#ödüllü filmler
2021 yılında izleyici ile buluşan ferit karahan yönetmenliğinde bir filmdir.
şehirden uzakta, katı bir disipline sahip bir erkek yatılı okulunda olan yusuf'un yaşadıkları ve hastalanan arkadaşını hastaneye götürme mücadelesi anlatılmaktadır.
şehirden uzakta, katı bir disipline sahip bir erkek yatılı okulunda olan yusuf'un yaşadıkları ve hastalanan arkadaşını hastaneye götürme mücadelesi anlatılmaktadır.
*engelsiz film festivali (2022) / en iyi film ödülü
*ankara uluslararası film festivali (2021) / en iyi kurgu
*antalya altın portakal film festivali (2021) / en iyi film, en iyi senaryo
*atlantis film festivali (2021) / en iyi film
*sarı şemsiye ödülü (2022) / en iyi ulusal uzun metraj film
film, toplam 40 ödüle sahiptir.
*ankara uluslararası film festivali (2021) / en iyi kurgu
*antalya altın portakal film festivali (2021) / en iyi film, en iyi senaryo
*atlantis film festivali (2021) / en iyi film
*sarı şemsiye ödülü (2022) / en iyi ulusal uzun metraj film
film, toplam 40 ödüle sahiptir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "sanatolye" tarafından 06.03.2021 23:58 tarihinde açılmıştır.
1.
merakla beklediğim, aldığı ödüllerle beni çok heyecanlandıran ama her şeyiyle sınıfta kalan bir film.
müzik yok,oyunculuk yok,çekim,kurgu,senaryo hiçbir şey yok.
bu filmin aldığı tüm ödüller,bu işleri sıkı takip eden biri olarak diyebilirim ki, sadece ideolojiktir.
sevmedim.izledigim için pişman değilim ama bende bıraktığı tat kötü.
müzik yok,oyunculuk yok,çekim,kurgu,senaryo hiçbir şey yok.
bu filmin aldığı tüm ödüller,bu işleri sıkı takip eden biri olarak diyebilirim ki, sadece ideolojiktir.
sevmedim.izledigim için pişman değilim ama bende bıraktığı tat kötü.
devamını gör...
2.
uzunca bir süre ertelemeden sonra filmi dün itibariyle izleyebildim. ödüller, eleştiriler derken izlemeden önce ciddi bir beklentiye soktuğu gerçek. genelde bu beklentiler ters tepse de bu film özelinde aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
öncelikle, filmde anlatılanlar (aslında kurgulanan hikaye) z kuşağına ya da bir önceki jenerasyona oldukça uzak. aslında hikaye anlamında yaşananlar yakın tarihe ait olsa da büyük şehirlerden hiç çıkmamış ya da bireysel anlamda çaresizlik ile sınanmamış bireylerin anlaması oldukça güç.
bu tarz filmlerde önemli olan senaryonun zenginliği değil, anlatmak istediklerini aktarabilmesidir. bu anlamda film başarılı. oyunculara gelirsek de oldukça doğal buldum ben. izlerken karakteri anlamaya çalışmıyor ve empati kurmayı beceremiyorsanız filmin içine girmek zor. kendi adıma izlerken oldukça gerildim. bu da bence başarılı olduğunun bir göstergesi.
sonuç itibariyle, hikaye, bir okulda yaşanan olayı anlatsa da siyasi olarak güçlünün durduğu yeri belirtiyor. toplumun özellikle kırsal kesimde nasıl baskılandığını ve bu korkuyla yetiştirildiğini gösteriyor. korku, bu topraklarda uygulanan en büyük sindirme hareketidir. bugün yaşadığımız tepkisizliklerin de temelini orada görmek zor değil.
