#ödüllü filmler
2023 irlanda, birleşik krallık ve abd ortak yapımı bilim kurgusal bir romantik komedi filmidir. alasdair gray'in aynı isimli romanından uyarlanıp tony mcnamara tarafından senaryosu yazılan yapımın yönetmeni ise yorgos lanthimos'tur. başrollerinde emma stone, mark ruffalo, willem dafoe gibi isimlerin bulunduğu filmin konusunda; bella baxter, sıra dışı ve parlak bir bilim insanı olan dr. godwin baxter tarafından hayata döndürülmüştür. bella, dünyevi deneyim eksikliğini giderebilmek için hilebaz ve uçarı duncan wedderburn ile kaçar ve kıtalar boyunca çılgın maceralara atılır.
*venedik film festivali (2023) - en iyi film altın aslan ödülü / unimed ödülü [yorgos lanthimos]
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "zed's dead baby" tarafından 10.06.2023 12:58 tarihinde açılmıştır.
1.
yönetmenliğini yorgos lantimos'un yaptığı ve başrollerinde mark ruffalo , emma stone ve william dafoe'in rol aldığı drama türü filmin gösterim tarihi 8 eylül 2023.
poor things | official trailer | searchlight pictures / searchlightpictures
poor things | official trailer | searchlight pictures / searchlightpictures
devamını gör...
2.
yorgos lanthimos imzalı 2023 yapımı sinema filmi. altın aslan ile döndü ilk festivali venedik'ten. cannes 2023'ü kaçırmış olması festivalin diğer filmlerinin şansı mı, göreceğiz. gerçi bu sene cannes seçkisi de parmak ısırttı...
türkiye'de de oldukça popüler olan yönetmenin poor things orijinal isimli filminin ilk gösterimi, filmekimi kapsamında kapanış filmi olarak tek gün aynı saatteki 2 seans ile yapılacak bu pazar. bakalım yine ne sürprizler hazırladı bu çılgın beyefendi bize.
türkiye'de de oldukça popüler olan yönetmenin poor things orijinal isimli filminin ilk gösterimi, filmekimi kapsamında kapanış filmi olarak tek gün aynı saatteki 2 seans ile yapılacak bu pazar. bakalım yine ne sürprizler hazırladı bu çılgın beyefendi bize.
devamını gör...
3.
leiden 18. uluslararası film festivali açılışında izleme şansı bulduğum yeni yorgos lanthimos deliliği.
"yeni bir delilik" tabiri lanthimos'un önceki filmleri için iddialı sayılabilir aslında. o filmlerde, alışılmadık tarzda olsa da, tasarlanan dünya gerçeklik kazanından pek taşmıyordu. ne var ki poor things bu kazandan taşmakla kalmamış; mutfakta ne varsa her şeyi birbirinin içine geçirmiş ve bunu aynı anda hem ürkütücü hem tatlı bir şekilde yapmayı başarmış. hikayenin ilerleyişi ve "happy gothic" atmosfer yaratımı yer yer tim burton, yer yer guillermo del toro havaları estirmedi desem yalan olur.
genel değerlendirme ibremi olumlu yönde kıracağıma emin olsam da "izlediğim en iyi lanthimos filmi" der miyim, bundan emin değilim. belki de uyarlandığı kitabın sınırlayıcılığından kaynaklı olarak senaryoda bir tutukluk, bir kuşatılmışlık vardı ve bu da yer yer filmin ilerleyişine dair merakımı -ki genelde lanthimos filmlerinde asla kaybolmayan bir unsur olduğunu düşünürüm- törpüledi, filmi tahmin edilebilir kıldı. sanırım filmden aldığım tadı tam olarak tarif edebileceğim tek yol "hatalı bir yetişkinin önerisi ile çocuklar için uygun olmayan, ziyadesiyle müstehcen bir kitaba başlamış ve okurken gerilmesine rağmen elinden de bırakamamış bir çocuğun kafa karışıklığı" olur.
oyunculuklara değinmek gerekirse, willem dafoe ve mark ruffalo kendilerinden beklenen ne ise onu layığıyla yerine getirmişler ama emma stone kendisini izlediğim en iyi performansı ortaya koymakla kalmamış, oscar adaylıkları/ödülü olmasını "abartı" bulanlara nefis de bir cevap vermiş, filmi sırtlanmış, hiç soluklanmadan 140 dakika taşımış ve bitirmiş.
yazımı, filmin mümkünse sinemada izlenmesi gerektiğini belirterek sonlandırıyor ve "yaşasın garip, ne idiği belirsiz filmler!" diyorum.
