meslek hayatınızda karşılaştığınız çarpıcı olaylar
başlık "kimsesizlerinkimiraikkonen" tarafından 30.01.2021 02:26 tarihinde açılmıştır.
1.
hepimiz farklı meslekler icra ediyoruz, farklı mesailer yapıyoruz, farklı hayatlar yaşıyoruz. bunca çeşitliliğin arasında hepimiz farklı olaylara şahit oluyoruz. bu olaylar kimi zaman sadece anlık bir duygu değişimine sebep olurken kimi zaman aylarca rüyalarımıza giriyor, kimi zaman da hayatımızın yönünü tamamen değiştiriyor.
bu başlığın çıkış noktası munchausen sendromu başlığında yaptığım tanıma ilaveten anlatmak istediğim, bizzat yaşadığım ve kendimce çarpıcı bulduğum birkaç olayı anlatmak istememdi. sonradan düşündüm de, neden diğer portakalseverler de kendi yaşadıkları çarpıcı meslek hikayelerini anlatmasınlar? umarım bu başlık, henüz meslek seçimi yapmamış/mesleği eline almamış genç portakalseverler için de nelerle karşılaşabileceklerini önceden görebildikleri hikayeleri barındırır.
ilk hikaye:
munchausen sendromu ile ilgili tek bilgim yıllar evvel dersin birinde bir hocamın kısaca bahsettiği kadardı. ve ben ilk gerçek munchausen vakasını gördüğümde bunun öyle üstünkörü anlatılıp geçilecek bir şey olmadığını farketmiştim.
20'li yaşların sonlarında bir adam gelmişti acil servise, kucağında yarı baygın karısı ile. ben henüz toy bir öğrenciyim, koşuşturmaca içinde duyuyorum bütün olanları. adam eve geldiğinde kadını defalarca kusmuş ve yarı baygın halde bulmuş, hemen kucaklayıp arabayla acile getirmiş.
acilde koşuşturmaca başladı, kadının zehirlendiğine kanaat getirildi, midesi yıkandı vs.
hocanın odasında birkaç asistan doktor, hemşire ve ben vardım, kadın hastanın tedavisi bitirilmiş henüz taburcu edilmemişti. hoca ile asistanların konuşmalarına kulak kabarttım:
asistan doktor 1: hocam bu kadını daha önce de bu şekilde acile getirdi adam. acaba kadına bir şey yapıyor olmasın bilerek?
hoca: hasta kayıt dökümüne baktınız mı?
asistan doktor 2: baktım hocam, son 3 ay içinde 4 defa giriş yapılmış.
hoca: şikayetler hep aynı mı?
asistan doktor 1: aynı sayılır, çok benzer: neredeyse hepsinde kusmuş ve yarı baygın getirilmiş.
asistan doktor 2: polise haber verelim mi hocam?
hoca: kadınla ve kocasıyla ayrı ayrı konuşayım bi, sonra bakarız.
aradan zaman geçti, arada ne oldu ne bitti takip edemedim, zira o aralar acile hasta yağıyordu adeta. fakat sonradan öğrendim tüm hikayeyi: kadın, kocası onunla yeteri kadar ilgilenemediği için (adamın işleri çok yoğunmuş o sıralar ve şehir dışına gidip geliyormuş sürekli) ilgisini çekmek istemiş, ilk başlarda hasta numarası yapmış fakat kocasından yeteri kadar ilgiyi görememiş yine. ardından ilaçlar içmeye başlamış, bu da yetmeyince temizleyici kimyasallar içmeye başlamış. bu son gelişinde de kadının 1-1buçuk litre çamaşır suyu içtiğini farketmişler, sırf kocasının ilgisini çekebilmek için..
ilk karşılaştığım munchausen sendromu bu olsa da maalesef zaman içinde çok daha kötülerini gördüm. belki onları da başka zaman eklerim buraya.
bu başlığın çıkış noktası munchausen sendromu başlığında yaptığım tanıma ilaveten anlatmak istediğim, bizzat yaşadığım ve kendimce çarpıcı bulduğum birkaç olayı anlatmak istememdi. sonradan düşündüm de, neden diğer portakalseverler de kendi yaşadıkları çarpıcı meslek hikayelerini anlatmasınlar? umarım bu başlık, henüz meslek seçimi yapmamış/mesleği eline almamış genç portakalseverler için de nelerle karşılaşabileceklerini önceden görebildikleri hikayeleri barındırır.
ilk hikaye:
munchausen sendromu ile ilgili tek bilgim yıllar evvel dersin birinde bir hocamın kısaca bahsettiği kadardı. ve ben ilk gerçek munchausen vakasını gördüğümde bunun öyle üstünkörü anlatılıp geçilecek bir şey olmadığını farketmiştim.
