yazar: johann paul friedrich richter
yayım yılı: 1832
jean paul olarak da bilinen yazarın siyasi olaylara dair düşüncelerini ve eleştirilerini içeren denemeler tarzında bir derlemedir.
yayım yılı: 1832
jean paul olarak da bilinen yazarın siyasi olaylara dair düşüncelerini ve eleştirilerini içeren denemeler tarzında bir derlemedir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "elminster the wise" tarafından 21.04.2025 00:01 tarihinde açılmıştır.
1.
politische nachklänge... ben biliyordum, discours sur l'utilite des lettres'dan sonra buraya düşeceğimi.* fransız avukatların ve alman romantiklerin ağlaklıklarına kucak açmak gibi berbat bir huy edindim ama çözeceğim... sanırım.** johann paul friedrich richter'in ölümünden yedi yıl sonra 1832 yılında yayımlanmış olan, edebi ve siyasi denemenin neredeyse iç içe geçtiği politik söylevler bütünü. fazlası ile melankolik bir tonda yazıldığı kanaatindeyim ki bunu da dönemin siyasal krizlerine -spesifik olarak bizzat kendisi görmese dahi 1830 temmuz devrimi sonrası kıta avrupa’sında yükselen liberalizme ve almanya’daki politik parçalanmaya dair iyi bir öngörü sunduğunu söylemek gerekir- bağlanabilir sanıyorum ancak elbette richter'in içinde yer aldığı ekolün etkisi de azımsanamaz. richter, bir açıdan hem ahlaki hem duygusal ve elbette tarihsel bir bakışla müdahil oluyor geleceğe. bunu biraz açmak gerekir ancak öncesinde belki temmuz devrimine de göz kırpmak lazım zira çatırdamalardan önce ayak seslerini işitmiş vaziyette richter. çok derinleştirmeyeceğim zira yeri burası değil. temmuz devrimi daha çok siyasal otoritenin ilahi hak doktrininden koparılarak halk egemenliği zeminine çekildiği simgesel bir müdahale denilebilir. x. charles’ın monarşik despotizmine -basın sansürü, tanıdık geldi, dimi- karşı başlayan halk mücadelesi yalnızca bir rejim dönüşümü değil aynı zamanda burjuva liberalizminin siyasal olarak özneleşmesi, edilgenden etken konuma geçmesi olarak okunabilir ki son cümlemden tam emin değilim. belki sonra edit geçebilirim buraya. konuya dönecek olursak; elbette bu devrim, almanya’da bir yankılanmadan ziyade içsel bir çatallanma, yani siyasi kırılma da üretti. bir yanda devrimci hareketi içselleştirmeye çalışan genç idealistler varken duvarın öte yanında metternichçi restorasyonun kurumsal katılığı yer alıyordu. böylece alman entelijensiyası arasında özgürlük fikri ile düzenin içkin ağırlığı arasında çözülmeyen bir gerilim hattı peydah oldu. bu metni bu sürecin kaçınılmaz sonucu değil de iyi bir öngörü olarak görmek gerekiyor. elbette 1789 ve 1793'de fransa'da cereyan eden siyasi olayların belleği, bu derlemelerin yazılma sebebi, temmuz devrimi ise yayımlanma.
çok gevezelik ettim. kitap ne yazık ki edebi yoğunluğu yüksek hatta yer yer lirizme dahi kayan bir eser ama mizah yazıları kaleme alan richter'in kalemini küçümsememek de gerekiyor zira çarpıcı bir şekilde sivri bir dil de içeriyor. avrupa'da çatırdamanın seslerinin duyulduğu bu süreçte halkların özgürlük ve adalet arayışının yalnızca devrimci patlamalarla değil bireysel bilinçteki etik uyanışla mümkün olabileceği fikri siyasi bir zeminde değil daha çok richter'in entelektüel evreninde ahlaki siyasi bir ütopya inşası ne yazık ki. yine de tamamen pembe düş olarak değerlendirmek de akılcı değil zira halkların ruhunu ve tarihsel belleğini görece voltaireci ilerleme anlayışının seküler iyimserliğiyle değil aksine -en azından benim görüşüme göre- schillerci bir patosla; zamanın, esrik ve devingen ama çoğu zaman çürümüş ve adaletsiz yapılarla çevrelenmiş bütünüyle ele alıyor, richter. bu yönüyle de metin, liberalizmin rasyonel pragmatizmine karşı bir tür etik romantik tepki barındırıyor esasında. belki biraz üstüne düşsek rousseau’nun halk egemenliği anlayışı ve goethe'nin kişisel bütünlük ideali arasında bir köprü dahi kurabiliriz sanıyorum. bununla birlikte metnin zayıf noktalarından biri, dönemin siyasal gerçekliğine fazlasıyla ahlaki açıdan yaklaşması ve toplumsal dinamikleri yeterince analiz edememesi bana kalırsa. yani özünde, politische nachklänge, hegel’in devrim felsefesiyle ya da saint-simon’un erken sosyalist tahayyülüyle karşılaştırıldığında daha bireyci daha romantik kaçıyor. kant sonrası ahlaki sorumluluk ile postnapolyonik dönemin politik kırılganlığı arasında bir yerde hizalanıyor olsa dahi modernliğe duyulan salt hayranlıkla beraber korkuyu da içinde taşıyor ve özgürlük arzusunu siyasi devrimle değil daha çok ruhsal bir devinimle telafi etmeye çalışıyor. buna rağmen duygusal yoğunluğu, tarihsel farkındalığı ve siyasi arayışıyla bir arkadaştan gelen bir mektup gibi okuması keyifli bir metin. spesifik olarak monarşi ve özgürlük hakkında yazdığı birkaç pasajı alıntı olarak bırakma niyetindeyim. sonrasında tanımı sonlandıracağım. elminster the wise, keyifli okumalar diler.