"yeni bir delilik" tabiri lanthimos'un önceki filmleri için iddialı sayılabilir aslında. o filmlerde, alışılmadık tarzda olsa da, tasarlanan dünya gerçeklik kazanından pek taşmıyordu. ne var ki poor things bu kazandan taşmakla kalmamış; mutfakta ne varsa her şeyi birbirinin içine geçirmiş ve bunu aynı anda hem ürkütücü hem tatlı bir şekilde yapmayı başarmış. hikayenin ilerleyişi ve "happy gothic" atmosfer yaratımı yer yer tim burton, yer yer guillermo del toro havaları estirmedi desem yalan olur.
genel değerlendirme ibremi olumlu yönde kıracağıma emin olsam da "izlediğim en iyi lanthimos filmi" der miyim, bundan emin değilim. belki de uyarlandığı kitabın sınırlayıcılığından kaynaklı olarak senaryoda bir tutukluk, bir kuşatılmışlık vardı ve bu da yer yer filmin ilerleyişine dair merakımı -ki genelde lanthimos filmlerinde asla kaybolmayan bir unsur olduğunu düşünürüm- törpüledi, filmi tahmin edilebilir kıldı. sanırım filmden aldığım tadı tam olarak tarif edebileceğim tek yol "hatalı bir yetişkinin önerisi ile çocuklar için uygun olmayan, ziyadesiyle müstehcen bir kitaba başlamış ve okurken gerilmesine rağmen elinden de bırakamamış bir çocuğun kafa karışıklığı" olur.
oyunculuklara değinmek gerekirse, willem dafoe ve mark ruffalo kendilerinden beklenen ne ise onu layığıyla yerine getirmişler ama emma stone kendisini izlediğim en iyi performansı ortaya koymakla kalmamış, oscar adaylıkları/ödülü olmasını "abartı" bulanlara nefis de bir cevap vermiş, filmi sırtlanmış, hiç soluklanmadan 140 dakika taşımış ve bitirmiş.
yazımı, filmin mümkünse sinemada izlenmesi gerektiğini belirterek sonlandırıyor ve "yaşasın garip, ne idiği belirsiz filmler!" diyorum.
devamını gör...
4.
bu filmin dağıtımcısı neyin kafasını yaşıyor çok merak ediyorum.
film çoğu şehirde yok, düzcede var adana’da yok neye göre dağıttınız lan bu filmi.
zaten dünyadan 2 ay sonra vizyona girdi. sinema fiyatlarını bile göze alıp bir film izleyelim diyoruz yine izleyemiyoruz.
film çoğu şehirde yok, düzcede var adana’da yok neye göre dağıttınız lan bu filmi.
zaten dünyadan 2 ay sonra vizyona girdi. sinema fiyatlarını bile göze alıp bir film izleyelim diyoruz yine izleyemiyoruz.
devamını gör...
5.
dün izmir karaca sinemasında izlediğim feminist bir film. modern feminist frenkstain filmi. bir kadının kendi cinselliğini ve dünyayı keşfederken kendini bulma yolculuğu.
cinsellik , kadının mülk olarak görülmesinden doğan kıskançlık ve gaddarlık filmde güzel anlatılmış.
kadınların, konfor alanlarından çıkıp dünyayı ve kendini tanıma maceralarına atıllmalarina karşi baba, sevgili, eş onu hapisetmeye kararlı. başaramayacaksınız.
cinsellik , kadının mülk olarak görülmesinden doğan kıskançlık ve gaddarlık filmde güzel anlatılmış.
kadınların, konfor alanlarından çıkıp dünyayı ve kendini tanıma maceralarına atıllmalarina karşi baba, sevgili, eş onu hapisetmeye kararlı. başaramayacaksınız.
devamını gör...