20'li yaşların sonlarında bir adam gelmişti acil servise, kucağında yarı baygın karısı ile. ben henüz toy bir öğrenciyim, koşuşturmaca içinde duyuyorum bütün olanları. adam eve geldiğinde kadını defalarca kusmuş ve yarı baygın halde bulmuş, hemen kucaklayıp arabayla acile getirmiş.
acilde koşuşturmaca başladı, kadının zehirlendiğine kanaat getirildi, midesi yıkandı vs.
hocanın odasında birkaç asistan doktor, hemşire ve ben vardım, kadın hastanın tedavisi bitirilmiş henüz taburcu edilmemişti. hoca ile asistanların konuşmalarına kulak kabarttım:
asistan doktor 1: hocam bu kadını daha önce de bu şekilde acile getirdi adam. acaba kadına bir şey yapıyor olmasın bilerek?
hoca: hasta kayıt dökümüne baktınız mı?
asistan doktor 2: baktım hocam, son 3 ay içinde 4 defa giriş yapılmış.
hoca: şikayetler hep aynı mı?
asistan doktor 1: aynı sayılır, çok benzer: neredeyse hepsinde kusmuş ve yarı baygın getirilmiş.
asistan doktor 2: polise haber verelim mi hocam?
hoca: kadınla ve kocasıyla ayrı ayrı konuşayım bi, sonra bakarız.
aradan zaman geçti, arada ne oldu ne bitti takip edemedim, zira o aralar acile hasta yağıyordu adeta. fakat sonradan öğrendim tüm hikayeyi: kadın, kocası onunla yeteri kadar ilgilenemediği için (adamın işleri çok yoğunmuş o sıralar ve şehir dışına gidip geliyormuş sürekli) ilgisini çekmek istemiş, ilk başlarda hasta numarası yapmış fakat kocasından yeteri kadar ilgiyi görememiş yine. ardından ilaçlar içmeye başlamış, bu da yetmeyince temizleyici kimyasallar içmeye başlamış. bu son gelişinde de kadının 1-1buçuk litre çamaşır suyu içtiğini farketmişler, sırf kocasının ilgisini çekebilmek için..
ilk karşılaştığım munchausen sendromu bu olsa da maalesef zaman içinde çok daha kötülerini gördüm. belki onları da başka zaman eklerim buraya.
devamını gör...
2.
iş yerimdeki bir daire sakininin pencereden atlayıp beton zemine çakılması dışında pek de olmayan olaydır.
ilgili haber için
ilgili haber için
devamını gör...
3.
abi bir kitap istiyorum ama ismini hatırlamıyorum. bir adada geçiyor. cinlerle savaşan bir polis var.
o kitabı bana verebilir misin? dediydi herifin biri ciddi ciddi.
ben de olur dedim ciddi ciddi.
o kitabı bana verebilir misin? dediydi herifin biri ciddi ciddi.
ben de olur dedim ciddi ciddi.
devamını gör...
4.
bahsedeceğim olaydan iki gün önce toplantı yaptığımız, benimle çalışmaktan çok memnun olduğunu söyleyen, projenin yöneticisi ve kurucusu olan insan birdenbire ben de dahil olmak üzere bütün ekip üyelerini whatsapp üzerinden engellemiş ve iletişimi sonlandırmıştı.
eleştiriye tahammülü olmayan insanlarla çalışmak çok güç.
eleştiriye tahammülü olmayan insanlarla çalışmak çok güç.
devamını gör...
5.
meslek hayatım direkt beni çarptı sayılır mı ?
devamını gör...
6.
malzeme siparişi vermek için aradığım kişinin telefonunu patronu açtı. "x bey lütfen" dedim. "x bey intihar etti, öldü" dedi adam. insan telefonda ne diyeceğini şaşırıyor. patronu da müşteri arar diye telefonu yanına almış. önce "abi şaka mı bu?" dedim. adam ciddi olduğunu söyleyince "nasıl oldu olay?" diyebildim.
telefonda birinin ölüm haberini hem de intihar olarak ölüm haberini almak çok acayipmiş. adam kendi kafasına sıkmış. o firmayı 2 hafta boyunca her aradığımda ne diyeceğimi düşündüm hep. ancak "yapabileceğimiz bir şey var mı?" diyebildim.
telefonda birinin ölüm haberini hem de intihar olarak ölüm haberini almak çok acayipmiş. adam kendi kafasına sıkmış. o firmayı 2 hafta boyunca her aradığımda ne diyeceğimi düşündüm hep. ancak "yapabileceğimiz bir şey var mı?" diyebildim.
devamını gör...
7.
lise yeni bitmişti üniversite sınavını kazanamadığımdan dolayı moralim inanılmaz bozuktu. eve minibüsle dönerken içimin sıkkınlığından indim evimizin alt tarafındaki parka oturup düşünmeye başladım. yarım paket kadar sigara içtikten sonra hiç tanımadığım bir adam gelip yanıma oturdu.
