1.
2024 yılında okuduğum son kitap. dune'dan tanıdığımız denis villeneuve tarafından filmi de çekilecekmiş.
kitaptaki senaryo ve varsayımların bir kısmı abartılı geldi. ama anlatımın keskinliği, nükleer sistemler ve planlamalar, düğmeye basacak kişiler ve kurumlar hakkında verilen detaylar olağanüstü.
kitaptaki senaryo, pentagon uzmanlarının kuzey kore'nin potansiyel saldırısında kullanacağını düşündüğü en olası senaryoymuş.
ülkeler yanlış anlaşılma olmaması adına kıtalararası balistik nükleer füze denemelerinde birbirlerine haber veriyorlarmış. bu diplomasiye uymayan tek ülke kuzey kore'ymiş. icbm denemeleri öncesinde kimseyi bilgilendirmiyorlarmış. abd'li askeri uzmanlar, bunu, kuzey kore'nin sürpriz bir saldırı unsurunu elinde avantaj olarak tutmak istemesine bağlıyor.
abd'nin nükleer savaş politikasına göre nükleer savaşın şiddeti kademeli olarak artıyormuş. "bize bir nükleer bombayla saldırılırsa karşı tarafa beş nükleer bombayla saldırırız, bize ikinci bir nükleer saldırı yapılacak olursa, karşı tarafa on beş tane daha ateşleriz" benzeri bir mantıkla caydırıcı olunmaya çalışılıyor gibi görünüyor.
abd'de bir de launch on warning politikası varmış. bu, düşman olarak kabul edilen ülkelerden amerika kıtasına doğru atılan nükleer füzelerin tespiti halinde, henüz bu füzeler abd'ye ulaşmadan abd'nin kendi nükleer silahlarını ateşlemesi anlamına geliyormuş. abd başkanının nükleer silahların ateşlenip ateşlenmeyeceğine karar vermesi için sadece 6 dakikası olacakmış.
yazarın ele aldığı senaryoya göre kuzey kore'den abd'ye ilk nükleer füzenin ateşlenmesinden sonraki 43. dk'da, rus uydu ve radar sistemleri rusya üzerinden geçerek kuzey kore'yi vuracak abd nükleer başlıklarını, rusya'ya yönelen bir saldırı olduğu şeklinde yorumluyor ve yanılarak abd ile nükleer savaşa giriyor. bunu hiç gerçekçi bulmadım. kuzey kore'nin emp saldırısının da nükleer saldırısından sonra değil, önce gelmesini beklerim.
nükleer denizaltı saldırılarını önleyecek bir savunma sistemi yokmuş bu arada.
vice admiral michael j. connor, commander of the us nuclear submarine forces şöyle söylüyor: uzayda greyfurt büyüklüğünde bir objeyi bulmak denizde bir denizaltıyı bulmaktan daha kolay.
daha önce potansiyel bir nükleer savaşta türkiye serpintiden olmasa da nükleer silahlardan sınırlı bir şekilde etkilenir diye düşünüyordum. ama kitabı okurken fikrim değişti. nükleer hedeflerde sadece silolar ve askeri üsler yok, büyük şehirler de var. sadece incirlik'teki nato üssü rus icbm'lerle vurulur, biz istanbul'da en azından ilk aşamada hayatta kalırız diye düşünüyordum, ama işin aslı öyle değilmiş. kitap ankara'yı da, istanbul'u da potansiyel hedefler arasında tanımlıyor. roma'daki parthenon'un, oturduğum evden 45 dakika uzaklıktaki ayasofya'nın ve bunlara benzer nice değerin yok olacağını bilmek de çok üzücü. en azından avustralya'daki kardeşim güvende diye düşünüyorum ve bununla teselli ediyorum şimdilik kendimi.
kitabın son bölümünde en eski insanlık tarihi mirası olarak değerlendirilen göbekli tepe'ye kısaca değinilmiş. 12.000 yıl önceki insanların yaşamını nasıl merak ediyorsak, gelecekteki insanların da bizim yaşamımızı aynı şekilde merak etmeleri ihtimalinden bahsedilmiş. bu da ayrıca hoşuma gitti.
kitaptaki senaryo ve varsayımların bir kısmı abartılı geldi. ama anlatımın keskinliği, nükleer sistemler ve planlamalar, düğmeye basacak kişiler ve kurumlar hakkında verilen detaylar olağanüstü.
kitaptaki senaryo, pentagon uzmanlarının kuzey kore'nin potansiyel saldırısında kullanacağını düşündüğü en olası senaryoymuş.
