marmara denizi'nde çıkan deniz salyaları
başlık "dopaminendorfin" tarafından 29.05.2021 17:57 tarihinde açılmıştır.
1.
son bir kaç gündür gergin siyasi ortamdan dolayı pek haberi yapılamıyor ama böyle bir tehlike oluşmuş. bağımsız medya kuruluşlarında haberlerini görüyoruz. süreç nasıl ilerler pek bilinmiyor ama görüntüler içler acısı.
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2021/05/29/fwz4kgsndeypt31y-t.jpg)
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2021/05/29/fb5mtivfrrisepv5-t.jpg)
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2021/05/29/pcjwig4wsw6tpq3o-t.jpg)
www.instagram.com/p/CPdImTz...
buradan
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2021/05/29/fwz4kgsndeypt31y-t.jpg)
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2021/05/29/fb5mtivfrrisepv5-t.jpg)
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2021/05/29/pcjwig4wsw6tpq3o-t.jpg)
www.instagram.com/p/CPdImTz...
buradan
devamını gör...
2.
dünyamız tam gaz ölüyor.
önlem alınmasını geçtik konuşmuyoruz bile bu konuları.
marmara denizi’nin değişen oşinografik şartlarının izlenmesi projesi’nin (marem) başkanı hidrobiyolog levent artüz, marmara denizi'nin yüzeyini kaplayarak endişeye neden olan müsilajına (deniz salyası) ilişkin olarak yaptığı açıklamada, "bu münferit bir olay değil, bir zincir, bir sonuç. bundan sonra da böyle anomaliler göreceğiz. marmara denizi 1989 yılında öldü. gördüğümüz, bir cesedin çürümesidir. müsilajı kavrayabilmek için bu olgunun tarihine bakmalıyız" dedi.
buradan
önlem alınmasını geçtik konuşmuyoruz bile bu konuları.
marmara denizi’nin değişen oşinografik şartlarının izlenmesi projesi’nin (marem) başkanı hidrobiyolog levent artüz, marmara denizi'nin yüzeyini kaplayarak endişeye neden olan müsilajına (deniz salyası) ilişkin olarak yaptığı açıklamada, "bu münferit bir olay değil, bir zincir, bir sonuç. bundan sonra da böyle anomaliler göreceğiz. marmara denizi 1989 yılında öldü. gördüğümüz, bir cesedin çürümesidir. müsilajı kavrayabilmek için bu olgunun tarihine bakmalıyız" dedi.
buradan
devamını gör...
3.
normalde her yıl olan olayın, bu yıl yağışların ve rüzgarın az olması sebebiyle açılmadan birikmeye devam etmesi durumudur.
devamını gör...
4.
uzun zamandır denizde bulunan ve artan, halk arasında deniz salyası olarak bilinen müsilajların yüzeye çıkmasıdır. müsilajlarların yoğunluğunu konuyla ilgili yapılan bir söyleşiden net bir şekilde anlayabilirsiniz:
"marmara denizi’nin tabanına ses dalgası yollayarak derinliği ölçtüğümüz cihazlarımız var. ses dalgalarıyla derinliği ölçen aletler marmara denizi’nin büyük bir bölümünde derinliği 25 metre gösteriyor. altınızdaki derinlik bin metre de olsa alet 25 metre gösteriyor! çünkü çok büyük bir müsilaj yoğunlaşması var. ses dalgaları çarpıp geri dönüyor. tam derinliği ölçmenin imkânı yok. bin metreyi aşkın derinliklerden, çukurlardan, su numuneleri alıyoruz. o derinliklerde de müsilaj var. an itibarıyla interface dediğimiz ara yüzeyde büyük bir birikim gözlense de, marmara denizi’nin tüm su kolonunda müsilaj agregat mevcut."
söyleşi
1989’da ne oldu?