öncelikle, filmde anlatılanlar (aslında kurgulanan hikaye) z kuşağına ya da bir önceki jenerasyona oldukça uzak. aslında hikaye anlamında yaşananlar yakın tarihe ait olsa da büyük şehirlerden hiç çıkmamış ya da bireysel anlamda çaresizlik ile sınanmamış bireylerin anlaması oldukça güç.
bu tarz filmlerde önemli olan senaryonun zenginliği değil, anlatmak istediklerini aktarabilmesidir. bu anlamda film başarılı. oyunculara gelirsek de oldukça doğal buldum ben. izlerken karakteri anlamaya çalışmıyor ve empati kurmayı beceremiyorsanız filmin içine girmek zor. kendi adıma izlerken oldukça gerildim. bu da bence başarılı olduğunun bir göstergesi.
sonuç itibariyle, hikaye, bir okulda yaşanan olayı anlatsa da siyasi olarak güçlünün durduğu yeri belirtiyor. toplumun özellikle kırsal kesimde nasıl baskılandığını ve bu korkuyla yetiştirildiğini gösteriyor. korku, bu topraklarda uygulanan en büyük sindirme hareketidir. bugün yaşadığımız tepkisizliklerin de temelini orada görmek zor değil.
devamını gör...
3.
bir ferit karahan filmidir.

filmin senaryosunu da yönetmen ferit karahan ve gülistan acet birlikte yazmıştır. filmin başrollerinde samet yıldız, ekin koç, mahir ipek, melih selçuk ve nurullah alaca oynamıştır. birçok ödül kazanan film berlin film festivalinde ödüle ulaşmış, cannes film festivalinde ise adaylıkla yetinmiştir. ki bence aldığı bütün ödülleri hak eden bir filmdir.
film doğuda bir yatılı ilköğretim bölge okulunda geçer. kar altında bir mevsimdir. öğrencilerden birinin hastalanması üzerine kurulu olan hikaye aslında çok daha derin gözlemler içerir.
yatılı bir okulda sekiz sene çalışmış bir öğretmen olarak yatılı okuyan öğrenciler için hayatın ne kadar zor olduğunu çok yakından biliyorum. öğretmenler için de durum çok zor ama bundan yakınmak yerine oradaki çocukların halinden anlamaya çalışarak mesleğine yapan tüm meslektaşlarım harika insanlardır. diğerleri için söyleyecek sözüm yok zaten.
film çok gerçek. öğretmenlerin öğrencilere karşı tutumu, öğretmenlerin kendi aralarındaki bozuk iletişimi, sorumluluktan kaçma refleksleri, empati yoksunlukları çok doğru bir şekilde işlenmiş. bu bir öğretmen eleştirisi değildir. benim derdim hiçbir şey olamayınca öğretmen olan bankamatik memuru kafalı insanlara.
yıllar önce bir köy okulunda çalışırken okul çıkışında bir öğrencimize araba çarptı. ben sesi duyunca koşmaya başladım. benden oldukça büyük olan bir öğretmen arkadaşla karşılaştım okulun bahçesinde. nöbetçi öğretmen de oydu. çocuğa araba çarptığını söylediğimde hemen saatine baktı. o an anlamadım. çocuğu hastaneye götürdük. bir şey olmadı çocuğa. bir iki kırık sadece. ama ben sonra o öğretmenin saate neden baktığını anladım.
öğretmenlik vicdan gerektiren bir meslektir. herkesi harcı değildir. ve yatılı okuyan öğrenciler el üstünde tutulmalıdır.
harika bir filmdi bence. mutlaka izlenmeli.

filmin senaryosunu da yönetmen ferit karahan ve gülistan acet birlikte yazmıştır. filmin başrollerinde samet yıldız, ekin koç, mahir ipek, melih selçuk ve nurullah alaca oynamıştır. birçok ödül kazanan film berlin film festivalinde ödüle ulaşmış, cannes film festivalinde ise adaylıkla yetinmiştir. ki bence aldığı bütün ödülleri hak eden bir filmdir.
film doğuda bir yatılı ilköğretim bölge okulunda geçer. kar altında bir mevsimdir. öğrencilerden birinin hastalanması üzerine kurulu olan hikaye aslında çok daha derin gözlemler içerir.