6.
çok çok beğendim ben. dekor, sahneler sanat eseri gibiydi. siyah beyaz başlayıp maceraya atılmaya başlayınca renklenmesi çok hoştu. balık gözü kamerayla çekimler vardı. iskenderiye sahnesinde aşağıdaki fakirler hareketli tablo gibi birşeydi. lizbondaki şarkı sahnesi. paris'te ki ucube tipler.. hangi birini saysam bilemedim. kesinlikle gidin.
neredeyse sıfır zekaya sahip bella'nın günden güne zihnen ve duygusal açıdan muhteşem gelişmesini izlemek çok güzeldi. feminist yönü olan bir filmdi. bella'nın cinselliği öğrenmesi, bilgiye ve maceraya açlığı. paytak yürüyüşü ile başına buyruk tavırları ,romantik ilişkilere uzaktan ve mantık çerçevesinde bakışı çok komikti. dans sahnesi herkesin favorisi sanırım . tabiki böyle bir kadının birçok hayranı (aşığı) olması da gayet normal. bağımsız kadın karşısında kuduran erkekleri bol bol görebilirsiniz filmde ;)
barbie filmine de gitmiştim 6 ödül almış bu film 11 dalda aday sanırım. bence barbieyi sollar. tabi elmayla armutu karşılaştırmaya gerek yok ama ikiside feminist yapımlar ve fantastik-gerçekçi arasında gidip gelen dünyalar olduğu için ister istemez kıyaslama yapasim geldi.
ayrıca frenkenstein romanı ile de karşılaştırılabilir. konu yönünden ikiside ölü ve sonradan canlanan iki varlık. biri çirkin ve iyi kalpli olmasına rağmen "canavar" muamelesi görüp zamanla kötülüğe yaklaşırken diğeri onun kadar erdemli veya iyi kalpli değil (daha doğrusu bunu sonradan tecrübe ederek öğreniyor) fakat "güzel ama aptal kadın "olduğu için zavallı canavar kadar acı çekmiyor. tam tersine arkadaşları, aşıkları oluyor. ışte gerisini siz çıkarım yapın artık :)
neredeyse sıfır zekaya sahip bella'nın günden güne zihnen ve duygusal açıdan muhteşem gelişmesini izlemek çok güzeldi. feminist yönü olan bir filmdi. bella'nın cinselliği öğrenmesi, bilgiye ve maceraya açlığı. paytak yürüyüşü ile başına buyruk tavırları ,romantik ilişkilere uzaktan ve mantık çerçevesinde bakışı çok komikti. dans sahnesi herkesin favorisi sanırım . tabiki böyle bir kadının birçok hayranı (aşığı) olması da gayet normal. bağımsız kadın karşısında kuduran erkekleri bol bol görebilirsiniz filmde ;)
barbie filmine de gitmiştim 6 ödül almış bu film 11 dalda aday sanırım. bence barbieyi sollar. tabi elmayla armutu karşılaştırmaya gerek yok ama ikiside feminist yapımlar ve fantastik-gerçekçi arasında gidip gelen dünyalar olduğu için ister istemez kıyaslama yapasim geldi.
ayrıca frenkenstein romanı ile de karşılaştırılabilir. konu yönünden ikiside ölü ve sonradan canlanan iki varlık. biri çirkin ve iyi kalpli olmasına rağmen "canavar" muamelesi görüp zamanla kötülüğe yaklaşırken diğeri onun kadar erdemli veya iyi kalpli değil (daha doğrusu bunu sonradan tecrübe ederek öğreniyor) fakat "güzel ama aptal kadın "olduğu için zavallı canavar kadar acı çekmiyor. tam tersine arkadaşları, aşıkları oluyor. ışte gerisini siz çıkarım yapın artık :)
devamını gör...