1960’larda haliç’in kirlenmesiyle deniz kirliliği olgusu hayatımıza girdi. ama o kirlilik bugün anladığımız türden bir deniz kirliliği değildi. denizde yüzen sebzelerin yarattığı kirlilik veya dağınık noktalardan yüzeye ulaşan çok daha az bir nüfusun atıkları, bugünkü kirlilikten çok farklı. haklı olarak o tarihlerde devlet ve yerel idare istanbul’un kanalizasyon ve yağmur suyunun bertarafı ile içme suyunun planlanması için yabancı mühendislik firmalarının içinde olduğu damoc (daniel-mann-jhonson/alvard-burdic/mendhall/havson motor-chechi and comp) konsorsiyumunun projesi üzerinde çalışmaya başladı. o günkü teknolojik şartlarda istanbul’un atık suyunun bertarafı için biyolojik arıtma sistemleri kurulması öngörülüyordu. kanalizasyon arıtma sistemleriyle ilgili projelendirme yapıldı. hatta damoc projesi istanbul’da atık suyun arıtılmasının deniz kenarındaki bölgelerde değil, karasal bölgelerde yapılmasını öneriyordu. proje 1971’de sunuldu. damoc projesi hayata geçseydi istanbul’un o günkü sorunu çağdaş bir şekilde çözülecekti. proje gerçekleştirilmedi, marmara’dan çok “sular aktı”.
neydi o “sular”?
istanbul bugünkü kadar büyük değildi, ama o zaman da “megakent” denirdi. yine yeni bir konsorsiyumla istanbul kanalizasyon projesi revizyonu adı altında camp-tekser isimli bir proje üretildi. damoc istanbul kanalizasyon ve su temini projesiydi, camp-tekser ise onun “revizyonu!”. ilk iş arıtmalar “ön arıtmaya” çevrildi. politik akıl ve onun şakşakçıları “pisliği kolektörlerde toplarız, derin deniz deşarjıyla marmara’nın alt akıntısına basarız ve karadeniz’e göndeririz” dediler. en iyi şartlarda alt akıntının sadece yüzde 10’u karadeniz’e ulaşıyor. bilim insanlarının yüzde 90’ı ayağa kalktı. “bu olmaz” dendi. ama dinleyen olmadı. kamuoyunda büyük tartışmalar yaşandı. fakat idare bilimle inatlaşarak bu revizyonu uygulamaya soktu. bu, bedrettin dalan’ın “haliç gözlerimin rengi gibi olacak” dediği dönemdir.
marmara’da oksijen miktarı yerlerde sürünüyor. oksijen şu an müsilaj yüzünden daha da düşük. marmara denizi’nin “o bölgesi bu bölgesi” yok. bir havuza içme suyu doldurup bir köşesinden pis su bassanız o su içilir mi?
teknik olarak bu nasıl uygulandı?
ilk önce kuzey ve güney haliç kolektörleri yapıldı. haliç’in bütün pisliği borularla (kuşaklama kolektörleri) toplanarak ahırkapı önünden derin deniz deşarjı yöntemiyle marmara’ya basıldı. denizin alt akıntısını taşıyıcı bir bant (konveyör) gibi düşündüler ve atık suların karadeniz’e gitmesini umdular. velev ki bütün atık su karadeniz’e ulaşsaydı, o zaman da karadeniz kirlenecekti. ne yazıktır ki, kısa sürede bu derin deniz deşarj yöntemi türkiye’deki tüm belediyelere örnek oldu. karadeniz, marmara ve ege’deki tüm kurum ve kuruluşlar bu kervana katıldı. geçen zaman zarfında derin deniz deşarjını aklamak için yönetmelikler çıkarıldı. “derin deniz deşarjı seyreltmeyle arıtma yapıyor” dendi. evet, seyrelme oluyor. bir bardak temiz suya bir damla kirli su eklesem kirlilik seyrelir. ama o su içilir mi? hiçbir arıtma yapmaksızın, nasıl olsa seyreliyor düşüncesiyle atıklar denizlere boca edilmeye başlandı. ne kadar seyrelirse seyrelsin, 32 senenin sonunda geldiğimiz nokta bu. ancak, derin deniz deşarjına taraftar olanlar zamanında alt akıntının kendi “keşifleri” olan odtü kanalı yoluyla “güldür güldür” karadeniz’e gittiğini söylüyorlardı. bunu ispatlamak için “marmara denizi’nin alt akıntısını boyadılar”. neden boyandı? marmara’nın dip akıntısının karadeniz’e gittiğini ispatlamak için boyadılar. alt akıntının ancak yüzde 10’u karadeniz’e ulaşıyor, o da uygun şartlar altında. şimdi de öyle, geçmişte de öyleydi. bunca şey yaşandıktan sonra, “marmara denizi zaten hastaydı” deniyor. değildi, bu hale 1989 sonrası getirildi, daha doğrusu taammüden öldürüldü.
bahsettiğiniz yıllar istanbul’a neoliberal müdahalelerin başladığı yıllar. marmara denizi’nin sağlığının neoliberal kentleşme politikalarıyla nasıl bir ilişkisi var?