paltosu kafasındaki beresiyle yaşlı bir amcaya benziyordu. hiçbir şey demeden bir sigara da o uzattı. o sigarayla konuşmaya başladık. emir abi, bana ilk işimi veren adam bana sigara ikram ettikten yarım saat sonra iş teklif etti. bilgisayarlardan anlar mısın evlat diye başladığı lafla başlayan sohbetimizin sonunda bana ettiği iş teklifi hayatımı tamamıyla değiştiren olaydır. şu anda birkaç şey biliyorsam, elim iş tutuyorsa, dil öğrendiysem, kendimi geliştirdiğim kadar etrafımda bana soru soran insanlara da hiç tanımamama rağmen yardımcı oluyorsam, emir abinin bana uzattığı bir dal sigara sayesindedir. içtiğim o bir dal sigara hayatımın dönüm noktasıdır. (bkz: sigara)
paltosu kafasındaki beresiyle yaşlı bir amcaya benziyordu. hiçbir şey demeden bir sigara da o uzattı. o sigarayla konuşmaya başladık. emir abi, bana ilk işimi veren adam bana sigara ikram ettikten yarım saat sonra iş teklif etti. bilgisayarlardan anlar mısın evlat diye başladığı lafla başlayan sohbetimizin sonunda bana ettiği iş teklifi hayatımı tamamıyla değiştiren olaydır. şu anda birkaç şey biliyorsam, elim iş tutuyorsa, dil öğrendiysem, kendimi geliştirdiğim kadar etrafımda bana soru soran insanlara da hiç tanımamama rağmen yardımcı oluyorsam, emir abinin bana uzattığı bir dal sigara sayesindedir. içtiğim o bir dal sigara hayatımın dönüm noktasıdır. (bkz: sigara)
devamını gör...
8.
ailem mezun olur olmaz git hayatını kurtar diye amerikaya postalamıştı vaktiyle. benzin istasyonunda iş buldum, çalışıyorum. gece 11:30 civarı kapatmak üzere hazırlıklar yapıyorum; bir limuzin yanaştı. içinden en fazla 25 yaşlarında gösteren, boyu rahat 1.80 olan kilolu sarışın bir abla indi. bira, çerez aldı geldi ödeme yaparken nasıl gidiyor dedi. iyi, birazdan kapatacağım dedim. sen neredensin, kimsin muhabbeti yaptı, türküm, yeni geldim vs muhabbeti işte. sen beni tanımadın değil mi dedi, yok dedim hiçbir fikrim yok. o zamanların ünlü komedi dizisinin (3. rock from the sun) başrolüymüş; kristen johnston .ben tanımıyorum seni ama izleyeceğim söz dedim. biraz daha kounştuk, gitti. ertesi gün evde kuzenlere anlattım, çıldırdılar. fotoğraf alsaydın, imza alsaydın falan. ne bileyim, tanımayınca heyecan yapmadı dedim....
abu dhabi’de şantiyeden çıkıp al jazire futbol takımının idman sahasında futbol oynuyorum oradaki expatlar ile her çarşamba. takımın idmanı bitince futbolcular gelip bize katılırdı, maç yapardık. iki üç sene öncesinin a.c. milan efsanesi george weah oynuyordu al jazire’de. o da katılırdı bize. ben maçta onu marke ederdim. iki üç kere yere düşürmüşlüğüm, sayısız top çalmışlığım var dünya yıldızı adamdan. sonradan liberya devlet başkanı oldu adam....
oradan ingiltereye geçtik. hafta sonları londra metrosunda merdivenleri tamir ediyoruz. knightsbridge istasyonu, harrods çıkışı malum, elit mekanlar. istasyon gece birde kapanacak, bizde inip merdiven basamaklarını değiştireceğiz. tabi benim ekip iri kıyım türk işçilerden oluşuyor. kafayı bulmuş gayler yanaşırdı bizim elemanlara. bizimkiler anlamıyor tabi; “şef ne diyor bu değişik??!!” falan, siz bakın işinize boşverin derdim, takılanları da yollardım bir şekilde...
oradan libyaya geçtik. bizim şirketin bağlantısı fethi laga diye bir tip. seyfülislam kaddafinin sağ kolu. saf deli bir yarma. libyada herkesin tanıdığı, korktuğu manyağın teki. birgün bir sebeple arabasındayız. trafik var. çıktı kaldırıma bastı gidiyor manyak. ileride polis durdurdu. polise “seni burada dayaktan öldürürüm” dedi. eleman “affet abi, bilemedim, kem küm” moduna girdi, biz kaldırımdan devam ettik. sonrasında malum, kaddafiyi indirdiler. tesadüfen olaylardan bir gün önce ayrıldık trablustan. bütün eşyalarım orada kaldı. geri dönemedik almak için.
sonra bağdat’a gittik aynı şirketle. yeşil bölgeye girip çıkıyoruz, işin bir kısmı orada. 4 kısım şefi atladık arabaya yeşil bölgeye gireceğiz. girişte arama var tabi. her gün girdiğimizden bizi tanıyorlar ama prosedür aynı. neyse arama başladı, biz kenarda gırgır yapıp bekliyoruz. arama köpeği oturdu kaldı. onu götürdüler, diğer köpek geldi. o da oturdu. amerikalılar geldi. siz ne ayaksınız diyor. ulan türk şirketiyiz işte yolu yapıyoruz, biliyorsunuz bizi ya dedik. adamlar oracıkta tampon vs söktüler arabayı. iki saat bekledik. köpekler bomba kokusu almış. çıkmadı bişey tabi. geri döndük kampa. ucuz atlattınız dediler. normalde içeri alırlarmış, sorgu vs bir aydan önce çıkamazdınız dediler....