yatılı bir okulda sekiz sene çalışmış bir öğretmen olarak yatılı okuyan öğrenciler için hayatın ne kadar zor olduğunu çok yakından biliyorum. öğretmenler için de durum çok zor ama bundan yakınmak yerine oradaki çocukların halinden anlamaya çalışarak mesleğine yapan tüm meslektaşlarım harika insanlardır. diğerleri için söyleyecek sözüm yok zaten.
film çok gerçek. öğretmenlerin öğrencilere karşı tutumu, öğretmenlerin kendi aralarındaki bozuk iletişimi, sorumluluktan kaçma refleksleri, empati yoksunlukları çok doğru bir şekilde işlenmiş. bu bir öğretmen eleştirisi değildir. benim derdim hiçbir şey olamayınca öğretmen olan bankamatik memuru kafalı insanlara.
yıllar önce bir köy okulunda çalışırken okul çıkışında bir öğrencimize araba çarptı. ben sesi duyunca koşmaya başladım. benden oldukça büyük olan bir öğretmen arkadaşla karşılaştım okulun bahçesinde. nöbetçi öğretmen de oydu. çocuğa araba çarptığını söylediğimde hemen saatine baktı. o an anlamadım. çocuğu hastaneye götürdük. bir şey olmadı çocuğa. bir iki kırık sadece. ama ben sonra o öğretmenin saate neden baktığını anladım.
öğretmenlik vicdan gerektiren bir meslektir. herkesi harcı değildir. ve yatılı okuyan öğrenciler el üstünde tutulmalıdır.
harika bir filmdi bence. mutlaka izlenmeli.
devamını gör...
4.
yibo da okuyan arkadaşımın anlattıkları itibarıyla, zor gösterilen şartları, yumuşatılmış olarak izlediğimiz filmdir.
hocaların suçtan sıyrılmak için yaptıklarını bir dökelim istiyorum. duşta üç çocuk tartışıyor diye anlık siniri ve kocaman egosuyla enini sonunu düşünmeden bu çocuklara eksi otuz beş derecede soğuk su ile yıkanma cezası veren hoca, bu çocuğun sebebi sendin. ( duş sorumlusu olan çocuğu olayın öncesinde asker gibi davranmadığı için azarlayıp olayın sonrasında asker gibi başlarında dikildiği için kızan da gene bu hoca.)
gecenin köründe kazan dairesinden kendini kötü hisseden bir çocuğu etliye sütlüye bulaşmayıp hiçbir şey ile uğraşmak zorunda kalmamak için yatağına götürüp atan hoca sen bu çocuğun sebebisin. ( bu hoca ile ilgili yorumum, aynı zamanda kendisinin çocuk ile bir ilişkiye girme söylentisinden de çekindiğidir.)
gelelim müdüre, işler ciddiye binince, ucunun kendisine dokunacağı noktada telefonla görüşmelerindeki isyanı ve derdi, dolaylı yoldan okulun imkanlarını kendi keyfine kullanmış olduğu gerçeğinin açığa çıkacak olmasıydı. müdür bu çocuğun sebebi sendin.
yusuf'un ilk gittiği gözlük takan hocanın ise gene işler ciddiye bindiği ve çocuğun kritik noktaya geldiği anda müdahale etmesi. aralarında belki en masum hocadır.
kazan dairesinde çalışan akif bey görevi kötüye kullanmanın en ucuz ve adice olan kısmındadır. kömürleri evine gönderen sabahçı kazan dairesi görevlisi gibi. sebebi sizsiniz. yusuf belki de kendini suçluyor ama suçlamamalı. yozlaşmış bir toplumda arkadaşına yardım etmek istedi. sebebi sen değilsin yusuf.
film boyunca çocukların ufak tefek yaşamlarını sürdürebilmek için gerekli şeyler çaldığını görüyoruz. burada da suçlu aramak gerekirse kime gidelim siz söyleyin.
tüm bu küçük hesapları ile ekstrem cezalar ve davranışlarda bulunarak sonucu memo gibi olmasa da tüm çocukların başına beter olaylar gelebileceği ihtimali, olay gerçekleşene kadar kimsenin aklına bile gelmez. memo bence öldü. yitip giden binlerce candan birisiydi.
