1.
eskiden sıkça kullanılan iletişim aracı.
devamını gör...
2.
eski çağdaki bir iletişim aracı,zarfla beraber yollanır.
devamını gör...
3.
şimdilerde nesli tükenmekte olan iletişim aracı.
devamını gör...
4.
son mektubu askerde yazmıştım. 16 sene olmuş.
devamını gör...
5.
öğrencimden aldığım aşk mektubu aklıma geliyor
devamını gör...
6.
sevdiğim insanlara onlar için özel olan günlerde genelde mektup yazarım.
yazması hoş okuması ayrı hoş
yazması hoş okuması ayrı hoş
devamını gör...
7.
haluk levent şarkısı.
devamını gör...
8.
iletişimi zorlu ama daha değerli kılan araç.
devamını gör...
9.
teknolojik yöntemlere yenilmesine rağmen zamanında çok önemli bir iletişim kağıdıydı. bir manide şöyle denir :
değirmen üstü şakşak
küsülüysek barışak
aramızda dağlar var
mektup ile konuşak.
değirmen üstü şakşak
küsülüysek barışak
aramızda dağlar var
mektup ile konuşak.
devamını gör...
10.
yazan kişinin duygularını, düşüncelerini veya isteklerini kağıt aracılığıyla aktarmasına olanak sağlayan ve dönemin zihniyetinden izler taşıyan bir haberleşme aracıdır.
kağıtla hazırlanması en özel olanıdır fakat günümüz teknoloji dünyasında bunun da bir uygulamasını çıkarmışlar. uluslararası bir platform olması ilgimi çekmişti. hem dil geliştirmek, hem duygu ve düşüncelerini rahatça aktarmak (anonim bir uygulama), hem de yeni kişileri kendilerini anlattıkları kadarıyla tanımak hoş. buradan ulaşabilirsiniz: slowly.
kağıtla hazırlanması en özel olanıdır fakat günümüz teknoloji dünyasında bunun da bir uygulamasını çıkarmışlar. uluslararası bir platform olması ilgimi çekmişti. hem dil geliştirmek, hem duygu ve düşüncelerini rahatça aktarmak (anonim bir uygulama), hem de yeni kişileri kendilerini anlattıkları kadarıyla tanımak hoş. buradan ulaşabilirsiniz: slowly.
devamını gör...
11.
internet ve iletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte pabucu dama atılmış bir iletişim aracıdır. ilkokuldayken yılbaşı, bayram gibi özel günlerde sevdiğimiz kişilere yazmamız istenirdi. bazen bir kartpostal eklenirdi bu mektuba. seven sevdiğine yazardı, biriktirilirdi o mektuplar, ayrılık sonrası yakılırdı.
kalemin kağıda yanık olduğu zamanlarda yazılırdı.
apolas lermi’nin bir şarkısıdır aynı zamanda. şarkı demenin yeterli olmadığı bir eserdir. işte buradan
kalemin kağıda yanık olduğu zamanlarda yazılırdı.
apolas lermi’nin bir şarkısıdır aynı zamanda. şarkı demenin yeterli olmadığı bir eserdir. işte buradan
devamını gör...
12.
unutulmuş bir iletişim aracı. keşke bir mektup arkadaşım olsa, çok sıkıldım anında geri bildirimlerden
devamını gör...
13.
haluk levent'in doksanli yillarda besteledigi sarkilardan biri.
devamını gör...
14.
*(bkz: teoman)mektup
*(bkz: birhan keskin)mektup
*(bkz: yeni türkü)olmasa mektubun
aklıma ilk gelen bunlar mektup denince, tanımıysa her durumda tekrar tanımlanan değişkenler bütünü galiba,kime ne hissettirdiği,kimin nasıl beklediğiyle alakalı...
*(bkz: birhan keskin)mektup
*(bkz: yeni türkü)olmasa mektubun
aklıma ilk gelen bunlar mektup denince, tanımıysa her durumda tekrar tanımlanan değişkenler bütünü galiba,kime ne hissettirdiği,kimin nasıl beklediğiyle alakalı...
devamını gör...
15.
en son kızlarımdan almıştım, tüm sanal alemdeki emojilere, gülücüklere, favlara, beğenilere bedeldi, zibilyarmilyar trilyar terabayttı...
devamını gör...
