paralel devlet yapılanması
başlık "lahana tursusu sairi" tarafından 22.10.2021 11:59 tarihinde açılmıştır.
1.
(bkz: derin devlet)
devamını gör...
2.
(bkz: tügva)
devamını gör...
3.
beslediğin köpek gibidir. semirince artık başkasını mı ısırır seni mi orasını ben bilmem .
devamını gör...
4.
paralel devlet yapılanması(pdy) derin devletin içinde bulunan birtakım çetelerin oluşturduğu yapılanmadır. günümüzde daha çok fetö için kullanılmaktadır.
devamını gör...
5.
(bkz: fetö) bitmek üzere diye sevinmeyin. sırada (bkz: menzil) var, (bkz: pelikan) var, (bkz: tügva) var. bunların yarın bir gün hepsinin sonuna "terör örgütü" ibaresi eklenecektir. ciasal islamcıların yapılanması tükenmez türk milleti sağ olsun. eskisi gibi tsk'da müdahil olamaz çünkü ordu içerisinde atatürk düşmanı subaylar olduğu söylenmektedir. nitekim kasım ayında haberlere konu olan atatürk rozeti takmayan subaylar krizi vardı. akp iktidarının borazanlarından yeni şafak rozet takmayan dinci subayları afişe eden atatürkçü subaylar aleyhinde haberler yapmıştı tıpkı bir dönem zaman ve taraf gazetelerinin tsk aleyhinde haberler yapması gibi.
bu işlerin sonu pek hayırlı bir yere çıkmayacak.
bu işlerin sonu pek hayırlı bir yere çıkmayacak.
devamını gör...
6.
eski bir vaiz ve imam olan fethullah gülenin baş imam olarak liderlik ettiği din görünümlü terör örgütü. faaliyetlerine 70 yılların sonunda başlayan ve ışık evi adı verilen cemaat evlerinde yapılanmaya başlayan örgüt 80 li yıllarda sahip olduğu ekonomik gücü ile basın medya ve iş dünyasında ayrıca da bu kaynaktan sağlanan dershane zincirleri ile eğitim dünyasında adından söz ettirmiş ve kamuoyunun dikkatini çekmiştir.80 li yılların ikici yarısında ise polis okulları aracılığı ile emniyette gizlice kadrolaşmış ,90 yılların ikici yarısında ise askeri okullar aracılığı ile orduda teşkilatlanarak 15 temmuza giden sürecin zeminini hazırlamıştır.örgüt ayrıca araştırmacı yazar necip hablemitoğlu ve yine gazeteci yazar hrant dink ve bbp başkanı muhsin yazıcıoğlu cinayeti gibi karanlık siyasi cinayetlerinde 1. dereceden sorumlusu olup 15 temmuzda giriştiği terör nitelikli darbe hareketi ile devletin tüm kademelerinde tasfiye edilmeye başlanıp terör örgütü kapsamına alınmıştır.
devamını gör...
7.
paralelse iyi hiçbir zaman kesişmeyecekleri için sorun çıkmaz.
devamını gör...
8.
15 temmuz'dan bugüne: 'paralel devlet'ten 'paralel devletçik'lere
fethullahçı çetenin 15 temmuz’daki başarısız darbe girişiminin ardından eski iktidar ortağı tarafından başlatılan soruşturmada çeteye fethullahçı terör örgütü/paralel devlet yapılanması (fetö/pdy) adı verilmiş ve soruşturma da bunun üzerine inşa edilmişti.
“paralel devlet” kavramı türkiye’de ilk kez 7 şubat 2012’de fethullahçıların hakan fidan’ı gözaltına almaya kalkışmaları sürecinde kullanılmaya başlanmıştı ve örgütün stratejisine işaret ettiği için doğru bir kavramdı. bu kavramın tarihsel kökenlerine baktığımızda ise karşımıza naziler çıkıyordu; naziler iktidara geldikten sonra, devleti bir “paralel devlet” kurarak ele geçirmişlerdi.
kavramı sosyal bilimler literatürüne sokan kişi faşizm üzerine çalışmalarıyla tanınan robert paxton’dı paxton’ın esinlendiği çalışma ise ernest fraenkel’in 1941 gibi erken bir tarihte yayınlanan “ikili devlet diktatörlük kuramına bir katkı” adlı kitabıydı.
