okunmalıdır. hangimizin yok ki böyler küçük delilikleri. bu delilikler bir süre sonra kontrolden çıkmaya başlar. evin her tarafı kitap dolmaya başlar. “kitaplar kendi kendine hareket ediyordu” gibi cümleler okuruz. her kitap bir zihindir sözü hiç geçmez ama bu küçük novellanın bunun üzerine yazıldığını hissederiz. bir gün arkadaşları yatakta kitaplardan yapılma bir insan sureti görür.* gününün 10 saatini okumaya ve kitap almaya ayıran karakterimiz tabi bir süre sonra kitapları düzgün listeleme ihtiyacını hisseder ancak dedim ya bu kitapların hepsi bir zihin. kavgalı yazarların kitapları yanyana konulmamalıdır. telefon varken yazılan kitapla yokken yazılan kitap da pek tabi yanyana koyulamaz. böyle binbir çeşit kuralı takip etmek için ise dahiyane bir algoritma ve bu algoritmanın sürekli geliştirilip düzenleneceği bir katalog ihtiyacı hasıl olur. günlerden bir gün bu katalog yanar ve bütün o kitaplar anlamını yitirir. artık o kitapların sırası karışmıştır hatta kaybolmuştur. artık annesini hatırlamaya çalışan ana karakter onun yerine bir sokak köpeğini bulur. dayanamaz tabi buna ve kitaplarını toplar gider uzaklara. orada hayatını oluşturan inşa eden bu kitapları gerçek tuğlalara dönüştürür ve onlardan kendine bir “kağıt ev” yapar. sonra bu kağıt evden istenen gölge hattı kitabını bulmak için evini paramparça eder. delirir ve tekrardan delirir.
peki kurgusu en başta o kadar da ilgi çekici olmayan bu eseri farklı kılan ne?
kitap öne koyduğu bu hikayenin arkasına katman katman başka hikayeler koyar. doksan sayfada belki de bütün latin amerika ve ispanyol edebiyatını okuyabilirsiniz. ölen bir karakter ve elinde tuttuğu emily dickinson şiirleri bize bir şey anlatır. eğer biliyorsak dickinson’ı keyfimiz bir kat daha artar. bütün bir kitap boyunca tekrar eden kitaplar sebebiyle deliren adam figürü ve başına gelenler tabi ki bir don kişot palimpsestidir. onu biliyorsak keyfimiz bir kat daha artar. kitapta açık açık geçen ana unsurlardan biri olan gölge hattı’nın bir arzu kitabı olduğunu bilirsek ve o kitap arzuyu nasıl anlatıyorsa bu novella da öyle anlatıyor gerçeğini kavrarsak keyfimiz bir kat daha artar. kitabın içinde başka kitaplara ve yazarlara atıf olmayan neredeyse tek bir sayfa bile yok. bunların hepsini bilirsek bambaşka bir hikaye okumuş oluruz. dikkat edilmesi gereken önemli bir unsur ise şudur: bu yapılan küçük göndermeler edebi oyunlar ana hikayeyi hiç etkilememiştir. bu eserlerden bihaber olan herhangi bir okuyucu da bu kitaptan müthiş keyif alacaktır. kitabın ustalığı tam da burada devreye giriyor. size ne kadar da cahilsin demiyor* aksine kim olursan ol gel beni oku ve anla diyor. yazı dilim sadece, kısacık bir kitabım. anlattığım hikaye de ilgi çekici. ne duruyorsun? öbür türlüsü kimsenin anlamadığı ve sanatı üç beş arkadaşı için yapan sözde sanatçıların sergileri gibi olurdu.
gilles deleuze okumadıysan giremediğin okuduysan da eserleri anlamadığın ama ayıp olmasın diye anlıyormuş gibi yaptığın sergilerden bahsediyorum evet.