16.
kafama hep aynı anda birden çok soru ve sorun hücum ediyor. bundan nefret ediyorum ve sebebini asla bilmiyorum sevgili dostum. gecenin ilerleyen saatlerinde, gün içerisindeki angaryalardan sıyrılıdığım anda başlıyor bu serüven.
sorulardan korktuğumu anladım bugün. çok fazlalar, kalabalıklar ve ciddiler. aralarına dalıp düşünmeye başlarsam sağ çıkamam diye korkuyorum. ancak bu derece korkaklık bana yakışmıyor bunu biliyorum. düşünmeye ilk nerden başlamam gerekiyor bilmiyorum. ama bugün bana kendini dayatan en büyük sorular insan neden yazar? yazmak nedir? yazarak ne yapmaya çalışıyor insan? gibi şeyler oldu. çoğu şöhret olmaya çalışıyor diyebilirsin, ki haklısın. ancak onlar için, elimizden şöhret olmanın daha kolay yollarını denemedikleri ve görece zor bir şekilde meşhur olmaya çalıştıkları için acımaktan başka hiçbir şey gelmez. yazdıklarını yakan, öldükten sonra arkadaşlarına yakmalarını öğütleyen nice büyük yazar var sen de biliyorsun. benim sorum da tam burada neden?
aklıma bu soru geldiğinde direk kavga kavramı gelmeye başladı. yazmanın bir kavganın eyleme dökülmesi olduğunu düşündüm. her şeyin yerli yerinde olduğu bir yaşamda yazmaya değer ne vardır? yazmak niçin kendini dayatır? yazmak, anlatmak bir hikayeyi imgelerle aktarmak vs. hep bir kavganın içinde olmak aslında. yaşamla sağlıklı ve sorunsuz bağlar kuranlar ve tamamlananların anlatacak neyi olabilir? yaşarken yazmak? yaşamayı becerenlerin yazmaları abes olmaz mıydı? kavga edecek bir şeyi olmayanın yazacak neyi olabilir ki?
buna koca bir hiç diyeceğini biliyorum. yaşamla kurulan pamuk ipliğinden hallice bağları yazarak korumaya çalışan insan bu kavgayı bıraktığı anda film biter. galip olanın belli olduğu bir savaş dahi olsa insan kavgayla varolması gereken bir varlıktır. kavgası olmayanın yaşamı olur ve yaşam onun için kendi dünyasına indirgenmiş tek seferlik bir varoluş serüveninden öteye geçemez. bunun altında çok daha derin, çok daha büyük bir trajedi yatmıyor mu? yazanlardan çok yazamayanlardan veya buna hiç ihtiyaç duymayanlardan mı konuşmalı acaba? hangisi daha çok çözümlenmeye muhtaç?
sözü çok uzattım. ne diyordum? evet kavga. yazmaktan kavgaya gelmiştik. oradan devam edelim. aslında kavga dediğim şey bizzat hayatın kendisine dair yani bu demek oluyor ki yaşama dair değil. çünkü yaşayabilmek için büyük bazı sorunları atlamak gerekiyor. aslında çözmeli derdim ancak bunu yapabilmiş tek bir adam görmediğim ve okumadığım için bunu diyemiyorum. sen okuduysan dinlemek isterim ama. varoluşa dair olanları çözmek değil, onları atlamak insanı yaşatır.
kavga yaşamla kurulmuş çarpık ve hastalıklı bir ilişkiden doğar. ve bu hiç de özenilecek bir durum değildir. belki herkes bu durumda ancak, başa çıkma yolları farklı. insan gerçekten trajik bir varlık. gereğinden fazla şey biliyor ve bunlara karşı eli kolu tümüyle bağı. bilmek en büyük trajedisi insanın. ölümü bilmek, kendi doğasındaki karanlık yerleri bilmek, çarpıttığı hayatının sandığı gibi olmadığını bilmek.
insan kendisini ontolojik olarak diğer canlılardan üstün görse de ki bir bakımdan öyledir, acaba daha mı az acıyla yaşıyor? gerilimlerin duyusal değil de düşünsel olması daha mı az acıtır canı? kolun kırılması mı daha kötüdür, en yakınının seni aldatması mı? insan temel ihtiyaçlarını belki karşılayabiliyor ancak onları karşıladığı oranda istenci sürekli ötekini arzulamıyor mu? hep bir eksiklik yok mu? kim tamamlanmış hissediyor kendini? hep bir öteki arzusu yok mu? o sürekli yenilenen arzularımız mı bizi ayakta tutan yoksa? insanın en büyük özelliği sarsılmaz bir eksiklik içinde olması mıdır hep? insan acaba zannettiği kadar değerli midir? yoksa arzuları peşinde koşmaktan dili dışarda nefes nefese kalmış bir köpekten farkı olmayan hatta bunu kabullenemeyip çarpıttığı için ondan da daha aşağı bir seviyede kalan bir yaratık mıdır insan?