paxton, fraenkel’in kitabından yola çıkarak italya’da mussolini’nin, almanya’da ise hitler’in genel kanaat ve imajın aksine hiçbir zaman devleti mutlak anlamda kontrol edemediklerini, ancak 2. dünya savaşı’nın sonlarına doğru buna çok yaklaşabildiklerini söylüyordu. bu da hem italya’da hem almanya’da fraenkel’in “ikili devlet” diye adlandırdığı bir manzarayı ortaya çıkarmıştı.
bir tarafta yasaların halen işlemeye devam ettiği, burjuva hukukunun az çok da olsa yürürlükte olduğu, mahkemelerin zaman zaman yurttaşlar lehine kararlar verebildiği bir “norm devleti”, diğer tarafta ise faşistlerin kendi “paralel” kurumlarını kurdukları ve devletin değil faşist partinin hiyerarşisine tabi olan “imtiyaz devleti” vardı.
örneğin dışişleri bakanlığı, polis ya da ordunun bütünüyle ele geçirilmesinden önce, tam da bunları ele geçirmek için ayrı bir hukuka ve hiyerarşiye sahip paralel kurumlar/örgütler oluşturulmuştu ve imtiyaz devleti normatif devleti bütünüyle ortadan kaldıramasa da yutmaya başlamıştı. paxton’a göre italya’da söz konusu süreç çok daha ağır işlemiş, almanya’da ise naziler devletin tamamını ele geçirmeye çok yaklaştıkları sırada yenilmişlerdi.
***
paxton çalışma alanı olmaması nedeniyle ilgilenmese de paralel devlet stratejisi nazilerle sınırlı kalmadı; yakın tarihte mısır’da müslüman kardeşler ve lübnan’da hizbullah, mevcut devlet hiyerarşisinin dışında kalan ve toplumla bir egemenlik aygıtıymış gibi ilişki kuran kurumlardan müteşekkil paralel devletler oluşturmayı başardılar.
mısır’da ve lübnan’da her iki örgütün de kendi sağlık kurumları, okulları, dershaneleri, yurtları, sosyal politika mekanizmaları vardı ve devleti dışarıda bırakacak bir şekilde toplumla bunlar üzerinden ilişki kuruyorlardı. sisi darbesinden sonra mısır’da müslüman kardeşler çok zayıflamış olsa da bugün halen lübnan’da hizbullah bir paralel devlet modeliyle yoluna devam ediyor. üstelik mısır’dan farklı olarak hizbullah’ın lübnan’da resmi ordunun dışında kendisine ait bir ordusu da var.
fethullahçı çetenin örgütlenme modeli ve iktidar stratejisi de “paralel devlet” olarak adlandırılabilecek bir nitelik taşıyordu. örgütün ana dergisinin adının “sızıntı” konulması boşuna değildi. fethullahçı çete, 1970’lerin ortalarından itibaren elbette ki devletin de istisnai durumlar hariç göz yumduğu bir şekilde, yetiştirdiği kadroları devlete yerleştirmişti ve o kadrolar devlet hiyerarşisine değil örgüt hiyerarşisine uygun bir şekilde hareket ediyorlardı. örneğin sıradan bir memur fethullahçı çete’nin içerisinde bir daire başkanından daha üst konumdaysa, daire başkanı o memurun sözünü dinlemek zorundaydı.
fethullahçı çete 40 yılı aşkın bir zaman dilimine uzanacak ve “paralel devlet” stratejisine uygun bir şekilde bürokraside ama özellikle yargı, emniyet ve orduda örgütlenirken ve kurumların kontrolünü ele geçirirken başka bir şey daha yaptı. kendi hastanelerini, okullarını, yurtlarını, dershanelerini kurdu, bunlar için esnafın merkezinde olduğu bir finans sistemi inşa etti ve nihayetinde bankalaştı, sahip olduğu şirketler holdinglere dönüştü, kendi medya yapılanmasını kurup gazeteler, dergiler çıkardı, radyo ve televizyon yayıncılığına girişti.
