1.
630 senesinde gerçekleşen fetih. başlığı iki kez açmaya kalkıştım, ikisinde de üşendim. sonra dedim ki, lan oğlum onca gereksiz şey yazıyorsun, önemli bir olaya gelince aman üşendim diyorsun. işte bu düşünceyle şu an şu başlığı açmaktayım.
evvelâ; hem siyer kitapları, hem rivayet tefsirlerinde ortak bir şekilde verilen bilgiye göre, hz. muhammed, hudeybiye'ye gelmeden evvel veya burada iken, rüyasında, mekke'ye girdiklerini ve burada tıraş olduklarını görmüş, bunu da ashabına anlatmıştı. (sanırsam 628 senesinde)
bunun üzerine, rüyayı işitenler de, hemen bu sefer, mekke'ye gireceklerini ve umre yapıp tıraş olacaklarını zannetmişler, rüyayı böyle yorumlamışlardı. lâkin olaylar farklı gelişmiş, barış ve antlaşma yapılmış ve geri dönme kararı verilmişti. münafıklar bu rüya olayını kullanıp kafaları karıştırmaya çalıştılar. bazı müminlerin de kafalarında tereddütler oluştu. hz. muhammed'e gelip durumu sorduklarında, hz. muhammed şöyle buyurdu:
ben bu yıl olacak demedim, rüyada da bu yıl olacağını görmedim.
nitekim hz. ebu bekir de aynı şeyi söyledi. heyecanlar yatıştıktan sonra, bu ayet indi:
allah, resulüne gerçeğe uygun rüyasında doğruyu bildirmiştir. allah izin verirse hiçbir şeyden korkmaksızın, (umrenizi yaptıktan sonra) ya saçlarınızı kazıtarak veya kısmen kestirerek, güven duygusu içinde mescid-i harâm’a muhakkak gireceksiniz. allah sizin bilmediğinizi bilmektedir ve bundan başka hemen gerçekleşecek bir fethi de takdir buyurmuştur. (fetih/27)
yani ayet, önceden, mekke'nin fethedileceğini bildirmiştir.
sene 630. hz. muhammed, kabe ve mekke'nin müşriklerden kurtarılması gerektiğini düşünüyor, bunun için bir yol arıyordu. artık islâm etrafa yayılmıştı. hem hayber hem civar yahudileri de tâbiiyet altına alınmışlardı. hudeybiye anlaşması da yapılmıştı.
artık tek engel, müşriklerle yapılan hudeybiye anlaşması idi. çünkü bu anlaşmaya göre, müslümanlarla müşrikler 10 sene birbirleriyle harp etmeyecekti ve anlaşmayı bozmayacaklardı. hz. muhammed ahdini bozup müşrikler üzerine yürümeyi düşünmüyordu.
fakat hudeybiye anlaşmasında şöyle bir madde vardı: kureyş'in dışında kalan kabileler, istediği tarafın himâyesine girebilirdi. (müsned)
işte bu haktan istifade ile anlaşma yapıldığı zaman huzâa kabilesi, hz. muhammed'in ahd ve emânına girmiş, müslümanlar tarafında yer almış, benî bekir kabilesi ise tam tersini yapmıştı.
ki bu iki kabile arasında uzun süredir devam eden bir düşmanlık vardı. ve anlaşmaya rağmen birbirlerini rahatsız etmeye çalışıyorlardı.
ve bir gün, benî bekir kabilesinden biri, bir şiirle hz. muhammed'i hicvetmeye ve aşağılamaya çalışır. huzâalılardan olan bir genç de buna dayanamaz ve adamın kafasını yaralar. bekiroğulları da, huzâalılara saldırmak için bunu bir sebep olarak görürler. (megazî)
müşriklerden de yardım alan benî bekirler, hiçbir şeyden haberi olmadan, bir suyun başında bulunan huzâalılara ansızın saldırırlar. huzâalılar hazırlıklı değildir, huzâalıları mekke'ye kadar kovalarlar. neticede huzâalılardan 23 kişi öldürülür. (insan'ül-uyûn)
hatta müşriklerin ileri gelenlerinden birçokları da bu çarpışmaya katılmıştı. ama hz. muhammed'den korkarak bunu gizli bir şekilde yapmışlardı. (sîre)
artık kureyş müşrikleri, hudeybiye anlaşmasını resmen ihlâl etmişlerdi. eğer hz. muhammed bunu öğrense ne olacaktı? onlar da işte bu sorunun cevabından korkuyorlardı. artık 3 gün geçmişti. medine'ye huzâalılardan bir grup geldi ve durum hz. muhammed'e arzedildi ve yardım istendi. (taberî)
hz. muhammed olaydan çok rahatsız oldu ve huzâalı heyetini kendilerine mutlaka yardım edecekleri vaadi ile tekrar geri gönderdi. (sîre)
hz. muhammed, müşriklere şöyle bir yazı gönderdi:
ya huzâalılardan öldürülenlerin kan bedellerini ödeyiniz, yahut benî bekir kabilesi ile olan ittifakınızdan vazgeçiniz! eğer bunlardan birini yapmazsanız, hudeybiye anlaşmasını bozduğunuz ve bunun neticesi olarak da sizinle harbetmek mecburiyetinde kalacağımı biliniz. (megazî)
müşriklerin ileri gelenleri, harbe hazırlanacaklarını bildirdiler. böylelikle anlaşmayı tam olarak ihlâl ettiklerini, kendileri de doğrulamış oldular. elbette onlar korkuyorlardı. yaptıkları bu hareketin doğuracağı vahim neticeyi düşünüyorlardı ve bu onları korkutuyordu. verdikleri cevaptan pişman oldular ve ebû süfyan'ı medine'ye gönderdiler. git anlaşmayı yenile, mütareke müddetini de uzat. dediler. (megazî)
fakat işler istedikleri gibi olmadı. çünkü daha henüz ebu süfyan medine'ye gelmeden, hz. muhammed, ashabına şöyle buyuruyordu:
ebu süfyan hudeybiye anlaşmasını takviye etmek ve mütâreke müddetini uzatmak için yanımıza gelmek üzeredir. fakat bu arzusuna nâil olamadan öfke ile geri dönecektir. (sîre)
ebu süfyan vardı ve hz. muhammed'in yanına gelmeden önce, hz. muhammed'in hanımı ve kendisinin kızı olan hz. ümmü habibe'nin evine gitti.
ebu süfyan, hz. muhammed'in minderine oturmak isteyince, hz. ümmü habîbe buna müsaade etmedi. ebu süfyan şöyle dedi:
kızım, anlayamadım, sen minderi mi benden, beni mi minderden esirgiyorsun?
bunun üzerine hz. ümmü habîbe şöyle dedi:
bu, resûlullah'ın minderidir. sen ise şirk içindesin. senin gibi birisinin resulullah'ın minderine oturmasına gönlüm asla razı olmaz. (sîre)
ebu süfyan bunun üzerine şöyle diyerek kızgınlığını belirtti:
vallahi kızım, sen yanımdan ayrıldıktan sonra çok değişmişsin. sana kötülük gelmiş.
hz. ümmü habîbe şöyle dedi:
hayır! allah, bana kötülüğü değil, islâmiyet'i nasib kıldı. sen ise, işitmez, görmez, taştan yontulmuş puta tapmakta devam ediyorsun... babacığım! senin gibi kureyşlilerin büyüğü, ulusu bir kimse nasıl olur da islâmiyet'e uzak kalır?
ebu süfyan daha da kızdı ve şöyle dedi:
yazıklar olsun sana! senden bu sözleri de mi işitecektim? ben, atalarımın tapa geldiklerini bırakıp da, muhammed'in dinine gireceğim, öyle mi?
sonra da, hz. ümmü habîbe'nin yanından çok öfkeli bir şekilde ayrıldı. (insanü'l-uyûn)
ebu süfyan, doğruca hz. muhammed'in yanına vararak şöyle dedi:
ey muhammed! hudeybiye anlaşmasını yenile ve mütâreke müddetini de uzat!
hz. muhammed şöyle buyurdu:
ey ebu süfyan! sen bunun için mi geldin?
ebu süfyan şöyle dedi:
evet, bunun için geldim.
hz. muhammed şöyle buyurdu:
biz, aramızdaki o ahid üzerinde durmaktayız. yoksa siz, bir hâdise çıkarıp da onu bozdunuz mu?
ebu süfyan bir an durakladı. ne diyeceğini o anda düşünemedi. sonunda cesaretini toplayarak, hiçbir şey olmamış gibi şöyle dedi:
allah korusun! öyle bir şey yapmadık. ama biz, her şeye rağmen anlaşmanın yenilenmesini istiyoruz.
hz. muhammed, bu teklifine bir cevap vermeden sustu. (taberî)
ebu süfyan yolun sonuna geldiklerini anlamıştı. hz. muhammed'den herhangi bir cevap alamayınca, gidip, hz. ebû bekir'e başvurdu. yine aynı arzusunu tekrarladı ve bu konuda hz. muhammed ile kendisi arasında aracılık etmesini istedi.
hz. ebu bekir şöyle dedi:
bu benim değil, resulullah'ın bileceği, ona ait bir iştir. ben, buna asla karışamam.
ebu süfyan şöyle dedi:
öyle ise, beni himâyene al ve bunu halka bildir.
hz. ebu bekir şöyle dedi:
benim himâyemde bulunanlar, resulullah'ın himâyesinde bulunanlardır. (taberî)
ebu süfyan ümitsizliğe kapıldı ve hz. ömer'e başvurarak şöyle dedi:
anlaşmayı yenilemeye çalış, halkın arasını bul.
hz. ömer, öfkeyle şöyle dedi:
demek, siz anlaşmayı bozdunuz, öyle mi?...eğer ondan geride bir şey kalmışsa, allah onu da bir an evvel yok etsin! ben, bu hususta, asla gidip resulullah'tan şefaat dilemeyeceğim. vallahi, ben küçük bir karıncadan başka bir şey bulamazsam bile, o karıncadan faydalanır, yine sizinle savaşırım. (taberî)
ebu süfyan, kendi kendine, vallahi, ben bugünden daha zor ve daha çetin bir gün görmedim. diye mırıldanarak doğruca hz. osman'ın yanına gitti. şöyle dedi:
ey osman, bu topluluk içinde akrabalıkta bana en yakın sensin. ne olur şu mütârekeyi yenile ve müddetini uzat! çünkü arkadaşın seni hiçbir zaman reddetmez.
hz. osman şöyle dedi:
benim himâyemde bulunanlar, resulullah'ın himâyesinde bulunanlardır. (insanü'l-uyûn)
ebu süfyan son şansını denemek için hz. ali'ye giderek şöyle dedi:
benim en yakın akrabamsın. bu akrabalık hakkı için, gidip resulullah'a bu anlaşma işinin yenilenmesi ve müddetin uzatılması için şefaatçi ol.
hz. ali şöyle dedi:
allah senin iyiliğini versin, ey ebu süfyan! vallahi, resulullah aleyhisselâm bir işte karar verdi mi, onu mutlaka yapar. bu resulullah'ı ilgilendiren bir iştir. ben onun hakkında asla bir hüküm veremem. (taberî)
ebu süfyan, yalvarırcasına şöyle dedi:
peki, ey ali, bana hususta bir öğüt ver.
hz. ali şöyle dedi:
vallahi, ben senin için bu hususta faydalı olacak bir şey bilmiyorum. ama, sen kinânelerin büyüğüsün. kalk, iki taraf halkını uzlaştırmak için himâyene aldığını ilân et! sonra da yurduna çık git!
ebu süfyan şöyle dedi:
evet, sen doğru söyledin. ben bunu yapmalıyım.
ardından gidip mescidi nebevî'ye vardı. (ibn-i kesîr)
bitkin olan ebu süfyan, meseleyi halledemediği için üzgündü. mescidi nebevî'de ayakta dikildi ve şöyle dedi:
ey insanlar! ben iki tarafı uzlaştırmak için onları himâyeme aldım, haberiniz olsun.
bunu dedikten sonra ürkek bir şekilde şöyle ilâve etti:
muhammed'in, bu taahhüdümde bana vefâsızlık edeceğini hiç sanmıyorum.
ardından hz. muhammed'in yanına gelerek şöyle dedi:
yâ muhammed, zannetmem ki, bu himâye sözümü reddedesin!
hz. muhammed şöyle buyurdu:
ey ebû süfyan! bunu sen söylüyorsun, ben değil. (taberî)
ebu süfyan anlamıştı. ümitsizlik içinde devesine güçlükle atlayıp mekke'ye gitti. (taberî)
mekke'ye varınca, kureyşliler ona şöyle dediler:
neler yaptın, anlat bakalım?
ebu süfyan olan bitenleri olduğu gibi anlattı. kureyş müşriklerinin korkuları daha da artmıştı.
hz. muhammed kesin kararını vermişti, sefere çıkılacaktı. ama bu kararı tedbir amaçlı çok gizli tutmak istiyordu. böylelikle, düşmana hazırlama fırsatı verilmeyecek ve sonuç olarak da fazla kan dökülmeden düşman teslime mecbur edilecekti. hz. muhammed, hz. aişe'ye sadece, yol hazırlığımı yap! diyordu. hz. muhammed şöyle dua etmişti:
allah'ım! yurtlarına ansızın varıp kavuşuncaya kadar, kureyşlilerin casus ve habercilerini tut, görmez ve işitmez hale getir! beni, birdenbire görüp işitsinler! (sîre)
hatta hz. muhammed, kureyş müşriklerinin üzerine değil de necid tarafı ile meşgul olmak istiyormuş izlenimini vermek için, hz. ebu katade'yi askeri bir birlik ile izam vadisi tarafına gönderdi. (tabakât)
daha sonra, hz. muhammed, bir kısım ashabına sefere çıkılacağı haberini vererek, hazırlanmalarını buyurdu. (sîre)
hz. muhammed, medine etrafındaki müslüman kabilelere de şöyle haber gönderdi:
allah'a ve âhiret gününe inanan, ramazan başında medine'de hazır bulunsun. (megazî)
ramazan ayının ilk günleri gelmişti. 10.000 mücahid toplanmıştı. (tabakât)
ki bunların 700'ü muhacirlerdendi. ayrıca beraberlerinde 300 atlı da bulunuyordu. ensarın sayısı ise 4.000 idi. onların da yanında 500 at bulunuyordu. geri kalan asker sayısını, etraftaki kabilelerden gelen müslümanlar oluşturuyordu.
hz. muhammed, medine'de, ebû rühm külsüm bin husayn'ı vekil bıraktı. (sîre)
islâm ordusu hazır bir halde bekliyordu. bu sırada hz. muhammed, hz. ali, hz. zübeyr bin avvam ve hz. mikdad bin esved'e şu emri verdi:
sür'atle gidiniz! hah bahçesine vardığınız vakit, yanında mektup bulunan hayvan üzerinde bir kadın bulacaksınız. mektubu ondan alıp bana getirin! (müslim)
üç sahabî, bu emrin sebebini sormadan hemen yol alıp hah bahçesine vararak orada kadını buldular. kadına şöyle sordular:
yanındaki mektup nerede?
kadın şöyle cevap verdi:
benim yanımda mektup falan yok.
bunun üzerine kadının devesini çöktürdüler. onu üzerinden indirdiler ve eşyalarını aradılar. fakat mektupla alakalı bir şey bulamadılar. bunun üzerine hz. ali kılıcını sıyırdı ve hiddetle şöyle dedi:
allah'a yemin ederim ki, resulullah hiçbir zaman hilaf-ı hakikat konuşmaz. ya sen bu yazıyı çıkarırsın ya da biz yapacağımızı biliriz; gerekirse üstünü başını arar, elbiseni çıkartırız.
kadın şöyle dedi:
siz müslüman değil misiniz?
mücahidler şöyle dediler:
evet, müslümanız, ama resûlullah bize, beraberinde mektup bulunduğunu söyledi.
kadın, kurtuluş çaresinin kalmadığını anlayınca mücahidlere şöyle dedi:
yüzünüzü başka tarafa çeviriniz.
sahabîler yüzlerini çevirince, başının örgülü saçlarını çözdü. mektubu oradan çıkarıp hz. ali'ye uzattı. (taberî)
sahabîler mektubu alıp hz. muhammed'e getirdiler. herkes hayret ve şaşkınlık içerisindeydi. çünkü mektup bedir ashabından hatib bin ebî beltaa tarafından müşriklere hitaben, hz. muhammed'in hazırlığını haber vermek üzere yazılmıştı.