"die thaten des gemeinen werden leicht vergessen; die des fürsten nie. wozu soll denn ein fürst mächtig seyn, als zum besten?
was weckt und stärkt in monarchien jenen gemeingeist, welcher gleichsam einen aller-seelen-leib bildet und eigne und fremde kräfte zu allen opfern zusammenschmelzt? wenn man von der einen seite mit freudiger erhebung sieht, wie kräftig schon ein beschränkter gemeingeist sich in körperschaften, ınnungen, ständen, mit selbstopferung, mit achtung für ıdee und mit menschenwürde offenbaret: so nimmt man auf der andern seite desto schmerzlicher wahr, daß nicht nur diese kleinen staaten dem einschmelzen in den großen strengflüssig widerstehen, sondern daß auch die einzelbürger, theilnahmlos getrennt, als einsame bohrwürmer im felsen des staats leben, lieber alles aufopfernd, als sich; und fürchterlich sondert in dem seltenen staatskörper sich glied von glied, nerv von nerv..." p.65
"wie könntet ihr eine freiheit verbieten, deren dahingebung (im gegensatz anderer güter) nur schwäche verriete, wie die verteidigung nur kraft! denn wahrheit, sittlichkeit und kunst werden sogar vor dem schicksal behauptet und angebetet, und der mensch sagt: „was auch übles daraus entspringe, ist nicht meine, sondern des universums schuld!“ — könnt ihr denn mächtiger fordern, als ein gott und die welt?" p.79
çok gevezelik ettim. kitap ne yazık ki edebi yoğunluğu yüksek hatta yer yer lirizme dahi kayan bir eser ama mizah yazıları kaleme alan richter'in kalemini küçümsememek de gerekiyor zira çarpıcı bir şekilde sivri bir dil de içeriyor. avrupa'da çatırdamanın seslerinin duyulduğu bu süreçte halkların özgürlük ve adalet arayışının yalnızca devrimci patlamalarla değil bireysel bilinçteki etik uyanışla mümkün olabileceği fikri siyasi bir zeminde değil daha çok richter'in entelektüel evreninde ahlaki siyasi bir ütopya inşası ne yazık ki. yine de tamamen pembe düş olarak değerlendirmek de akılcı değil zira halkların ruhunu ve tarihsel belleğini görece voltaireci ilerleme anlayışının seküler iyimserliğiyle değil aksine -en azından benim görüşüme göre- schillerci bir patosla; zamanın, esrik ve devingen ama çoğu zaman çürümüş ve adaletsiz yapılarla çevrelenmiş bütünüyle ele alıyor, richter. bu yönüyle de metin, liberalizmin rasyonel pragmatizmine karşı bir tür etik romantik tepki barındırıyor esasında. belki biraz üstüne düşsek rousseau’nun halk egemenliği anlayışı ve goethe'nin kişisel bütünlük ideali arasında bir köprü dahi kurabiliriz sanıyorum. bununla birlikte metnin zayıf noktalarından biri, dönemin siyasal gerçekliğine fazlasıyla ahlaki açıdan yaklaşması ve toplumsal dinamikleri yeterince analiz edememesi bana kalırsa. yani özünde, politische nachklänge, hegel’in devrim felsefesiyle ya da saint-simon’un erken sosyalist tahayyülüyle karşılaştırıldığında daha bireyci daha romantik kaçıyor. kant sonrası ahlaki sorumluluk ile postnapolyonik dönemin politik kırılganlığı arasında bir yerde hizalanıyor olsa dahi modernliğe duyulan salt hayranlıkla beraber korkuyu da içinde taşıyor ve özgürlük arzusunu siyasi devrimle değil daha çok ruhsal bir devinimle telafi etmeye çalışıyor. buna rağmen duygusal yoğunluğu, tarihsel farkındalığı ve siyasi arayışıyla bir arkadaştan gelen bir mektup gibi okuması keyifli bir metin. spesifik olarak monarşi ve özgürlük hakkında yazdığı birkaç pasajı alıntı olarak bırakma niyetindeyim. sonrasında tanımı sonlandıracağım. elminster the wise, keyifli okumalar diler.
"die thaten des gemeinen werden leicht vergessen; die des fürsten nie. wozu soll denn ein fürst mächtig seyn, als zum besten?
was weckt und stärkt in monarchien jenen gemeingeist, welcher gleichsam einen aller-seelen-leib bildet und eigne und fremde kräfte zu allen opfern zusammenschmelzt? wenn man von der einen seite mit freudiger erhebung sieht, wie kräftig schon ein beschränkter gemeingeist sich in körperschaften, ınnungen, ständen, mit selbstopferung, mit achtung für ıdee und mit menschenwürde offenbaret: so nimmt man auf der andern seite desto schmerzlicher wahr, daß nicht nur diese kleinen staaten dem einschmelzen in den großen strengflüssig widerstehen, sondern daß auch die einzelbürger, theilnahmlos getrennt, als einsame bohrwürmer im felsen des staats leben, lieber alles aufopfernd, als sich; und fürchterlich sondert in dem seltenen staatskörper sich glied von glied, nerv von nerv..." p.65
"wie könntet ihr eine freiheit verbieten, deren dahingebung (im gegensatz anderer güter) nur schwäche verriete, wie die verteidigung nur kraft! denn wahrheit, sittlichkeit und kunst werden sogar vor dem schicksal behauptet und angebetet, und der mensch sagt: „was auch übles daraus entspringe, ist nicht meine, sondern des universums schuld!“ — könnt ihr denn mächtiger fordern, als ein gott und die welt?" p.79
devamını gör...