1989 istanbul için tasarlanan neoliberal politikaların devreye sokulduğu döneme denk geliyor. o zamanlar camp-tekser projesine karşı çed raporunun muadili olan ingiltere konumlu jones and stokes associates tarafından hazırlanan çevre etki değerlendirme çalışmaları bugünkü durumu tarif ediyordu. “derin deniz deşarjı yaparsanız, türkiye’de balıkçılığa nokta koyarsınız. tür çeşitliliği azalır mevcut türlerin fert adetinde artış olur. oksijen dramatik şekilde düşer, canlılık yok olur” deniyordu. tam olarak belirtmek gerekirse, biyolojik rapor ve çevresel değerlendirme bölümünde, giriş kısmı sonunda, “biyolojik bakımdan, projeden etkilenebilecek deniz kaynakları, ege denizi’nden karadeniz’e kadar uzanmaktadır kısa vadede ölçülenebilir etkiler, proje sahası sınırları içinde kalabilir. ancak, uzun vadede, istanbul ve izmit’in yerleşme sahalarının, ege’den karadeniz’e kadar bütün saha içinde, su niteliğini ve biyolojik kaynakları etkilemesi beklenmektedir” vurgusu yapılıyor. ama bugün de pek çok projede gördüğümüz gibi bilimle inatlaşarak bu garabet sistem hayata geçirildi.
"marmara denizi’nin tabanına ses dalgası yollayarak derinliği ölçtüğümüz cihazlarımız var. ses dalgalarıyla derinliği ölçen aletler marmara denizi’nin büyük bir bölümünde derinliği 25 metre gösteriyor. altınızdaki derinlik bin metre de olsa alet 25 metre gösteriyor! çünkü çok büyük bir müsilaj yoğunlaşması var. ses dalgaları çarpıp geri dönüyor. tam derinliği ölçmenin imkânı yok. bin metreyi aşkın derinliklerden, çukurlardan, su numuneleri alıyoruz. o derinliklerde de müsilaj var. an itibarıyla interface dediğimiz ara yüzeyde büyük bir birikim gözlense de, marmara denizi’nin tüm su kolonunda müsilaj agregat mevcut."
söyleşi
1989’da ne oldu?
1960’larda haliç’in kirlenmesiyle deniz kirliliği olgusu hayatımıza girdi. ama o kirlilik bugün anladığımız türden bir deniz kirliliği değildi. denizde yüzen sebzelerin yarattığı kirlilik veya dağınık noktalardan yüzeye ulaşan çok daha az bir nüfusun atıkları, bugünkü kirlilikten çok farklı. haklı olarak o tarihlerde devlet ve yerel idare istanbul’un kanalizasyon ve yağmur suyunun bertarafı ile içme suyunun planlanması için yabancı mühendislik firmalarının içinde olduğu damoc (daniel-mann-jhonson/alvard-burdic/mendhall/havson motor-chechi and comp) konsorsiyumunun projesi üzerinde çalışmaya başladı. o günkü teknolojik şartlarda istanbul’un atık suyunun bertarafı için biyolojik arıtma sistemleri kurulması öngörülüyordu. kanalizasyon arıtma sistemleriyle ilgili projelendirme yapıldı. hatta damoc projesi istanbul’da atık suyun arıtılmasının deniz kenarındaki bölgelerde değil, karasal bölgelerde yapılmasını öneriyordu. proje 1971’de sunuldu. damoc projesi hayata geçseydi istanbul’un o günkü sorunu çağdaş bir şekilde çözülecekti. proje gerçekleştirilmedi, marmara’dan çok “sular aktı”.
neydi o “sular”?
istanbul bugünkü kadar büyük değildi, ama o zaman da “megakent” denirdi. yine yeni bir konsorsiyumla istanbul kanalizasyon projesi revizyonu adı altında camp-tekser isimli bir proje üretildi. damoc istanbul kanalizasyon ve su temini projesiydi, camp-tekser ise onun “revizyonu!”. ilk iş arıtmalar “ön arıtmaya” çevrildi. politik akıl ve onun şakşakçıları “pisliği kolektörlerde toplarız, derin deniz deşarjıyla marmara’nın alt akıntısına basarız ve karadeniz’e göndeririz” dediler. en iyi şartlarda alt akıntının sadece yüzde 10’u karadeniz’e ulaşıyor. bilim insanlarının yüzde 90’ı ayağa kalktı. “bu olmaz” dendi. ama dinleyen olmadı. kamuoyunda büyük tartışmalar yaşandı. fakat idare bilimle inatlaşarak bu revizyonu uygulamaya soktu. bu, bedrettin dalan’ın “haliç gözlerimin rengi gibi olacak” dediği dönemdir.