hz. muhammed, derhal hz. hatib'i çağırır. hz. hatib gelince mektup kendisine okunur. hz. muhammed şöyle buyurur:
bu mektubu tanıdın mı?
hz. hatib şöyle der:
evet, tanıdım.
hz. muhammed şöyle buyurur:
bunu ne için yaptın?
hz. hatib şöyle der:
yâ resûlullah! bu hususta hakkımda hüküm vermekte acele etme! ben, kureyşlilerden olmayan bir kimseyim. muhacir müslümanlar gibi, mekke'de âilem ve mallarımı koruyacak kimse de yok. ben, bunu kureyş ileri gelenlerini bir minnet altında bırakayım da âilemi korusunlar diye yaptım. yoksa, bunu küfre saptığım veya dinimden döndüğüm için yapmış değilim! vallahi, ben allah ve resûlüne olan îmânımda sabitim. (müslim)
hz. muhammed şöyle buyurdu:
doğru söyledin.
sonra ashabına dönerek şöyle buyurdu:
o, size doğru söyledi. bunun hakkında hayırdan başka birşey söylemeyiniz. (müsned)
kendini tutamayan hz. ömer şöyle der:
bırak, yâ resûlullah, şu münafığın boynunu vurayım.
hz. muhammed şöyle buyurur:
o bedir muharebesinde bulunmuştur. ne bilirsin, belki allah, bedir harbine katılmış bulunanlara, savaş günü bakıp, "siz istediğinizi yapınız, ben sizi affetmişimdir. cennet size vacib olmuş, siz de cennete girmeye hak kazanmışsınız." buyurmuştur.
durum karşısında hz. ömer'in gözleri doldu ve şöyle dedi:
allah ve resûlü her şeyi daha iyi bilir. (müsned)
bu hadise üzerine, şu ayet indi. allah, bu ayeti inzâl buyurarak, mü'minleri ikaz etti:
ey iman edenler! eğer benim yolumda cihad etmek ve hoşnutluğumu kazanmak üzere yola çıkmışsanız, benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri kendilerine sevgi göstererek dost edinmeyin. onlar size gelen gerçeği inkâr etmektedirler; üstelik rabbiniz allah’a iman ettiniz diye peygamberi ve sizi (yurdunuzdan) çıkarıyorlar. ben sizin gizlediklerinizi de açıkladıklarınızı da bildiğim halde onlara gizliden gizliye sevgi besliyorsunuz. içinizden kim bunu yaparsa bilsin ki doğru yoldan sapmıştır. (mümtehine/1)
hz. muhammed, 10.000 kişilik islâm ordusuna hareket emri verdi. ramazan'ın ilk günleriydi. bu sebeple hz. muhammed ve mücahidler oruçlu idiler. (taberî)
hava fazla sıcaktı. üstüne bir de oruç, mücahidleri biraz yorgun hâle getiriyordu. islâm ordusu kudeyd mevkiine gelince hz. muhammed ikindi namazından sonra orucunu açtı ve ashabına da açmalarını emretti. (buharî)
ayrıca 8 kişilik bir birlik ile necid tarafına gönderilmiş bulunan hz. ebû katade de gelip orduya katıldı. ayrıca etraftan birçok müslüman da gelip islâm ordusuna katıldı.
ki mekke'den gelen hz. abbas âilesiyle cuhfe mevkiinde islâm ordusu ile karşılaştı. hz. muhammed bundan çok memnun oldu ve kendisinin kalmasını, ağırlıklarını ise medine'ye göndermesini buyurdu. sonra şöyle buyurdu:
ey abbas! sen muhacirlerin sonuncususun.
hz. abbas, sefer boyunca hz. muhammed'in yanından bir an bile ayrılmadı.
hz. muhammed kumandasındaki islâm ordusu yoluna devam etmekteydi. bu sırada gelip, hz. muhammed'in yanında müslüman olanlar oldu. bunlar, ebû süfyan bin hâris ile abdullah bin ebî ümeyye idi. (sîre)
bu arada bahsettiğim ebu süfyan'ı, entry'nin başında bahsettiğim ebu süfyan ile karıştırmayın. o ebu süfyan, ebu süfyan bin harb, bu ebu süfyan ise, ebu süfyan bin hâris'tir.
ilk önce, hz. muhammed, ebu süfyan bin hâris ve abdullah bin ebî ümeyye ile görüşmek istemediğini ifade ederek onlardan yüz çevirdi. çünkü bu kişiler, hz. muhammed peygamber olmadan önce, hz. muhammed ile gayet samimilerdi. ama hz. muhammed peygamber olunca hemen düşman kesilmişlerdi. ebu süfyan bin hâris bir şâirdir, hz. muhammed ve müslümanları ağır bir şekilde hicvederdi.
ama bunlara rağmen, araya hz. ümmü seleme girdi. hz. muhammed'e onlardan yüz çevirmemesi gerektiğini söyledi. ama hz. muhammed şöyle buyurdu:
onların ikisi de bana lâzım değildir.
ebu süfyan bin hâris, hz. muhammed'in bu sözlerini duyunca, küçük oğlu câfer'in elinden tutarak şöyle dedi:
vallahi, yanına girmeme izin vermezse, oğlumun elinden tutarak helâk oluncaya kadar yeryüzünde dolaşıp dururum.
hz. muhammed'in gönlü bu sözlere dayanamadı. onları yanına dâvet ederek affetti. böylece onlar da müslüman oldular. (taberî)
kudeyd mevkiinde hz. muhammed, orduyu savaş düzenine koydu. muhacirlerin üç bayraktarı bulunuyordu, bunlar: hz. ali, hz. zübeyr bin avvam ve hz. sa'd bin ebî vakkas'tı. ensarın ise 12 bayraktarı vardı.
daha sonra hz. muhammed ordusuyla merruzzahrân'da konakladı. (sîre)
meruzzahrân vadisine gece gelmişlerdi. o âna kadar mekkeli müşrikler, müslümanların üzerlerine geldiklerinden habersizdi. ki hz. muhammed, mekkeli müşriklere gelişini güzel bir ateş donanmasıyla bildirmek istedi ve her mücahide ateş yakmalarını emir buyurdu. (tabakât)
düşünün dostlar, bir anda 10.000 ateş yakıldı! bir düşünsenize, ansızın gözüken 10.000 ateş! manzarayı hayal etmeye çalışın!
kureyş müşrikleri işin farkına varmış ve dehşete düşmüşlerdi. mekke çepeçevre kuşatılmıştı. islâm ordusu henüz maruzzahrân'da idi. hz. muhammed, irak denilen misvak ağaçlarının yemişlerinden toplamalarını bazı sahabîlere emretti ve şöyle buyurdu:
size, onların kararmış olanlarını toplamanızı tavsiye ederim. çünkü, en tadı olanları, onların kararmışlarıdır. (müslim)
sahabîler merakla şöyle sordular:
yâ resûlullah! bu yemişin iyisini kötüsünü çobanlar bilir. siz de koyun güttünüz mü?
hz. muhammed şöyle buyurdu:
her peygamber muhakkak koyun gütmüştür. ben de eryad'da ev halkımın (ebû tâlib'in) koyunlarını otlatırdım. (müslim)
tabi şimdi müşrikler çok korkmuştu. reisleri ebu süfyan (entrynin başında bahsettiğim ebu süfyan, hani ebu süfyan bin harb olan) ile birkaç kişiyi durumu öğrenmeleri için görevlendirdiler. (taberî)
ebu süfyan ve yanındakiler de, bir gece, mekke'den durumu öğrenmek için çıktılar. islâm ordusu karargâhıa yaklaştıkları bir sırada mücahidler onları yakaladı. eğer o sırada hz. abbas yardımına yetişmeseydi, mücahidler tarafından bir hayli zedelenecekti.
hz. abbas, ebu süfyan'ı alıp hz. muhammed'in yanına getirdi. ki arkasından hz. ömer de eli kılıcının kabzasında hz. muhammed'in yanına gelerek şu teklifte bulundu:
ya resulullah! allah, ebu süfyan'ı akidsiz ve ahidsiz ele geçirmek imkânı ve fırsatını verdi. müsaade buyur da boynunu vurayım.
hz. abbas müdahale etti:
ya resulullah! ben, ona emân vermiş bulunuyorum.
yine de hz. ömer bu isteğinden vazgeçmedi. aynı teklifini tekrarlayıp durdu. hz. abbas şöyle dedi:
ey ömer! yeter! vallahi, ebu süfyan, adiyy bin ka'boğullarından (hz. ömer kabilesi) olsaydı böyle söylemezdin.
bunun üzerine hz. ömer bütün celâletiyle şöyle cevap verdi:
ey abbas! vallahi, babam hattab hayatta olup da müslüman olsaydı, ona, senin müslüman olduğun gün, müslüman oluşuna sevindiğim kadar sevinmezdim. zira, biliyorum ki, resûlullah da babam hattab müslüman olsaydı, senin müslüman oluşuna sevindiği kadar sevinmezdi. (taberî)
hz. muhammed şöyle buyurdu:
ey abbas! ebu süfyan'ı konak yerine götür! sabahleyin yanıma getir. (taberî)
hz. abbas, ebu süfyan'ı sabahleyin hz. muhammed'in yanına getirdi. hz. muhammed şöyle buyurdu:
ey ebû süfyan! henüz "lâ ilâhe illallah" diyeceğin vakit gelmedi mi?
ebu süfyan şu zavallı cevabı verdi:
iyi ama bu kadar putları ne yapayım? lât ve uzza'dan nasıl vazgeçeyim?
hz. ömer, hz. muhammed'in çadırının arkasında beklemekteydi. ebu süfyan'ın bu sözlerini duyunca hiddetle şöyle dedi:
duâ et ki, çadırın içindesin. eğer dışında olsaydın, asla bu sözü söyleyemezdin.
ebu süfyan şöyle dedi:
yâ ömer! yazıklar olsun sana! sen de baban gibi sertsin. hem sonra ey hattab'ın oğlu, ben sana gelmiş değilim. amcamın oğluna gelmişim. onunla konuşacağım. bırak da konuşalım.
sonra hz. muhammed'e hitaben şöyle dedi:
babam, anam sana fedâ olsun! usluluk ve yumuşak huylulukta, şereflilikte ve akraba hakkını gözetmede senden daha üstünü yoktur.
sonra bir süre düşündü durdu. şu itirafı yaptı:
vallahi, sanırım ki, allah'tan başka ilâh olmasa gerek. çünkü, allah ile birlikte başka ilâh da bulunmuş olsaydı, elbette beni zararlardan korur, iyiliklerden de faydalandırırdı. (taberî)
hz. muhammed, bu sözlerinden, onun, la ilâhe illallah hakikatini kabul ettiğine kanaat getirerek, bu defa da şöyle sordu:
ey ebû süfyan "muhammedün resûlullah" diyeceğin zaman daha gelmedi mi?
ebu süfyan bir an durakladı. şöyle dedi:
yâ muhammed, bunun için bana biraz müddet tanı. zira, bundan dolayı zihnimde biraz şüphe var.
bu sırada hz. abbas söze karıştı:
ey ebû süfyan, yazıklar olsun sana! aklını başına topla! ne yaptığının farkında mısın? boynun vurulmadan önce, müslüman ol! allah'tan başka ilâh olmadığına ve muhammed'in allah'ın resûlü olduğuna şehâdet getir!
bunun üzerine ebû süfyan şehâdet getirip müslüman oldu. (taberî)
hz. abbas, hz. muhammed'den, ebu süfyan için bir ayrıcalık tanımasını ister. şöyle der:
ya resulullah, ebu süfyan üstün tanınmayı, övülüp sevilmeyi seven bir insandır. ona iftihar vesilesi olarak bir ayrıcalık verseniz.
hz. muhammed şöyle buyurdu:
olur...kim, ebu süfyan'ın evine girerse emindir.
ebu süfyan şöyle der:
evimin ne genişliği vardır ki?
böyle diyerek de hz. muhammed'den bu lütfunu genişletmesini istedi. hz. muhammed bu sefer şöyle buyurdu:
kim kâbe'ye girer, sığınırsa, o emindir!
ebu süfyan bu sefer de şöyle dedi:
kâbe'nin ne genişliği vardır ki?
o zaman hz. muhammed şöyle buyurdu:
kim, mescid-i haram'a girer, sığınırsa emindir.
ebu süfyan bu sefer de şöyle dedi:
mescidi haram'ın ne genişliği var ki?
bunun üzerine hz. muhammed şöyle buyurdu:
kim, kapısını üzerine kapayıp evinde oturursa ona emân verilmiştir. (taberî)
ebu süfyan bu sefer, işte bu geniştir. diyerek memnuniyetini gösterdi. (ibn-i kesîr)
hz. muhammed, ebu süfyan'ın hemen çıkıp mekke'ye gitmesine izin vermedi. müslüman olmuş olsa bile, müşrik ileri gelenlerinin tesiri altında kalıp islam ordusuna karşı bir hareket hazırlığı içine girebilirdi. ebu süfyan, islam ordusunu, ordunun büyüklüğünü görmeliydi. böylelikle müşriklerin ne kadar çaresiz olduğunu idrâk edebilsin.
bunun için hz. muhammed, hz. abbas'a şu emri verdi:
ey abbas! ebu süfyan'ı vadinin daraldığı, atların sıkışa geldiği dağ boğazının yanına götür de allah ordusunun ihtişamını görsün. (sîre)
ebu süfyan hayret ve korku içinde muazzam islâm ordusunu seyrediyordu. ve onların kim olduğunu teker teker hz. abbas'a soruyordu... nasıl olmuştu da, mekke'de öldürmeye karar kıldıkları bir adam onların ellerinden kurtulup, kısa sürede böylesi bir ordu kurabilmişti?... nasıl olmuştu da düne kadar onu düşman olarak görenler, şimdi ona, "anam-babam sana feda olsun" diyorlardı?... tüm bunları nasıl yapmıştı?... ebu süfyan, tüm dikkatiyle dalga dalga geçen alaylar arasında hz. muhammed'i arıyordu. her alay geçtiğinde hz. abbas'a muhammed geçti mi? diye soruyordu.
sonunda, hz. muhammed'in arasında bulunduğu, tamamen silahlanmış alay gelmekteydi... hz. muhammed, kendine has heybeti, vakarı ile devesi kasvâ'nın üzerinde bulunuyordu... etrafında ensar ve muhacirler vardı... sancağı, ensardan hz. sa'd bin ubâde'nin elindeydi...
ebu süfyan'ın önünden tir tir titretir bir şekilde geçiyorlardı... ebu süfyan şöyle sordu:
sübhanallah, kimdir bunlar ey abbas?
hz. abbas şöyle cevap verdi:
resûlullah ile ensar ve muhacirler. (sîre)
ebu süfyan'ın dehşeti daha da arttı. kendisini tutamayarak şöyle dedi:
kardeşinin oğluna ne kadar büyük bir saltanat verilmiş! hiçbir hükümdarda görmediğim bir saltanat.
hz. abbas şöyle dedi:
bu saltanat değil, peygamberliktir.
ebu süfyan şöyle dedi:
evet, peygamberliktir. (sîre, tabakât)
ebu süfyan artık iyice anlamıştı ki, bu orduya kimse kolay kolay karşı koyamaz, ve bu orduya karşı koymanın kendilerinin de yapabileceği bir iş olmadığını anlamıştı. şöyle dedi:
ey abbas! ben şu âna kadar, böyle bir ordu, böyle bir cemâat görmedim.