ihmal, yozlaşmışlık, görevi kötüye kullanma, iklim koşulları ve yetersizlik ile birlikte, çaresizliği tattırdı film bana.
hocaların suçtan sıyrılmak için yaptıklarını bir dökelim istiyorum. duşta üç çocuk tartışıyor diye anlık siniri ve kocaman egosuyla enini sonunu düşünmeden bu çocuklara eksi otuz beş derecede soğuk su ile yıkanma cezası veren hoca, bu çocuğun sebebi sendin. ( duş sorumlusu olan çocuğu olayın öncesinde asker gibi davranmadığı için azarlayıp olayın sonrasında asker gibi başlarında dikildiği için kızan da gene bu hoca.)
gecenin köründe kazan dairesinden kendini kötü hisseden bir çocuğu etliye sütlüye bulaşmayıp hiçbir şey ile uğraşmak zorunda kalmamak için yatağına götürüp atan hoca sen bu çocuğun sebebisin. ( bu hoca ile ilgili yorumum, aynı zamanda kendisinin çocuk ile bir ilişkiye girme söylentisinden de çekindiğidir.)
gelelim müdüre, işler ciddiye binince, ucunun kendisine dokunacağı noktada telefonla görüşmelerindeki isyanı ve derdi, dolaylı yoldan okulun imkanlarını kendi keyfine kullanmış olduğu gerçeğinin açığa çıkacak olmasıydı. müdür bu çocuğun sebebi sendin.
yusuf'un ilk gittiği gözlük takan hocanın ise gene işler ciddiye bindiği ve çocuğun kritik noktaya geldiği anda müdahale etmesi. aralarında belki en masum hocadır.
kazan dairesinde çalışan akif bey görevi kötüye kullanmanın en ucuz ve adice olan kısmındadır. kömürleri evine gönderen sabahçı kazan dairesi görevlisi gibi. sebebi sizsiniz. yusuf belki de kendini suçluyor ama suçlamamalı. yozlaşmış bir toplumda arkadaşına yardım etmek istedi. sebebi sen değilsin yusuf.
film boyunca çocukların ufak tefek yaşamlarını sürdürebilmek için gerekli şeyler çaldığını görüyoruz. burada da suçlu aramak gerekirse kime gidelim siz söyleyin.
tüm bu küçük hesapları ile ekstrem cezalar ve davranışlarda bulunarak sonucu memo gibi olmasa da tüm çocukların başına beter olaylar gelebileceği ihtimali, olay gerçekleşene kadar kimsenin aklına bile gelmez. memo bence öldü. yitip giden binlerce candan birisiydi.
ihmal, yozlaşmışlık, görevi kötüye kullanma, iklim koşulları ve yetersizlik ile birlikte, çaresizliği tattırdı film bana.
devamını gör...
5.
türkiye gerçekleri ile yüzleşmeyenlerin, bu coğrafyayı ve bu coğrafyanın insanını tanıyamayanların pek de keyif alamayacağı bir film.
film bence çok gerçek, ülkeye dair pek çok sosyolojik gözlemi yatılı okul sınırları içerisinde gösteriyor.