ülkeler yanlış anlaşılma olmaması adına kıtalararası balistik nükleer füze denemelerinde birbirlerine haber veriyorlarmış. bu diplomasiye uymayan tek ülke kuzey kore'ymiş. icbm denemeleri öncesinde kimseyi bilgilendirmiyorlarmış. abd'li askeri uzmanlar, bunu, kuzey kore'nin sürpriz bir saldırı unsurunu elinde avantaj olarak tutmak istemesine bağlıyor.
abd'nin nükleer savaş politikasına göre nükleer savaşın şiddeti kademeli olarak artıyormuş. "bize bir nükleer bombayla saldırılırsa karşı tarafa beş nükleer bombayla saldırırız, bize ikinci bir nükleer saldırı yapılacak olursa, karşı tarafa on beş tane daha ateşleriz" benzeri bir mantıkla caydırıcı olunmaya çalışılıyor gibi görünüyor.
abd'de bir de launch on warning politikası varmış. bu, düşman olarak kabul edilen ülkelerden amerika kıtasına doğru atılan nükleer füzelerin tespiti halinde, henüz bu füzeler abd'ye ulaşmadan abd'nin kendi nükleer silahlarını ateşlemesi anlamına geliyormuş. abd başkanının nükleer silahların ateşlenip ateşlenmeyeceğine karar vermesi için sadece 6 dakikası olacakmış.
yazarın ele aldığı senaryoya göre kuzey kore'den abd'ye ilk nükleer füzenin ateşlenmesinden sonraki 43. dk'da, rus uydu ve radar sistemleri rusya üzerinden geçerek kuzey kore'yi vuracak abd nükleer başlıklarını, rusya'ya yönelen bir saldırı olduğu şeklinde yorumluyor ve yanılarak abd ile nükleer savaşa giriyor. bunu hiç gerçekçi bulmadım. kuzey kore'nin emp saldırısının da nükleer saldırısından sonra değil, önce gelmesini beklerim.
nükleer denizaltı saldırılarını önleyecek bir savunma sistemi yokmuş bu arada.
vice admiral michael j. connor, commander of the us nuclear submarine forces şöyle söylüyor: uzayda greyfurt büyüklüğünde bir objeyi bulmak denizde bir denizaltıyı bulmaktan daha kolay.
daha önce potansiyel bir nükleer savaşta türkiye serpintiden olmasa da nükleer silahlardan sınırlı bir şekilde etkilenir diye düşünüyordum. ama kitabı okurken fikrim değişti. nükleer hedeflerde sadece silolar ve askeri üsler yok, büyük şehirler de var. sadece incirlik'teki nato üssü rus icbm'lerle vurulur, biz istanbul'da en azından ilk aşamada hayatta kalırız diye düşünüyordum, ama işin aslı öyle değilmiş. kitap ankara'yı da, istanbul'u da potansiyel hedefler arasında tanımlıyor. roma'daki parthenon'un, oturduğum evden 45 dakika uzaklıktaki ayasofya'nın ve bunlara benzer nice değerin yok olacağını bilmek de çok üzücü. en azından avustralya'daki kardeşim güvende diye düşünüyorum ve bununla teselli ediyorum şimdilik kendimi.
kitabın son bölümünde en eski insanlık tarihi mirası olarak değerlendirilen göbekli tepe'ye kısaca değinilmiş. 12.000 yıl önceki insanların yaşamını nasıl merak ediyorsak, gelecekteki insanların da bizim yaşamımızı aynı şekilde merak etmeleri ihtimalinden bahsedilmiş. bu da ayrıca hoşuma gitti.
devamını gör...