okuldan kaçıp cumaya gitmek
başlık "hypnotized narcissist" tarafından 02.03.2023 03:27 tarihinde açılmıştır.
1.
this is a true story.
the events depicted in this entry took place in ankara in 2012.
garip bir olay lan.
yani eylemin kendisi değil de çıkış noktası garip. okuldan kaçmanın getirdiği isyankar ruh haliyle çelişen bir sönüş, kabulleniş, itaat var. cümleyi okuyunca bile dimağlarda yatsıyı kaçırmak üzereyken yüksek teknolojiyle kuşatılmış bir binadan kaçıp en yakın camiye koşan silüetlerin olduğu islami bir gençlik distopyası falan beliriyor. hani okuldan kaçıp cumaya gitmek sadece din mensubu bireylerin aşağılandığı ve ibadetlerin yasaklandığı fütüristik bir evren inşasıyla makul gösterilebilirmiş gibi. oysa bu gereklilik gerçeği yansıtmıyor. ihtiyacın olan tek şey, lisede tanışma talihsizliğinde bulunduğun çeşitli düşünsel eğilimlerden beş farklı insanla bir perşembe akşamı okuldan kaçmayı planlamak. planın –ve başlığa konu olan nefis eylemin icrasının- kilit noktası ise okuldan kaçtıktan sonra ne yapılacağının kesinlikle konuşulmaması ve akıllarda sadece ders saatinde okulda olmamanın ağız sulandıran hayalinin olması.
işbu şartları harfiyen sağlayan bir ortamda, ankara’nın absürt soğuklarından nasibini almış bir cuma sabahında, okuldan kaçmayı başarmış ve ne yapacağını bilmeden birbirine bakan altı erkek olarak hikayeyi başlatmış olduk. ne yapsak ne etsek derken soğukta dikilmemek için bu konuşmayı lisenin yakınlarındaki bir kafede devam ettirmeye karar verdik. dini bütün ve “bu konu hakkında o kadar da düşünmemiş, sırf kimliğinde islam yazıyor diye ‘müslümanım’ diyip geçen” üçer kişilik iki alt kümeden oluşan grupta, çeşitli yaratıcılıkta fikirler öne sürülmekteydi. o vakte kadarki ortalamanın gösterdiği şuydu ki, bir okuldan kaçan liseli grubunda bu fikirler çeşitli masum (veya yaş yettiğince müstehcen) eğlence aktivitelerine indirgenir, sonunda da internet cafe+ burger yapılıp dağılınırdı. grubun az önce inançlara göre izole ettiğim üçlüsü tam olarak bu noktada yumruğu masaya vurarak “yoo dostum…” dedi, “bu cuma, öyle cumalardan değil.”
arz ettiğim üzere pek de din taraklarında bezi olmayan diğer üçlü olarak, daha çok turistik bir merak ve bir “bize de tecrübe olur”culuk tesellisi hasebiyle bu ilginç maceraya katılmakta beis görmedik. çaylarımızı bitirdik, bu ezber bozan fikrin filizlendiği kafeden ayrılıp camiye yollandık. bu esnada hafiften yağmur çiselemeye ve mırıl mırıl“acaba vaz mı geçsek”ler yükselmeye başlamıştı. grubun dini bütün üçlüsü o tanıdık “tatlı müslüman ısrarını” devam ettirerek bu cılız isyanı alevlenmeden söndürdü.
bu arada, belki bu noktaya kadar bıraktığım intibadan lisenin en havalı çocukları olduğumuzu düşünüp okurken heyecanlanmışsındır diye bir tevazu notu düşmek istiyorum güzel okuyucu. biliyorsan balgat sokaklarında, bilmiyorsan da dünyanın en sıkıcı mimarisiyle inşa edilmiş, maksimum dört katlı apartmanların birbirine kısa aralıklarla baktığı, yer yer yan yatmış çöp konteynerlerinin gbt soran polisler gibi ani sürprizler yaşattığı tatsız ve ruh bunaltan bir bölgede; üç kişilik iki grup halinde yürüyen ve kaldırımı hatırı sayılır miktarda kapatan altı erkek düşün. hani ezkaza birimizin koluna bir kız girer diye düşündüğümüzden herhalde, nizami yürüyüşümüzü dahi bozmuyoruz. gittiğimiz istikamet ise yakınlarında bir cemaat yurdunun bulunduğu, haliyle “altyapısı sağlam” bir cami. nasıl, biraz havamızı aldı dimi bu görsel? almadıysa sıkıntı çünkü. ulaşılabilir, empati kurulabilir karakterler olduğumuz fikrini iyice yedirmek istiyorum.