filmde -yüksek ihtimalle- imkanları elvermediği için yatılı okulda eğitim hayatına devam eden ortaokul çocuklarını görüyoruz. yaşları muhtemelen 10-14 arasında. bir yandan bu çocuklara eğitimleri için her şey verilmiş. okulları, sıraları, yatakları, yemekleri, banyoları, okul araç gereçleri ve onlarla ilgilenen öğretmenleri var. ancak filmde arkadan arkadan işlendiği üzere aslında bu imkanların hiçbiri gerektiği gibi sağlanmıyor. mesela okul yeterince ısınmıyor ve çocuklar derste montlarıyla oturuyor. yataklarına yatarken, uyurken korku duyuyorlar. okulda verilen yemekler karınlarını doyurmuyor ve ekmek çalmak zorunda kalıyorlar. haftada bir sıcak su veriliyor ve kişisel temizliklerini tam anlamıyla sağlayamıyorlar. okulda çok fazla kürt öğrenci var ancak bize gösterildiği kadarıyla o öğrencilerin psikolojik ve sosyolojik durumlarından anlayan öğretmen yok. öğrenciler büyük bir sevgisizlik içerisinde öğretim hayatlarını sürdürüyorlar. ülkede hayatımızın tam da ortasında bulunan "-mış gibi yapma" kültürü bu okul içerisinde de var. okuldaki çocuklara hakkıyla eğitim veremeyen öğretmenler "olduğu kadar" mantığıyla bir şeyleri oldurmaya çalışıyor. tabii ki olmuyor, olmuyor.
okuldaki genel atmosfer işlenirken bir yandan da olay örgüsünün içine dahil oluyoruz.
başta yatılı okuldaki disiplin düzenini hissetmemiz isteniyor. yaşları dolayısıyla "yaramazlık" yapabilecek bu çocukların en ufak şakalaşmalarına dahi müsamaha gösterilmiyor. bu çocuklar ağır bir şekilde cezalandırılıyor. tabii sonrasında görüyoruz ki bu cezalandırma bile -mış gibi yapma kültürünün bir parçası.
otorite figürlerinin kendi otoritelerini korumak için koydukları yaptırımların sonuçlarını hiç düşünmediklerini, yaptırımların ne şekilde uygulandığının hatta uygulanıp uygulanmadığının dahi umurlarında olmadığını görüyoruz.
daha sonrasında gece altını ıslattığı için yatağına naylon serilen bir çocuğu görüyoruz. bu naylon serme işlemi herkesin göreceği şekilde yapılıyor. çocuğun yüzündeki mahcubiyet yansıyor kameraya.
yaşı gereği korkan bir çocuğun samimi arkadaşının yanında yatmak istediğini, arkadaşının da yardımcı olmak istediğini ancak toplum düşüncelerinden korktuğu için arkadaşını reddettiğini görüyoruz.
çocuk hastalandıktan sonra arkadaşı yusuf'un durumu öğretmenlerine anlatamaması, revirin kapısının donması sebebiyle açılamaması, binanın olup içerisinde ne doktor, ne hemşire ne de ilaç bulunması, sorumlu öğrencinin her gelene aspirin vermesi, iyi insan olmak konulu nutuklar çeken okul müdürünün okuldan çalmakta sorun görmemesi, alt kademede bulunan az yetkilere sahip kişilerin dahi imkanı olduğu zaman kendi çıkar ve menfaatlerine göre hareket etmeleri, kantinde el altında çocuklara sigara satılması, kafeste bulunan televizyonda kendi doğrularına göre hareket ettiği için -iyi bir hayalet olduğu için- yargılanan casper karakteri, filmin ana karakteri yusuf'un hep bir şeyler anlatmak istemesi ama bundan sürekli çekinmesi, otorite ve baskı kültürü altında yetişen çocuğun içinde tuttuklarının kimsenin umrunda olmaması, yusuf'un dayanamayıp annesini araması ancak "arkadaşım çok hasta" dediğinde annenin "arkadaşını boş ver kendine odaklan bizim tek umudumuz sensin" diyerek küçücük çocuğa boyundan büyük yükler yüklemesi... filmle ilgili onlarca sayfa yazı yazılabilir.
bu film bence bir yatılı okulda yaşanan ve basit gibi görünen toplamda 24 saati dahi doldurmayan bir zaman diliminde gerçekleşen olayları bize anlatırken alt metinde onlarca farklı olayı sorgulatıyor. senaryosunu ve filmin işleniş biçimini bu nedenle çok başarılı buluyorum. dahası filmi izlerken işlenen bu konular belli belirsiz kafanızda oluşuyor. seyir zevkinizi de etkilemiyor. film asla bir kamu spotuna dönüşmüyor.