eserin tek alamet-i farikası bu mu peki?* kahramanlar o kadar iyi bir skalada yerleştirilmiş ki okurken "aaaa ben de kitaplarımı böyle kütüphanelerden aldım, ben de böyle tozunu alırım, ben hiç böyle toz içerisinde bırakmazdım” gibi cümleler kurduruyor. her okur, kendi okurluğunu yansıtan bir karakter bulabiliyor. bu da yapması oldukça zor bir iş.
kısacası; zihninizi doldurmak, iyi bir kurgu okumak, katman katman örülü bir hikaye anlatıcılığının bulmacasını çözmek istiyorsanız jaguar kitap’ın bastığı bu tercümeyi okumalısınız. uyarı yapmam gerekiyor bu noktada, kitaplarınızın yarısından fazlasını vermek zorunda kalabilirsiniz okuduktan sonra. benim öyle bir derdim olmadı da olanları tanıyorum diyelim.*
devamını gör...
6.
günaydın sözlük.
kütüphanemde iki tane var bu kitaptan. birini 2018'de mezun olma gayreti yerine kitap okuma gayreti verdiğim bir dönemde almıştım kendim. ikincisini geçen hafta arkadaşım hediye etti. çaktırmadım okuduğumu, aldım şöyle inceleyeyim dedim. yanlışlıkla bir kez daha okumuşum. zaten boşlukları resimleri filan çıkarırsak 70 sayfa filan ediyor. tek atımlık.
kitabı ilk kez okuduğumda beğenmekle birlikte eksik bulmuştum. ikinci kez okurken de içten içe niyetim kaçırdığım noktaları yakalama umuduydu ama pek bir şey kaçırmamışım meğer. anlatıcımız bey var. anlatıcımız bey ve okuldan diğer 3 kişiyle aynı yatağı paylaşan bir kadın var. kadın vefat ediyor. vefatının ardından bir kargo ile kitap geliyor. anlatıcı da düşüyor bu kitabın peşine. kim gönderdi niye gönderdi diye araştırırken işbu novella ortaya çıkıyor işte.
hikaye özgün, dil akıcı, merak uyandırıcı ama bu kadar. bir başyapıt demek bence zor. aralarda kitap okuyanlar ve kitap toplayanlar (okurlar ve koleksiyoncular) hakkında bahsettiği küçük anekdotlar kitabın genelinden daha zevkliydi bence. bazı tespitler (iyi bir okur olduğuma inandığım) kendimden parçalar bulmamı sağladı. ah dedim işte bu. eved:d
birkaç alıntı vakti:
-sadece çok uzaj bir gelecekte bana faydası olacak kitapları genel okuma çizgimin dışında kalanları ve bir kez okuyup da bir daha yaşam boyu, belki de hiçbir zaman kapağını bile açmayacaklarımı neden evde tuttuğumu defalarca sordum kendime. fakat, örneğin, nasıl olur da çocukluğumun birkaç tuğlasını yerinden sökmeden vahşetin çağrısı'ndan kurtulurum? yahut gençliğime damgasını vuran zorba'dan, 25. saat'ten ve kendimize bahsettiğimiz o kutsal sadakat ile en üst raflara yıllar önce, bütün halinde fakat sessiz sedasız hediye edilmiş diğerlerinden?