daha çok var böyle de yoruldum.
abu dhabi’de şantiyeden çıkıp al jazire futbol takımının idman sahasında futbol oynuyorum oradaki expatlar ile her çarşamba. takımın idmanı bitince futbolcular gelip bize katılırdı, maç yapardık. iki üç sene öncesinin a.c. milan efsanesi george weah oynuyordu al jazire’de. o da katılırdı bize. ben maçta onu marke ederdim. iki üç kere yere düşürmüşlüğüm, sayısız top çalmışlığım var dünya yıldızı adamdan. sonradan liberya devlet başkanı oldu adam....
oradan ingiltereye geçtik. hafta sonları londra metrosunda merdivenleri tamir ediyoruz. knightsbridge istasyonu, harrods çıkışı malum, elit mekanlar. istasyon gece birde kapanacak, bizde inip merdiven basamaklarını değiştireceğiz. tabi benim ekip iri kıyım türk işçilerden oluşuyor. kafayı bulmuş gayler yanaşırdı bizim elemanlara. bizimkiler anlamıyor tabi; “şef ne diyor bu değişik??!!” falan, siz bakın işinize boşverin derdim, takılanları da yollardım bir şekilde...
oradan libyaya geçtik. bizim şirketin bağlantısı fethi laga diye bir tip. seyfülislam kaddafinin sağ kolu. saf deli bir yarma. libyada herkesin tanıdığı, korktuğu manyağın teki. birgün bir sebeple arabasındayız. trafik var. çıktı kaldırıma bastı gidiyor manyak. ileride polis durdurdu. polise “seni burada dayaktan öldürürüm” dedi. eleman “affet abi, bilemedim, kem küm” moduna girdi, biz kaldırımdan devam ettik. sonrasında malum, kaddafiyi indirdiler. tesadüfen olaylardan bir gün önce ayrıldık trablustan. bütün eşyalarım orada kaldı. geri dönemedik almak için.
sonra bağdat’a gittik aynı şirketle. yeşil bölgeye girip çıkıyoruz, işin bir kısmı orada. 4 kısım şefi atladık arabaya yeşil bölgeye gireceğiz. girişte arama var tabi. her gün girdiğimizden bizi tanıyorlar ama prosedür aynı. neyse arama başladı, biz kenarda gırgır yapıp bekliyoruz. arama köpeği oturdu kaldı. onu götürdüler, diğer köpek geldi. o da oturdu. amerikalılar geldi. siz ne ayaksınız diyor. ulan türk şirketiyiz işte yolu yapıyoruz, biliyorsunuz bizi ya dedik. adamlar oracıkta tampon vs söktüler arabayı. iki saat bekledik. köpekler bomba kokusu almış. çıkmadı bişey tabi. geri döndük kampa. ucuz atlattınız dediler. normalde içeri alırlarmış, sorgu vs bir aydan önce çıkamazdınız dediler....
daha çok var böyle de yoruldum.
devamını gör...
9.
beni çok etkileyen ve 5 yıldır unutamadığım bir sahnedir.
insan yıllar geçtikçe alışıyor tabi artık normal geliyor ama ben o zamanlar henüz öğrenciyim. o yüzden belki de zihnime yerleşmiş bir sahne var, hiç çıkmıyor ve hala merak ediyorum onu.
7 yaşında bir kız çocuğu, rahim kanseri. çok sevdiği saçları gitmiş. oldukça zayıf ve güçsüz. işte hiç unutamadığım o sahne: parlak rugan kırmızı ayakkabıları var. belli yeni alınmış. ya da hayatı hastanede geçtiğinden eskimemişler. kulak muayenesi yapıyoruz. onun yaşındaki çocuklar kıyameti koparır. ama onun gözlerinden sadece sessizce yaşlar akıyordu. o kadar acılara maruz kalmış küçük bedeni için o kulak muayenesi onun için hiçbir şeydi. o çoktan olgunlaşmış. o 7 yaşındaki kız bana dirayetli olmayı öğretti.
ne oldun küçük kız? öldün mü, yaşıyor musun? eğer bu dünyada değilsen, hiç tanımadığın birinin zihninin bir köşesinde hala yaşıyorsun.
insan yıllar geçtikçe alışıyor tabi artık normal geliyor ama ben o zamanlar henüz öğrenciyim. o yüzden belki de zihnime yerleşmiş bir sahne var, hiç çıkmıyor ve hala merak ediyorum onu.
7 yaşında bir kız çocuğu, rahim kanseri. çok sevdiği saçları gitmiş. oldukça zayıf ve güçsüz. işte hiç unutamadığım o sahne: parlak rugan kırmızı ayakkabıları var. belli yeni alınmış. ya da hayatı hastanede geçtiğinden eskimemişler. kulak muayenesi yapıyoruz. onun yaşındaki çocuklar kıyameti koparır. ama onun gözlerinden sadece sessizce yaşlar akıyordu. o kadar acılara maruz kalmış küçük bedeni için o kulak muayenesi onun için hiçbir şeydi. o çoktan olgunlaşmış. o 7 yaşındaki kız bana dirayetli olmayı öğretti.
ne oldun küçük kız? öldün mü, yaşıyor musun? eğer bu dünyada değilsen, hiç tanımadığın birinin zihninin bir köşesinde hala yaşıyorsun.