filmin müzikleri, kimi oyunculukları çok hoşuma gitmedi. bu konudan ve bu senaryodan bir başyapıt çıkabilirmiş.
polisiye film olmadığı için olay akışının hızlı olması, merak unsuru konularını çok irdelemedim ancak istense daha sürükleyici daha heyecanlandırıcı şekilde de çekebilirlermiş. neyse, polisiye isteyen sherlock izlesin.
ben senaryoyu çok beğendim. filmin işleniş biçimini çok beğendim. umarım böyle filmleri daha çok görürüz.
film bence çok gerçek, ülkeye dair pek çok sosyolojik gözlemi yatılı okul sınırları içerisinde gösteriyor.
filmde -yüksek ihtimalle- imkanları elvermediği için yatılı okulda eğitim hayatına devam eden ortaokul çocuklarını görüyoruz. yaşları muhtemelen 10-14 arasında. bir yandan bu çocuklara eğitimleri için her şey verilmiş. okulları, sıraları, yatakları, yemekleri, banyoları, okul araç gereçleri ve onlarla ilgilenen öğretmenleri var. ancak filmde arkadan arkadan işlendiği üzere aslında bu imkanların hiçbiri gerektiği gibi sağlanmıyor. mesela okul yeterince ısınmıyor ve çocuklar derste montlarıyla oturuyor. yataklarına yatarken, uyurken korku duyuyorlar. okulda verilen yemekler karınlarını doyurmuyor ve ekmek çalmak zorunda kalıyorlar. haftada bir sıcak su veriliyor ve kişisel temizliklerini tam anlamıyla sağlayamıyorlar. okulda çok fazla kürt öğrenci var ancak bize gösterildiği kadarıyla o öğrencilerin psikolojik ve sosyolojik durumlarından anlayan öğretmen yok. öğrenciler büyük bir sevgisizlik içerisinde öğretim hayatlarını sürdürüyorlar. ülkede hayatımızın tam da ortasında bulunan "-mış gibi yapma" kültürü bu okul içerisinde de var. okuldaki çocuklara hakkıyla eğitim veremeyen öğretmenler "olduğu kadar" mantığıyla bir şeyleri oldurmaya çalışıyor. tabii ki olmuyor, olmuyor.
okuldaki genel atmosfer işlenirken bir yandan da olay örgüsünün içine dahil oluyoruz.
başta yatılı okuldaki disiplin düzenini hissetmemiz isteniyor. yaşları dolayısıyla "yaramazlık" yapabilecek bu çocukların en ufak şakalaşmalarına dahi müsamaha gösterilmiyor. bu çocuklar ağır bir şekilde cezalandırılıyor. tabii sonrasında görüyoruz ki bu cezalandırma bile -mış gibi yapma kültürünün bir parçası.
otorite figürlerinin kendi otoritelerini korumak için koydukları yaptırımların sonuçlarını hiç düşünmediklerini, yaptırımların ne şekilde uygulandığının hatta uygulanıp uygulanmadığının dahi umurlarında olmadığını görüyoruz.
daha sonrasında gece altını ıslattığı için yatağına naylon serilen bir çocuğu görüyoruz. bu naylon serme işlemi herkesin göreceği şekilde yapılıyor. çocuğun yüzündeki mahcubiyet yansıyor kameraya.
yaşı gereği korkan bir çocuğun samimi arkadaşının yanında yatmak istediğini, arkadaşının da yardımcı olmak istediğini ancak toplum düşüncelerinden korktuğu için arkadaşını reddettiğini görüyoruz.