neyse. yağmurun hızını iyicene artırdığı bir noktada camiye vardık. caminin bahçesi ve girişi böyle bir havada olması gerekenden çok daha kalabalıktı. abdest alınan kısma (‘abdesthane mi deniyodu lan buna’ diyip google’ladım ve yemin ediyorum çok mutlu oldum resimleri görünce) yavaştan indik. burnun ucunu yere düşürecek bir soğukta, ayakkabılarımızı çıkarıp vücudumuzun çeşitli yerlerine havadan bile daha soğuk olan suyu dökmek için sabırsızlıkla sıra bekliyorduk adeta. önümdeki lacivert paltolu adama çarpayazdığım bir basamağı daha inerken, hayatımda en son hiçbirini tanımadığım yirmi kadar insanın ve ağlayan küçük bir kızın önünde, elimde bir kova et ve burnumda korkunç bir koku ile ağlamak üzereyken hissettiğim (bak o da güzel hikayedir, anlatırım bi ara) “ben şu an n’apıyorum lan burda” hissi hasıl olmuştu.
uzun bekleyişin ardından abdesthaneye (hemen nasıl kullandım ama, 40 yıldır biliyormuşum gibi) girdik. kalabalık öyle bir baskı yaratmaya başlamıştı ki, içeri girenler dinen yasaklanması gerektiğine inandığım bir hızla abdest alarak etrafındakileri -bir insanın ıslanmışken en az seksi olabileceği mekanda- ıslatmaya başlamıştı. dini bütün üçlü (bunun da bir gün "the hateful eight" gibi filmi çekilirse hayattan artık pek de bi beklentim kalmaz), bize nispeten aşina oldukları hareketlere girişmeye başlamıştı ama biz panikten zaten yolda kendi kendimize mantra gibi tekrarladığımız “üç kere ele, üç kere ağza, üç kere bele.. yok lan baş-” sıralamasını öyle karıştırdık ki bir noktada elimi pantolonumun düğmesine götürdüğümü hatırlıyorum. geriye bakınca, 30 küsur insanın hunharca kendini ıslattığı bir odada pantolonumu indirmek, tarifi mümkün olmayan gençlik travmalarına sebep olabilirmiş diye düşünmeden edemedim. kalabalığın tetiklediği sosyal fobinin selektörleri yaktığı dakikalarda etrafıma bakınırken birkaç yanımdaki abdest taburesinde yalnızca o günkü eylem planımı değil aynı zamanda bir kavram olarak dine bakışımı da şekillendiren bir detayı fark ettim. ayaklarını yıkamak üzere öne doğru eğilen bir adamın belindeki tabanca bu güzel günü daha da güzelleştirecek bir easter egg olarak bana gülümsüyordu.
montuna bakıp birkaç dakika önce istemsizce omuz atma noktasına geldiğim kişi olduğunu fark etmemle kendimi dışarı attım. benim can havliyle çıkışımı gören diğer iki dini açıdan kafası karışık arkadaşım da peşimden geldi. silah detayının korkusuyla, ve olabildiğince sakin bir şekilde, caminin karşısındaki parktaki banklara oturarak kalabalığı izlemeye koyulduk. birkaç dakika sonra üç arkadaşımızın ellerinde kartonlarla, içeride yer kalmadığı için buz gibi yağmur altında ıslak çimde namaz kılmaya yeltenmelerini izlemek açıklaması zor bir minnet ve şaşkınlıkla birkaç dakika önceki kaygılarımıza ufak bir virgül koymuştu.
namaz çıkışı toplandığımızda, aralarında silahlı birinin de namaz kılmış olduğu bilgisini hava durumu raporuymuş gibi karşılayan müslüman arkadaşlarımın ifadesiz suratlarına bakarken hayatımın zihinsel olarak farklı bir evresine geçmeye hazır olduğumu hissedip heyecanlanmıştım.