devamını gör...
10.
dün bir hastadan aynen şunu duydum.
"aldığım nefes sanki oradan çıkıyormuş gibi" (ghotünü) gösteriyor.
"aldığım nefes sanki oradan çıkıyormuş gibi" (ghotünü) gösteriyor.
devamını gör...
11.
karşılaştığım en çarpıcı olay acilde serum takarken yediğim sol kroşeydi.
devamını gör...
12.
universitedeyken yaz tatilinde bir sirkete sekreter olarak ise girdim. belarusyadan aylarca bir odemeyi yaptiramiyorlardi. “ben de bir arayayim mi?” dedim ve “odeyin bence borcunuzu” dedim ve odemeyi hemen yaptilar. sonra da sirkettekiler hep soruyordu, “ne dedin de hemen odediler” diye.
devamını gör...
13.
çalıştığım yerde teröristler yola mayın döşeyip askeri araç geçerken patlatmıştı. sonra sabah akşam o teröristleri muayene edip sağlık raporu düzenlemiştik, sağlıklarına bir zeval geldi mi diye... özellikle türkiye'nin her yerinden arayan, gelen durumlarıyla ilgilenen onlarca avukatı da unutamıyorum. tuhaf bir yerde yaşıyoruz cidden.
devamını gör...
14.
tıp fakültesinin henüz 2. senesindeydim. yaptığım bir çalışma nedeniyle üniversite hastanesinin yoğun bakım bölüm sorumlusu hoca ile röportaj yapmak durumundaydım. kendisi çift anadal uzmanı, amerika'da john hopkins'te de bulunmuş bir profesördü. dolayısıyla ondan alacağım her şey benim için iki kat değerli idi.
gecenin ilerleyen saatlerine doğru röportajı bitirmiş sohbete dalmıştık. bütün hastane sessizliğe mahkumken, bulunduğumuz odada rüzgarın camlardaki uğultusu yırtıyordu bu sessizliği. artık hafiften toparlanmaya hazırlanıyordum, hoca söze girdi birden:
bu sesi hatırlıyorum. henüz yeni mezun olmuştum fakülteden, 20'lerinde gencecik bir doktordum bitlis adilcevaz'a bağlı bir kasabaya atandığımda. üstelik tek başımaydım, 20'lerinde gencecik bir kız çocuğu.. mesleğimin henüz 3 ya da 4. ayındaydım. aynı böyle bir gündü, soğuk ve rüzgarlı. sağlık evinin de penceleri ahşap eski pencerelerdi, rüzgar çıkmayagörsün hemen bir uğultu türküsü patlatıverirdi (aynen böyle söylemişti).
öğleden önce bir vakitti bir hastam geldi, tahmini 40'lı yaşlarında bir kadın. ürkek, girdi odama, buyurun dedim, girin. şikayetini sordum, anlattı, sonra 'çıkarın üstünüzü, şöyle geçin, muayene edeyim' dedim. şöyle şüpheyle bir süzdü etrafı, neden sonra çıkarmaya başladı üstünü. hani belki bilirsin, köylerde kat kat giyerler kıyafetleri, kadın bir çıkarmaya başladı aman allah çıkar çıkar bitmiyo üstü (gülüşmeler). jinekolojik muayene yapacaktım, o yüzden çamaşırını da birazcık sıyırmasını istedim. kadın döndü bana sert sert baktı, hemen durumu anlatmaya çalıştım, zar zor ikna ettim kadını ve muayeneye geçtim.
(vajinal tuşe diye bir şey vardır muayenede, kabaca iki parmağınız ile vajinanın içerisini muayene edersiniz)
vajinal tuşe yapmak için hazırlandım, kadın kilolu olduğu için göremiyordu muayeneyi, nitekim hastalar görmek de istemiyordu zaten. muayenede olağandışı bir şeyler vardı, vajen içerisinde bir şey hissediyordum. özellikle çok doğum yapan kadınlarda rahimde sarkma görülebiliyor, başta öyle bir şey zannetmiştim, fakat bu daha farklıydı. parmağımın ucu ile tuttum birazcık çekiştirdim, çekiştirdikçe oynuyor, geliyordu parmağımla birlikte. içimi bir korku kaplamıştı, ne olduğunu asla anlayamıyordum bu şeyin, çekmeye de korkuyordum. kafamı kaldırdım kadına baktım, tepki vermiyordu, sonra endişemi saklamak için bir daha da bakmadım zaten. tekrar o şeyi asılmaya başladım, ben çektikçe geliyordu, sonunda ucunu birazcık dışarı çıkarabildim. yer yer siyah, yeşil, sarı, asla anlayamadığım bir şeydi bu, korkum katlanıyordu. iyice çektim, çektim, çektim.. nihayetinde tamamen çıkardım o şeyi (derin bir nefes aldı).
peki neymiş hocam?
tek elimle tuttuğum o şeyi kaldırdım kadının da görebileceği şekilde. bu bu bu bu ne? sormuştum sormasına da ne olduğunu da anlamıştım: bu bir kazak eskisiydi!