bundan sonra, mekkeli müşriklere haber vermesi, karşı koymak gibi bir hataya düşmelerini engellemesi ve bu hususta nasihatta bulunması için ebu süfyan'ın mekke'ye gitmesine müsaade edildi. (taberî)
ebu süfyan hızla mekke'ye vardı. müslüman olduğunu açıkladı ve şöyle yüksek sesle hitap etti:
ey kureyşliler! işte muhammed! karşı koyamayacağınız kadar büyük bir orduyla yanı başınıza gelmiş bulunuyor! müslüman olunuz da selâmete eriniz. (taberî)
sonra da sesini yükseltebildiği kadar yükselterek şöyle bağırdı:
kim, ebû süfyan'ın evine girer sığınırsa, o emindir! kim, evine girip kapısını üzerine kaparsa o emindir! kim, mescid-i haram'a girer sığınırsa, o emindir. (sîre)
fakat müşrik ileri gelenleri, karısı hind de, bu davranışı karşısında ebu süfyan'a hakaret etti. hatta bazıları halkı hz. muhammed'e karşı çıkmak için kışkırtmaya çalıştılar. fakat halk, bu hararetli müşriklerin sözlerine ilgi göstermedi ve ebu süfyan'ın tavsiyesi üzerine kimisi evine girdi, kimisi de mescid-i haram'a sığındı. (sîre)
islâm ordusu, mekke'ye girmeden önce, son defa zî-tuva vadisinde toplandı. hz. muhammed ve ashab-ı kiram çok sevinçlilerdi. yüzlerinde tebessüm vardı, gönüllerinde sevinç vardı.
hz. muhammed, devesi kasvâ'nın üzerindeydi. allah'a sonsuz hamd ve şükrünü takdim ediyordu... tevazu ve alçakgönüllülüğünden başını öne eğmişti. hatta öylesine ki, nerdeyse sakalının ucu, devesinin semerine değecekti. (şifâ)
artık mekke'ye girme vakti gelmişti. hz. muhammed bunun için ordusunu 4 kola ayırdı. sağ kolun kumandanı hz. hâlid bin velid idi. mekke'ye aşağı taraftan girecekti. sol kolun kumandanı hz. zübeyr bin avvam idi. şehre yukarıdan girecekti. üçüncü kolun kumandanı sa'd bin ubâde idi, bu kol ensar birliklerinden oluşuyordu, seniyye tarafından şehre girecekti. dördüncü kolun kumandanı ise ebu ubeyde bin cerrah idi, bu kol piyade birliklerinden oluşuyordu, o da mekke'nin üst tarafından gidecekti. (sîre)
hz. muhammed kumandanlara şu emri verdi:
size karşı konulmadıkça, size saldırmadıkça hiç kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz! hiç kimseyi öldürmeyeceksiniz!
fakat bu emirden bazıları hariç tutuldu. bunlar görüldükleri yerde, hatta kâbe'nin altına sığınmış olsalar bile öldürüleceklerdi. o kişiler şunlardı:
1. ikrime bin ebî cehil - bu kişi öldürülmedi, sonradan müslüman oldu yani sahabi oldu. birazdan bu konuya geleceğiz. tabii daha bu emir verilirken, müslümanlığın en katı muhaliflerindendi.
2. abdullah bin sa'd bin ebî serh - bu da öldürülmedi, sonradan müslüman oldu yani sahabi oldu. kendisi bir zamanlar vahiy katibiydi fakat dinden çıkmıştı. tekrar mekke müşriklerinin yanına dönmüştü.
3. habbar bin esved bin mutallib - bu da öldürülmedi, sonradan müslüman oldu yani sahabi oldu. hz. muhammed'i ve müslümanları hicvettiği bilinmektedir, şairdir.
4. hüveyris bin nukayz - hz. muhammed'e sözlü eziyetlerde bulunmuş, hz. muhammed aleyhinde söylenmiş olan hiciv şiirlerini okur dururdu. hz. abbas, hz. muhammed'in kızları hz. fatıma ile ümmü külsûm'u medine'ye yollarken onları vurup yere düşürmüştü.
5. mıkyes bin subabe el-leysî - önceleri müslümandı, sonra dinden çıktı.
6. abdullah hilâl bin hatal - önceleri müslümandı, sonra dinden çıktı.
7. hind binti utbe bin rebia - ebu süfyan'ın (ebu süfyan bin harb) karısı. öldürülmedi, müslüman oldu.
8. şarkıcılık yapan sâre
9. kureyne
10. ernebe (tabakât)
hz. muhammed devesi kasvâ'nın üzerinde bulunuyordu. başında yemen işi siyah bir sarık vardı ki, sarığın bir ucunu iki omuzunun arasına salıvermişti. görkemli ve vakarlı bir şekilde mekke'ye giriyordu. bir yandan allah'a kendisine bu günü gösterdiği için hamdediyor, diğer taraftan fethi 2 sene evvelden haber verip müjdeleyen fetih suresini okuyordu.
bu büyük zaferin havasına kendisini kaptıran üçüncü kol kumandanı hz. sa'd bin ubâde, istemeden şöyle dedi:
bugün büyük savaş günüdür. kâbe'de vuruşmanın helâl olacağı gündür! (buharî)
durum hemen hz. muhammed'e bildirildi. resulullah, hemen sancağın hz. sa'd'dan alınıp oğlu kays'a verilmesini emir buyurdular. (tabakât)
islâm ordusu, hz. muhammed'in emrine uyarak, hiç kimseye kılıç kaldırmadan, edeb içinde mekke'ye giriyordu. ancak bu sırada, hz. hâlid bin velîd'in kumandanlık ettiği kola bir saldırı gerçekleşti. saldırıyı ikrime bin ebî cehil, safvan bin ümeyye gibiler ve topladıkları halktan bazıları tarafından yapılmıştı. (sîre)
hz. hâlid, önce karşılık vermek istemedi. çünkü emir vardı. ancak müşrikler saldırıyı hızlandırıp da mücahidleri ok yağmuruna tutunca, vuruşmaya izin verdi. müşrikler mecburen kaçtılar. çarpışma sonucu iki mücahid şehid düştü, müşriklerden ise 13 kişi öldürüldü. durumu hz. muhammed öğrendi. hz. hâlid, hz. muhammed'in yanına çağrıldı. hz. hâlid, müşriklerin müslümanlara saldırdıklarını, mücahidlerin ise sadece kendilerini savunmak zorunda kaldıklarını söyledi. bunun üzerine resulullah şöyle buyurdular:
allah'ın hüküm ve takdir ettiğinde hayır vardır. (tabakât)
bundan ilave mekke'ye girerken hiç çarpışma olmadı ve müslümanlar silahlarını kullanmadılar.
ayrıca bu arada üstte bazı istisnaların olduğunu yazdım ya, hani nerede görülürse görülsünler öldürülecek olanlar, işte onlardan birkaç kişi ele geçirildi ve öldürüldüler. hâris bin tuleytıla, huveyris bin nukayz ve sâre de öldürüldü. yakalanıp öldürülmeleri emrolunan diğer müşrikler ise farklı farklı yerlere kaçmışlardı.
hz. muhammed, mekke'ye girer girmez halka emân verdiğini ilân etti:
kim ebû süfyan'ın evine sığınırsa, ona emân verilmiştir. kim, elinden silahını bırakırsa ona emân verilmiştir. kim, evine girer, kapısını kapatırsa ona da emân verilmiştir.
bunun üzerine müşriklerden bir kısmı evlerine, diğer bir kısmı da ebû süfyan'ın evine sığındı.
mekke sakin ve sessiz bir günündeydi. herkes güvende idi. hz. muhammed kasvâ'nın üzerindeydi, terkisinde üsâme bin zeyd, sağında hz. ebû bekir, etrafında muhacir ve ensâr topluluğu olduğu halde kâbe'ye doğru ilerlemekteydi...
müslümanlar akın akın kabe'ye geliyorlardı. hz. muhammed tekbir getirdi, müslümanlar da hep bir ağızdan allahü ekber! dediler...
hz. muhammed, yanında binlerce sahabî varken, devesi kasvâ'nın üzerinde kâbe'yi tavafa başladı. tavafın her devresinde ellerindeki değnekle hacerü'l-esved'e işâret ederek onu istilâm ediyordu. (sîre)
tavafın yedinci devresinden sonra kasvâ'dan indi. makam-ı ibrahim'e vardı ve orada iki rekât namaz kıldı. sonra da zemzem kuyusuna varıp ondan hem su içti, hem de abdest aldı. ardından safâ tepesine çıkışları başladı. orada etrafa baktı ve kendisine bu muazzam günü gösteren allah'a bir kere daha şükranlarını takdim etti.
fakat bu sırada medineli müslümanlardan bazıları endişelendi. bu endişeyi şöyle diyerek açığa çıkardılar:
allah, resûlüne yurdunun fethini nasib etti. artık burada oturur kalırlar mı dersiniz.
duâsını bitiren hz. muhammed, ne konuştuklarını sorunca, onlar, bir şey yok yâ resûlullah. dediler.
hz. muhammed, sorusunu birkaç sefer tekrarladı ve aynı cevabı aldı. ve o sırada kendisine vahiy ile ensarın konuştukları haber verildi. bunun üzerine resulullah şöyle buyurdular:
ben sizin söylediğiniz şeyden allah'a sığınırım! bilin ki, benim hayatım sizin hayatınızla, ölümüm de sizin ölümünüzledir. (müslim)
bunun üzerine ensar gözyaşları arasında hz. muhammed'in çevresinde toplanarak onun gönlünü almaya çalıştılar. şöyle dediler:
vallahi biz bunları, allah ve resulüne olan muhabbetimizden dolayı söylemiştik, başka br maksatla değil. (müslim)
hz. muhammed ve müslümanların kâbe'yi tavaf ettikleri bir sırada, ebu süfyan da mescid-i haram'ın bir köşesinde oturup düşünceye dalmıştı. şeytan zihnini kurcalıyor ve bir takım vesveseler veriyordu. hz. muhammed önünden her geçtikçe o şöyle düşünüyordu:
acaba bir asker toplasam, şu adamla bir daha çarpışsam, ne olur?
tam bu sırada hz. muhammed geldi ve onun başucuna dikildi. şöyle buyurdu:
o zaman da yine allah seni hâkir eder.
ebu süfyan bu söz karşısında düşünceden sıyrıldı. başını kaldırıp baktı ve hz. muhammed'i yanıbaşında gördü. şaşırıp titredi. sonra allah'a tövbe ve istiğfarda bulunarak şöyle dedi:
vallahi sen resûlullahsın. (ibn-i kesîr)
fadale bin umeyr, hz. muhammed'i tavaf sırasında öldürmek istiyordu. bu sırada niyete fazla yaklaştı, hz. muhammed âniden fadale'ye dönüp şöyle buyurdu:
sen fadale misin?
fadale şaşırıp şöyle dedi:
evet, yâ resûlullah.
hz. muhammed şöyle buyurdu:
içinden ne geçiriyor, ne düşünüyorsun?
fadale şöyle dedi:
hiçbir şey düşünmüyor, allah'ı anmakla meşgul bulunuyordum.
bunun üzerine hz. muhammed şöyle buyurdu:
allah'tan af ve mağfiret dile ey fadale!
sonra da elini fadale'nin göğsüne koyarak onun için duâ etti.
bu mucizenin karşısında fadale kötü niyetinden vazgeçerek yumuşayan kalbiyle birlikte îmânı karar kıldı. fadale o ânı şöyle anlatır:
vallahi, göğsümden elini kaldırdığı zaman, bana ondan daha sevimli ve sevgili bir şey yoktu. (sîre)
kureyş müşriklerinin kâbe'nin çevresine diktikleri 360 put vardı. bu putlar, kurşunla yerlerine perçinlenilmişti. (buharî)
hz. muhammed, kâbe'yi putlardan temizlemeye başladı. elindeki asâ ile o putlara birer birer işâret ederek, şu ayeti okudu:
......hak geldi bâtıl yıkılıp gitti! zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur. (isrâ/81)
işareti alan her put yere düşüyordu. putun yüzüne işaret ettiği zaman put arkasına düşüyor, arkasına işaret ettiği zaman da yüz üstüne düşüyordu. böylece kâbe putlardan temizlenmiş oldu. (müslim)
artık öğle namazı vakti gelmişti. hz. muhammed'in emri ile, hz. bilâl, kâbe'nin üzerine çıkarak ezan okumaya başladı. müslümanlar seviniyor, kâfirler üzülüyorlardı o gün. çünkü yıllarca işkencelere maruz bıraktıkları köle hz. bilâl, şimdi kâbe'nin üzerinde gür sesiyle tevhidi ilân ediyordu...
bu manzarayı gören azılı müşrikler kahroluyorlardı. o sırada kureyş reislerinden ebu süfyan(ebu süfyan bin harb olan bildiğiniz gibi, ebu süfyan bin hâris'ten sadece bir kısımda bahsettik o kadar, diğer tüm kısımlarda bahsettiğim ebu süfyan, ebu süfyan bin harb'dır), attab bin esid ve hâris ibni hişâm aralarında konuştular. attab şöyle dedi:
pederim esid bahtiyar idi ki, bu günü görmedi! - bu arada attab daha sonra müslüman, sahabi olacaktır...
hâris şöyle dedi:
muhammed, bu siyah kargadan başka adam bulamadı mı ki, bunu müezzin yaptı. - bu arada hâris de daha sonra müslüman, sahabi olacaktır...
ebu süfyan ise tek kelime etmedi. şöyle dedi:
ben, korkarım, bir şey demeyeceğim. kimse olmasa bile, şu ayağımızın altındaki kumlar ve taşlar ona haber verir, o da bilir. (sîre) - zaten bildiğiniz gibi ebu süfyan zaten müslüman oldu. üstte bahsetmiştik.
gerçekten de az sonra hz. muhammed, onlarla karşılaştı ve konuştuklarını harfi harfine söyledi. o vakit, attab ve hâris şehâdet getirerek müslüman oldular. (sîre)
ebu süfyan ise şöyle dedi:
yâ resûlullah! iyi ki, ben bir şey söylemedim.
resulullah bu söze tebessüm buyurdular...
bütün olanlar, mekke halkı üzerinde büyük tesir bırakıyor, gönüllerini islâm'a ısındırıyordu. böyle olunca da hem hz. muhammed hem ashab-ı kiram'a karşı olan kin ve düşmanlıkları eriyordu.
hz. muhammed, osman bin talhâ'ya haber göndererek kâbe'nin anahtarını getirmesini emretti. annesinin, anahtarı vermemek hususundaki şiddetli ısrarına rağmen osman bin talha anahtarı alıp getirdi. hz. muhammed yanında hz. bilâl, üsâme bin zeyd ve osman bin talha olduğu halde kâbe'ye girdi. (buharî)
resulullah, içerdeki suret ve putların temizlenmesi için daha önce emir buyurmuşlardı. fakat yine de henüz onlardan eser vardı. bir emir ile bu izlerin de silinip her tarafın tertemiz edilmesini istedi.
hz. muhammed, bir müddet kâbe'nin içinde kaldıktan sonra, dışarı çıktı. o sırada nerdeyse bütün mekke halkı mescid-i haram'ın etrafında toplanmış, haklarında verilecek hükmü merakla beklemekteydiler...
resulullah onlara ne yapacaktı? onlara çok büyük işkenceler ve hakaretler mi uygulardı dersiniz, yoksa onların yaptığı gibi resulullah da mı onların yüzlerine işkembe atacaktı? onların, sahabîlere yaptığı gibi, resulullah onların boğazlarına ip takıp sokak sokak dolaştıracak mıydı? yoksa işkence yapıp, onları aç-susuz bırakıp, sürgün mü edecekti? hiçbiri değil, bunların hiçbirini yapmayacaktı...
hz. muhammed, kâbe'nin kapısında durdu. yüzünde beliren tatlı tebessümle halka bakıyordu. allah'a hamd ve senâdan sonra şu hutbeyi irad etti:*
allah'tan başka ilâh yoktur. yalnız o vardır. o'nun ortağı yoktur.
o, va'dini yerine getirdi, kuluna yardım etti, aleyhinde toplanan düşmanları tek başına perişan etti.
