1.
kuvvetli bir alkış
uzun zamandır büyük beklentilerle yolunu gözlüyordum. tadı damağımda kaldı, tek kırgınlığım bu. bari dizi demeseydiniz de kesip biçip koymak yerine film deseydiniz. en azından kendimi hazırlardım.
ilk bölümün ilk dakikasından itibaren içine çekiyor, ama öyle kusursuz bir atlayış değil sanki bir girdap gibi, döne döne dibi boylayacakmışçasına. güldüğüm oldu, olmadı diyemem ama sürekli kendi gerçekliğimin bu kadar sert yüzüme vurulması can yaktı. çocukları ile alakalı konuştukları sahnelerde sürekli arkamdan benim dedikodumu yapıyorlarmış gibi hissettim.
beşinci bölüm sen bana ne ettin öyle? metinin kendini arayıp arayıp bir türlü bulamamış olmasına mı yanayım yoksa ebeveynleri tarafından büyütülürken sürekli arabulucu rolünü hiç istemeden üstlenmiş olmasına mı yanayım. nasıl bulabilirdi ki zaten kendisini? ahu' cum ben hep sen olmak istedim ömrü billah. çok istedim, çok özendim ama metin gibi bende duramadım eleştirmeden boktan fikirlerini, üç kuruş etmeyecek heveslerini, süslemeye çalıştığında anlamı değişmeyen cümlelerini. metinin üstten tavrı mı sorun yoksa senin eksikliklerini metin' de görmen mi?
anne ve babasıyla olan ilişkilerine bakıyorum, annesi ile konuşurken babasını koruyup kollaması, babasıyla konuşurken çok daha sert bir tonda, annesini koruyup kollaması ve bunu kendini bildi bileli yapıyor olduğu gerçeği. kocaman adam oldu kaldığı evi gördünüz mü, annesinin karnında nasıl yaşadıysa aynı viraneyi yaratmış. yaptığı son işte kullandığı yılan başlığı da anasının karnında karşımıza çıkmıştı. metin hatırlıyor o zamanlarını bu yüzden sürekli mutsuz ve kendini akışına veya geleceğine yönlendiremiyor. unutmak lütuf mu, bu sonuca mı varmalıyız?
hatırladığı için mi evini ve yaşamını benzeştirdi? yoksa hatırlamasaydı da gene geleceği nokta, o oda ve ev mi olacaktı? gene turuncuya takık yıllar mı geçirecekti? hatırlamasaydı belki evinin önünde nostalji partilerine katılır mıydı? veya yedi kere üç yirmi bir eder miydi?
keşke berkun bey ile konuşabilme şansım olsaydı. ne çok seviyorum işlerini. kendisine yerli wes anderson yakıştırmaları yapılıyor. bende haksız bulmuyorum bu yakıştırmaları. ancak bir kopya gibi değil, kendi tarzı ve çizgisini ustalıkla gösteriyor. eski usul geniş planda yaptığı zoomlar çok keyifli, işinin içine sırıtmadan bu usulünü yediriyor. velhasıl kelam izlemeyen arkadaşımla sohbeti keserim. şimdi buraya kuvvetli bir alkış rica ediyorum!
ilk bölümün ilk dakikasından itibaren içine çekiyor, ama öyle kusursuz bir atlayış değil sanki bir girdap gibi, döne döne dibi boylayacakmışçasına. güldüğüm oldu, olmadı diyemem ama sürekli kendi gerçekliğimin bu kadar sert yüzüme vurulması can yaktı. çocukları ile alakalı konuştukları sahnelerde sürekli arkamdan benim dedikodumu yapıyorlarmış gibi hissettim.
beşinci bölüm sen bana ne ettin öyle? metinin kendini arayıp arayıp bir türlü bulamamış olmasına mı yanayım yoksa ebeveynleri tarafından büyütülürken sürekli arabulucu rolünü hiç istemeden üstlenmiş olmasına mı yanayım. nasıl bulabilirdi ki zaten kendisini? ahu' cum ben hep sen olmak istedim ömrü billah. çok istedim, çok özendim ama metin gibi bende duramadım eleştirmeden boktan fikirlerini, üç kuruş etmeyecek heveslerini, süslemeye çalıştığında anlamı değişmeyen cümlelerini. metinin üstten tavrı mı sorun yoksa senin eksikliklerini metin' de görmen mi?
anne ve babasıyla olan ilişkilerine bakıyorum, annesi ile konuşurken babasını koruyup kollaması, babasıyla konuşurken çok daha sert bir tonda, annesini koruyup kollaması ve bunu kendini bildi bileli yapıyor olduğu gerçeği. kocaman adam oldu kaldığı evi gördünüz mü, annesinin karnında nasıl yaşadıysa aynı viraneyi yaratmış. yaptığı son işte kullandığı yılan başlığı da anasının karnında karşımıza çıkmıştı. metin hatırlıyor o zamanlarını bu yüzden sürekli mutsuz ve kendini akışına veya geleceğine yönlendiremiyor. unutmak lütuf mu, bu sonuca mı varmalıyız?
hatırladığı için mi evini ve yaşamını benzeştirdi? yoksa hatırlamasaydı da gene geleceği nokta, o oda ve ev mi olacaktı? gene turuncuya takık yıllar mı geçirecekti? hatırlamasaydı belki evinin önünde nostalji partilerine katılır mıydı? veya yedi kere üç yirmi bir eder miydi?
keşke berkun bey ile konuşabilme şansım olsaydı. ne çok seviyorum işlerini. kendisine yerli wes anderson yakıştırmaları yapılıyor. bende haksız bulmuyorum bu yakıştırmaları. ancak bir kopya gibi değil, kendi tarzı ve çizgisini ustalıkla gösteriyor. eski usul geniş planda yaptığı zoomlar çok keyifli, işinin içine sırıtmadan bu usulünü yediriyor. velhasıl kelam izlemeyen arkadaşımla sohbeti keserim. şimdi buraya kuvvetli bir alkış rica ediyorum!
devamını gör...