marmara’da oksijen miktarı yerlerde sürünüyor. oksijen şu an müsilaj yüzünden daha da düşük. marmara denizi’nin “o bölgesi bu bölgesi” yok. bir havuza içme suyu doldurup bir köşesinden pis su bassanız o su içilir mi?
teknik olarak bu nasıl uygulandı?
ilk önce kuzey ve güney haliç kolektörleri yapıldı. haliç’in bütün pisliği borularla (kuşaklama kolektörleri) toplanarak ahırkapı önünden derin deniz deşarjı yöntemiyle marmara’ya basıldı. denizin alt akıntısını taşıyıcı bir bant (konveyör) gibi düşündüler ve atık suların karadeniz’e gitmesini umdular. velev ki bütün atık su karadeniz’e ulaşsaydı, o zaman da karadeniz kirlenecekti. ne yazıktır ki, kısa sürede bu derin deniz deşarj yöntemi türkiye’deki tüm belediyelere örnek oldu. karadeniz, marmara ve ege’deki tüm kurum ve kuruluşlar bu kervana katıldı. geçen zaman zarfında derin deniz deşarjını aklamak için yönetmelikler çıkarıldı. “derin deniz deşarjı seyreltmeyle arıtma yapıyor” dendi. evet, seyrelme oluyor. bir bardak temiz suya bir damla kirli su eklesem kirlilik seyrelir. ama o su içilir mi? hiçbir arıtma yapmaksızın, nasıl olsa seyreliyor düşüncesiyle atıklar denizlere boca edilmeye başlandı. ne kadar seyrelirse seyrelsin, 32 senenin sonunda geldiğimiz nokta bu. ancak, derin deniz deşarjına taraftar olanlar zamanında alt akıntının kendi “keşifleri” olan odtü kanalı yoluyla “güldür güldür” karadeniz’e gittiğini söylüyorlardı. bunu ispatlamak için “marmara denizi’nin alt akıntısını boyadılar”. neden boyandı? marmara’nın dip akıntısının karadeniz’e gittiğini ispatlamak için boyadılar. alt akıntının ancak yüzde 10’u karadeniz’e ulaşıyor, o da uygun şartlar altında. şimdi de öyle, geçmişte de öyleydi. bunca şey yaşandıktan sonra, “marmara denizi zaten hastaydı” deniyor. değildi, bu hale 1989 sonrası getirildi, daha doğrusu taammüden öldürüldü.
bahsettiğiniz yıllar istanbul’a neoliberal müdahalelerin başladığı yıllar. marmara denizi’nin sağlığının neoliberal kentleşme politikalarıyla nasıl bir ilişkisi var?
1989 istanbul için tasarlanan neoliberal politikaların devreye sokulduğu döneme denk geliyor. o zamanlar camp-tekser projesine karşı çed raporunun muadili olan ingiltere konumlu jones and stokes associates tarafından hazırlanan çevre etki değerlendirme çalışmaları bugünkü durumu tarif ediyordu. “derin deniz deşarjı yaparsanız, türkiye’de balıkçılığa nokta koyarsınız. tür çeşitliliği azalır mevcut türlerin fert adetinde artış olur. oksijen dramatik şekilde düşer, canlılık yok olur” deniyordu. tam olarak belirtmek gerekirse, biyolojik rapor ve çevresel değerlendirme bölümünde, giriş kısmı sonunda, “biyolojik bakımdan, projeden etkilenebilecek deniz kaynakları, ege denizi’nden karadeniz’e kadar uzanmaktadır kısa vadede ölçülenebilir etkiler, proje sahası sınırları içinde kalabilir. ancak, uzun vadede, istanbul ve izmit’in yerleşme sahalarının, ege’den karadeniz’e kadar bütün saha içinde, su niteliğini ve biyolojik kaynakları etkilemesi beklenmektedir” vurgusu yapılıyor. ama bugün de pek çok projede gördüğümüz gibi bilimle inatlaşarak bu garabet sistem hayata geçirildi.
devamını gör...
5.
bbc news durumla ilgili çok güzel bir haber yapmış, insanın canı yanıyor izlerken. doğa yine haklı olarak intikamını alıyor.
devamını gör...