şunu bilmelisiniz ki, cahiliyye devrine âit olup, iftihar vesilesi yapıla gelinen her şey; kan, mâl dâvâları, bunların hepsi bugün, şu ayaklarımın altında kalmış, ortadan kaldırılmıştır.
bütün insanlar adem'den, adem de topraktan yaratılmıştır. allah buyuruyor ki:
"ey insanlar! şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, allah katında en değerli olanınız o’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır." (hucurat/13) (tirmizî)
hz. muhammed bundan sonra halka şöyle buyurur:
ey kureyş topluluğu! şimdi hakkınızda benim ne yapacağımı tahmin edersiniz?
kureyşliler şöyle dediler:
sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız.
bunun üzerine hz. muhammed şöyle buyurdu:
benim halimle sizin haliniz, yusuf ile kardeşlerinin hâli gibidir. yusuf'un kardeşlerine dediği gibi ben de sizlere diyorum:
"bugün yaptıklarınız yüzünüze vurulmayacak, allah sizi affetsin! o, merhametlilerin en merhametlisidir." (yusuf/92)
gidin, sizler serbestsiniz. (taberî)
abdurrahman bin safvan, babasını alıp hz. muhammed'in yanına getirdi. şöyle dedi:
ya resulullah, babam hicret etmek üzere bîat edecektir.
hz. muhammed şöyle buyurdu:
mekke'nin fethinden sonra artık hicret kalkmıştır.
ama abdurrahman bin savfan, babasının da muhacir vasfının manevî mükâfatından nasibini almasını istiyordu. bu yüzden gidip hz. muhammed'in çok sevdiği amcası hz. abbas'a başvurdu. bu konuda şefaatçi olmasını istedi. hz. abbas, abdurrahman'ın ricasını kabul ederek şöyle dedi:
ya resulullah! sen benimle falan arasındaki dostluğu biliyorsun, babasını hicret bîatı yapmak üzere size getirmiş, kabul buyurmamışsınız.
fakat zaten artık mekke fethedilmişti, müslümanlar da artık dinlerini istediği gibi, istedikleri yerde yaşayabilirlerdi. bu sebeple hz. muhammed, artık hicret kurumunu kaldırmaya karar vermişti. bu sebepten, çok sevdiği amcası hz. abbas'a şöyle dedi:
hicret için bîat yapmak artık yoktur. (ibn-i mace)
hz. muhammed, fethin ikinci günü öğle namazından sonra kâbe kapısı merdivenine çıkarak, arkası kâbe'ye dayalı bir halde allah'a hamd ve senâda bulunduktan sonra halka şöyle hitap etti:*
ey insanlar!
şüphesiz allah göklerle yeri, güneş ile ayı yarattığı gün mekke'yi haram ve dokunulmaz kılmıştır. kıyamet gününe kadar da haram ve dokunulmaz olarak kalacaktır.
allah'a ve âhiret gününe inanan kimse için, mekke hareminde kan dökmek, ağaç kesmek helâl olmaz! mekke'de kan dökmek benden önce hiçbir kimseye helâl olmadığı gibi, benden sonra da hiçbir kimseye helâl olmayacaktır! bu söylediklerimi burada dinleyenler, hazır bulunmayanlara duyursun!
...
şu bulunduğum andan itibaren kim öldürülürse, öldürülenin âilesi için şu iki şeyden birini tercih etmek hakkına sahiptir: yâ öldürülenin kısas olarak öldürülmesini ya da öldürülenin diyetini, kan bedelini ister.
muhakkak ki, insanların allah'a karşı en hürmetsizi, en taşkını ve azgını; allah'ın hareminde adam öldüren, yahut kendi katilinden başkasını öldüren veya cahiliyye intikamını almak için adam öldürendir.
islâm'da, insanın babasından veya baba tarafından akrabasından başkasına intisab etmesi diye bir şey yoktur. doğan çocuk döşeğin sahibine aittir. iddiasını ispatlamak için delil getirmek dâvâcıya, inkâr edene düşer!
islâmiyet'te, ne câhiliyyet andlaşması vardır ne de fetihten sonra hicret. fakat, cihad ve cihada niyet vardır.
müslüman, müslümanın kardeşidir. bütün müslümanlar kardeştirler. müslümanlar kendilerinden olmayanlara (düşmanlara) karşı bir tek eldirler, elbirliği ile hareket ederler.
...
müslümanların kanları birbirine eşit bulunmaktadır. zimmetlerini onların en hafifleri, en uzaktakileri bile yerine getirme gayretini gösterirler. şunu iyi bilmesiniz ki, ne bir kâfir için bir mü'min, bir müslüman öldürülür, ne de onlardan taahhüd sahibi olanlar, taahhüdlerinden dolayı harbî olan kâfirler için öldürülürler.
islâm'da, değiş-tokuş yoluyla mehirsiz evlenme yoktur. kadın, ne halasının ne de teyzesinin üzerine nikâhlanıp bir araya getirilebilir.
kocasının izni olmadıkça, kadının onun malından bir şey dağıtması, vermesi helâl ve câiz değildir.
kadın, yanında bir mahremi bulunmadıkça üç günlük yola gidemez.
iyi bilesiniz ki, vâris için vâsiyete lüzum yoktur. ayrı din sahipleri birbirlerine vâris olamazlar.
parmakların her birisinde diyet, onar devedir. kemiği görünen derin yaralardan herbirinde diyet beşer devedir.
sabah namazı kılındıktan sonra güneş doğuncaya kadar bir başka namaz kılınmaz. ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar da bir başka namaz kılınmaz.
sizi iki günün orucundan nehyederim: biri kurban bayramı günü, diğeri de ramazan bayramı günü orucudur.
ben, size ancak anlayacağınız, tutacağınız yolu gösterdim. (buharî)
fetih hutbesinde sikâye ve hicâbe hizmetleri dışındaki cahiliyye devrine âit bütün iş, muamele ve davaların ortadan kaldırıldığını buyurmuştu. sikâye, hacılara su dağıtma vazifesidir ki, bu, o sırada hz. muhammed'in amcası hz. abbas'ın sorumluluğundaydı. hicâbe, kâbe'ye hizmet etme vazifesidir ki, bu vazife osman bin talhâ'da bulunuyordu. hz. abbas, hz. muhammed'e müracaat ederek bu iki vazifenin de kendilerine verilmesini istediyse de, hz. muhammed, eskiden olduğu gibi sadece sikâye vazifesinin kendilerinde kalmasını uygun gördü.
kâbe'nin anahtarı, hz. muhammed'de bulunuyordu. birçok müslüman bu büyük vazifeyi üstlenmek istiyordu. hz. muhammed, osman bin talhâ'yı yanına çağırdı ve şu ayeti okudu:
"allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.........." (nisâ/58)
ardından şöyle buyurdu:
ey osman! işte anahtarın al! bugün iyilik ve ahde vefâ günüdür! (sîre)
ve ardından kâbe'nin anahtarını yine ona teslim etti. osman bin talhâ anahtarı alıp giderken hz. muhammed şöyle buyurdu:
sana zamanında söylemiş olduğum şey, vuku bulmadı mı?
osman bin talhâ aralarında geçen hâdiseyi hatırlayarak resûlullah'ı tasdik etti.
evet, şehâdet ederim ki, sen, şüphesiz allah'ın resûlüsün. (zâdü'l-mead)
bu arada osman bin talhâ bu sırada müslüman olmadı. yani zaten müslümandı, sahâbîydi bu olay yaşanırken. sonda söylediği söz, sizde, o an müslüman olmuş izlenimi uyandırmasın.
şimdi bahsedilen hâdise ne acaba diye düşünüyorsunuzdur. daha hicret yaşanmamıştı, yani hicretten önceydi. osman bin talhâ henüz müslüman değildi. hz. muhammed bir gün kâbe'ye girmek istemişti, fakat osman bin talhâ buna engel olmuştu. hatta hz. muhammed'e kaba ve kötü davranmıştı. hz. muhammed bundan dolayı hiç hiddete kapılmamış, rahat ve yumuşak bir edâ ile şöyle buyurmuştu:
ey osman, ümit ederim ki, bir gün gelecek sen, beni bu anahtarı elde etmiş ve istediğim yere koymakta, arzu ettiğim kimseye vermekte serbest olacağım bir mevkiide bulursun.
osman bin talhâ ise şöyle demişti:
o zaman kureyş müşrikleri kuvvetten düşmüş, yok olmuş demektir.
bunun üzerine hz. muhammed şöyle buyurmuştu:
hayır, ey osman! asıl o gün kureyş hakiki kuvvet ve şerefe kavuşacaktır! (uyunü'l-eser)
evet hz. muhammed'in, halkı umumî af ilan etmesinden bahsetmiştik. bundan sonra safâ tepesine çıkıp orada kureyşlilerin bîatını kabul etti. yıllarca ona karşı olanlar, şimdi ona islâmiyet üzere bîat ediyordu. erkekler allah'a iman, allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve muhammed'in o'nun kulu ve resûlü olduğuna şehâdet ederek islâmiyet ve cihad üzerine biat yaptıktan sonra, kadınların bîatı başladı.
kadınlar, allah'a hiçbir zaman ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, kız çocuklarını öldürmemek, zinâ etmemek ve iffetini korumak, herhangi bir iyilik hususunda allah resûlüne isyân etmemek hususları üzerine hz. muhammed'e bîat ettiler. (nesefi)
kadınlar tâifesinin başında şunlar gibi kureyş kadınlarının meşhurları bulunuyordu:
1. hz. ali'nin kız kardeşi olan hz. ümmü hânî. hz. muhammed bir zamanlar kendisiyle evlenmek istiyordu. muhtemelen zaten müslümandı fakat kocası yüzünden imanını gizlemek zorundaydı. allah en doğrusunu bilir.
2. zaten entryde bahsetmiş olduğumuz, attab ibni esid var ya, işte onun halası erva.
3. yine zaten entryde bahsetmiş olduğumuz haris bin hişam var ya işte onun kızı ve zaten entryde bahsetmiş olduğumuz ebi cehil'in oğlu olan ikrime'nin karısı olan ümmü hakîm.
4. ebu as'ın kızı olan ârikâ.
5. âs bin ümeyye'nin kızı olan ümmü habîb.
6. halid bin velid'in kız kardeşi fâhita.
ayrıca aralarında, hz. muhammed'in haklarında nerede görülürse görülsünler, öldürülsünler buyurduklarından biri olan ebu süfyan'ın karısı hind de vardı. tanınmamak için kıyafet değiştirerek kadınlar arasına katılmıştı. sanki geçmişte hz. muhammed ve müslümanlara karşı giriştiği hareketlerden pişmanlık duyuyor gibiydi. tüm yaptıklarına rağmen hz. muhammed, müslüman olduğunu duyduğu hind'i affetti ve onun da bîatını kabul etti.
ve gelelim hz. ebu bekir'in babasına... ebu kuhafe... hâlâ müslüman olmamıştı... babasının da müslüman olmasını isteyen hz. ebu bekir, ebu kuhafe'nin elinden tutarak hz. muhammed'in yanına getirdi. hz. muhammed, hz. ebu bekir'in yaşı ilerlemiş olan babasını yanına getirmesinden tesirlendi ve şöyle buyurdu:
ihtiyara, getirme zahmeti vermeseydin de onu evinde ziyâret etseydik olmaz mıydı?
hz. ebu bekir şöyle dedi:
ya resulullah! senin onun yanına gitmenden, onun senin yanına gelmesi daha muvafıktır.
bundan sonra hz. muhammed, ellerini ebû kuhâfe'nin göğsüne koyup okşadıktan sonra şöyle buyurdu:
müslüman ol, ey ebû kuhâfe.
bu sözden sonra ebu kuhafe hemen müslüman oldu. böyleikle ebu kuhafe de sahâbî olmuş oldu. (sîre)
bundan sonra nerede görülürse görülsünler, öldürülecekler listesine alınanlar da hz. muhammed tarafından affedilerek müslüman oldular. bunlar arasında,
1. ikrime bin ebî cehil,
2. abdullah bin ebî sarh,
3. süheyl bin amr,
4. safvan bin ümeyye,
5. hz. hamza'nın katili olan vahşî,
6. hâris bin hişâm,
7. şâir olan abdullah bin zeb'ârî,
8. enes bin züneym.
üstteki listedekiler de yer alıyordu. yani bu kişiler de hz. muhammed tarafından affedilerek müslüman oldular.
mekke fethedilmiş, insanlar sevinçlilerdi. bu arada bir bedevî, hz. muhammed'e yaklaştı. bedevî bir peygamberin karşısında bulunmanın verdiği heyecan altında tir tir titremekteydi... hz. muhammed durumu fark etti ve şöyle buyurdu:
ne oluyor sana, kendine gelsene! ben, bir hükümdar değilim. ben, güneşte kurutulmuş et parçaları yiyerek geçinmiş olan kureyşli bir kadının oğluyum. (ibn-i kesîr)
bedevî, bu sözler üzerine rahatlayınca titremesi geçti.
hz. muhammed, daha mekke'de iken mahzumoğulları kabilesinden olan fâtıma binti esved adındaki bir kadın hırsızlık yapmıştı. bu kadın itibarlı ve soylu bir kadındı. hz. muhammed durumdan haberdar oldu. herkes bilirdi ki, hırsızlık yapanın eli kesilir. ama bu kadın yüksek bir mevkiye sahipti, onun eli nasıl olur da kesilir?
aile, fâtıma'nın elini kesmeden kurtarmak için bir çare arıyorlardı. istiyorlardı ki, biri, hz. muhammed yanında şefaatçi olsun. ama kimse buna cesaret edemiyordu. sonunda bu görevi hz. üsâme bin zeyd üstlendi. üsâme, hz. muhammed tarafından fazla sevilen bir sahabî idi. hz. üsâme kadının affedilmesini isteyince hz. muhammed'in rengi aniden değişti. şöyle buyurdu:
sen, kötülüğün önüne geçmek için allah'ın koymuş olduğu cezalardan bir cezanın affedilmesi hakkında mı benimle konuşursun?
hz. üsâme, üzgün bir edâ içinde şöyle dedi:
ya resulullah! bu uygun olmayan hareketimden dolayı allah'tan affım için duâ et!
hz. muhammed, akşam olunca ayağa kalktı ve allah'a hamd ve senâda bulunduktan sonra halka şöyle dedi:
sizden evvelkileri şu davranışları mahvetmiştir: onlar, asil, soylu birisi hırsızlık yaptığı zaman onu serbest bırakırlardı. zâif, güçsüz birisi hırsızlık edince ise ona hemen ceza verirlerdi. muhammed'in varlığı kudret elinde olan allah'a yemin ederim ki, fâtıma binti muhammed, hırsızlık edecek olsaydı, muhakkak onun da elini keserdim!
bundan sonra kadının elinin kesilmesini emretti. kadının eli bu emir üzerine hemen kesildi. kadın güzelce tövbe etti ve evlendi. yani fâtıma binti esved bir kadın sahâbî idi. kadın ondan sonra, sık sık hz. âişe'nin yanına gelir giderdi. (buharî)
hz. muhammed, şehrin etrafındaki putları da yok etmek istiyordu. bu amaçla hz. hâlid bin velid'i 30 kişilik bir birlikle nahle mevkiinde bulunan uzzâ putunu yıkıp parçalamaya gönderdi. kureyş yanında uzzâ, en büyük put sayılıyordu. bu putu, hz. hâlid emre uyarak gidip yıktı. (tabakât)
ayrıca hz. muhammed, müşellel adındaki dağın tepesinde bulunan menât putunu yıkmak için de sa'd bin zeyde el-eşhel'i gönderdi. menât, evs ve hazreç kabilelerinin putuydu. emri alan sa'd bin zeyd beraberindeki müslümanlarla gidip menât'ı yıkıp geri döndü.
ve müşriklerin taptığı meşhur putlardan biri de süva' idi. hz. muhammed, bu putu yıkmak için amr bin âs'ı gönderdi. amr, verilen vazifeyi yerine getirdi ve mekke'ye geri döndü. (tabakât)
mekke'nin fethi konusunda genel kabul gören görüş, şehrin savaşla fethedildiği, fakat hz. muhammed'in tasarrufuyla arazisinin bölüştürülmediği ve halkının eman verilerek serbest bırakılmış olduğu şeklindedir. (müsned, ebû yûsuf, ibn sa'd, taberî)
hz. muhammed, mekke'de bulunduğu sürece hacûn'da kurulan çadırda kaldı. kendisine evinde kalması teklif edilince, medine'ye hicretinden sonra, henüz müslüman olmayan amcasının oğlu akil bin ebû tâlib'in evini satmış olduğuna işaret ederek, akil bize ev mi bıraktı? diye serzenişte bulunmuş ve şehrin fâtihi olmasına rağmen evini geri almayı düşünmemiştir.
sonraları hz. muhammed, muhacirlerle beraber medine'ye dönmüştür.
evet entry bu kadardı. bu entry'yi buraya kadar okuyan şahsiyetlere minnettarlığımı sunuyor, beni doğmakla bu entry'yi girmeme yardımcı olan annemi selamlıyor, küçüklerimin ellerinden, büyüklerimin de gözlerinden öpüyorum. hadi eyv.