çocuk hastalandıktan sonra arkadaşı yusuf'un durumu öğretmenlerine anlatamaması, revirin kapısının donması sebebiyle açılamaması, binanın olup içerisinde ne doktor, ne hemşire ne de ilaç bulunması, sorumlu öğrencinin her gelene aspirin vermesi, iyi insan olmak konulu nutuklar çeken okul müdürünün okuldan çalmakta sorun görmemesi, alt kademede bulunan az yetkilere sahip kişilerin dahi imkanı olduğu zaman kendi çıkar ve menfaatlerine göre hareket etmeleri, kantinde el altında çocuklara sigara satılması, kafeste bulunan televizyonda kendi doğrularına göre hareket ettiği için -iyi bir hayalet olduğu için- yargılanan casper karakteri, filmin ana karakteri yusuf'un hep bir şeyler anlatmak istemesi ama bundan sürekli çekinmesi, otorite ve baskı kültürü altında yetişen çocuğun içinde tuttuklarının kimsenin umrunda olmaması, yusuf'un dayanamayıp annesini araması ancak "arkadaşım çok hasta" dediğinde annenin "arkadaşını boş ver kendine odaklan bizim tek umudumuz sensin" diyerek küçücük çocuğa boyundan büyük yükler yüklemesi... filmle ilgili onlarca sayfa yazı yazılabilir.
bu film bence bir yatılı okulda yaşanan ve basit gibi görünen toplamda 24 saati dahi doldurmayan bir zaman diliminde gerçekleşen olayları bize anlatırken alt metinde onlarca farklı olayı sorgulatıyor. senaryosunu ve filmin işleniş biçimini bu nedenle çok başarılı buluyorum. dahası filmi izlerken işlenen bu konular belli belirsiz kafanızda oluşuyor. seyir zevkinizi de etkilemiyor. film asla bir kamu spotuna dönüşmüyor.
filmin müzikleri, kimi oyunculukları çok hoşuma gitmedi. bu konudan ve bu senaryodan bir başyapıt çıkabilirmiş.
polisiye film olmadığı için olay akışının hızlı olması, merak unsuru konularını çok irdelemedim ancak istense daha sürükleyici daha heyecanlandırıcı şekilde de çekebilirlermiş. neyse, polisiye isteyen sherlock izlesin.
ben senaryoyu çok beğendim. filmin işleniş biçimini çok beğendim. umarım böyle filmleri daha çok görürüz.
devamını gör...
6.
bir ferit karahan filmi.
ferit karahan'ın çocukluğunda birkaç yıl yatılı okuduğu bilgisini önden geçmek gerekiyor filme girmeden evvel. taşrada bir yatılı okulda geçen bir gün konu alınıyor ve sisteme sert eleştiriler getiriliyor filmde. anlatımı çok sade ama çok etkili bir film. öğrencilerin yaşadığı zorluklar üzerinden eğitim sisteminin aksaklıkları, empatiden uzaklaşmış, beton suratlı bürokrasiyi ve itaat kültürünü gözler önüne seriyor film. yusuf ve memo özelinde anlatılan hikaye, tek bir kişinin o koca ve berbat sistem karşısındaki çaresizliğini çok iyi anlatıyor.
yusuf hasta olan memo’ya yardım etmek için elinden geleni yapıyor, ama sistemin berbat yapısı karşısında gücü bir yere kadar yetiyor.
memo bir karakter olmakla kalmıyor bu haliyle. hepimizi bir noktada temsil ediyor. filmdeki öğretmenler ve müdür insanlığını tamamen yitirmiş, sadece otoritelerini, itibarlarını korumaya çalışan figürlerden ibaretler. sırf bu aşağılık halleri yüzünden okul güvenli bir alan değil, tam aksine öğrenciler için eziyet veren bir yer haline dönüşüyor. yusuf’un memo için yardım arayışı, derin bir öfke ve üzüntüye sevk ediyor insanı. çünkü ta en baştan hissettiriyor film bu iş kötüye gidecek diye.
filmin sonunda da beklenen oluyor; memo hayatını kaybediyor ve bu, okulun yöneticileri tarafından öylesine bir olaymış gibi karşılanıyor.