7.
öncelikle belirteyim film izlenir. kesinlikle kötü, vasat veya vakit kaybı vs değil ama hikâyeden bir başyapıt çıkacağı yerde maalesef gereksiz uzatılmış cinsellik sahneleriyle film sadece izlenebilir statüsünde kalarak kendi değerini düşürmüş. olmasın demiyorum hocam! illa olacaksa olsun ama o kadar çok olmasına gerek yoktu. bir noktadan sonra izleyicinin o sahneleri izlemesi yerine sadece imâ yoluna başvurulabilirdi. izlerken öyle sahneleri çok fazla koyma nedenleri olarak "heralde zaman doldurmak istemişler" diye düşündüm. ve bu düşünce bilirsiniz ki basit işlerde aklınıza gelir. sırf filmi uzatmak, dolu göstermek için yapılan ucuz bir numaradır. hani bu film oscar'a adaysa ve bu kadar bayağı sahneyi barındırıyorsa ne diye film için adaylık verilmiş diye düşünüyor insan?! en iyi kadın oyuncu veya görüntü yönetmeni gibi adaylıkları anlarım ama en iyi film ödülünü alırsa hiçbir ödüllü filme iyidir önyargısıyla yaklaşmayacağım artık:) filmden çıktığımda izleyiciler arasında birisinin "gereksiz sahnelerle filmi sıkmışlar" deyişi ne demek istediğimi özetliyor.
iyi yönlerine gelecek olursak; kostümler çok hoştu (ana karakter bella'nın giydikleri özellikle) ve hikâye de enteresan (frankenstein'ı anımsatması hariç). açıkçası kitabı olduğunu bilmeden izledim. kitabını yakın zamanda okumayı düşünüyorum zirâ hikâyenin merak uyandırıcı olduğunu kabul ediyorum.
filmin en güzel tarafı ise izleyenlere bir görsel şölen sunması. kostümlerin yanı sıra mekanlar ve filmde siyah-beyazdan renkliye geçiş gibi izleyiciye çok hoş gelebilecek detaylar mevcut. balık lensi ile çekim de bu şölene çok güzel bir katkı sağlamış diyebilirim.
ve bir diğer beğendiğim kısım, gemideki arkadaşı yaşlı hanımla olan muhabbetleri. bir nevi bella'nın gelişim sürecindeki en önemli zamanlar diyebiliriz. film internete düştüğünde beğendiğim replikleri kaydetmek için o sahneleri tekrar izleyeceğim. gerçekten not almalık, güzel replikler vardı.
son olarak, eğer gereksiz sahnelerin çokluğu bu kadar olmasaydı 2. kez bile sinemaya para vermeye değer diye düşünür ve tekrar giderdim. sevdiğim filmleri --özellikle görsel olarak beğendiklerimi-- sinemada kesinlikle tekrar izleyen biriyim. lâkin film bu haliyle uzun uzadıya bir izleyişi daha maalesef hak etmiyor.
iyi yönlerine gelecek olursak; kostümler çok hoştu (ana karakter bella'nın giydikleri özellikle) ve hikâye de enteresan (frankenstein'ı anımsatması hariç). açıkçası kitabı olduğunu bilmeden izledim. kitabını yakın zamanda okumayı düşünüyorum zirâ hikâyenin merak uyandırıcı olduğunu kabul ediyorum.
filmin en güzel tarafı ise izleyenlere bir görsel şölen sunması. kostümlerin yanı sıra mekanlar ve filmde siyah-beyazdan renkliye geçiş gibi izleyiciye çok hoş gelebilecek detaylar mevcut. balık lensi ile çekim de bu şölene çok güzel bir katkı sağlamış diyebilirim.
ve bir diğer beğendiğim kısım, gemideki arkadaşı yaşlı hanımla olan muhabbetleri. bir nevi bella'nın gelişim sürecindeki en önemli zamanlar diyebiliriz. film internete düştüğünde beğendiğim replikleri kaydetmek için o sahneleri tekrar izleyeceğim. gerçekten not almalık, güzel replikler vardı.
son olarak, eğer gereksiz sahnelerin çokluğu bu kadar olmasaydı 2. kez bile sinemaya para vermeye değer diye düşünür ve tekrar giderdim. sevdiğim filmleri --özellikle görsel olarak beğendiklerimi-- sinemada kesinlikle tekrar izleyen biriyim. lâkin film bu haliyle uzun uzadıya bir izleyişi daha maalesef hak etmiyor.
devamını gör...