evvelâ; hem siyer kitapları, hem rivayet tefsirlerinde ortak bir şekilde verilen bilgiye göre, hz. muhammed, hudeybiye'ye gelmeden evvel veya burada iken, rüyasında, mekke'ye girdiklerini ve burada tıraş olduklarını görmüş, bunu da ashabına anlatmıştı. (sanırsam 628 senesinde)
bunun üzerine, rüyayı işitenler de, hemen bu sefer, mekke'ye gireceklerini ve umre yapıp tıraş olacaklarını zannetmişler, rüyayı böyle yorumlamışlardı. lâkin olaylar farklı gelişmiş, barış ve antlaşma yapılmış ve geri dönme kararı verilmişti. münafıklar bu rüya olayını kullanıp kafaları karıştırmaya çalıştılar. bazı müminlerin de kafalarında tereddütler oluştu. hz. muhammed'e gelip durumu sorduklarında, hz. muhammed şöyle buyurdu:
ben bu yıl olacak demedim, rüyada da bu yıl olacağını görmedim.
nitekim hz. ebu bekir de aynı şeyi söyledi. heyecanlar yatıştıktan sonra, bu ayet indi:
allah, resulüne gerçeğe uygun rüyasında doğruyu bildirmiştir. allah izin verirse hiçbir şeyden korkmaksızın, (umrenizi yaptıktan sonra) ya saçlarınızı kazıtarak veya kısmen kestirerek, güven duygusu içinde mescid-i harâm’a muhakkak gireceksiniz. allah sizin bilmediğinizi bilmektedir ve bundan başka hemen gerçekleşecek bir fethi de takdir buyurmuştur. (fetih/27)
yani ayet, önceden, mekke'nin fethedileceğini bildirmiştir.
sene 630. hz. muhammed, kabe ve mekke'nin müşriklerden kurtarılması gerektiğini düşünüyor, bunun için bir yol arıyordu. artık islâm etrafa yayılmıştı. hem hayber hem civar yahudileri de tâbiiyet altına alınmışlardı. hudeybiye anlaşması da yapılmıştı.
artık tek engel, müşriklerle yapılan hudeybiye anlaşması idi. çünkü bu anlaşmaya göre, müslümanlarla müşrikler 10 sene birbirleriyle harp etmeyecekti ve anlaşmayı bozmayacaklardı. hz. muhammed ahdini bozup müşrikler üzerine yürümeyi düşünmüyordu.
fakat hudeybiye anlaşmasında şöyle bir madde vardı: kureyş'in dışında kalan kabileler, istediği tarafın himâyesine girebilirdi. (müsned)
işte bu haktan istifade ile anlaşma yapıldığı zaman huzâa kabilesi, hz. muhammed'in ahd ve emânına girmiş, müslümanlar tarafında yer almış, benî bekir kabilesi ise tam tersini yapmıştı.
ki bu iki kabile arasında uzun süredir devam eden bir düşmanlık vardı. ve anlaşmaya rağmen birbirlerini rahatsız etmeye çalışıyorlardı.
ve bir gün, benî bekir kabilesinden biri, bir şiirle hz. muhammed'i hicvetmeye ve aşağılamaya çalışır. huzâalılardan olan bir genç de buna dayanamaz ve adamın kafasını yaralar. bekiroğulları da, huzâalılara saldırmak için bunu bir sebep olarak görürler. (megazî)
müşriklerden de yardım alan benî bekirler, hiçbir şeyden haberi olmadan, bir suyun başında bulunan huzâalılara ansızın saldırırlar. huzâalılar hazırlıklı değildir, huzâalıları mekke'ye kadar kovalarlar. neticede huzâalılardan 23 kişi öldürülür. (insan'ül-uyûn)
hatta müşriklerin ileri gelenlerinden birçokları da bu çarpışmaya katılmıştı. ama hz. muhammed'den korkarak bunu gizli bir şekilde yapmışlardı. (sîre)
artık kureyş müşrikleri, hudeybiye anlaşmasını resmen ihlâl etmişlerdi. eğer hz. muhammed bunu öğrense ne olacaktı? onlar da işte bu sorunun cevabından korkuyorlardı. artık 3 gün geçmişti. medine'ye huzâalılardan bir grup geldi ve durum hz. muhammed'e arzedildi ve yardım istendi. (taberî)
hz. muhammed olaydan çok rahatsız oldu ve huzâalı heyetini kendilerine mutlaka yardım edecekleri vaadi ile tekrar geri gönderdi. (sîre)
hz. muhammed, müşriklere şöyle bir yazı gönderdi:
ya huzâalılardan öldürülenlerin kan bedellerini ödeyiniz, yahut benî bekir kabilesi ile olan ittifakınızdan vazgeçiniz! eğer bunlardan birini yapmazsanız, hudeybiye anlaşmasını bozduğunuz ve bunun neticesi olarak da sizinle harbetmek mecburiyetinde kalacağımı biliniz. (megazî)
müşriklerin ileri gelenleri, harbe hazırlanacaklarını bildirdiler. böylelikle anlaşmayı tam olarak ihlâl ettiklerini, kendileri de doğrulamış oldular. elbette onlar korkuyorlardı. yaptıkları bu hareketin doğuracağı vahim neticeyi düşünüyorlardı ve bu onları korkutuyordu. verdikleri cevaptan pişman oldular ve ebû süfyan'ı medine'ye gönderdiler. git anlaşmayı yenile, mütareke müddetini de uzat. dediler. (megazî)
fakat işler istedikleri gibi olmadı. çünkü daha henüz ebu süfyan medine'ye gelmeden, hz. muhammed, ashabına şöyle buyuruyordu:
ebu süfyan hudeybiye anlaşmasını takviye etmek ve mütâreke müddetini uzatmak için yanımıza gelmek üzeredir. fakat bu arzusuna nâil olamadan öfke ile geri dönecektir. (sîre)
ebu süfyan vardı ve hz. muhammed'in yanına gelmeden önce, hz. muhammed'in hanımı ve kendisinin kızı olan hz. ümmü habibe'nin evine gitti.
ebu süfyan, hz. muhammed'in minderine oturmak isteyince, hz. ümmü habîbe buna müsaade etmedi. ebu süfyan şöyle dedi:
kızım, anlayamadım, sen minderi mi benden, beni mi minderden esirgiyorsun?
bunun üzerine hz. ümmü habîbe şöyle dedi:
bu, resûlullah'ın minderidir. sen ise şirk içindesin. senin gibi birisinin resulullah'ın minderine oturmasına gönlüm asla razı olmaz. (sîre)
ebu süfyan bunun üzerine şöyle diyerek kızgınlığını belirtti:
vallahi kızım, sen yanımdan ayrıldıktan sonra çok değişmişsin. sana kötülük gelmiş.
hz. ümmü habîbe şöyle dedi:
hayır! allah, bana kötülüğü değil, islâmiyet'i nasib kıldı. sen ise, işitmez, görmez, taştan yontulmuş puta tapmakta devam ediyorsun... babacığım! senin gibi kureyşlilerin büyüğü, ulusu bir kimse nasıl olur da islâmiyet'e uzak kalır?
ebu süfyan daha da kızdı ve şöyle dedi:
yazıklar olsun sana! senden bu sözleri de mi işitecektim? ben, atalarımın tapa geldiklerini bırakıp da, muhammed'in dinine gireceğim, öyle mi?
sonra da, hz. ümmü habîbe'nin yanından çok öfkeli bir şekilde ayrıldı. (insanü'l-uyûn)
ebu süfyan, doğruca hz. muhammed'in yanına vararak şöyle dedi:
ey muhammed! hudeybiye anlaşmasını yenile ve mütâreke müddetini de uzat!
hz. muhammed şöyle buyurdu:
ey ebu süfyan! sen bunun için mi geldin?
ebu süfyan şöyle dedi:
evet, bunun için geldim.
hz. muhammed şöyle buyurdu:
biz, aramızdaki o ahid üzerinde durmaktayız. yoksa siz, bir hâdise çıkarıp da onu bozdunuz mu?
ebu süfyan bir an durakladı. ne diyeceğini o anda düşünemedi. sonunda cesaretini toplayarak, hiçbir şey olmamış gibi şöyle dedi:
allah korusun! öyle bir şey yapmadık. ama biz, her şeye rağmen anlaşmanın yenilenmesini istiyoruz.
hz. muhammed, bu teklifine bir cevap vermeden sustu. (taberî)
ebu süfyan yolun sonuna geldiklerini anlamıştı. hz. muhammed'den herhangi bir cevap alamayınca, gidip, hz. ebû bekir'e başvurdu. yine aynı arzusunu tekrarladı ve bu konuda hz. muhammed ile kendisi arasında aracılık etmesini istedi.
hz. ebu bekir şöyle dedi:
bu benim değil, resulullah'ın bileceği, ona ait bir iştir. ben, buna asla karışamam.
ebu süfyan şöyle dedi:
öyle ise, beni himâyene al ve bunu halka bildir.
hz. ebu bekir şöyle dedi:
benim himâyemde bulunanlar, resulullah'ın himâyesinde bulunanlardır. (taberî)
ebu süfyan ümitsizliğe kapıldı ve hz. ömer'e başvurarak şöyle dedi:
anlaşmayı yenilemeye çalış, halkın arasını bul.
hz. ömer, öfkeyle şöyle dedi:
demek, siz anlaşmayı bozdunuz, öyle mi?...eğer ondan geride bir şey kalmışsa, allah onu da bir an evvel yok etsin! ben, bu hususta, asla gidip resulullah'tan şefaat dilemeyeceğim. vallahi, ben küçük bir karıncadan başka bir şey bulamazsam bile, o karıncadan faydalanır, yine sizinle savaşırım. (taberî)
ebu süfyan, kendi kendine, vallahi, ben bugünden daha zor ve daha çetin bir gün görmedim. diye mırıldanarak doğruca hz. osman'ın yanına gitti. şöyle dedi:
ey osman, bu topluluk içinde akrabalıkta bana en yakın sensin. ne olur şu mütârekeyi yenile ve müddetini uzat! çünkü arkadaşın seni hiçbir zaman reddetmez.
hz. osman şöyle dedi:
benim himâyemde bulunanlar, resulullah'ın himâyesinde bulunanlardır. (insanü'l-uyûn)
ebu süfyan son şansını denemek için hz. ali'ye giderek şöyle dedi:
benim en yakın akrabamsın. bu akrabalık hakkı için, gidip resulullah'a bu anlaşma işinin yenilenmesi ve müddetin uzatılması için şefaatçi ol.
hz. ali şöyle dedi:
allah senin iyiliğini versin, ey ebu süfyan! vallahi, resulullah aleyhisselâm bir işte karar verdi mi, onu mutlaka yapar. bu resulullah'ı ilgilendiren bir iştir. ben onun hakkında asla bir hüküm veremem. (taberî)
ebu süfyan, yalvarırcasına şöyle dedi:
peki, ey ali, bana hususta bir öğüt ver.
hz. ali şöyle dedi:
vallahi, ben senin için bu hususta faydalı olacak bir şey bilmiyorum. ama, sen kinânelerin büyüğüsün. kalk, iki taraf halkını uzlaştırmak için himâyene aldığını ilân et! sonra da yurduna çık git!
ebu süfyan şöyle dedi:
evet, sen doğru söyledin. ben bunu yapmalıyım.
ardından gidip mescidi nebevî'ye vardı. (ibn-i kesîr)
bitkin olan ebu süfyan, meseleyi halledemediği için üzgündü. mescidi nebevî'de ayakta dikildi ve şöyle dedi:
ey insanlar! ben iki tarafı uzlaştırmak için onları himâyeme aldım, haberiniz olsun.
bunu dedikten sonra ürkek bir şekilde şöyle ilâve etti:
muhammed'in, bu taahhüdümde bana vefâsızlık edeceğini hiç sanmıyorum.
ardından hz. muhammed'in yanına gelerek şöyle dedi:
yâ muhammed, zannetmem ki, bu himâye sözümü reddedesin!
hz. muhammed şöyle buyurdu:
ey ebû süfyan! bunu sen söylüyorsun, ben değil. (taberî)
ebu süfyan anlamıştı. ümitsizlik içinde devesine güçlükle atlayıp mekke'ye gitti. (taberî)
mekke'ye varınca, kureyşliler ona şöyle dediler:
neler yaptın, anlat bakalım?
ebu süfyan olan bitenleri olduğu gibi anlattı. kureyş müşriklerinin korkuları daha da artmıştı.
hz. muhammed kesin kararını vermişti, sefere çıkılacaktı. ama bu kararı tedbir amaçlı çok gizli tutmak istiyordu. böylelikle, düşmana hazırlama fırsatı verilmeyecek ve sonuç olarak da fazla kan dökülmeden düşman teslime mecbur edilecekti. hz. muhammed, hz. aişe'ye sadece, yol hazırlığımı yap! diyordu. hz. muhammed şöyle dua etmişti:
allah'ım! yurtlarına ansızın varıp kavuşuncaya kadar, kureyşlilerin casus ve habercilerini tut, görmez ve işitmez hale getir! beni, birdenbire görüp işitsinler! (sîre)
hatta hz. muhammed, kureyş müşriklerinin üzerine değil de necid tarafı ile meşgul olmak istiyormuş izlenimini vermek için, hz. ebu katade'yi askeri bir birlik ile izam vadisi tarafına gönderdi. (tabakât)
daha sonra, hz. muhammed, bir kısım ashabına sefere çıkılacağı haberini vererek, hazırlanmalarını buyurdu. (sîre)
hz. muhammed, medine etrafındaki müslüman kabilelere de şöyle haber gönderdi:
allah'a ve âhiret gününe inanan, ramazan başında medine'de hazır bulunsun. (megazî)
ramazan ayının ilk günleri gelmişti. 10.000 mücahid toplanmıştı. (tabakât)
ki bunların 700'ü muhacirlerdendi. ayrıca beraberlerinde 300 atlı da bulunuyordu. ensarın sayısı ise 4.000 idi. onların da yanında 500 at bulunuyordu. geri kalan asker sayısını, etraftaki kabilelerden gelen müslümanlar oluşturuyordu.
hz. muhammed, medine'de, ebû rühm külsüm bin husayn'ı vekil bıraktı. (sîre)
islâm ordusu hazır bir halde bekliyordu. bu sırada hz. muhammed, hz. ali, hz. zübeyr bin avvam ve hz. mikdad bin esved'e şu emri verdi:
sür'atle gidiniz! hah bahçesine vardığınız vakit, yanında mektup bulunan hayvan üzerinde bir kadın bulacaksınız. mektubu ondan alıp bana getirin! (müslim)
üç sahabî, bu emrin sebebini sormadan hemen yol alıp hah bahçesine vararak orada kadını buldular. kadına şöyle sordular:
yanındaki mektup nerede?
kadın şöyle cevap verdi:
benim yanımda mektup falan yok.
bunun üzerine kadının devesini çöktürdüler. onu üzerinden indirdiler ve eşyalarını aradılar. fakat mektupla alakalı bir şey bulamadılar. bunun üzerine hz. ali kılıcını sıyırdı ve hiddetle şöyle dedi:
allah'a yemin ederim ki, resulullah hiçbir zaman hilaf-ı hakikat konuşmaz. ya sen bu yazıyı çıkarırsın ya da biz yapacağımızı biliriz; gerekirse üstünü başını arar, elbiseni çıkartırız.
kadın şöyle dedi:
siz müslüman değil misiniz?
mücahidler şöyle dediler:
evet, müslümanız, ama resûlullah bize, beraberinde mektup bulunduğunu söyledi.
kadın, kurtuluş çaresinin kalmadığını anlayınca mücahidlere şöyle dedi:
yüzünüzü başka tarafa çeviriniz.
sahabîler yüzlerini çevirince, başının örgülü saçlarını çözdü. mektubu oradan çıkarıp hz. ali'ye uzattı. (taberî)
sahabîler mektubu alıp hz. muhammed'e getirdiler. herkes hayret ve şaşkınlık içerisindeydi. çünkü mektup bedir ashabından hatib bin ebî beltaa tarafından müşriklere hitaben, hz. muhammed'in hazırlığını haber vermek üzere yazılmıştı.