(şaşkınlıktan bir karış açıktı ağzım, hoca da bir süre sessiz kaldı)
kadın baktı ve: benim 12 tane çocuğum var, adama diyorum, daha çocuk doğurmayayım diye ama dinlemiyor, ben de böyle çaput tıkıyorum artık..
(odada buz gibi bir rüzgar esmişti)
peki hocam ne yaptınız sonra?
ne yapacağım, attım çöpe yarısı küflenmiş kazak parçasını. sonra kadını aldım karşıma anlattım işte, enfeksiyon riski şu bu diye, sonra da gitti, bir daha da gelmedi. ne yapacağımı asla bilemedim, kocasını arasam bulsam konuşsam ne fayda? başka bir şey yapsam ne fayda?
o gün bu gündür ne vakit bir rüzgar uğultusu duysam aklıma o gelir, ne yapabilirdim diye düşünürüm, bunca yıl düşündüm halâ hiçbir sonuca varamadım.
sonra tabi zaman geçti, geçen zaman içinde birkaç tane daha hastam oldu bu şekilde, onların bundan farkı ise vajenlerinde kazak eskisi değil elma olmasıydı, evet evet baya elma. sonradan tecrübe ettikçe öğrendim, elma yaygın bir doğum kontrol yöntemiymiş... ileride rastlarsan ne yapacağını şimdiden düşün (hafifçe gülümsedi).
o günün sonunda yatağıma sorularla dönmüştüm:
o hasta da kadındı, doktor da kadın. doktor olan kadın zaman içinde bir şekilde okumuş, yetişmiş ve belli bir konuma gelmişti. hasta olan kadın ise şu an kim bilir nerede ve ne haldeydi.
yıllarca kadınlar tarafından dile getirildi ataerkil düzen, kadın hakları, feminizm vs. peki o köylü kadının bunlardan haberi var mıydı dersiniz?
gecenin ilerleyen saatlerine doğru röportajı bitirmiş sohbete dalmıştık. bütün hastane sessizliğe mahkumken, bulunduğumuz odada rüzgarın camlardaki uğultusu yırtıyordu bu sessizliği. artık hafiften toparlanmaya hazırlanıyordum, hoca söze girdi birden:
bu sesi hatırlıyorum. henüz yeni mezun olmuştum fakülteden, 20'lerinde gencecik bir doktordum bitlis adilcevaz'a bağlı bir kasabaya atandığımda. üstelik tek başımaydım, 20'lerinde gencecik bir kız çocuğu.. mesleğimin henüz 3 ya da 4. ayındaydım. aynı böyle bir gündü, soğuk ve rüzgarlı. sağlık evinin de penceleri ahşap eski pencerelerdi, rüzgar çıkmayagörsün hemen bir uğultu türküsü patlatıverirdi (aynen böyle söylemişti).
öğleden önce bir vakitti bir hastam geldi, tahmini 40'lı yaşlarında bir kadın. ürkek, girdi odama, buyurun dedim, girin. şikayetini sordum, anlattı, sonra 'çıkarın üstünüzü, şöyle geçin, muayene edeyim' dedim. şöyle şüpheyle bir süzdü etrafı, neden sonra çıkarmaya başladı üstünü. hani belki bilirsin, köylerde kat kat giyerler kıyafetleri, kadın bir çıkarmaya başladı aman allah çıkar çıkar bitmiyo üstü (gülüşmeler). jinekolojik muayene yapacaktım, o yüzden çamaşırını da birazcık sıyırmasını istedim. kadın döndü bana sert sert baktı, hemen durumu anlatmaya çalıştım, zar zor ikna ettim kadını ve muayeneye geçtim.
(vajinal tuşe diye bir şey vardır muayenede, kabaca iki parmağınız ile vajinanın içerisini muayene edersiniz)
vajinal tuşe yapmak için hazırlandım, kadın kilolu olduğu için göremiyordu muayeneyi, nitekim hastalar görmek de istemiyordu zaten. muayenede olağandışı bir şeyler vardı, vajen içerisinde bir şey hissediyordum. özellikle çok doğum yapan kadınlarda rahimde sarkma görülebiliyor, başta öyle bir şey zannetmiştim, fakat bu daha farklıydı. parmağımın ucu ile tuttum birazcık çekiştirdim, çekiştirdikçe oynuyor, geliyordu parmağımla birlikte. içimi bir korku kaplamıştı, ne olduğunu asla anlayamıyordum bu şeyin, çekmeye de korkuyordum. kafamı kaldırdım kadına baktım, tepki vermiyordu, sonra endişemi saklamak için bir daha da bakmadım zaten. tekrar o şeyi asılmaya başladım, ben çektikçe geliyordu, sonunda ucunu birazcık dışarı çıkarabildim. yer yer siyah, yeşil, sarı, asla anlayamadığım bir şeydi bu, korkum katlanıyordu. iyice çektim, çektim, çektim.. nihayetinde tamamen çıkardım o şeyi (derin bir nefes aldı).
peki neymiş hocam?
tek elimle tuttuğum o şeyi kaldırdım kadının da görebileceği şekilde. bu bu bu bu ne? sormuştum sormasına da ne olduğunu da anlamıştım: bu bir kazak eskisiydi!