sistemin ne kadar katı ve umursamaz olduğu bir de bu olayla suratımıza çarpılıyor. filmin görsel dili hikayeyle müthiş bir ahenk içinde. doğal ışık kullanımı, sabit kadrajlar, sessizlikler, müzik kullanılmaması vs taşranın sertliğini ve soğukluğunu etkileyici bir biçimde yansıtıyor. sabit kamera açılarıyla olayın içine çekilmek yerine dışarıdan izleyen bir gözlemci haline geliyorsunuz. "yazık" diyorsunuz bunun etkisiyle içten içe yaşananlara. bireysel hikayelerden ziyade direkt memleketin eğitim sistemine ve taşranın zorluğuna, bürokrasinin taşrayla ilişkisine dair bir eleştiri. olaylara konu o okul toplumun aynası görevi görüyor. adaletsizlikler, itaat kültürünün yerleşikliği, birey üzerindeki baskının etkinliği izleyiciyi bunaltıyor. öğrencinin, çoluk çocuğun sesini kimsenin duymadığı bir düzen var ortada ve izlerken nefret, öfke ve hayal kırıklığıyla içiniz şişiyor. filmin sonunda hiçbir sorun çözülmüyor, çünkü çözülmez hakikaten. filmin mesajı bu. sistemin değişmesinin pek de mümkün olmadığı.
ferit karahan'ın çocukluğunda birkaç yıl yatılı okuduğu bilgisini önden geçmek gerekiyor filme girmeden evvel. taşrada bir yatılı okulda geçen bir gün konu alınıyor ve sisteme sert eleştiriler getiriliyor filmde. anlatımı çok sade ama çok etkili bir film. öğrencilerin yaşadığı zorluklar üzerinden eğitim sisteminin aksaklıkları, empatiden uzaklaşmış, beton suratlı bürokrasiyi ve itaat kültürünü gözler önüne seriyor film. yusuf ve memo özelinde anlatılan hikaye, tek bir kişinin o koca ve berbat sistem karşısındaki çaresizliğini çok iyi anlatıyor.
yusuf hasta olan memo’ya yardım etmek için elinden geleni yapıyor, ama sistemin berbat yapısı karşısında gücü bir yere kadar yetiyor.
memo bir karakter olmakla kalmıyor bu haliyle. hepimizi bir noktada temsil ediyor. filmdeki öğretmenler ve müdür insanlığını tamamen yitirmiş, sadece otoritelerini, itibarlarını korumaya çalışan figürlerden ibaretler. sırf bu aşağılık halleri yüzünden okul güvenli bir alan değil, tam aksine öğrenciler için eziyet veren bir yer haline dönüşüyor. yusuf’un memo için yardım arayışı, derin bir öfke ve üzüntüye sevk ediyor insanı. çünkü ta en baştan hissettiriyor film bu iş kötüye gidecek diye.
filmin sonunda da beklenen oluyor; memo hayatını kaybediyor ve bu, okulun yöneticileri tarafından öylesine bir olaymış gibi karşılanıyor.
sistemin ne kadar katı ve umursamaz olduğu bir de bu olayla suratımıza çarpılıyor. filmin görsel dili hikayeyle müthiş bir ahenk içinde. doğal ışık kullanımı, sabit kadrajlar, sessizlikler, müzik kullanılmaması vs taşranın sertliğini ve soğukluğunu etkileyici bir biçimde yansıtıyor. sabit kamera açılarıyla olayın içine çekilmek yerine dışarıdan izleyen bir gözlemci haline geliyorsunuz. "yazık" diyorsunuz bunun etkisiyle içten içe yaşananlara. bireysel hikayelerden ziyade direkt memleketin eğitim sistemine ve taşranın zorluğuna, bürokrasinin taşrayla ilişkisine dair bir eleştiri. olaylara konu o okul toplumun aynası görevi görüyor. adaletsizlikler, itaat kültürünün yerleşikliği, birey üzerindeki baskının etkinliği izleyiciyi bunaltıyor. öğrencinin, çoluk çocuğun sesini kimsenin duymadığı bir düzen var ortada ve izlerken nefret, öfke ve hayal kırıklığıyla içiniz şişiyor. filmin sonunda hiçbir sorun çözülmüyor, çünkü çözülmez hakikaten. filmin mesajı bu. sistemin değişmesinin pek de mümkün olmadığı.
devamını gör...