1.
muallaka-i seb'a (yedi askı) denilen islam öncesi eski arap şiirini ilk 1990 yılında okumuştum. bu çeviri hasan ali yücel'in isteğiyle ord. prof. şerafettin yaltkaya tarafından 1943 yılında yapılmış olandı. gençlik dönemimde, şiirin arkaik kaynaklarına ulaşma çabasıyla, kitaba hevesle başlamama karşın bir keyif almamıştım.
30 yıl sonra bu kez akademisyen mehmet hakkı suçin çevirisiyle okudum. yine şiirlerin özünde pek bir derinlik göremedim. sonra iki çeviriyi karşılaştırdım. bence her iki çeviri de emekle ve titizlikle hazırlanmış. ancak, biçimi öze üstün tutan bir şiirde, yetkin bir çevirinin bile yapabileceklerin sınırlı olduğu sonucuna ulaştım.
her ne kadar, adonis eski arap şiirini 'bir medeniyet şiiri' olarak tanımlasa da, ben yedi askı dizelerinde pek uygarlık göremedim, bir hikmet, ya da düşünce kırıntısı bulamadım bu şiirlerde. anladığım, arap diline ilişkin müzik, vezin ve ahenk bu şiirlerin tek güçlü tarafı imiş . onu da çeviriyle karşılamak olanaksız.
arabın zihni cahiliye döneminde yazılan yedi askı şiirlerinin tümü , çöl dekoru içinde deve, şarap, kabile kavgaları ile cinsel mal olarak kadın bedeni betimlerinden ibaret.
işin ilginç yanı islam sonrası da pek bir değişmemiş. örreğin muhammed'in övgüsünü kazanmış şairlerden kaab bin züyehr kaside -i bürde adlı o çok ünlü şiirinde 'bir köle kız olan sevgilisi suad'ın sahibi tarafından satılmak üzere götürülürkenki yürüyüşünü, onun tombul kalçalarının yürürkenki titreyişini' anlatır durur. üstelik güzellik olarak benzettiği şey de bir devenin kalçalarıdır.
yani islamla birlikte arabın cinsel hazlarının bir kısmı öte dünyaya (cennete) ertelenmiş o kadar. her iki dönemde de, "göğüsleri tomurcuklanmış kızlar", " gözleri sürmeli, üstünde renkli ipekli elbiseler, kollarında altın bilezikler sallanan gılman erkekler" imgesi pek muteberdir.
arapların emperyal bir güç haline gelip kılıç gücüyle ele geçirdikleri ulusların zenginlikleriyle yükselene değin böyle bir zihinden bir aristhophanes, homeros ya da beydeba beklemek de safça olurdu zaten.
30 yıl sonra bu kez akademisyen mehmet hakkı suçin çevirisiyle okudum. yine şiirlerin özünde pek bir derinlik göremedim. sonra iki çeviriyi karşılaştırdım. bence her iki çeviri de emekle ve titizlikle hazırlanmış. ancak, biçimi öze üstün tutan bir şiirde, yetkin bir çevirinin bile yapabileceklerin sınırlı olduğu sonucuna ulaştım.
her ne kadar, adonis eski arap şiirini 'bir medeniyet şiiri' olarak tanımlasa da, ben yedi askı dizelerinde pek uygarlık göremedim, bir hikmet, ya da düşünce kırıntısı bulamadım bu şiirlerde. anladığım, arap diline ilişkin müzik, vezin ve ahenk bu şiirlerin tek güçlü tarafı imiş . onu da çeviriyle karşılamak olanaksız.
arabın zihni cahiliye döneminde yazılan yedi askı şiirlerinin tümü , çöl dekoru içinde deve, şarap, kabile kavgaları ile cinsel mal olarak kadın bedeni betimlerinden ibaret.
işin ilginç yanı islam sonrası da pek bir değişmemiş. örreğin muhammed'in övgüsünü kazanmış şairlerden kaab bin züyehr kaside -i bürde adlı o çok ünlü şiirinde 'bir köle kız olan sevgilisi suad'ın sahibi tarafından satılmak üzere götürülürkenki yürüyüşünü, onun tombul kalçalarının yürürkenki titreyişini' anlatır durur. üstelik güzellik olarak benzettiği şey de bir devenin kalçalarıdır.
yani islamla birlikte arabın cinsel hazlarının bir kısmı öte dünyaya (cennete) ertelenmiş o kadar. her iki dönemde de, "göğüsleri tomurcuklanmış kızlar", " gözleri sürmeli, üstünde renkli ipekli elbiseler, kollarında altın bilezikler sallanan gılman erkekler" imgesi pek muteberdir.
arapların emperyal bir güç haline gelip kılıç gücüyle ele geçirdikleri ulusların zenginlikleriyle yükselene değin böyle bir zihinden bir aristhophanes, homeros ya da beydeba beklemek de safça olurdu zaten.
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2023/01/16/by8jq3n85lvkebwb-t.jpg)
devamını gör...