tüm bu devasa aygıt, emperyalizmle ilişkileri ve antikomünist geçmişi asla unutulmaması gereken gülen ve etrafındaki bir konseyin aldığı kararlar doğrultusunda yönetiliyordu ve özellikle akp iktidarında gayri resmi koalisyon ortağı olunmasıyla birlikte giderek “norm devleti”ni yutan bir “imtiyaz devleti”ne dönüşecekti. özellikle çetenin emniyet-yargı kadroları aracılığıyla gerçekleştirilen ergenekon ve balyoz operasyonlarıyla norm devletinin ele geçirilmesinin önünde engel olacağı düşünülen kişiler ve grupların tasfiyesi başarılmıştı.
bu süreçte sahadaki kadrolar cemaat kadrolarıydı ama akp de arkada yasal ve bürokratik düzenlemelerle sürece destek veriyordu; çünkü devlet içerisindeki rakip kadrolar tasfiye edildikçe akp’ye hayalindeki rejim inşası için daha fazla alan açılıyordu. ancak bir noktada -özellikle hakan fidan’a yönelik gözaltı girişiminde- akp, fethullahçı çetenin paralel devletinin norm devletiyle birlikte kendisini de yutmaya hazırlandığını fark etti ve karşı hamlelerini yapmaya başladı. şimdi sıra bu iki islamcı gücün kendi iç savaşına gelmişti.
***
akp’yi kuran kadrolar nakşiliğin iskenderpaşa cemaati’nin damgasını vurduğu bir islamcılık anlayışının içerisinden yetişmişlerdi. iskenderpaşa, erbakan’ın cemaatiydi, erbakan önce abdülaziz bekkine’ye, onun ölümünden sonra da mehmet zahit kotku’ya intisap etmişti. kotku, 1970 yılında milli görüş hareketinin ilk partisi milli nizam partisi’nin kuruluşunda ciddi bir rol oynamış, 12 mart sonrası da onun yerine kurulan milli selamet partisi’ne destek vermişti.
fethullahçılığın kökenleri için ise said nursi’ye ve nurculuğa bakmak gerekiyordu. türkiye islamcılığının en önemli figürlerinden biri olan said nursi kendi adıyla anılacak bir ekolü kurmayı başarmış, peşinden gidenler ise farklı kollara ayrılmış ve onlardan biri de gülenciler olmuştu. bu cemaat de bir süre sonra nurcu olarak değil, gülen’in adına atıfla gülenciler olarak anılacaktı. kendileri ise cemaatlerinden “hizmet hareketi” olarak söz ediyorlardı. gülen cemaati 2000’lerin ilk on yılı bittiğinde türkiye tarihinin en büyük, en çok üyesi ve en çok parası olan cemaatine dönüşmüştü.
işte 15 temmuz, cumhuriyet’in yüzüncü yılına doğru gidilirken, türkiye islamcılığının iki farklı fraksiyonunun devletin sahipliğine dair verdiği bir kavga ve dolayısıyla islamcılar arası bir iç savaştı. burada trajik olan ise daha önce çok kere yazıp çizdiğim üzere, bu savaşın kendisini “laikliğin bekçisi” olarak sunan ordu içerisinde yaşanmasıydı. sol düşmanlığı ve antikomünizm adına kendilerine açılan kapılardan girenler bugünlere gelindiğinde öylesine güçlenmişlerdi ki bu iç savaş ordu içerisinde yaşanıyor ama tarafları siyasal islamcılarla siyasal islam karşıtı güçler oluşturmuyor, islamcılar kendi iç savaşlarını veriyorlardı.
bir “pirus zaferi” midir bilinmez ama bu iç savaştan akp galibiyetle çıktı, fethullahçı çete kadrolarının istediği unsurlarını tasfiye etti, fethullahçı işadamlarının şirketlerine ganimet misali el koydu, muazzam bir servet transferi gerçekleştirdi ve hepsinden önemlisi mhp’yi de yanına alarak parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ne geçişi başardı; yani rejim değişikliği kısmen de olsa anayasal bir statüye kavuşturuldu.
(bu sürece yenikapı mitingine iştirakten ohal koşullarında referanduma gitmeye ses etmemeye ve o referandumun mühürsüz oylarla kazanılmasına razı olmaktan halk muhalefetini sönümlendirmeye uzanan bir genişlikte chp’nin katkısını da not etmek lazım elbette geçerken.)