8.
filmi uzun uzadıya anlatanlar, filmin künyesinden bahsedenler olduğu için ben kendi penceremden birkaç şey söyleyeceğim sadece.
bella'nın dünyayı ve kendisini keşfe çıkışı; parayla, kendi cinselliğiyle, yeryüzündeki acıyla ve dünyanın çürümüşlüğüyle tanışma hikayesi etkileyiciydi.
teknik açıdan da dört başı mamur bir anlatıydı. oyunculuklar, çekimler, kostümler, müzikler, diyaloglar; hepsi muazzamdı.
geminin demirlediği bir limanda balla'nın sınıfsal ayrımdan dolayı gördüğü manzarayla birlikte acıyla tanışması ve yıkılması sahnesi çok sarsıcıydı.
bella'nın dünyayı ve kendisini keşfe çıkışı; parayla, kendi cinselliğiyle, yeryüzündeki acıyla ve dünyanın çürümüşlüğüyle tanışma hikayesi etkileyiciydi.
teknik açıdan da dört başı mamur bir anlatıydı. oyunculuklar, çekimler, kostümler, müzikler, diyaloglar; hepsi muazzamdı.
geminin demirlediği bir limanda balla'nın sınıfsal ayrımdan dolayı gördüğü manzarayla birlikte acıyla tanışması ve yıkılması sahnesi çok sarsıcıydı.
devamını gör...
9.
sevsem mi sevmesem mi bilemediğim film.
2 günde bitirdim resmen, dayanamadım bir süre sonra izlemeye.
bu nedenle yorumumu da 2 kısma ayırmaya karar verdim.
birincisi görsellik.
gerçekten tablo seyreder gibiydi. o kadar renk kontrastı, düzenlemeler ruh hallerine ve bırakmayı düşündükleri izlenime göre kontrastı ayarlamaları beni büyüledi. uzun süre filmi bu görsel şöleni sayesinde izledim zaten.
diğer kısım ise konusu ve işlenişi.
hiç bir şey yapmasalar da konusu ve görselliği sayesinde muhtemelen başarılı bir festival filmi olurdu ama cinselliğin gösterilebilir oluşunu aşırı ekleyerek bunu pekiştirmek istedikleri düşüncesindeyim. bebek beyni ile bir yetişkinin varlığı oldukça şaşırtıcı ve çok iyi bir konu. hatta bella'nın kendi bedenini keşfi de bir o kadar olası ki, çocuklarda bu erken ergenlik dönemi gibi bir şey genellikle yaşanan bir şeymiş. bu kadar bahsedilmesini gereksiz bulsam da, bağlantıları iyiydi, afrikada gerçekleştirilen kadın sünnetleri gerçeği gibi mesela. distopik bir evren de yaratmışlar bence amaç bu muydu bilemem tabi ama. doktor canavar'ın tanrı ile aynı kısa isme sahip olması da ironik olarak güzeldi.
özetle,
filme puan verecek haddim yok muhtemelen ama tekrar izler miyim? hayır.
mutlaka izlenilmeli mi? evet.