hz. muhammed, derhal hz. hatib'i çağırır. hz. hatib gelince mektup kendisine okunur. hz. muhammed şöyle buyurur:
bu mektubu tanıdın mı?
hz. hatib şöyle der:
evet, tanıdım.
hz. muhammed şöyle buyurur:
bunu ne için yaptın?
hz. hatib şöyle der:
yâ resûlullah! bu hususta hakkımda hüküm vermekte acele etme! ben, kureyşlilerden olmayan bir kimseyim. muhacir müslümanlar gibi, mekke'de âilem ve mallarımı koruyacak kimse de yok. ben, bunu kureyş ileri gelenlerini bir minnet altında bırakayım da âilemi korusunlar diye yaptım. yoksa, bunu küfre saptığım veya dinimden döndüğüm için yapmış değilim! vallahi, ben allah ve resûlüne olan îmânımda sabitim. (müslim)
hz. muhammed şöyle buyurdu:
doğru söyledin.
sonra ashabına dönerek şöyle buyurdu:
o, size doğru söyledi. bunun hakkında hayırdan başka birşey söylemeyiniz. (müsned)
kendini tutamayan hz. ömer şöyle der:
bırak, yâ resûlullah, şu münafığın boynunu vurayım.
hz. muhammed şöyle buyurur:
o bedir muharebesinde bulunmuştur. ne bilirsin, belki allah, bedir harbine katılmış bulunanlara, savaş günü bakıp, "siz istediğinizi yapınız, ben sizi affetmişimdir. cennet size vacib olmuş, siz de cennete girmeye hak kazanmışsınız." buyurmuştur.
durum karşısında hz. ömer'in gözleri doldu ve şöyle dedi:
allah ve resûlü her şeyi daha iyi bilir. (müsned)
bu hadise üzerine, şu ayet indi. allah, bu ayeti inzâl buyurarak, mü'minleri ikaz etti:
ey iman edenler! eğer benim yolumda cihad etmek ve hoşnutluğumu kazanmak üzere yola çıkmışsanız, benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri kendilerine sevgi göstererek dost edinmeyin. onlar size gelen gerçeği inkâr etmektedirler; üstelik rabbiniz allah’a iman ettiniz diye peygamberi ve sizi (yurdunuzdan) çıkarıyorlar. ben sizin gizlediklerinizi de açıkladıklarınızı da bildiğim halde onlara gizliden gizliye sevgi besliyorsunuz. içinizden kim bunu yaparsa bilsin ki doğru yoldan sapmıştır. (mümtehine/1)
hz. muhammed, 10.000 kişilik islâm ordusuna hareket emri verdi. ramazan'ın ilk günleriydi. bu sebeple hz. muhammed ve mücahidler oruçlu idiler. (taberî)
hava fazla sıcaktı. üstüne bir de oruç, mücahidleri biraz yorgun hâle getiriyordu. islâm ordusu kudeyd mevkiine gelince hz. muhammed ikindi namazından sonra orucunu açtı ve ashabına da açmalarını emretti. (buharî)
ayrıca 8 kişilik bir birlik ile necid tarafına gönderilmiş bulunan hz. ebû katade de gelip orduya katıldı. ayrıca etraftan birçok müslüman da gelip islâm ordusuna katıldı.
ki mekke'den gelen hz. abbas âilesiyle cuhfe mevkiinde islâm ordusu ile karşılaştı. hz. muhammed bundan çok memnun oldu ve kendisinin kalmasını, ağırlıklarını ise medine'ye göndermesini buyurdu. sonra şöyle buyurdu:
ey abbas! sen muhacirlerin sonuncususun.
hz. abbas, sefer boyunca hz. muhammed'in yanından bir an bile ayrılmadı.
hz. muhammed kumandasındaki islâm ordusu yoluna devam etmekteydi. bu sırada gelip, hz. muhammed'in yanında müslüman olanlar oldu. bunlar, ebû süfyan bin hâris ile abdullah bin ebî ümeyye idi. (sîre)
bu arada bahsettiğim ebu süfyan'ı, entry'nin başında bahsettiğim ebu süfyan ile karıştırmayın. o ebu süfyan, ebu süfyan bin harb, bu ebu süfyan ise, ebu süfyan bin hâris'tir.
ilk önce, hz. muhammed, ebu süfyan bin hâris ve abdullah bin ebî ümeyye ile görüşmek istemediğini ifade ederek onlardan yüz çevirdi. çünkü bu kişiler, hz. muhammed peygamber olmadan önce, hz. muhammed ile gayet samimilerdi. ama hz. muhammed peygamber olunca hemen düşman kesilmişlerdi. ebu süfyan bin hâris bir şâirdir, hz. muhammed ve müslümanları ağır bir şekilde hicvederdi.
ama bunlara rağmen, araya hz. ümmü seleme girdi. hz. muhammed'e onlardan yüz çevirmemesi gerektiğini söyledi. ama hz. muhammed şöyle buyurdu:
onların ikisi de bana lâzım değildir.
ebu süfyan bin hâris, hz. muhammed'in bu sözlerini duyunca, küçük oğlu câfer'in elinden tutarak şöyle dedi:
vallahi, yanına girmeme izin vermezse, oğlumun elinden tutarak helâk oluncaya kadar yeryüzünde dolaşıp dururum.
hz. muhammed'in gönlü bu sözlere dayanamadı. onları yanına dâvet ederek affetti. böylece onlar da müslüman oldular. (taberî)
kudeyd mevkiinde hz. muhammed, orduyu savaş düzenine koydu. muhacirlerin üç bayraktarı bulunuyordu, bunlar: hz. ali, hz. zübeyr bin avvam ve hz. sa'd bin ebî vakkas'tı. ensarın ise 12 bayraktarı vardı.
daha sonra hz. muhammed ordusuyla merruzzahrân'da konakladı. (sîre)
meruzzahrân vadisine gece gelmişlerdi. o âna kadar mekkeli müşrikler, müslümanların üzerlerine geldiklerinden habersizdi. ki hz. muhammed, mekkeli müşriklere gelişini güzel bir ateş donanmasıyla bildirmek istedi ve her mücahide ateş yakmalarını emir buyurdu. (tabakât)
düşünün dostlar, bir anda 10.000 ateş yakıldı! bir düşünsenize, ansızın gözüken 10.000 ateş! manzarayı hayal etmeye çalışın!
kureyş müşrikleri işin farkına varmış ve dehşete düşmüşlerdi. mekke çepeçevre kuşatılmıştı. islâm ordusu henüz maruzzahrân'da idi. hz. muhammed, irak denilen misvak ağaçlarının yemişlerinden toplamalarını bazı sahabîlere emretti ve şöyle buyurdu:
size, onların kararmış olanlarını toplamanızı tavsiye ederim. çünkü, en tadı olanları, onların kararmışlarıdır. (müslim)
sahabîler merakla şöyle sordular:
yâ resûlullah! bu yemişin iyisini kötüsünü çobanlar bilir. siz de koyun güttünüz mü?
hz. muhammed şöyle buyurdu:
her peygamber muhakkak koyun gütmüştür. ben de eryad'da ev halkımın (ebû tâlib'in) koyunlarını otlatırdım. (müslim)
tabi şimdi müşrikler çok korkmuştu. reisleri ebu süfyan (entrynin başında bahsettiğim ebu süfyan, hani ebu süfyan bin harb olan) ile birkaç kişiyi durumu öğrenmeleri için görevlendirdiler. (taberî)
ebu süfyan ve yanındakiler de, bir gece, mekke'den durumu öğrenmek için çıktılar. islâm ordusu karargâhıa yaklaştıkları bir sırada mücahidler onları yakaladı. eğer o sırada hz. abbas yardımına yetişmeseydi, mücahidler tarafından bir hayli zedelenecekti.
hz. abbas, ebu süfyan'ı alıp hz. muhammed'in yanına getirdi. ki arkasından hz. ömer de eli kılıcının kabzasında hz. muhammed'in yanına gelerek şu teklifte bulundu:
ya resulullah! allah, ebu süfyan'ı akidsiz ve ahidsiz ele geçirmek imkânı ve fırsatını verdi. müsaade buyur da boynunu vurayım.
hz. abbas müdahale etti:
ya resulullah! ben, ona emân vermiş bulunuyorum.
yine de hz. ömer bu isteğinden vazgeçmedi. aynı teklifini tekrarlayıp durdu. hz. abbas şöyle dedi:
ey ömer! yeter! vallahi, ebu süfyan, adiyy bin ka'boğullarından (hz. ömer kabilesi) olsaydı böyle söylemezdin.
bunun üzerine hz. ömer bütün celâletiyle şöyle cevap verdi:
ey abbas! vallahi, babam hattab hayatta olup da müslüman olsaydı, ona, senin müslüman olduğun gün, müslüman oluşuna sevindiğim kadar sevinmezdim. zira, biliyorum ki, resûlullah da babam hattab müslüman olsaydı, senin müslüman oluşuna sevindiği kadar sevinmezdi. (taberî)
hz. muhammed şöyle buyurdu:
ey abbas! ebu süfyan'ı konak yerine götür! sabahleyin yanıma getir. (taberî)
hz. abbas, ebu süfyan'ı sabahleyin hz. muhammed'in yanına getirdi. hz. muhammed şöyle buyurdu:
ey ebû süfyan! henüz "lâ ilâhe illallah" diyeceğin vakit gelmedi mi?
ebu süfyan şu zavallı cevabı verdi:
iyi ama bu kadar putları ne yapayım? lât ve uzza'dan nasıl vazgeçeyim?
hz. ömer, hz. muhammed'in çadırının arkasında beklemekteydi. ebu süfyan'ın bu sözlerini duyunca hiddetle şöyle dedi:
duâ et ki, çadırın içindesin. eğer dışında olsaydın, asla bu sözü söyleyemezdin.
ebu süfyan şöyle dedi:
yâ ömer! yazıklar olsun sana! sen de baban gibi sertsin. hem sonra ey hattab'ın oğlu, ben sana gelmiş değilim. amcamın oğluna gelmişim. onunla konuşacağım. bırak da konuşalım.
sonra hz. muhammed'e hitaben şöyle dedi:
babam, anam sana fedâ olsun! usluluk ve yumuşak huylulukta, şereflilikte ve akraba hakkını gözetmede senden daha üstünü yoktur.
sonra bir süre düşündü durdu. şu itirafı yaptı:
vallahi, sanırım ki, allah'tan başka ilâh olmasa gerek. çünkü, allah ile birlikte başka ilâh da bulunmuş olsaydı, elbette beni zararlardan korur, iyiliklerden de faydalandırırdı. (taberî)
hz. muhammed, bu sözlerinden, onun, la ilâhe illallah hakikatini kabul ettiğine kanaat getirerek, bu defa da şöyle sordu:
ey ebû süfyan "muhammedün resûlullah" diyeceğin zaman daha gelmedi mi?
ebu süfyan bir an durakladı. şöyle dedi:
yâ muhammed, bunun için bana biraz müddet tanı. zira, bundan dolayı zihnimde biraz şüphe var.
bu sırada hz. abbas söze karıştı:
ey ebû süfyan, yazıklar olsun sana! aklını başına topla! ne yaptığının farkında mısın? boynun vurulmadan önce, müslüman ol! allah'tan başka ilâh olmadığına ve muhammed'in allah'ın resûlü olduğuna şehâdet getir!
bunun üzerine ebû süfyan şehâdet getirip müslüman oldu. (taberî)
hz. abbas, hz. muhammed'den, ebu süfyan için bir ayrıcalık tanımasını ister. şöyle der:
ya resulullah, ebu süfyan üstün tanınmayı, övülüp sevilmeyi seven bir insandır. ona iftihar vesilesi olarak bir ayrıcalık verseniz.
hz. muhammed şöyle buyurdu:
olur...kim, ebu süfyan'ın evine girerse emindir.
ebu süfyan şöyle der:
evimin ne genişliği vardır ki?
böyle diyerek de hz. muhammed'den bu lütfunu genişletmesini istedi. hz. muhammed bu sefer şöyle buyurdu:
kim kâbe'ye girer, sığınırsa, o emindir!
ebu süfyan bu sefer de şöyle dedi:
kâbe'nin ne genişliği vardır ki?
o zaman hz. muhammed şöyle buyurdu:
kim, mescid-i haram'a girer, sığınırsa emindir.
ebu süfyan bu sefer de şöyle dedi:
mescidi haram'ın ne genişliği var ki?
bunun üzerine hz. muhammed şöyle buyurdu:
kim, kapısını üzerine kapayıp evinde oturursa ona emân verilmiştir. (taberî)
ebu süfyan bu sefer, işte bu geniştir. diyerek memnuniyetini gösterdi. (ibn-i kesîr)
hz. muhammed, ebu süfyan'ın hemen çıkıp mekke'ye gitmesine izin vermedi. müslüman olmuş olsa bile, müşrik ileri gelenlerinin tesiri altında kalıp islam ordusuna karşı bir hareket hazırlığı içine girebilirdi. ebu süfyan, islam ordusunu, ordunun büyüklüğünü görmeliydi. böylelikle müşriklerin ne kadar çaresiz olduğunu idrâk edebilsin.
bunun için hz. muhammed, hz. abbas'a şu emri verdi:
ey abbas! ebu süfyan'ı vadinin daraldığı, atların sıkışa geldiği dağ boğazının yanına götür de allah ordusunun ihtişamını görsün. (sîre)
ebu süfyan hayret ve korku içinde muazzam islâm ordusunu seyrediyordu. ve onların kim olduğunu teker teker hz. abbas'a soruyordu... nasıl olmuştu da, mekke'de öldürmeye karar kıldıkları bir adam onların ellerinden kurtulup, kısa sürede böylesi bir ordu kurabilmişti?... nasıl olmuştu da düne kadar onu düşman olarak görenler, şimdi ona, "anam-babam sana feda olsun" diyorlardı?... tüm bunları nasıl yapmıştı?... ebu süfyan, tüm dikkatiyle dalga dalga geçen alaylar arasında hz. muhammed'i arıyordu. her alay geçtiğinde hz. abbas'a muhammed geçti mi? diye soruyordu.
sonunda, hz. muhammed'in arasında bulunduğu, tamamen silahlanmış alay gelmekteydi... hz. muhammed, kendine has heybeti, vakarı ile devesi kasvâ'nın üzerinde bulunuyordu... etrafında ensar ve muhacirler vardı... sancağı, ensardan hz. sa'd bin ubâde'nin elindeydi...
ebu süfyan'ın önünden tir tir titretir bir şekilde geçiyorlardı... ebu süfyan şöyle sordu:
sübhanallah, kimdir bunlar ey abbas?
hz. abbas şöyle cevap verdi:
resûlullah ile ensar ve muhacirler. (sîre)
ebu süfyan'ın dehşeti daha da arttı. kendisini tutamayarak şöyle dedi:
kardeşinin oğluna ne kadar büyük bir saltanat verilmiş! hiçbir hükümdarda görmediğim bir saltanat.
hz. abbas şöyle dedi:
bu saltanat değil, peygamberliktir.
ebu süfyan şöyle dedi:
evet, peygamberliktir. (sîre, tabakât)
ebu süfyan artık iyice anlamıştı ki, bu orduya kimse kolay kolay karşı koyamaz, ve bu orduya karşı koymanın kendilerinin de yapabileceği bir iş olmadığını anlamıştı. şöyle dedi:
ey abbas! ben şu âna kadar, böyle bir ordu, böyle bir cemâat görmedim.
bundan sonra, mekkeli müşriklere haber vermesi, karşı koymak gibi bir hataya düşmelerini engellemesi ve bu hususta nasihatta bulunması için ebu süfyan'ın mekke'ye gitmesine müsaade edildi. (taberî)
ebu süfyan hızla mekke'ye vardı. müslüman olduğunu açıkladı ve şöyle yüksek sesle hitap etti:
ey kureyşliler! işte muhammed! karşı koyamayacağınız kadar büyük bir orduyla yanı başınıza gelmiş bulunuyor! müslüman olunuz da selâmete eriniz. (taberî)
sonra da sesini yükseltebildiği kadar yükselterek şöyle bağırdı:
kim, ebû süfyan'ın evine girer sığınırsa, o emindir! kim, evine girip kapısını üzerine kaparsa o emindir! kim, mescid-i haram'a girer sığınırsa, o emindir. (sîre)
fakat müşrik ileri gelenleri, karısı hind de, bu davranışı karşısında ebu süfyan'a hakaret etti. hatta bazıları halkı hz. muhammed'e karşı çıkmak için kışkırtmaya çalıştılar. fakat halk, bu hararetli müşriklerin sözlerine ilgi göstermedi ve ebu süfyan'ın tavsiyesi üzerine kimisi evine girdi, kimisi de mescid-i haram'a sığındı. (sîre)
islâm ordusu, mekke'ye girmeden önce, son defa zî-tuva vadisinde toplandı. hz. muhammed ve ashab-ı kiram çok sevinçlilerdi. yüzlerinde tebessüm vardı, gönüllerinde sevinç vardı.
hz. muhammed, devesi kasvâ'nın üzerindeydi. allah'a sonsuz hamd ve şükrünü takdim ediyordu... tevazu ve alçakgönüllülüğünden başını öne eğmişti. hatta öylesine ki, nerdeyse sakalının ucu, devesinin semerine değecekti. (şifâ)
artık mekke'ye girme vakti gelmişti. hz. muhammed bunun için ordusunu 4 kola ayırdı. sağ kolun kumandanı hz. hâlid bin velid idi. mekke'ye aşağı taraftan girecekti. sol kolun kumandanı hz. zübeyr bin avvam idi. şehre yukarıdan girecekti. üçüncü kolun kumandanı sa'd bin ubâde idi, bu kol ensar birliklerinden oluşuyordu, seniyye tarafından şehre girecekti. dördüncü kolun kumandanı ise ebu ubeyde bin cerrah idi, bu kol piyade birliklerinden oluşuyordu, o da mekke'nin üst tarafından gidecekti. (sîre)
hz. muhammed kumandanlara şu emri verdi:
size karşı konulmadıkça, size saldırmadıkça hiç kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz! hiç kimseyi öldürmeyeceksiniz!
fakat bu emirden bazıları hariç tutuldu. bunlar görüldükleri yerde, hatta kâbe'nin altına sığınmış olsalar bile öldürüleceklerdi. o kişiler şunlardı:
1. ikrime bin ebî cehil - bu kişi öldürülmedi, sonradan müslüman oldu yani sahabi oldu. birazdan bu konuya geleceğiz. tabii daha bu emir verilirken, müslümanlığın en katı muhaliflerindendi.
