1.
malzemenin çok olması öykü yazmaya yetmemektedir.
o kelimeler yığınına ruh üflemek asıl maharet.
okuyanı orada büyülemek asıl hüner.
yoksa herkesin öyküsü var ama herkes öykücü olamamaktadır.
o kelimeler yığınına ruh üflemek asıl maharet.
okuyanı orada büyülemek asıl hüner.
yoksa herkesin öyküsü var ama herkes öykücü olamamaktadır.
devamını gör...
2.
dünyanın en zor ve bir o kadar da tatmin eden eylemi.
devamını gör...
3.
yazarsam sadece mizah içerikli yazarım. hayalim tamamen böyle kısa öyküler yazıp bir kitap haline getirmek.
devamını gör...
4.
(bkz: yazarların aktif olamama sebepleri)
bir olayı, durumu, kısa bir zamana sığdırarak anlatma sanatı.
romancının 400 sayfada anlattığını öykücü 100 sayfada, belki de birkaç sayfada anlatmak zorundadır. bu yüzden öykü yazmak zordur.
kısaca, başkasının 1 dakikada yaptığını sen 15 saniyede yapmak zorundasın.
bir olayı, durumu, kısa bir zamana sığdırarak anlatma sanatı.
romancının 400 sayfada anlattığını öykücü 100 sayfada, belki de birkaç sayfada anlatmak zorundadır. bu yüzden öykü yazmak zordur.
kısaca, başkasının 1 dakikada yaptığını sen 15 saniyede yapmak zorundasın.
devamını gör...
5.
devamını gör...
6.
benim için su içmek ya da yemek yemek gibi oldukça gerekli olan yazma ve edebiyat uğraşı. romanlarda olanın aksine az kelimeye bir çok şey anlatabilmenin, orada anlatılan olay ya da durumu düşlemenin verdiği hazzı ve mutluluğu hayatta hiçbir şeyden alamayacak gibiyim. güzel bir uğraş.
devamını gör...
7.
#2512481 muhteşem öneri.
devamını gör...
8.
karakterlere ruh vermemektir.
zaten ruh verince direkt roman olur.
yüzeysel anlatmak ve olayın derinine inmemektir.
karakterin hayatındaki kısa bir dönemi anlatmaktır.
t/ öykü yazma işi.
zaten ruh verince direkt roman olur.
yüzeysel anlatmak ve olayın derinine inmemektir.
karakterin hayatındaki kısa bir dönemi anlatmaktır.
t/ öykü yazma işi.
devamını gör...
9.
alın size ufak bir karalama beğenecek misiniz bakalım. eğer beğenirseniz her hafta bir bölüm yazacağım.
yine yine yine paslı bir sabah güneş doğmak ve doğmamak arasında naz yapıyor. zahitin yuvarlak akrebi civciv, yelkovanı horozlu saatinin kulakları öyle bir vuruyor ki buna alarm demek imkansız ruh söküyor bedenden ki insanı yataktan nasıl sökmesin. binbir oflamayla uyanıyor zahit yaşlı anneciği sabah namazından beridir ayakta ve taptaze kokuttuğu yufka ekmeği, çaydanlıktan atlayıp kaçacak gibi kaynayan yumurtalarla bekliyor yavrusunu sofranın başında. baştan savma yıkadığı makine yağı dolmuş çatlak çatlak elleriyle, otuz sekiz yaşının artık karlar yağdırıp dünyadan gidiş yolculuğuna hazırladığı kırışmaya başlayan yüzüyle " günaydın anam" diyerek oturdu masasına. alel acele bir dilim ekmek biraz zeytin ve peynir atıştırdı. "ellerine sağlık güzel anam" dedi kalktı, annesi "yavrum daha yumurtanı yemedin nereye erkenden" dese de aldığı cevap tam doymamış yavrusunu da kendisini de tatmin etmedi. lacivert iş elbiseleri içerisinde zahit kapıdan çıkar çıkmaz sigaraya sarıldı. bir annesi ve birde sigarası vardı. ölen babası aklına geldi bir an duraksadı akciğer kanserinden ölen bir baba 12 yaşında ev geçindiren zahit ne evlenebilmiş ne de bir yuva sahibi olabilmişti. bu duygular içerisinde yürürken hüseyin birden koluna giriverdi zahitin elinde iki poğaça 10:30 molasında yenmek üzere hazır ve nazır semsert bir o tarafa bir bu tarafa sallanan poşetin içinde zahitin koluna çarpa çarpa yürüdüler işyeri servisinin durağına dek.