çoğunlukla bir kitaptan kurtulmak ona sahip olmaktan daha zordur. kitaplar, sanki asla geri dönmeyeceğimiz anın tanıkları gibi, bir ihtiyaç ve unutkanlık anlaşması ile tutunurlar insana. oysa orada kalmaya devam ettikleri sürece onları birbirleriyle yamadığımızı zannederiz. üstlerinde gün, ay ve yıl yazan sayısız kitap gördüm ben, gizli bir takvimi oluşturur her biri. başkaları ise ödünç vermeden önce adlarını yazar ilk sayfaya, teslim edecekleri kişiyi defterlerine kaydedip bir de tarih atarlar yanına. tıpkı kütüphanedekiler gibi damgalı kitaplar gördüm, yahut içlerine sahiplerinin kartları yerleştirilmiş olanlar. kimse bir kitap kaybetmek istemez. bir daha okumayacak olsak da başlığında eski, belki de kaybolmuş bir duyguyu taşıyan bir kitabı kaybetmektense bir yüzük, saat veya şemsiye kaybetmeyi yeğleriz. #20
-biz okurlar, sadece eğlence amaçlı olsa bile arkadaşlarımızın kütüphanesini gözleriz. bazen sahip olmadığımız ama okumak istediğimiz bir kitabı bulmak için yaparız bunu, bazense karşımızdaki hayvanın ne ile beslendiğini öğrenmek için. bir meslektaşımızla salonda otururken odadan şöyle bir çıkar, döndüğümüzde onu kitaplarımızı koklarken buluruz. #22
-sırf ziyaretçilerinin kütüphane raflarındaki kitaplara hayran hayran bakabilmeleri için mutfakta kahve hazırlama işini kasten uzatan bir filoloji profesörü tanırdım. #22
- fakat sıradışı bir durum olduğunda insanlar her zaman bir şeyler uydururlar ve o saatten sonra neyin gerçek neyin kurgu olduğunu bilmek tam anlamıyla mümkün değildir artık. #35
-canlıların dünyası kendi içinde yeterince mucize ve gizem barındırır; bu mucizeler ve gizemler öylesine açıklanamaz bir şekilde duygularımızı ve zihnimizi etkiler ki, hayat mefhumunu neredeyse efsunlu kılar. #36
- inşa edilmiş bir kütüphane, yaratılan bir hayat demektir; yığılmış kitaplar toplamı değildir asla. #39
-... ama bir okur zaten var olan bir yolda ilerleyen bir yolcudur ve bu yol sonsuzdur. #44
-elime geçen her kitapla sevişiyorum ve onlarda biz iz bırakamazsam orgazm da olamıyorum. #44
- yıllar boyunca kitapların masa bacağı yahut üst üste dizilip üstlerine bir örtü serilerek komodin işlevi gördüklerine tanık oldum; pek çok sözlük asıl amaçları için kullandığından daha çok ütü ve düzleştirici olarak kullanılmıştır ve hiç de az değildir içlerinde mektuplar, banknotlar, sırlar saklayan, raflara gizlenmiş kitapların sayısı. insanlar kitapların kaderlerini de değiştirir. #69
kütüphanemde iki tane var bu kitaptan. birini 2018'de mezun olma gayreti yerine kitap okuma gayreti verdiğim bir dönemde almıştım kendim. ikincisini geçen hafta arkadaşım hediye etti. çaktırmadım okuduğumu, aldım şöyle inceleyeyim dedim. yanlışlıkla bir kez daha okumuşum. zaten boşlukları resimleri filan çıkarırsak 70 sayfa filan ediyor. tek atımlık.
kitabı ilk kez okuduğumda beğenmekle birlikte eksik bulmuştum. ikinci kez okurken de içten içe niyetim kaçırdığım noktaları yakalama umuduydu ama pek bir şey kaçırmamışım meğer. anlatıcımız bey var. anlatıcımız bey ve okuldan diğer 3 kişiyle aynı yatağı paylaşan bir kadın var. kadın vefat ediyor. vefatının ardından bir kargo ile kitap geliyor. anlatıcı da düşüyor bu kitabın peşine. kim gönderdi niye gönderdi diye araştırırken işbu novella ortaya çıkıyor işte.