2. abdullah bin sa'd bin ebî serh - bu da öldürülmedi, sonradan müslüman oldu yani sahabi oldu. kendisi bir zamanlar vahiy katibiydi fakat dinden çıkmıştı. tekrar mekke müşriklerinin yanına dönmüştü.
3. habbar bin esved bin mutallib - bu da öldürülmedi, sonradan müslüman oldu yani sahabi oldu. hz. muhammed'i ve müslümanları hicvettiği bilinmektedir, şairdir.
4. hüveyris bin nukayz - hz. muhammed'e sözlü eziyetlerde bulunmuş, hz. muhammed aleyhinde söylenmiş olan hiciv şiirlerini okur dururdu. hz. abbas, hz. muhammed'in kızları hz. fatıma ile ümmü külsûm'u medine'ye yollarken onları vurup yere düşürmüştü.
5. mıkyes bin subabe el-leysî - önceleri müslümandı, sonra dinden çıktı.
6. abdullah hilâl bin hatal - önceleri müslümandı, sonra dinden çıktı.
7. hind binti utbe bin rebia - ebu süfyan'ın (ebu süfyan bin harb) karısı. öldürülmedi, müslüman oldu.
8. şarkıcılık yapan sâre
9. kureyne
10. ernebe (tabakât)
hz. muhammed devesi kasvâ'nın üzerinde bulunuyordu. başında yemen işi siyah bir sarık vardı ki, sarığın bir ucunu iki omuzunun arasına salıvermişti. görkemli ve vakarlı bir şekilde mekke'ye giriyordu. bir yandan allah'a kendisine bu günü gösterdiği için hamdediyor, diğer taraftan fethi 2 sene evvelden haber verip müjdeleyen fetih suresini okuyordu.
bu büyük zaferin havasına kendisini kaptıran üçüncü kol kumandanı hz. sa'd bin ubâde, istemeden şöyle dedi:
bugün büyük savaş günüdür. kâbe'de vuruşmanın helâl olacağı gündür! (buharî)
durum hemen hz. muhammed'e bildirildi. resulullah, hemen sancağın hz. sa'd'dan alınıp oğlu kays'a verilmesini emir buyurdular. (tabakât)
islâm ordusu, hz. muhammed'in emrine uyarak, hiç kimseye kılıç kaldırmadan, edeb içinde mekke'ye giriyordu. ancak bu sırada, hz. hâlid bin velîd'in kumandanlık ettiği kola bir saldırı gerçekleşti. saldırıyı ikrime bin ebî cehil, safvan bin ümeyye gibiler ve topladıkları halktan bazıları tarafından yapılmıştı. (sîre)
hz. hâlid, önce karşılık vermek istemedi. çünkü emir vardı. ancak müşrikler saldırıyı hızlandırıp da mücahidleri ok yağmuruna tutunca, vuruşmaya izin verdi. müşrikler mecburen kaçtılar. çarpışma sonucu iki mücahid şehid düştü, müşriklerden ise 13 kişi öldürüldü. durumu hz. muhammed öğrendi. hz. hâlid, hz. muhammed'in yanına çağrıldı. hz. hâlid, müşriklerin müslümanlara saldırdıklarını, mücahidlerin ise sadece kendilerini savunmak zorunda kaldıklarını söyledi. bunun üzerine resulullah şöyle buyurdular:
allah'ın hüküm ve takdir ettiğinde hayır vardır. (tabakât)
bundan ilave mekke'ye girerken hiç çarpışma olmadı ve müslümanlar silahlarını kullanmadılar.
ayrıca bu arada üstte bazı istisnaların olduğunu yazdım ya, hani nerede görülürse görülsünler öldürülecek olanlar, işte onlardan birkaç kişi ele geçirildi ve öldürüldüler. hâris bin tuleytıla, huveyris bin nukayz ve sâre de öldürüldü. yakalanıp öldürülmeleri emrolunan diğer müşrikler ise farklı farklı yerlere kaçmışlardı.
hz. muhammed, mekke'ye girer girmez halka emân verdiğini ilân etti:
kim ebû süfyan'ın evine sığınırsa, ona emân verilmiştir. kim, elinden silahını bırakırsa ona emân verilmiştir. kim, evine girer, kapısını kapatırsa ona da emân verilmiştir.
bunun üzerine müşriklerden bir kısmı evlerine, diğer bir kısmı da ebû süfyan'ın evine sığındı.
mekke sakin ve sessiz bir günündeydi. herkes güvende idi. hz. muhammed kasvâ'nın üzerindeydi, terkisinde üsâme bin zeyd, sağında hz. ebû bekir, etrafında muhacir ve ensâr topluluğu olduğu halde kâbe'ye doğru ilerlemekteydi...
müslümanlar akın akın kabe'ye geliyorlardı. hz. muhammed tekbir getirdi, müslümanlar da hep bir ağızdan allahü ekber! dediler...
hz. muhammed, yanında binlerce sahabî varken, devesi kasvâ'nın üzerinde kâbe'yi tavafa başladı. tavafın her devresinde ellerindeki değnekle hacerü'l-esved'e işâret ederek onu istilâm ediyordu. (sîre)
tavafın yedinci devresinden sonra kasvâ'dan indi. makam-ı ibrahim'e vardı ve orada iki rekât namaz kıldı. sonra da zemzem kuyusuna varıp ondan hem su içti, hem de abdest aldı. ardından safâ tepesine çıkışları başladı. orada etrafa baktı ve kendisine bu muazzam günü gösteren allah'a bir kere daha şükranlarını takdim etti.
fakat bu sırada medineli müslümanlardan bazıları endişelendi. bu endişeyi şöyle diyerek açığa çıkardılar:
allah, resûlüne yurdunun fethini nasib etti. artık burada oturur kalırlar mı dersiniz.
duâsını bitiren hz. muhammed, ne konuştuklarını sorunca, onlar, bir şey yok yâ resûlullah. dediler.
hz. muhammed, sorusunu birkaç sefer tekrarladı ve aynı cevabı aldı. ve o sırada kendisine vahiy ile ensarın konuştukları haber verildi. bunun üzerine resulullah şöyle buyurdular:
ben sizin söylediğiniz şeyden allah'a sığınırım! bilin ki, benim hayatım sizin hayatınızla, ölümüm de sizin ölümünüzledir. (müslim)
bunun üzerine ensar gözyaşları arasında hz. muhammed'in çevresinde toplanarak onun gönlünü almaya çalıştılar. şöyle dediler:
vallahi biz bunları, allah ve resulüne olan muhabbetimizden dolayı söylemiştik, başka br maksatla değil. (müslim)
hz. muhammed ve müslümanların kâbe'yi tavaf ettikleri bir sırada, ebu süfyan da mescid-i haram'ın bir köşesinde oturup düşünceye dalmıştı. şeytan zihnini kurcalıyor ve bir takım vesveseler veriyordu. hz. muhammed önünden her geçtikçe o şöyle düşünüyordu:
acaba bir asker toplasam, şu adamla bir daha çarpışsam, ne olur?
tam bu sırada hz. muhammed geldi ve onun başucuna dikildi. şöyle buyurdu:
o zaman da yine allah seni hâkir eder.
ebu süfyan bu söz karşısında düşünceden sıyrıldı. başını kaldırıp baktı ve hz. muhammed'i yanıbaşında gördü. şaşırıp titredi. sonra allah'a tövbe ve istiğfarda bulunarak şöyle dedi:
vallahi sen resûlullahsın. (ibn-i kesîr)
fadale bin umeyr, hz. muhammed'i tavaf sırasında öldürmek istiyordu. bu sırada niyete fazla yaklaştı, hz. muhammed âniden fadale'ye dönüp şöyle buyurdu:
sen fadale misin?
fadale şaşırıp şöyle dedi:
evet, yâ resûlullah.
hz. muhammed şöyle buyurdu:
içinden ne geçiriyor, ne düşünüyorsun?
fadale şöyle dedi:
hiçbir şey düşünmüyor, allah'ı anmakla meşgul bulunuyordum.
bunun üzerine hz. muhammed şöyle buyurdu:
allah'tan af ve mağfiret dile ey fadale!
sonra da elini fadale'nin göğsüne koyarak onun için duâ etti.
bu mucizenin karşısında fadale kötü niyetinden vazgeçerek yumuşayan kalbiyle birlikte îmânı karar kıldı. fadale o ânı şöyle anlatır:
vallahi, göğsümden elini kaldırdığı zaman, bana ondan daha sevimli ve sevgili bir şey yoktu. (sîre)
kureyş müşriklerinin kâbe'nin çevresine diktikleri 360 put vardı. bu putlar, kurşunla yerlerine perçinlenilmişti. (buharî)
hz. muhammed, kâbe'yi putlardan temizlemeye başladı. elindeki asâ ile o putlara birer birer işâret ederek, şu ayeti okudu:
......hak geldi bâtıl yıkılıp gitti! zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur. (isrâ/81)
işareti alan her put yere düşüyordu. putun yüzüne işaret ettiği zaman put arkasına düşüyor, arkasına işaret ettiği zaman da yüz üstüne düşüyordu. böylece kâbe putlardan temizlenmiş oldu. (müslim)
artık öğle namazı vakti gelmişti. hz. muhammed'in emri ile, hz. bilâl, kâbe'nin üzerine çıkarak ezan okumaya başladı. müslümanlar seviniyor, kâfirler üzülüyorlardı o gün. çünkü yıllarca işkencelere maruz bıraktıkları köle hz. bilâl, şimdi kâbe'nin üzerinde gür sesiyle tevhidi ilân ediyordu...
bu manzarayı gören azılı müşrikler kahroluyorlardı. o sırada kureyş reislerinden ebu süfyan(ebu süfyan bin harb olan bildiğiniz gibi, ebu süfyan bin hâris'ten sadece bir kısımda bahsettik o kadar, diğer tüm kısımlarda bahsettiğim ebu süfyan, ebu süfyan bin harb'dır), attab bin esid ve hâris ibni hişâm aralarında konuştular. attab şöyle dedi:
pederim esid bahtiyar idi ki, bu günü görmedi! - bu arada attab daha sonra müslüman, sahabi olacaktır...
hâris şöyle dedi:
muhammed, bu siyah kargadan başka adam bulamadı mı ki, bunu müezzin yaptı. - bu arada hâris de daha sonra müslüman, sahabi olacaktır...
ebu süfyan ise tek kelime etmedi. şöyle dedi:
ben, korkarım, bir şey demeyeceğim. kimse olmasa bile, şu ayağımızın altındaki kumlar ve taşlar ona haber verir, o da bilir. (sîre) - zaten bildiğiniz gibi ebu süfyan zaten müslüman oldu. üstte bahsetmiştik.
gerçekten de az sonra hz. muhammed, onlarla karşılaştı ve konuştuklarını harfi harfine söyledi. o vakit, attab ve hâris şehâdet getirerek müslüman oldular. (sîre)
ebu süfyan ise şöyle dedi:
yâ resûlullah! iyi ki, ben bir şey söylemedim.
resulullah bu söze tebessüm buyurdular...
bütün olanlar, mekke halkı üzerinde büyük tesir bırakıyor, gönüllerini islâm'a ısındırıyordu. böyle olunca da hem hz. muhammed hem ashab-ı kiram'a karşı olan kin ve düşmanlıkları eriyordu.
hz. muhammed, osman bin talhâ'ya haber göndererek kâbe'nin anahtarını getirmesini emretti. annesinin, anahtarı vermemek hususundaki şiddetli ısrarına rağmen osman bin talha anahtarı alıp getirdi. hz. muhammed yanında hz. bilâl, üsâme bin zeyd ve osman bin talha olduğu halde kâbe'ye girdi. (buharî)
resulullah, içerdeki suret ve putların temizlenmesi için daha önce emir buyurmuşlardı. fakat yine de henüz onlardan eser vardı. bir emir ile bu izlerin de silinip her tarafın tertemiz edilmesini istedi.
hz. muhammed, bir müddet kâbe'nin içinde kaldıktan sonra, dışarı çıktı. o sırada nerdeyse bütün mekke halkı mescid-i haram'ın etrafında toplanmış, haklarında verilecek hükmü merakla beklemekteydiler...
resulullah onlara ne yapacaktı? onlara çok büyük işkenceler ve hakaretler mi uygulardı dersiniz, yoksa onların yaptığı gibi resulullah da mı onların yüzlerine işkembe atacaktı? onların, sahabîlere yaptığı gibi, resulullah onların boğazlarına ip takıp sokak sokak dolaştıracak mıydı? yoksa işkence yapıp, onları aç-susuz bırakıp, sürgün mü edecekti? hiçbiri değil, bunların hiçbirini yapmayacaktı...
hz. muhammed, kâbe'nin kapısında durdu. yüzünde beliren tatlı tebessümle halka bakıyordu. allah'a hamd ve senâdan sonra şu hutbeyi irad etti:*
allah'tan başka ilâh yoktur. yalnız o vardır. o'nun ortağı yoktur.
o, va'dini yerine getirdi, kuluna yardım etti, aleyhinde toplanan düşmanları tek başına perişan etti.