the events depicted in this entry took place in ankara in 2012.
garip bir olay lan.
yani eylemin kendisi değil de çıkış noktası garip. okuldan kaçmanın getirdiği isyankar ruh haliyle çelişen bir sönüş, kabulleniş, itaat var. cümleyi okuyunca bile dimağlarda yatsıyı kaçırmak üzereyken yüksek teknolojiyle kuşatılmış bir binadan kaçıp en yakın camiye koşan silüetlerin olduğu islami bir gençlik distopyası falan beliriyor. hani okuldan kaçıp cumaya gitmek sadece din mensubu bireylerin aşağılandığı ve ibadetlerin yasaklandığı fütüristik bir evren inşasıyla makul gösterilebilirmiş gibi. oysa bu gereklilik gerçeği yansıtmıyor. ihtiyacın olan tek şey, lisede tanışma talihsizliğinde bulunduğun çeşitli düşünsel eğilimlerden beş farklı insanla bir perşembe akşamı okuldan kaçmayı planlamak. planın –ve başlığa konu olan nefis eylemin icrasının- kilit noktası ise okuldan kaçtıktan sonra ne yapılacağının kesinlikle konuşulmaması ve akıllarda sadece ders saatinde okulda olmamanın ağız sulandıran hayalinin olması.
işbu şartları harfiyen sağlayan bir ortamda, ankara’nın absürt soğuklarından nasibini almış bir cuma sabahında, okuldan kaçmayı başarmış ve ne yapacağını bilmeden birbirine bakan altı erkek olarak hikayeyi başlatmış olduk. ne yapsak ne etsek derken soğukta dikilmemek için bu konuşmayı lisenin yakınlarındaki bir kafede devam ettirmeye karar verdik. dini bütün ve “bu konu hakkında o kadar da düşünmemiş, sırf kimliğinde islam yazıyor diye ‘müslümanım’ diyip geçen” üçer kişilik iki alt kümeden oluşan grupta, çeşitli yaratıcılıkta fikirler öne sürülmekteydi. o vakte kadarki ortalamanın gösterdiği şuydu ki, bir okuldan kaçan liseli grubunda bu fikirler çeşitli masum (veya yaş yettiğince müstehcen) eğlence aktivitelerine indirgenir, sonunda da internet cafe+ burger yapılıp dağılınırdı. grubun az önce inançlara göre izole ettiğim üçlüsü tam olarak bu noktada yumruğu masaya vurarak “yoo dostum…” dedi, “bu cuma, öyle cumalardan değil.”
arz ettiğim üzere pek de din taraklarında bezi olmayan diğer üçlü olarak, daha çok turistik bir merak ve bir “bize de tecrübe olur”culuk tesellisi hasebiyle bu ilginç maceraya katılmakta beis görmedik. çaylarımızı bitirdik, bu ezber bozan fikrin filizlendiği kafeden ayrılıp camiye yollandık. bu esnada hafiften yağmur çiselemeye ve mırıl mırıl“acaba vaz mı geçsek”ler yükselmeye başlamıştı. grubun dini bütün üçlüsü o tanıdık “tatlı müslüman ısrarını” devam ettirerek bu cılız isyanı alevlenmeden söndürdü.
bu arada, belki bu noktaya kadar bıraktığım intibadan lisenin en havalı çocukları olduğumuzu düşünüp okurken heyecanlanmışsındır diye bir tevazu notu düşmek istiyorum güzel okuyucu. biliyorsan balgat sokaklarında, bilmiyorsan da dünyanın en sıkıcı mimarisiyle inşa edilmiş, maksimum dört katlı apartmanların birbirine kısa aralıklarla baktığı, yer yer yan yatmış çöp konteynerlerinin gbt soran polisler gibi ani sürprizler yaşattığı tatsız ve ruh bunaltan bir bölgede; üç kişilik iki grup halinde yürüyen ve kaldırımı hatırı sayılır miktarda kapatan altı erkek düşün. hani ezkaza birimizin koluna bir kız girer diye düşündüğümüzden herhalde, nizami yürüyüşümüzü dahi bozmuyoruz. gittiğimiz istikamet ise yakınlarında bir cemaat yurdunun bulunduğu, haliyle “altyapısı sağlam” bir cami. nasıl, biraz havamızı aldı dimi bu görsel? almadıysa sıkıntı çünkü. ulaşılabilir, empati kurulabilir karakterler olduğumuz fikrini iyice yedirmek istiyorum.