hikaye özgün, dil akıcı, merak uyandırıcı ama bu kadar. bir başyapıt demek bence zor. aralarda kitap okuyanlar ve kitap toplayanlar (okurlar ve koleksiyoncular) hakkında bahsettiği küçük anekdotlar kitabın genelinden daha zevkliydi bence. bazı tespitler (iyi bir okur olduğuma inandığım) kendimden parçalar bulmamı sağladı. ah dedim işte bu. eved:d
birkaç alıntı vakti:
-sadece çok uzaj bir gelecekte bana faydası olacak kitapları genel okuma çizgimin dışında kalanları ve bir kez okuyup da bir daha yaşam boyu, belki de hiçbir zaman kapağını bile açmayacaklarımı neden evde tuttuğumu defalarca sordum kendime. fakat, örneğin, nasıl olur da çocukluğumun birkaç tuğlasını yerinden sökmeden vahşetin çağrısı'ndan kurtulurum? yahut gençliğime damgasını vuran zorba'dan, 25. saat'ten ve kendimize bahsettiğimiz o kutsal sadakat ile en üst raflara yıllar önce, bütün halinde fakat sessiz sedasız hediye edilmiş diğerlerinden?
çoğunlukla bir kitaptan kurtulmak ona sahip olmaktan daha zordur. kitaplar, sanki asla geri dönmeyeceğimiz anın tanıkları gibi, bir ihtiyaç ve unutkanlık anlaşması ile tutunurlar insana. oysa orada kalmaya devam ettikleri sürece onları birbirleriyle yamadığımızı zannederiz. üstlerinde gün, ay ve yıl yazan sayısız kitap gördüm ben, gizli bir takvimi oluşturur her biri. başkaları ise ödünç vermeden önce adlarını yazar ilk sayfaya, teslim edecekleri kişiyi defterlerine kaydedip bir de tarih atarlar yanına. tıpkı kütüphanedekiler gibi damgalı kitaplar gördüm, yahut içlerine sahiplerinin kartları yerleştirilmiş olanlar. kimse bir kitap kaybetmek istemez. bir daha okumayacak olsak da başlığında eski, belki de kaybolmuş bir duyguyu taşıyan bir kitabı kaybetmektense bir yüzük, saat veya şemsiye kaybetmeyi yeğleriz. #20
-biz okurlar, sadece eğlence amaçlı olsa bile arkadaşlarımızın kütüphanesini gözleriz. bazen sahip olmadığımız ama okumak istediğimiz bir kitabı bulmak için yaparız bunu, bazense karşımızdaki hayvanın ne ile beslendiğini öğrenmek için. bir meslektaşımızla salonda otururken odadan şöyle bir çıkar, döndüğümüzde onu kitaplarımızı koklarken buluruz. #22
-sırf ziyaretçilerinin kütüphane raflarındaki kitaplara hayran hayran bakabilmeleri için mutfakta kahve hazırlama işini kasten uzatan bir filoloji profesörü tanırdım. #22
- fakat sıradışı bir durum olduğunda insanlar her zaman bir şeyler uydururlar ve o saatten sonra neyin gerçek neyin kurgu olduğunu bilmek tam anlamıyla mümkün değildir artık. #35
-canlıların dünyası kendi içinde yeterince mucize ve gizem barındırır; bu mucizeler ve gizemler öylesine açıklanamaz bir şekilde duygularımızı ve zihnimizi etkiler ki, hayat mefhumunu neredeyse efsunlu kılar. #36
- inşa edilmiş bir kütüphane, yaratılan bir hayat demektir; yığılmış kitaplar toplamı değildir asla. #39
-... ama bir okur zaten var olan bir yolda ilerleyen bir yolcudur ve bu yol sonsuzdur. #44
-elime geçen her kitapla sevişiyorum ve onlarda biz iz bırakamazsam orgazm da olamıyorum. #44
- yıllar boyunca kitapların masa bacağı yahut üst üste dizilip üstlerine bir örtü serilerek komodin işlevi gördüklerine tanık oldum; pek çok sözlük asıl amaçları için kullandığından daha çok ütü ve düzleştirici olarak kullanılmıştır ve hiç de az değildir içlerinde mektuplar, banknotlar, sırlar saklayan, raflara gizlenmiş kitapların sayısı. insanlar kitapların kaderlerini de değiştirir. #69
devamını gör...