şunu bilmelisiniz ki, cahiliyye devrine âit olup, iftihar vesilesi yapıla gelinen her şey; kan, mâl dâvâları, bunların hepsi bugün, şu ayaklarımın altında kalmış, ortadan kaldırılmıştır.
bütün insanlar adem'den, adem de topraktan yaratılmıştır. allah buyuruyor ki:
"ey insanlar! şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, allah katında en değerli olanınız o’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır." (hucurat/13) (tirmizî)
hz. muhammed bundan sonra halka şöyle buyurur:
ey kureyş topluluğu! şimdi hakkınızda benim ne yapacağımı tahmin edersiniz?
kureyşliler şöyle dediler:
sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız.
bunun üzerine hz. muhammed şöyle buyurdu:
benim halimle sizin haliniz, yusuf ile kardeşlerinin hâli gibidir. yusuf'un kardeşlerine dediği gibi ben de sizlere diyorum:
"bugün yaptıklarınız yüzünüze vurulmayacak, allah sizi affetsin! o, merhametlilerin en merhametlisidir." (yusuf/92)
gidin, sizler serbestsiniz. (taberî)
abdurrahman bin safvan, babasını alıp hz. muhammed'in yanına getirdi. şöyle dedi:
ya resulullah, babam hicret etmek üzere bîat edecektir.
hz. muhammed şöyle buyurdu:
mekke'nin fethinden sonra artık hicret kalkmıştır.
ama abdurrahman bin savfan, babasının da muhacir vasfının manevî mükâfatından nasibini almasını istiyordu. bu yüzden gidip hz. muhammed'in çok sevdiği amcası hz. abbas'a başvurdu. bu konuda şefaatçi olmasını istedi. hz. abbas, abdurrahman'ın ricasını kabul ederek şöyle dedi:
ya resulullah! sen benimle falan arasındaki dostluğu biliyorsun, babasını hicret bîatı yapmak üzere size getirmiş, kabul buyurmamışsınız.
fakat zaten artık mekke fethedilmişti, müslümanlar da artık dinlerini istediği gibi, istedikleri yerde yaşayabilirlerdi. bu sebeple hz. muhammed, artık hicret kurumunu kaldırmaya karar vermişti. bu sebepten, çok sevdiği amcası hz. abbas'a şöyle dedi:
hicret için bîat yapmak artık yoktur. (ibn-i mace)
hz. muhammed, fethin ikinci günü öğle namazından sonra kâbe kapısı merdivenine çıkarak, arkası kâbe'ye dayalı bir halde allah'a hamd ve senâda bulunduktan sonra halka şöyle hitap etti:*
ey insanlar!
şüphesiz allah göklerle yeri, güneş ile ayı yarattığı gün mekke'yi haram ve dokunulmaz kılmıştır. kıyamet gününe kadar da haram ve dokunulmaz olarak kalacaktır.
allah'a ve âhiret gününe inanan kimse için, mekke hareminde kan dökmek, ağaç kesmek helâl olmaz! mekke'de kan dökmek benden önce hiçbir kimseye helâl olmadığı gibi, benden sonra da hiçbir kimseye helâl olmayacaktır! bu söylediklerimi burada dinleyenler, hazır bulunmayanlara duyursun!
...
şu bulunduğum andan itibaren kim öldürülürse, öldürülenin âilesi için şu iki şeyden birini tercih etmek hakkına sahiptir: yâ öldürülenin kısas olarak öldürülmesini ya da öldürülenin diyetini, kan bedelini ister.
muhakkak ki, insanların allah'a karşı en hürmetsizi, en taşkını ve azgını; allah'ın hareminde adam öldüren, yahut kendi katilinden başkasını öldüren veya cahiliyye intikamını almak için adam öldürendir.
islâm'da, insanın babasından veya baba tarafından akrabasından başkasına intisab etmesi diye bir şey yoktur. doğan çocuk döşeğin sahibine aittir. iddiasını ispatlamak için delil getirmek dâvâcıya, inkâr edene düşer!
islâmiyet'te, ne câhiliyyet andlaşması vardır ne de fetihten sonra hicret. fakat, cihad ve cihada niyet vardır.
müslüman, müslümanın kardeşidir. bütün müslümanlar kardeştirler. müslümanlar kendilerinden olmayanlara (düşmanlara) karşı bir tek eldirler, elbirliği ile hareket ederler.
...
müslümanların kanları birbirine eşit bulunmaktadır. zimmetlerini onların en hafifleri, en uzaktakileri bile yerine getirme gayretini gösterirler. şunu iyi bilmesiniz ki, ne bir kâfir için bir mü'min, bir müslüman öldürülür, ne de onlardan taahhüd sahibi olanlar, taahhüdlerinden dolayı harbî olan kâfirler için öldürülürler.
islâm'da, değiş-tokuş yoluyla mehirsiz evlenme yoktur. kadın, ne halasının ne de teyzesinin üzerine nikâhlanıp bir araya getirilebilir.
kocasının izni olmadıkça, kadının onun malından bir şey dağıtması, vermesi helâl ve câiz değildir.
kadın, yanında bir mahremi bulunmadıkça üç günlük yola gidemez.
iyi bilesiniz ki, vâris için vâsiyete lüzum yoktur. ayrı din sahipleri birbirlerine vâris olamazlar.
parmakların her birisinde diyet, onar devedir. kemiği görünen derin yaralardan herbirinde diyet beşer devedir.
sabah namazı kılındıktan sonra güneş doğuncaya kadar bir başka namaz kılınmaz. ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar da bir başka namaz kılınmaz.
sizi iki günün orucundan nehyederim: biri kurban bayramı günü, diğeri de ramazan bayramı günü orucudur.
ben, size ancak anlayacağınız, tutacağınız yolu gösterdim. (buharî)
fetih hutbesinde sikâye ve hicâbe hizmetleri dışındaki cahiliyye devrine âit bütün iş, muamele ve davaların ortadan kaldırıldığını buyurmuştu. sikâye, hacılara su dağıtma vazifesidir ki, bu, o sırada hz. muhammed'in amcası hz. abbas'ın sorumluluğundaydı. hicâbe, kâbe'ye hizmet etme vazifesidir ki, bu vazife osman bin talhâ'da bulunuyordu. hz. abbas, hz. muhammed'e müracaat ederek bu iki vazifenin de kendilerine verilmesini istediyse de, hz. muhammed, eskiden olduğu gibi sadece sikâye vazifesinin kendilerinde kalmasını uygun gördü.
kâbe'nin anahtarı, hz. muhammed'de bulunuyordu. birçok müslüman bu büyük vazifeyi üstlenmek istiyordu. hz. muhammed, osman bin talhâ'yı yanına çağırdı ve şu ayeti okudu:
"allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.........." (nisâ/58)
ardından şöyle buyurdu:
ey osman! işte anahtarın al! bugün iyilik ve ahde vefâ günüdür! (sîre)
ve ardından kâbe'nin anahtarını yine ona teslim etti. osman bin talhâ anahtarı alıp giderken hz. muhammed şöyle buyurdu:
sana zamanında söylemiş olduğum şey, vuku bulmadı mı?
osman bin talhâ aralarında geçen hâdiseyi hatırlayarak resûlullah'ı tasdik etti.
evet, şehâdet ederim ki, sen, şüphesiz allah'ın resûlüsün. (zâdü'l-mead)
bu arada osman bin talhâ bu sırada müslüman olmadı. yani zaten müslümandı, sahâbîydi bu olay yaşanırken. sonda söylediği söz, sizde, o an müslüman olmuş izlenimi uyandırmasın.
şimdi bahsedilen hâdise ne acaba diye düşünüyorsunuzdur. daha hicret yaşanmamıştı, yani hicretten önceydi. osman bin talhâ henüz müslüman değildi. hz. muhammed bir gün kâbe'ye girmek istemişti, fakat osman bin talhâ buna engel olmuştu. hatta hz. muhammed'e kaba ve kötü davranmıştı. hz. muhammed bundan dolayı hiç hiddete kapılmamış, rahat ve yumuşak bir edâ ile şöyle buyurmuştu:
ey osman, ümit ederim ki, bir gün gelecek sen, beni bu anahtarı elde etmiş ve istediğim yere koymakta, arzu ettiğim kimseye vermekte serbest olacağım bir mevkiide bulursun.
osman bin talhâ ise şöyle demişti:
o zaman kureyş müşrikleri kuvvetten düşmüş, yok olmuş demektir.
bunun üzerine hz. muhammed şöyle buyurmuştu:
hayır, ey osman! asıl o gün kureyş hakiki kuvvet ve şerefe kavuşacaktır! (uyunü'l-eser)
evet hz. muhammed'in, halkı umumî af ilan etmesinden bahsetmiştik. bundan sonra safâ tepesine çıkıp orada kureyşlilerin bîatını kabul etti. yıllarca ona karşı olanlar, şimdi ona islâmiyet üzere bîat ediyordu. erkekler allah'a iman, allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve muhammed'in o'nun kulu ve resûlü olduğuna şehâdet ederek islâmiyet ve cihad üzerine biat yaptıktan sonra, kadınların bîatı başladı.
kadınlar, allah'a hiçbir zaman ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, kız çocuklarını öldürmemek, zinâ etmemek ve iffetini korumak, herhangi bir iyilik hususunda allah resûlüne isyân etmemek hususları üzerine hz. muhammed'e bîat ettiler. (nesefi)
kadınlar tâifesinin başında şunlar gibi kureyş kadınlarının meşhurları bulunuyordu:
1. hz. ali'nin kız kardeşi olan hz. ümmü hânî. hz. muhammed bir zamanlar kendisiyle evlenmek istiyordu. muhtemelen zaten müslümandı fakat kocası yüzünden imanını gizlemek zorundaydı. allah en doğrusunu bilir.
2. zaten entryde bahsetmiş olduğumuz, attab ibni esid var ya, işte onun halası erva.
3. yine zaten entryde bahsetmiş olduğumuz haris bin hişam var ya işte onun kızı ve zaten entryde bahsetmiş olduğumuz ebi cehil'in oğlu olan ikrime'nin karısı olan ümmü hakîm.
4. ebu as'ın kızı olan ârikâ.
5. âs bin ümeyye'nin kızı olan ümmü habîb.
6. halid bin velid'in kız kardeşi fâhita.
ayrıca aralarında, hz. muhammed'in haklarında nerede görülürse görülsünler, öldürülsünler buyurduklarından biri olan ebu süfyan'ın karısı hind de vardı. tanınmamak için kıyafet değiştirerek kadınlar arasına katılmıştı. sanki geçmişte hz. muhammed ve müslümanlara karşı giriştiği hareketlerden pişmanlık duyuyor gibiydi. tüm yaptıklarına rağmen hz. muhammed, müslüman olduğunu duyduğu hind'i affetti ve onun da bîatını kabul etti.
ve gelelim hz. ebu bekir'in babasına... ebu kuhafe... hâlâ müslüman olmamıştı... babasının da müslüman olmasını isteyen hz. ebu bekir, ebu kuhafe'nin elinden tutarak hz. muhammed'in yanına getirdi. hz. muhammed, hz. ebu bekir'in yaşı ilerlemiş olan babasını yanına getirmesinden tesirlendi ve şöyle buyurdu:
ihtiyara, getirme zahmeti vermeseydin de onu evinde ziyâret etseydik olmaz mıydı?
hz. ebu bekir şöyle dedi:
ya resulullah! senin onun yanına gitmenden, onun senin yanına gelmesi daha muvafıktır.
bundan sonra hz. muhammed, ellerini ebû kuhâfe'nin göğsüne koyup okşadıktan sonra şöyle buyurdu:
müslüman ol, ey ebû kuhâfe.
bu sözden sonra ebu kuhafe hemen müslüman oldu. böyleikle ebu kuhafe de sahâbî olmuş oldu. (sîre)
bundan sonra nerede görülürse görülsünler, öldürülecekler listesine alınanlar da hz. muhammed tarafından affedilerek müslüman oldular. bunlar arasında,
1. ikrime bin ebî cehil,
2. abdullah bin ebî sarh,
3. süheyl bin amr,
4. safvan bin ümeyye,
5. hz. hamza'nın katili olan vahşî,
6. hâris bin hişâm,
7. şâir olan abdullah bin zeb'ârî,
8. enes bin züneym.
üstteki listedekiler de yer alıyordu. yani bu kişiler de hz. muhammed tarafından affedilerek müslüman oldular.
mekke fethedilmiş, insanlar sevinçlilerdi. bu arada bir bedevî, hz. muhammed'e yaklaştı. bedevî bir peygamberin karşısında bulunmanın verdiği heyecan altında tir tir titremekteydi... hz. muhammed durumu fark etti ve şöyle buyurdu:
ne oluyor sana, kendine gelsene! ben, bir hükümdar değilim. ben, güneşte kurutulmuş et parçaları yiyerek geçinmiş olan kureyşli bir kadının oğluyum. (ibn-i kesîr)
bedevî, bu sözler üzerine rahatlayınca titremesi geçti.
hz. muhammed, daha mekke'de iken mahzumoğulları kabilesinden olan fâtıma binti esved adındaki bir kadın hırsızlık yapmıştı. bu kadın itibarlı ve soylu bir kadındı. hz. muhammed durumdan haberdar oldu. herkes bilirdi ki, hırsızlık yapanın eli kesilir. ama bu kadın yüksek bir mevkiye sahipti, onun eli nasıl olur da kesilir?
aile, fâtıma'nın elini kesmeden kurtarmak için bir çare arıyorlardı. istiyorlardı ki, biri, hz. muhammed yanında şefaatçi olsun. ama kimse buna cesaret edemiyordu. sonunda bu görevi hz. üsâme bin zeyd üstlendi. üsâme, hz. muhammed tarafından fazla sevilen bir sahabî idi. hz. üsâme kadının affedilmesini isteyince hz. muhammed'in rengi aniden değişti. şöyle buyurdu:
sen, kötülüğün önüne geçmek için allah'ın koymuş olduğu cezalardan bir cezanın affedilmesi hakkında mı benimle konuşursun?
hz. üsâme, üzgün bir edâ içinde şöyle dedi:
ya resulullah! bu uygun olmayan hareketimden dolayı allah'tan affım için duâ et!
hz. muhammed, akşam olunca ayağa kalktı ve allah'a hamd ve senâda bulunduktan sonra halka şöyle dedi:
sizden evvelkileri şu davranışları mahvetmiştir: onlar, asil, soylu birisi hırsızlık yaptığı zaman onu serbest bırakırlardı. zâif, güçsüz birisi hırsızlık edince ise ona hemen ceza verirlerdi. muhammed'in varlığı kudret elinde olan allah'a yemin ederim ki, fâtıma binti muhammed, hırsızlık edecek olsaydı, muhakkak onun da elini keserdim!
bundan sonra kadının elinin kesilmesini emretti. kadının eli bu emir üzerine hemen kesildi. kadın güzelce tövbe etti ve evlendi. yani fâtıma binti esved bir kadın sahâbî idi. kadın ondan sonra, sık sık hz. âişe'nin yanına gelir giderdi. (buharî)
hz. muhammed, şehrin etrafındaki putları da yok etmek istiyordu. bu amaçla hz. hâlid bin velid'i 30 kişilik bir birlikle nahle mevkiinde bulunan uzzâ putunu yıkıp parçalamaya gönderdi. kureyş yanında uzzâ, en büyük put sayılıyordu. bu putu, hz. hâlid emre uyarak gidip yıktı. (tabakât)
ayrıca hz. muhammed, müşellel adındaki dağın tepesinde bulunan menât putunu yıkmak için de sa'd bin zeyde el-eşhel'i gönderdi. menât, evs ve hazreç kabilelerinin putuydu. emri alan sa'd bin zeyd beraberindeki müslümanlarla gidip menât'ı yıkıp geri döndü.
ve müşriklerin taptığı meşhur putlardan biri de süva' idi. hz. muhammed, bu putu yıkmak için amr bin âs'ı gönderdi. amr, verilen vazifeyi yerine getirdi ve mekke'ye geri döndü. (tabakât)
mekke'nin fethi konusunda genel kabul gören görüş, şehrin savaşla fethedildiği, fakat hz. muhammed'in tasarrufuyla arazisinin bölüştürülmediği ve halkının eman verilerek serbest bırakılmış olduğu şeklindedir. (müsned, ebû yûsuf, ibn sa'd, taberî)
hz. muhammed, mekke'de bulunduğu sürece hacûn'da kurulan çadırda kaldı. kendisine evinde kalması teklif edilince, medine'ye hicretinden sonra, henüz müslüman olmayan amcasının oğlu akil bin ebû tâlib'in evini satmış olduğuna işaret ederek, akil bize ev mi bıraktı? diye serzenişte bulunmuş ve şehrin fâtihi olmasına rağmen evini geri almayı düşünmemiştir.
sonraları hz. muhammed, muhacirlerle beraber medine'ye dönmüştür.
evet entry bu kadardı. bu entry'yi buraya kadar okuyan şahsiyetlere minnettarlığımı sunuyor, beni doğmakla bu entry'yi girmeme yardımcı olan annemi selamlıyor, küçüklerimin ellerinden, büyüklerimin de gözlerinden öpüyorum. hadi eyv.
devamını gör...
"mekke'nin fethi" ile benzer başlıklar
mekke
15