***
15 temmuz’un üzerinden 8 yıl geçmişken akp yanına mhp’yi de almış bir şekilde iktidarını devam ettiriyor, rejim inşası süreci de hız kesmeden yoluna devam ediyor. peki devlet mimarisine bakıldığında 15 temmuz’dan herhangi bir ders çıkarıldığını söylememiz mümkün mü?
bu soruya en açık yanıtı 15 temmuz günü özel harekât başkanlığı’nı ziyaret eden devlet bahçeli’nin elini öpen özel harekâtçılar veriyor. bir kamu görevlisi, kameraların önünde bir siyasi parti liderinin elini öperek ona biat seremonisi sergiliyor, özel harekâtçı polislerin mhp’yle 90’lardan beri devam eden gönül ilişkisi ilk kez böyle aleni bir şekilde “dosta düşmana” gösteriliyor.
burada “düşman”ın tarihsel olarak kim olduğu belli, “dost”un ise akp olduğu açık. yani o fotoğraf aslında cemaat sonrası ortaya çıkan boşluğu dolduran mhp’nin akp’yle giderek kırılganlaşan, gerilim yüklenen ve sinan ateş cinayetinde somutlaşan ittifak ilişkisinde müttefikine verdiği bir mesaj. mhp resmi koalisyon ortağı olduğu zamanlar da dâhil olmak üzere devlet aygıtında ilk kez bu kadar güce kavuşmuş durumda ve bundan öyle kolay kolay vazgeçmeyeceğini de tıpkı o fotoğrafta olduğu gibi çeşitli şekillerde ortaya koyuyor. tıpkı bir zamanlar gülencilerin yaptığı gibi…
ancak mesele gülen’in elini öpme sırasının yerini bahçeli’nin elini öpme sırasının alması değil tek başına. bugün devlet mimarisi içerisinde tek bir paralel devlet yapılanması yok, “paralel devletçikler” var. iskenderpaşacılar, ismailağacılar, menzilciler, cihannümacılar… hepsi devlet aygıtı içerisinde kendi rant adacıklarını oluşturmuş durumda ve hepsi de birilerinin elini öpüyor.
bugün devlet aygıtı türk sağının farklı fraksiyonları, hizipleri ve klikleri arasındaki siyasi ve iktisadi rant mücadelesinden kaynaklı olarak giderek çözülüyor ve adeta feodal bir karakter taşımaya başlıyor. devlet fetişisti türk sağının, kurumsal sadakatin yerine şahsi sadakati koyması ve “norm devleti”nin yerine kendi imtiyazlarını ikame etmesi ise son derece ironik bir şekilde devletin altını oyuyor. yani devleti en çok kutsayanların bizzat kendileri devleti çözündürüyor, çürütüyor.
***
bugün türkiye’de siyaset sağ fraksiyonlar arası bir güç mücadelesi şeklinde tezahür ediyor. bunun nedeni ise türkiye’nin sermaye düzeninin emekçi halka tarihin en büyük tepeden sınıf saldırısını gerçekleştirdiği bir konjonktürde, aşağıdan buna herhangi bir yanıt gelmemesi. yani emekçilerin bu gidişata güçlü bir yanıt verememeleri ve bir siyasal özne olarak müdahale edememeleri siyaseti egemen güçler arası bir mücadeleye dönüştürüyor, bunun faturası da eninde sonunda yine emekçi halka kesiliyor.
demek ki aynı şeyi bir kez daha tekrarlamak durumundayız: emekçilerin, yoksulların, işçi sınıfının, solun, sosyalistlerin olmadığı bir siyasette manzaranın bundan farklı olması mümkün değil; dolayısıyla da ya halk bir aktör olarak sahneye çıkıp gidişata müdahale edecek ya da bataklığın derinliği artarken kokusu daha da kesifleşecek. başka bir seçenek mevcut değil.
fatih yaşlı
devamını gör...
9.
olur mu canım öyle şey?
(bkz: buna kargalar bile güler)
(bkz: buna kargalar bile güler)
devamını gör...
10.
paralel aynı yön ve doğrultuda aralarındaki mesafeyi koruyarak ilerleyen çizgilerin durumunu anlatmaz mı yav.. bunlar böyle olduklarını görmüyor olabilirler mi.. yani aslında rahatsızlık paralelliğin varlığından değil, ancak ki kesişmeleri halinde sorun olarak görülür. ki sorun da paralel çizgilerin sorunudur, bizlik bir durum yokturdur.. biz her durumda öpülüp sevileceğizdir.. bak paralel olayım ki böyledir inanın..!!
devamını gör...