insan nedir sevgili dostum? bu bitmek bilmeyen oluş nereye? rotamız neresi? var mı bir amacı?
deneme gibi çalakalem karaladığım bu satırları yazarken saat 03.33'ü gösteriyor. gecenin dolduğu odamda, boyun ve sırt ağrıları eşliğinden bu satıları hızlı bir şekilde yazıyorum. çalakalem olsun istemezdim ancak, aklıma saldıran anlam ile ilgili sorular bugün öyle ani bir şekilde hücum etti ki, yazmak isteğine engel olamadım.
sevgilerimle....
sorulardan korktuğumu anladım bugün. çok fazlalar, kalabalıklar ve ciddiler. aralarına dalıp düşünmeye başlarsam sağ çıkamam diye korkuyorum. ancak bu derece korkaklık bana yakışmıyor bunu biliyorum. düşünmeye ilk nerden başlamam gerekiyor bilmiyorum. ama bugün bana kendini dayatan en büyük sorular insan neden yazar? yazmak nedir? yazarak ne yapmaya çalışıyor insan? gibi şeyler oldu. çoğu şöhret olmaya çalışıyor diyebilirsin, ki haklısın. ancak onlar için, elimizden şöhret olmanın daha kolay yollarını denemedikleri ve görece zor bir şekilde meşhur olmaya çalıştıkları için acımaktan başka hiçbir şey gelmez. yazdıklarını yakan, öldükten sonra arkadaşlarına yakmalarını öğütleyen nice büyük yazar var sen de biliyorsun. benim sorum da tam burada neden?
aklıma bu soru geldiğinde direk kavga kavramı gelmeye başladı. yazmanın bir kavganın eyleme dökülmesi olduğunu düşündüm. her şeyin yerli yerinde olduğu bir yaşamda yazmaya değer ne vardır? yazmak niçin kendini dayatır? yazmak, anlatmak bir hikayeyi imgelerle aktarmak vs. hep bir kavganın içinde olmak aslında. yaşamla sağlıklı ve sorunsuz bağlar kuranlar ve tamamlananların anlatacak neyi olabilir? yaşarken yazmak? yaşamayı becerenlerin yazmaları abes olmaz mıydı? kavga edecek bir şeyi olmayanın yazacak neyi olabilir ki?
buna koca bir hiç diyeceğini biliyorum. yaşamla kurulan pamuk ipliğinden hallice bağları yazarak korumaya çalışan insan bu kavgayı bıraktığı anda film biter. galip olanın belli olduğu bir savaş dahi olsa insan kavgayla varolması gereken bir varlıktır. kavgası olmayanın yaşamı olur ve yaşam onun için kendi dünyasına indirgenmiş tek seferlik bir varoluş serüveninden öteye geçemez. bunun altında çok daha derin, çok daha büyük bir trajedi yatmıyor mu? yazanlardan çok yazamayanlardan veya buna hiç ihtiyaç duymayanlardan mı konuşmalı acaba? hangisi daha çok çözümlenmeye muhtaç?
sözü çok uzattım. ne diyordum? evet kavga. yazmaktan kavgaya gelmiştik. oradan devam edelim. aslında kavga dediğim şey bizzat hayatın kendisine dair yani bu demek oluyor ki yaşama dair değil. çünkü yaşayabilmek için büyük bazı sorunları atlamak gerekiyor. aslında çözmeli derdim ancak bunu yapabilmiş tek bir adam görmediğim ve okumadığım için bunu diyemiyorum. sen okuduysan dinlemek isterim ama. varoluşa dair olanları çözmek değil, onları atlamak insanı yaşatır.
kavga yaşamla kurulmuş çarpık ve hastalıklı bir ilişkiden doğar. ve bu hiç de özenilecek bir durum değildir. belki herkes bu durumda ancak, başa çıkma yolları farklı. insan gerçekten trajik bir varlık. gereğinden fazla şey biliyor ve bunlara karşı eli kolu tümüyle bağı. bilmek en büyük trajedisi insanın. ölümü bilmek, kendi doğasındaki karanlık yerleri bilmek, çarpıttığı hayatının sandığı gibi olmadığını bilmek.
insan kendisini ontolojik olarak diğer canlılardan üstün görse de ki bir bakımdan öyledir, acaba daha mı az acıyla yaşıyor? gerilimlerin duyusal değil de düşünsel olması daha mı az acıtır canı? kolun kırılması mı daha kötüdür, en yakınının seni aldatması mı? insan temel ihtiyaçlarını belki karşılayabiliyor ancak onları karşıladığı oranda istenci sürekli ötekini arzulamıyor mu? hep bir eksiklik yok mu? kim tamamlanmış hissediyor kendini? hep bir öteki arzusu yok mu? o sürekli yenilenen arzularımız mı bizi ayakta tutan yoksa? insanın en büyük özelliği sarsılmaz bir eksiklik içinde olması mıdır hep? insan acaba zannettiği kadar değerli midir? yoksa arzuları peşinde koşmaktan dili dışarda nefes nefese kalmış bir köpekten farkı olmayan hatta bunu kabullenemeyip çarpıttığı için ondan da daha aşağı bir seviyede kalan bir yaratık mıdır insan?
