1.
yaşadığın yerde hayat nasıl, memnun musun gibi hal hatır sormak için kullanılan bir söz kalıbı.
madem ben açtım bu başlığı ilk taşı kuyuya ben atayım.
buralarda hayat oldukça durağan ve sıkıcı. her günüm aynı geçiyor. bir kaç arkadaş edindim ama onlar da pek gezmek istemiyorlar. ders biter bitmez evlerine kaçışıveriyorlar. istiyorum ki her 'normal' ünili gibi kampüsümüzdeki çimlere oturalım sohbet edelim. dün sitem ettim yüzümü düşürdüm böyle yaptıkları için. şunu da ekleyeyim sözlük normalde güler yüzlü neşeli bir insanım ama yüzümü düşürdüğüm zaman (bilerek yapmıyorum) karşı tarafın da yüzü birden düşer, beni üzdüğünü düşünüp o da üzülür. neden bilmiyorum ama çoğu insanda böyle oluyor. çok mu ağlamaklı görünüyorum acaba. *
neyse işte ben öyle bir tavır alınca "sen de o zaman kendine tiki kızlar bul." dediler.
**k salağı tiki ne lan diyemedim tabii..
burası çok sessiz bir yer sözlük.
"ohh ne güzel valla ne araba gürültüsü ne başka bir şey ne güzel yere gitmişsin." diyecek yazarlar çıkabilir. öyle değil işte. biz büyük şehrin gürültüsüne, ritmine, ruhuna o kadar alışmışşız ki buralarda yapamıyorum. o sessizlik ve durgunluk sinirinize dokunuyor. herkes robot gibi araçlara bir biniyorlar bir iniyorlar. yüksek sesli hoş bir kahkaha duyamadım daha. ergenler bile durağan burada. normalde ergenleri bilirsiniz kıpır kıpır olurlar. onlar bile ne kadar durgun olduklarının farkında değiller.
sevgililer görüyorum kampüste el ele yürüyorlar en fazla. o da "bak bu kız/çocuk benim ona göre haa" demek için. yanaktan öpüştüklerini bile görmedim.
aralarına girip "öpsene lan kızı!" diye bağırasım var.
lan insan sevdiğini öpmez mi? sarılırsın, ağzını burnunu her yerini öpersin, boynuyla omzu arasında kalan yere başını koyarsın kokusunu içine çekersin.. bunu yapamayacaksan neden sevgilin var kardeşim?
yaşlı amcalar oldukça pervasız. parklarda oturup kadınları (belki erkekleri de olabilir) uzun uzun süzüyorlar. siz onlara baktığınızda gözünüzün içine baka baka dakikalarca bakışlarını kaçırmadan bakmaya devam ediyorlar.
dün birine ne bakıyorsun diye çıkışmıştım o da sen de burda gezme o zaman dedi. *
insanlar otobüse binerken sıra olmayı beceremiyorlar. hatta beceremiyor demek bile yanlış. o kelimeyi söylemek için bile bir uğraş olması lazım. kapının önünde yüz kişi yığılıyor kim daha atikse o önce giriyor.
böyle çağ dışı hallerini görmek o kadar sinirlendiriyor ki beni..
aslına bakarsanız sözlük şehrin dış yapısı gayet hoş, daha önceki tanımlarımda da söylemiştim.
belediyeyi gerçekten beğendim. güzel işler yapmışlar. yollar, sokaklar, parklar gayet güzel. ulaşım da güzel. ama gel gelelim insanları...
kuzenim burada iki senedir öğretmenlik yapıyor.
şen şakrak neşeli biridir ama buranın gerek iklimi gerekse insanları onu bi tık asabileştirmiş.
"geleni geçeni tokatlıyorum artık çünkü hak ediyorlar." demişti bana.
buraya geleli neredeyse bir ay yeni dolacak ben de bundan sonra geleni geçeni tokatlamaya karar verdim. madem bu kadar can sıkıcılar madem bu kadar pervasızlar ben de olurum.
dün evine kaçışan kızlardan* biri bana tavırlı tavırlı" böyle yaparak bir şey değiştiremezsin." dedi.
biliyorum, ama hak ediyorlar dedim.
sustu daha bir şey diyemedi.
sabahattin ali yozgat'a görev için gittiğinde bu satırları yazmış:
“burası beni muhakkak çıldırtacak. ne basit muhit yarabbi. düşün kardeşim, konuşulacak bir insan bile yok. hepsi alelade, hepsi dümdüz. memleketin civarı hep bozkır, gözünün alabildiği kadar çıplak dağlar uzanıyor… yalnız yozgat’ın tam karşısında bir çam ormanı var… ama o da bu dümdüz araziye yakışmıyor… adeta kirli bir bakkal önlüğüne yamanmış yeşil bir kadifeye benziyor. ahali fesat, dedikoducu. kendimi yalnız okumaya verdim. kitap, gazete, mektup okumakla vakit geçiriyorum. ah nahid, yalnızlık asıl böyle kalabalık yerlerde belli oluyor.” (1927-1928)
yozgat'ta yaşamıyorum arkadaşlar ama anadolunun içindeyim işte.
adam bu satırları 1927'de yazmış ben ise 2021'de.
satır satır ne yazdıysa her kelimesine katılıyorum. ne hissettiyse aynen öyle hissediyorum.
aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen hala bir şeylerin değişmemesi ne kadar üzücü.
madem ben açtım bu başlığı ilk taşı kuyuya ben atayım.
buralarda hayat oldukça durağan ve sıkıcı. her günüm aynı geçiyor. bir kaç arkadaş edindim ama onlar da pek gezmek istemiyorlar. ders biter bitmez evlerine kaçışıveriyorlar. istiyorum ki her 'normal' ünili gibi kampüsümüzdeki çimlere oturalım sohbet edelim. dün sitem ettim yüzümü düşürdüm böyle yaptıkları için. şunu da ekleyeyim sözlük normalde güler yüzlü neşeli bir insanım ama yüzümü düşürdüğüm zaman (bilerek yapmıyorum) karşı tarafın da yüzü birden düşer, beni üzdüğünü düşünüp o da üzülür. neden bilmiyorum ama çoğu insanda böyle oluyor. çok mu ağlamaklı görünüyorum acaba. *
neyse işte ben öyle bir tavır alınca "sen de o zaman kendine tiki kızlar bul." dediler.
**k salağı tiki ne lan diyemedim tabii..
burası çok sessiz bir yer sözlük.
"ohh ne güzel valla ne araba gürültüsü ne başka bir şey ne güzel yere gitmişsin." diyecek yazarlar çıkabilir. öyle değil işte. biz büyük şehrin gürültüsüne, ritmine, ruhuna o kadar alışmışşız ki buralarda yapamıyorum. o sessizlik ve durgunluk sinirinize dokunuyor. herkes robot gibi araçlara bir biniyorlar bir iniyorlar. yüksek sesli hoş bir kahkaha duyamadım daha. ergenler bile durağan burada. normalde ergenleri bilirsiniz kıpır kıpır olurlar. onlar bile ne kadar durgun olduklarının farkında değiller.
sevgililer görüyorum kampüste el ele yürüyorlar en fazla. o da "bak bu kız/çocuk benim ona göre haa" demek için. yanaktan öpüştüklerini bile görmedim.
aralarına girip "öpsene lan kızı!" diye bağırasım var.
lan insan sevdiğini öpmez mi? sarılırsın, ağzını burnunu her yerini öpersin, boynuyla omzu arasında kalan yere başını koyarsın kokusunu içine çekersin.. bunu yapamayacaksan neden sevgilin var kardeşim?
yaşlı amcalar oldukça pervasız. parklarda oturup kadınları (belki erkekleri de olabilir) uzun uzun süzüyorlar. siz onlara baktığınızda gözünüzün içine baka baka dakikalarca bakışlarını kaçırmadan bakmaya devam ediyorlar.
dün birine ne bakıyorsun diye çıkışmıştım o da sen de burda gezme o zaman dedi. *
insanlar otobüse binerken sıra olmayı beceremiyorlar. hatta beceremiyor demek bile yanlış. o kelimeyi söylemek için bile bir uğraş olması lazım. kapının önünde yüz kişi yığılıyor kim daha atikse o önce giriyor.
böyle çağ dışı hallerini görmek o kadar sinirlendiriyor ki beni..
aslına bakarsanız sözlük şehrin dış yapısı gayet hoş, daha önceki tanımlarımda da söylemiştim.
belediyeyi gerçekten beğendim. güzel işler yapmışlar. yollar, sokaklar, parklar gayet güzel. ulaşım da güzel. ama gel gelelim insanları...
kuzenim burada iki senedir öğretmenlik yapıyor.
şen şakrak neşeli biridir ama buranın gerek iklimi gerekse insanları onu bi tık asabileştirmiş.
"geleni geçeni tokatlıyorum artık çünkü hak ediyorlar." demişti bana.
buraya geleli neredeyse bir ay yeni dolacak ben de bundan sonra geleni geçeni tokatlamaya karar verdim. madem bu kadar can sıkıcılar madem bu kadar pervasızlar ben de olurum.
dün evine kaçışan kızlardan* biri bana tavırlı tavırlı" böyle yaparak bir şey değiştiremezsin." dedi.
biliyorum, ama hak ediyorlar dedim.
sustu daha bir şey diyemedi.
sabahattin ali yozgat'a görev için gittiğinde bu satırları yazmış:
“burası beni muhakkak çıldırtacak. ne basit muhit yarabbi. düşün kardeşim, konuşulacak bir insan bile yok. hepsi alelade, hepsi dümdüz. memleketin civarı hep bozkır, gözünün alabildiği kadar çıplak dağlar uzanıyor… yalnız yozgat’ın tam karşısında bir çam ormanı var… ama o da bu dümdüz araziye yakışmıyor… adeta kirli bir bakkal önlüğüne yamanmış yeşil bir kadifeye benziyor. ahali fesat, dedikoducu. kendimi yalnız okumaya verdim. kitap, gazete, mektup okumakla vakit geçiriyorum. ah nahid, yalnızlık asıl böyle kalabalık yerlerde belli oluyor.” (1927-1928)
yozgat'ta yaşamıyorum arkadaşlar ama anadolunun içindeyim işte.
adam bu satırları 1927'de yazmış ben ise 2021'de.
satır satır ne yazdıysa her kelimesine katılıyorum. ne hissettiyse aynen öyle hissediyorum.
aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen hala bir şeylerin değişmemesi ne kadar üzücü.
devamını gör...