2 günde bitirdim resmen, dayanamadım bir süre sonra izlemeye.
bu nedenle yorumumu da 2 kısma ayırmaya karar verdim.
birincisi görsellik.
gerçekten tablo seyreder gibiydi. o kadar renk kontrastı, düzenlemeler ruh hallerine ve bırakmayı düşündükleri izlenime göre kontrastı ayarlamaları beni büyüledi. uzun süre filmi bu görsel şöleni sayesinde izledim zaten.
diğer kısım ise konusu ve işlenişi.
hiç bir şey yapmasalar da konusu ve görselliği sayesinde muhtemelen başarılı bir festival filmi olurdu ama cinselliğin gösterilebilir oluşunu aşırı ekleyerek bunu pekiştirmek istedikleri düşüncesindeyim. bebek beyni ile bir yetişkinin varlığı oldukça şaşırtıcı ve çok iyi bir konu. hatta bella'nın kendi bedenini keşfi de bir o kadar olası ki, çocuklarda bu erken ergenlik dönemi gibi bir şey genellikle yaşanan bir şeymiş. bu kadar bahsedilmesini gereksiz bulsam da, bağlantıları iyiydi, afrikada gerçekleştirilen kadın sünnetleri gerçeği gibi mesela. distopik bir evren de yaratmışlar bence amaç bu muydu bilemem tabi ama. doktor canavar'ın tanrı ile aynı kısa isme sahip olması da ironik olarak güzeldi.
özetle,
filme puan verecek haddim yok muhtemelen ama tekrar izler miyim? hayır.
mutlaka izlenilmeli mi? evet.
devamını gör...
10.
bir yorgos lanthimos filmidir.
filmin senaryosunu tony mcnamara yazmıştır. bu senaryo alasdair grey'in aynı adlı romanından uyarlanmıştır.
filmin başrollerinde bu filmdeki rolüyle hem bafta ödüllerinde hem altın küre'de ödül kazanan hem de 96. akademi ödüllerinde en iyi kadın oyuncu dalında aday olan emma stone, benim her zaman çok beğendiğim mark ruffalo, tüm zamanların en iyilerinden willem defoe, ramy youssef ve vikki pepperdine oynamıştır.
film aynı zamanda 96. akademi ödüllerinde en iyi film, en iyi uyarlama senaryo, en iyi kadın oyuncu ve en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında adaylık kazanmıştır.
önceden belirteyim ki ben bu filmi çok beğendim. bende doktor moreau'nun adası, frankenstein, alice harikalar diyarında ve dracula eserlerini hatırlattı film. zaten filmde willem defoe'nin oynadığı karakter doktor moreau ve doktor frankenstein'ın bir karışımı gibi.
bir cerrah tarafından bir anlamda ölümden döndürülen bir kadının en saf haliyle gerçek dünyaya karışması anlatılıyor filmde. erkek figürlerin koruma ve yönetme içgüdüsü ile kadının özgürlük arayışı iç içe geçiyor filmde.
çok ama çok iyi bir filmdi.
filmin senaryosunu tony mcnamara yazmıştır. bu senaryo alasdair grey'in aynı adlı romanından uyarlanmıştır.
filmin başrollerinde bu filmdeki rolüyle hem bafta ödüllerinde hem altın küre'de ödül kazanan hem de 96. akademi ödüllerinde en iyi kadın oyuncu dalında aday olan emma stone, benim her zaman çok beğendiğim mark ruffalo, tüm zamanların en iyilerinden willem defoe, ramy youssef ve vikki pepperdine oynamıştır.
film aynı zamanda 96. akademi ödüllerinde en iyi film, en iyi uyarlama senaryo, en iyi kadın oyuncu ve en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında adaylık kazanmıştır.
önceden belirteyim ki ben bu filmi çok beğendim. bende doktor moreau'nun adası, frankenstein, alice harikalar diyarında ve dracula eserlerini hatırlattı film. zaten filmde willem defoe'nin oynadığı karakter doktor moreau ve doktor frankenstein'ın bir karışımı gibi.
bir cerrah tarafından bir anlamda ölümden döndürülen bir kadının en saf haliyle gerçek dünyaya karışması anlatılıyor filmde. erkek figürlerin koruma ve yönetme içgüdüsü ile kadının özgürlük arayışı iç içe geçiyor filmde.
çok ama çok iyi bir filmdi.
devamını gör...