insan nedir sevgili dostum? bu bitmek bilmeyen oluş nereye? rotamız neresi? var mı bir amacı?
deneme gibi çalakalem karaladığım bu satırları yazarken saat 03.33'ü gösteriyor. gecenin dolduğu odamda, boyun ve sırt ağrıları eşliğinden bu satıları hızlı bir şekilde yazıyorum. çalakalem olsun istemezdim ancak, aklıma saldıran anlam ile ilgili sorular bugün öyle ani bir şekilde hücum etti ki, yazmak isteğine engel olamadım.
sevgilerimle....
devamını gör...
17.
1. mektup
sonunda kış geldi alice. her şey sırılsıklam, tanrı bu şehirin bütün sokaklarını ayırt etmeden yıkıyor. bir mucize oldu ve okullar bir yıl boyunca tatil edildi. insanlarla daha iyi geçiniyorum artık, kavga etmeyi bıraktım. yara bere olmadan yaşamaya pek alışkın değilim, ama artık annem daha mutlu.
alice, şehir beni korkutuyor hala, asla gitmeme izin vermeyecekmiş gibi. geceleri bazen acı acı gülüyorum, zincirlerim canımı yakıyor. buraya ait değilim biliyorsun, girdiğim her sokak, bu da kim, burda ne işi var, diye bakıyor bana sanki. eskisi gibi görmezden gelemiyorum isteklerimi. kocaman ve ışıltılı gözler dikkatimi çekiyor. en sevdiğim çay ekinezya hala tam mevsimi. vapurda kimseye yer vermek istemiyorum 100 yaşında ikiz bekleyen bir hamile bile olsa, toplumun benim yükümü ve olgunluğumu hafife almasına itiraz ediyorum kendimce. hayır alice çok yorgunum, yaşım genç hala ama bin yıllık problemlerim var.
insanın sermayesi ömrüdür alice. ben her saniyemi hayatta kalmak için harcıyorum, ansızın telefonun yüzüne kapanması gibi ölebilirim. mektupsuz kalabilirsin. ne olur adresini değiştirme.
sonunda kış geldi alice. her şey sırılsıklam, tanrı bu şehirin bütün sokaklarını ayırt etmeden yıkıyor. bir mucize oldu ve okullar bir yıl boyunca tatil edildi. insanlarla daha iyi geçiniyorum artık, kavga etmeyi bıraktım. yara bere olmadan yaşamaya pek alışkın değilim, ama artık annem daha mutlu.
alice, şehir beni korkutuyor hala, asla gitmeme izin vermeyecekmiş gibi. geceleri bazen acı acı gülüyorum, zincirlerim canımı yakıyor. buraya ait değilim biliyorsun, girdiğim her sokak, bu da kim, burda ne işi var, diye bakıyor bana sanki. eskisi gibi görmezden gelemiyorum isteklerimi. kocaman ve ışıltılı gözler dikkatimi çekiyor. en sevdiğim çay ekinezya hala tam mevsimi. vapurda kimseye yer vermek istemiyorum 100 yaşında ikiz bekleyen bir hamile bile olsa, toplumun benim yükümü ve olgunluğumu hafife almasına itiraz ediyorum kendimce. hayır alice çok yorgunum, yaşım genç hala ama bin yıllık problemlerim var.
insanın sermayesi ömrüdür alice. ben her saniyemi hayatta kalmak için harcıyorum, ansızın telefonun yüzüne kapanması gibi ölebilirim. mektupsuz kalabilirsin. ne olur adresini değiştirme.
devamını gör...
18.