(şaşkınlıktan bir karış açıktı ağzım, hoca da bir süre sessiz kaldı)
kadın baktı ve: benim 12 tane çocuğum var, adama diyorum, daha çocuk doğurmayayım diye ama dinlemiyor, ben de böyle çaput tıkıyorum artık..
(odada buz gibi bir rüzgar esmişti)
peki hocam ne yaptınız sonra?
ne yapacağım, attım çöpe yarısı küflenmiş kazak parçasını. sonra kadını aldım karşıma anlattım işte, enfeksiyon riski şu bu diye, sonra da gitti, bir daha da gelmedi. ne yapacağımı asla bilemedim, kocasını arasam bulsam konuşsam ne fayda? başka bir şey yapsam ne fayda?
o gün bu gündür ne vakit bir rüzgar uğultusu duysam aklıma o gelir, ne yapabilirdim diye düşünürüm, bunca yıl düşündüm halâ hiçbir sonuca varamadım.
sonra tabi zaman geçti, geçen zaman içinde birkaç tane daha hastam oldu bu şekilde, onların bundan farkı ise vajenlerinde kazak eskisi değil elma olmasıydı, evet evet baya elma. sonradan tecrübe ettikçe öğrendim, elma yaygın bir doğum kontrol yöntemiymiş... ileride rastlarsan ne yapacağını şimdiden düşün (hafifçe gülümsedi).
o günün sonunda yatağıma sorularla dönmüştüm:
o hasta da kadındı, doktor da kadın. doktor olan kadın zaman içinde bir şekilde okumuş, yetişmiş ve belli bir konuma gelmişti. hasta olan kadın ise şu an kim bilir nerede ve ne haldeydi.
yıllarca kadınlar tarafından dile getirildi ataerkil düzen, kadın hakları, feminizm vs. peki o köylü kadının bunlardan haberi var mıydı dersiniz?
devamını gör...
15.
başlığı görünce işim değil ama askerde denk geldiğim bir şey geldi aklıma.
yan bölükten merkez kantinci olan bir çocuk vardı. adını, devresini falan hatırlamıyorum. arasıra poğaça, simit alırken görürdüm onu o kadar. bir gece nizamiye kapısında nöbet tutarken; çökmüş mevzide, dayamış keleşi çenesinin altına, almış silahı seriye çekmiş tetiği. tüm askeriye birden uyandırılınca öğrendik durumu.
sonradan öğrendik, bunun bir sevgilisi varmış. çocuk doğulu, kız yabancı. telefonda ailesiyle konuşmuş, ailesi o kızı kabul etmeyeceklerini falan söylemiş dini inançlar vs yüzünden. tabi konu nerden buraya geldi, tam olarak ne konuşuldu, bu konu ilk kez mi açıldı yoksa öncesi var mı falan o kadarı bilmiyorum. çocuğun yazıp bıraktığı bir mektuptan bahsediyorlardı ama tabi ki okuyamadım.
uykusundan feragat etmiş, kim bilir ankara ayazında ne kadar telefon sırası beklemiş çocuk sizi aramış. zaten asker, psikolojisi muhtemelen berbat, belki tek avuntusu terhis olup o kıza kavuşmak. he oğlum tamam oğlum diyip geçiştirsenize, dönünce yüz yüze konuşursunuz yine. ne diye telefonda çocuğa bunları söylersiniz ki.
ailesi cenazeyi bile sahiplenmemişti.
velhasıl genç bir çocuk hayalleri ve sevgisi uğruna gencecik yaşta çekti gitti. arkasından kanla boyanmış mevzi ve önüne çekilen bir metrelik şerit bıraktı o gece. birkaç saat sonra uygun adımda önünden geçip yan mevzilerde nöbet tuttu başka askerler. kimbilir başka kaç tanesi düşündü aynı şeyi yapmayı, sebepleri başka bile olsa.
bir kere geliyoruz hayata ama çoğu insan onu bile yaşayamıyor, yaşatmıyorlar. kimin ne dediğini boşverin sevgili dostlarım; kendi tercihlerinizi, kendi hayatınızı yaşayın.
yan bölükten merkez kantinci olan bir çocuk vardı. adını, devresini falan hatırlamıyorum. arasıra poğaça, simit alırken görürdüm onu o kadar. bir gece nizamiye kapısında nöbet tutarken; çökmüş mevzide, dayamış keleşi çenesinin altına, almış silahı seriye çekmiş tetiği. tüm askeriye birden uyandırılınca öğrendik durumu.