neyse. yağmurun hızını iyicene artırdığı bir noktada camiye vardık. caminin bahçesi ve girişi böyle bir havada olması gerekenden çok daha kalabalıktı. abdest alınan kısma (‘abdesthane mi deniyodu lan buna’ diyip google’ladım ve yemin ediyorum çok mutlu oldum resimleri görünce) yavaştan indik. burnun ucunu yere düşürecek bir soğukta, ayakkabılarımızı çıkarıp vücudumuzun çeşitli yerlerine havadan bile daha soğuk olan suyu dökmek için sabırsızlıkla sıra bekliyorduk adeta. önümdeki lacivert paltolu adama çarpayazdığım bir basamağı daha inerken, hayatımda en son hiçbirini tanımadığım yirmi kadar insanın ve ağlayan küçük bir kızın önünde, elimde bir kova et ve burnumda korkunç bir koku ile ağlamak üzereyken hissettiğim (bak o da güzel hikayedir, anlatırım bi ara) “ben şu an n’apıyorum lan burda” hissi hasıl olmuştu.
uzun bekleyişin ardından abdesthaneye (hemen nasıl kullandım ama, 40 yıldır biliyormuşum gibi) girdik. kalabalık öyle bir baskı yaratmaya başlamıştı ki, içeri girenler dinen yasaklanması gerektiğine inandığım bir hızla abdest alarak etrafındakileri -bir insanın ıslanmışken en az seksi olabileceği mekanda- ıslatmaya başlamıştı. dini bütün üçlü (bunun da bir gün "the hateful eight" gibi filmi çekilirse hayattan artık pek de bi beklentim kalmaz), bize nispeten aşina oldukları hareketlere girişmeye başlamıştı ama biz panikten zaten yolda kendi kendimize mantra gibi tekrarladığımız “üç kere ele, üç kere ağza, üç kere bele.. yok lan baş-” sıralamasını öyle karıştırdık ki bir noktada elimi pantolonumun düğmesine götürdüğümü hatırlıyorum. geriye bakınca, 30 küsur insanın hunharca kendini ıslattığı bir odada pantolonumu indirmek, tarifi mümkün olmayan gençlik travmalarına sebep olabilirmiş diye düşünmeden edemedim. kalabalığın tetiklediği sosyal fobinin selektörleri yaktığı dakikalarda etrafıma bakınırken birkaç yanımdaki abdest taburesinde yalnızca o günkü eylem planımı değil aynı zamanda bir kavram olarak dine bakışımı da şekillendiren bir detayı fark ettim. ayaklarını yıkamak üzere öne doğru eğilen bir adamın belindeki tabanca bu güzel günü daha da güzelleştirecek bir easter egg olarak bana gülümsüyordu.
montuna bakıp birkaç dakika önce istemsizce omuz atma noktasına geldiğim kişi olduğunu fark etmemle kendimi dışarı attım. benim can havliyle çıkışımı gören diğer iki dini açıdan kafası karışık arkadaşım da peşimden geldi. silah detayının korkusuyla, ve olabildiğince sakin bir şekilde, caminin karşısındaki parktaki banklara oturarak kalabalığı izlemeye koyulduk. birkaç dakika sonra üç arkadaşımızın ellerinde kartonlarla, içeride yer kalmadığı için buz gibi yağmur altında ıslak çimde namaz kılmaya yeltenmelerini izlemek açıklaması zor bir minnet ve şaşkınlıkla birkaç dakika önceki kaygılarımıza ufak bir virgül koymuştu.
namaz çıkışı toplandığımızda, aralarında silahlı birinin de namaz kılmış olduğu bilgisini hava durumu raporuymuş gibi karşılayan müslüman arkadaşlarımın ifadesiz suratlarına bakarken hayatımın zihinsel olarak farklı bir evresine geçmeye hazır olduğumu hissedip heyecanlanmıştım.
devamını gör...
2.
sözlükte okuduğum en güzel tanımlar arasına girecek o tanım, üşenmeyin okuyun. sanat eseri resmen.
devamını gör...