11.
yani sürreal bir film.bunun neresinden feminizm devsirdiler gercekten anlamak zor.iki lezbiyen sevişi ve birkac genelev enstantanesi ve yer yer emma goldman'a yapilan göndermeler oldukça eğreti durmuş.elin balikcisi marangozu,tüccarı genelevden cikmior ne hikmetse.normalde tam gün mesai gereği emmanin pestilinin cikmasi gerekirken bos kalan zamanlarinda sosyalizme ve lezbiyenliğe bile kafa yorabiliyor.film bni ne rahatsiz etti ne de kendine hayran biraktirdi.filmin ve emmanin ödül almasi ise kimse kusuruma bakmasin ama gercekten komiğime gitti.emmanin saklamasi gereken ne varsa gördük bu arada kukusu,memesi falan.görmesek de olurmuş o da ayri.
devamını gör...
12.
sinematografik olarak başarılı, konu olarak vasat izle geç tarzında bir film..
yorumları okuyunca derinlikli felsefik bir film bekliyordum ama maalesef sadece çok felsefik şeyler anlatıyormuş taklidi yapan boş bir film çıktı. yine de görsellik ve oyunculuklar için izlenebilir.
yorumları okuyunca derinlikli felsefik bir film bekliyordum ama maalesef sadece çok felsefik şeyler anlatıyormuş taklidi yapan boş bir film çıktı. yine de görsellik ve oyunculuklar için izlenebilir.
devamını gör...
13.
güzel bir film, şu sıra o kadar gişe filmine gittim, içlerinde dune'dan sonra bir tek bunu beğendim. gidecekler için baştan söyleyeyim the zone of interest de anatomy of a fall da dibine kadar ortalama filmler. anatomy of a fall, hatta dümdüz vasat bir film.
devamını gör...
14.
atmosfer değişikliği için bire bir, farklı bir zihin ve özgün bir anlatım. bazı kısımlarında uzatmalar ve sapmalar olsa da hiç mi hiç fena değildir.
devamını gör...
15.
her ne kadar senaryo bir erkeğin yazdığı bir kitaptan bir erkek tarafından uyarlanarak yazılmış, bir erkek tarafından yönetilmiş olsa da, ironik bir şekilde filmin “feminist” olduğu söyleniyor. ancak bunun bir önemi yok çünkü sembolizm aracılığıyla asıl mesaj feminizmin çok ötesine geçiyor. çünkü mesaj; saf, güzel, doğal olan her şeyi çarpıtıp tam tersini benimsetmek.
filmin belirli bir siyasi akımı ısrarla tanıtması şaşırtıcı değil, bir çeşit sosyal mühendislik; öğreti. dünya elitlerinin sosyalist bir dünya hükümeti yaratmak için yoğun bir şekilde çalıştığı gerçekliğinde, sosyalizmi gerçek formasyonundan çıkarıp sadece, sosyalist kelimesini “dünyayı daha iyiye doğru değiştirmek” kısmı ile ilişkilendirmemizi istiyorlar. eğer film başka bir siyasi akımı desteklemiş olsaydı, zaten bu kabul edilinemezdi.
filmde çocukların cinselleştirilmesi ve kadınların cinsel aşağılama yoluyla “güçlendirilmesi” gibi çarpık kavramların olumlandırılması amaçlanmış. elbette her film mutlu, güzel şeyleri tasvir etmek zorunda değil. ancak poor things'in temel mesajı, bu rahatsız edici şeylerin aydınlanmış bir toplumda iyi ve arzu edilir olduğu.
filmin belirli bir siyasi akımı ısrarla tanıtması şaşırtıcı değil, bir çeşit sosyal mühendislik; öğreti. dünya elitlerinin sosyalist bir dünya hükümeti yaratmak için yoğun bir şekilde çalıştığı gerçekliğinde, sosyalizmi gerçek formasyonundan çıkarıp sadece, sosyalist kelimesini “dünyayı daha iyiye doğru değiştirmek” kısmı ile ilişkilendirmemizi istiyorlar. eğer film başka bir siyasi akımı desteklemiş olsaydı, zaten bu kabul edilinemezdi.
filmde çocukların cinselleştirilmesi ve kadınların cinsel aşağılama yoluyla “güçlendirilmesi” gibi çarpık kavramların olumlandırılması amaçlanmış. elbette her film mutlu, güzel şeyleri tasvir etmek zorunda değil. ancak poor things'in temel mesajı, bu rahatsız edici şeylerin aydınlanmış bir toplumda iyi ve arzu edilir olduğu.
devamını gör...