sonradan öğrendik, bunun bir sevgilisi varmış. çocuk doğulu, kız yabancı. telefonda ailesiyle konuşmuş, ailesi o kızı kabul etmeyeceklerini falan söylemiş dini inançlar vs yüzünden. tabi konu nerden buraya geldi, tam olarak ne konuşuldu, bu konu ilk kez mi açıldı yoksa öncesi var mı falan o kadarı bilmiyorum. çocuğun yazıp bıraktığı bir mektuptan bahsediyorlardı ama tabi ki okuyamadım.
uykusundan feragat etmiş, kim bilir ankara ayazında ne kadar telefon sırası beklemiş çocuk sizi aramış. zaten asker, psikolojisi muhtemelen berbat, belki tek avuntusu terhis olup o kıza kavuşmak. he oğlum tamam oğlum diyip geçiştirsenize, dönünce yüz yüze konuşursunuz yine. ne diye telefonda çocuğa bunları söylersiniz ki.
ailesi cenazeyi bile sahiplenmemişti.
velhasıl genç bir çocuk hayalleri ve sevgisi uğruna gencecik yaşta çekti gitti. arkasından kanla boyanmış mevzi ve önüne çekilen bir metrelik şerit bıraktı o gece. birkaç saat sonra uygun adımda önünden geçip yan mevzilerde nöbet tuttu başka askerler. kimbilir başka kaç tanesi düşündü aynı şeyi yapmayı, sebepleri başka bile olsa.
bir kere geliyoruz hayata ama çoğu insan onu bile yaşayamıyor, yaşatmıyorlar. kimin ne dediğini boşverin sevgili dostlarım; kendi tercihlerinizi, kendi hayatınızı yaşayın.
devamını gör...
16.
3-4 yıl kadar önce doğuda bir şehirde "orman yangını ihbar hattı"na bakıyorum. telefonda yaşlı bir amca "yangın var. yanıyoruz" diyor. "neresi?" diyorum "benim ev yanıyor" diyor. "amcacığım biz orman yangınlarına bakıyoruz, sen yanlış aramışsın, itfaiyeyi arayacaksın." diyorum "bizim köy de ormanın içinde diyor "biz sadece ağaçlıklar yanınca müdahale ediyoruz" diyorum "benim ev de ağaçtan yapılma zaten" diyor "amcacığım, beni ikna edesiye kadar itfaiyeyi arasaydın ya." diyorum ve bu konuşma böyle uzayıp gidiyor.
aynı yıl bir gece yine aynı ihbar hattına bakıyorum. tabiri caizse ipsiz-sapsızların toplanıp kafa çektiği ağaçlık bir alanda yangın çıkıyor. içlerinden biri arıyor ve ihbar hattına bir kadının baktığını anladığı anda ibrahim tatlıses'in bir şarkısını söylemeye başlıyor; "yanıyorum söndürelim mi?" diye ve arkadaşları da arkadan koro halinde "tabi tabi" diye alkış yapıyorlar :)))))
aynı yıl bir gece yine aynı ihbar hattına bakıyorum. tabiri caizse ipsiz-sapsızların toplanıp kafa çektiği ağaçlık bir alanda yangın çıkıyor. içlerinden biri arıyor ve ihbar hattına bir kadının baktığını anladığı anda ibrahim tatlıses'in bir şarkısını söylemeye başlıyor; "yanıyorum söndürelim mi?" diye ve arkadaşları da arkadan koro halinde "tabi tabi" diye alkış yapıyorlar :)))))
devamını gör...
17.
çarpıcı değil ama insan saftirik olunca afallıyor.
şu ana kadar bütün ıt müdürlerinin şirketi dolandırma mevzusuna tanıklık ettim. projeleri geçtim adamlar en dandik switch, firewall cihazlarını bile resmen liste fiyatı üzerinden satın almışlar. işin kötü tarafı şu an ki şirketin mottosu (bkz: yemin edebilirim ama ispatlayamam) modu. *farkındalar ama kanıtlayamıyorlar.
eskiden mali müşavirler vurgun yapardı şimdi bayrağı kapan başa geçiyor.
şu ana kadar bütün ıt müdürlerinin şirketi dolandırma mevzusuna tanıklık ettim. projeleri geçtim adamlar en dandik switch, firewall cihazlarını bile resmen liste fiyatı üzerinden satın almışlar. işin kötü tarafı şu an ki şirketin mottosu (bkz: yemin edebilirim ama ispatlayamam) modu. *farkındalar ama kanıtlayamıyorlar.
eskiden mali müşavirler vurgun yapardı şimdi bayrağı kapan başa geçiyor.
devamını gör...
18.
vallahi daha önce bir meslek hayatım olmadı hayırlısıyla önce bir meslek hayatına atılayım da gelsin çarpıcı olaylar gitsin çarpıcı olaylarrr
devamını gör...
19.
işten kendini kovdurmak için ortalıkta çıplak dolaşan personel.
devamını gör...
20.
eğer bir ingilizce öğretmeniyseniz, ingilizce konuşamayan meslektaşlarınızla karşılaşmak olabilir. tabii buna gelene kadar... yds’den 70 almak en büyük hedefi olan ingilizce öğretmeni de görmüştüm ben. shame!
devamını gör...