2. mektup
kim bilir şimdi nerdesin. seni her düşündüğümde aklına düşseydim, hiç aklından çıkmazdım alice. çakralarım kaşınıyor, yine çok eğlenceli ve daha önce denenmemiş şeyleri tecrübe etmekle meşgulüm. kaşifler alice, onlar asla yerinde duramaz. ilk defa bir araya gelen şeylerin ahengine şahitlik etmek için harcadığım çabayı başka hiç bir işte gösteremiyorum. çok şey değişti alice, artık zamanın içinde yüzen bir balık gibiyim. her gün yeniden karşına çıkıyorum ve yeniden hayran bırakıyorum seni. beni sevmenden hoşlanıyorum alice. ruhunun ışıltısı karanlıkta kalan vahşi yerlerimi aydınlatıyor. mağaramdan çıkıp seninle ateşin etrafında dans ettiğimizi düşün. alice aşkın büyüsünü bozan şeyin ne olduğunu ikimizde biliyoruz. okyanusumu ve dalgalarımı izleyebilirsin, kıyılarımda dolaşabilirsin, ama içime girip yüzemezsin alice, ikimizde boğuluruz.
manzaralar alice, yolumuzdan bizi alıkoyan muhteşem manzaralar. bir şeye saplanıp kalırsak bizi kim kurtarabilir.
**********
3. mektup
alice, dişlerini boynuma geçirip şarabımın tadına bakmak istersen eğer, lütfen bunu ben uykudayken yapıver. reçinemin aktığını görmeye dayanamıyorum. dünyam dönüyor alice, limonlu bahçeden bu yana bir şeylerin asla istediğimiz gibi gitmeyeceğini inkar edip yolumuza devam etmemeliydik. eninde sonunda, birimiz diğerini vurmak zorunda kalacaktı, ben sana kıyamam yada katil olmak bana göre değil alice. sen beni vur, kozalağıma nişan al, olurda ıskalar, beni sakat bırakırsan, seni gebertirim alice.
ölmeden önce, son bir sigara daha içmezsem eğer, tiryakilerin cehennemine giderim elbette. gözlerimi de bağla alice, kurşuna dizeceksin sonuçta. beni rüyalarına gömmeden önce, mandalin soyar gibi derimi yüzmen gerek.
kim bilir şimdi nerdesin. seni her düşündüğümde aklına düşseydim, hiç aklından çıkmazdım alice. çakralarım kaşınıyor, yine çok eğlenceli ve daha önce denenmemiş şeyleri tecrübe etmekle meşgulüm. kaşifler alice, onlar asla yerinde duramaz. ilk defa bir araya gelen şeylerin ahengine şahitlik etmek için harcadığım çabayı başka hiç bir işte gösteremiyorum. çok şey değişti alice, artık zamanın içinde yüzen bir balık gibiyim. her gün yeniden karşına çıkıyorum ve yeniden hayran bırakıyorum seni. beni sevmenden hoşlanıyorum alice. ruhunun ışıltısı karanlıkta kalan vahşi yerlerimi aydınlatıyor. mağaramdan çıkıp seninle ateşin etrafında dans ettiğimizi düşün. alice aşkın büyüsünü bozan şeyin ne olduğunu ikimizde biliyoruz. okyanusumu ve dalgalarımı izleyebilirsin, kıyılarımda dolaşabilirsin, ama içime girip yüzemezsin alice, ikimizde boğuluruz.
manzaralar alice, yolumuzdan bizi alıkoyan muhteşem manzaralar. bir şeye saplanıp kalırsak bizi kim kurtarabilir.
**********
3. mektup
alice, dişlerini boynuma geçirip şarabımın tadına bakmak istersen eğer, lütfen bunu ben uykudayken yapıver. reçinemin aktığını görmeye dayanamıyorum. dünyam dönüyor alice, limonlu bahçeden bu yana bir şeylerin asla istediğimiz gibi gitmeyeceğini inkar edip yolumuza devam etmemeliydik. eninde sonunda, birimiz diğerini vurmak zorunda kalacaktı, ben sana kıyamam yada katil olmak bana göre değil alice. sen beni vur, kozalağıma nişan al, olurda ıskalar, beni sakat bırakırsan, seni gebertirim alice.
ölmeden önce, son bir sigara daha içmezsem eğer, tiryakilerin cehennemine giderim elbette. gözlerimi de bağla alice, kurşuna dizeceksin sonuçta. beni rüyalarına gömmeden önce, mandalin soyar gibi derimi yüzmen gerek.
devamını gör...
19.
alaattin çakıcı nin yazmayı bırakmadığı eski iletişim aracı
devamını gör...
20.
21. yüzyıl için hobi, eğlence ve adeta bir sanat aracı olmuştur. yaklaşık 3 yıldır mektup arkadaşlarımla düzenli mektuplaşıyoruz. zarfları süslemek, (bkz: craft) ile sevimli içerikler yapmak, pullar, stickerlar bitki çayları yollamak... aylar sonra yanıt elinize ulaşıyor ve nostaljik duyguyu yaşamak bir bilgisayar çağı genci olarak huzur veriyor bana. kokulu mumlarla mühürlüyoruz zarfları :)
devamını gör...