hüseyin: ah be oğlum neden içersin şu zıkkımı vallahi sana dokunasım gelmiyor leş gibi de kokuyor
zahit: bu koku beni babamdan ayırdı hüseyin yine de vazgeçmedim güzel kardeşim
hüseyin: sana birşey demeye de gelmiyor be oğlum
zahit: de hüseyinim de kardeşim yeter ki sen de
konuşup gülüşmeler eşliğinde bindiler iş yeri servisine. celladı en baş köşede oturmuştu zahit'in ömer tüm kabarmasıyla her sabahki gibi en önde kudretli bir komutan edasında geriliyordu. ustabaşıydı ömer zahitten 100 lira fazlası vardı maaşında, başkaca da bir farkları yok bu hayatta hatta eksikleri bile vardı da patronun ayaklarını diliyle cilalaması ustabaşı yapmıştı onu.
yine yine yine paslı bir sabah güneş doğmak ve doğmamak arasında naz yapıyor. zahitin yuvarlak akrebi civciv, yelkovanı horozlu saatinin kulakları öyle bir vuruyor ki buna alarm demek imkansız ruh söküyor bedenden ki insanı yataktan nasıl sökmesin. binbir oflamayla uyanıyor zahit yaşlı anneciği sabah namazından beridir ayakta ve taptaze kokuttuğu yufka ekmeği, çaydanlıktan atlayıp kaçacak gibi kaynayan yumurtalarla bekliyor yavrusunu sofranın başında. baştan savma yıkadığı makine yağı dolmuş çatlak çatlak elleriyle, otuz sekiz yaşının artık karlar yağdırıp dünyadan gidiş yolculuğuna hazırladığı kırışmaya başlayan yüzüyle " günaydın anam" diyerek oturdu masasına. alel acele bir dilim ekmek biraz zeytin ve peynir atıştırdı. "ellerine sağlık güzel anam" dedi kalktı, annesi "yavrum daha yumurtanı yemedin nereye erkenden" dese de aldığı cevap tam doymamış yavrusunu da kendisini de tatmin etmedi. lacivert iş elbiseleri içerisinde zahit kapıdan çıkar çıkmaz sigaraya sarıldı. bir annesi ve birde sigarası vardı. ölen babası aklına geldi bir an duraksadı akciğer kanserinden ölen bir baba 12 yaşında ev geçindiren zahit ne evlenebilmiş ne de bir yuva sahibi olabilmişti. bu duygular içerisinde yürürken hüseyin birden koluna giriverdi zahitin elinde iki poğaça 10:30 molasında yenmek üzere hazır ve nazır semsert bir o tarafa bir bu tarafa sallanan poşetin içinde zahitin koluna çarpa çarpa yürüdüler işyeri servisinin durağına dek.
hüseyin: ah be oğlum neden içersin şu zıkkımı vallahi sana dokunasım gelmiyor leş gibi de kokuyor
zahit: bu koku beni babamdan ayırdı hüseyin yine de vazgeçmedim güzel kardeşim
hüseyin: sana birşey demeye de gelmiyor be oğlum
zahit: de hüseyinim de kardeşim yeter ki sen de
konuşup gülüşmeler eşliğinde bindiler iş yeri servisine. celladı en baş köşede oturmuştu zahit'in ömer tüm kabarmasıyla her sabahki gibi en önde kudretli bir komutan edasında geriliyordu. ustabaşıydı ömer zahitten 100 lira fazlası vardı maaşında, başkaca da bir farkları yok bu hayatta hatta eksikleri bile vardı da patronun ayaklarını diliyle cilalaması ustabaşı yapmıştı onu.
devamını gör...
10.
iyi , güzel , hoş da hocam bu meziyet bizi gerçek hayatta kimle seviştirecek ?
t : keyifli bir eylem.
t : keyifli bir eylem.
devamını gör...