16.
sabahtan akşama övmek istediğim bir film. yorgos lanthimosun film tarzına zaten bayılıyorum. benim için köpek dişi bir numaradaydı ama bu bambaşka bir manyaklık olmuş. sinematografik açıdan görsel şölen, diyaloglar muazzam ve şaşırtıcı şekilde sessiz bir film değil karakterler arası bolca diyalog var. bellanın bedeni üzerinden hayatla temas etmeye çalışması, hislerini anlamlandırması karakterin adım adım derinleşmesi, çok çok beğendim. kurguda her karaktere kendine uygun bir final yazması çok yerinde olmuş. en en etkilendiğim sahne ise lisbonda kendi başına dolaşırken müzisyenin büyüsüne kapılıp gözleri doluyor, sanki aynısını hissetmiş gibi oldum.
toplum normları, kısıtlanma, özgürlük, kendini keşfetme, sınırlar, cinsiyet rolleri, şiddet, cinsellik gibi birçok konuyu bir filmde anlatıp bütünleştirebilmesi büyük başarı. bir süre başka bir film izlemeyip bu filmin güzelliğini yaşamak istiyorum.
toplum normları, kısıtlanma, özgürlük, kendini keşfetme, sınırlar, cinsiyet rolleri, şiddet, cinsellik gibi birçok konuyu bir filmde anlatıp bütünleştirebilmesi büyük başarı. bir süre başka bir film izlemeyip bu filmin güzelliğini yaşamak istiyorum.
devamını gör...
17.
nihayet izlediğim yorgos lanthimos tarafından çekilmiş 2 saat 21 dakikalık amerikan filmi; senaryosu tony mcnamara tarafından yazılmış olup başrolde ise emma stone
mark ruffalo
willem dafoe
ramy youssef
jerrod carmichael gibi oyuncular yer alır.
dr. godwin baxter adında ve frankenstein'a fiziksel açıdan benzeyen yüzü deforme olmuş bir cerrahın köprüden atlayıp intihar eden bir kadının beynini onun karnındaki bebeğe nakledip onu istediği şekilde yetiştirmesini konu ediniyor.
konuyu biraz daha açmakta fayda var; çünkü filmimiz çok katmanlı ve çeşitli konulara da değiniyor.
bella baxter adındaki bu kız ise zihinsel olarak biraz geridedir, koordinasyonları alışılmışın dışındadır çünkü onun zihni bir bebeğin zihnidir.
hareketleri oldukça tuhaf olan bu genç kız bir gün duncan wedderburn ile kaçar ve dünyayı keşfetmeye başlar.
genç bella aslında bir deneydir.
tanrı diye seslendiği cerrah tarafından özgürlüğü kısıtlanmıştır.
aynı zamanda kendisini, insanları, toplumsal normları ve cinselliği keşfeder, kendisi ise max mccandles adlı asistan ile nişanlı sayılır.
dünyayı keşfetme serüveninde fahişelik yapmak zorunda kalır.
yeni insanlar tanır, kendisini tanır, okumaya başlar ve değişmeye başlar.
en sonunda ise her şey genç kızın istediği gibi olur, kocası olduğunu iddia eden adamla tanışır, kendisinin tanrı dediği cerrah tarafından kandırılmış olduğunu anlar.
film hakkında kendi fikrime geçecek olursam;
emma stone'un oyunculuğu gerçekten oscar ödülünü hak ediyor, nitekim ödülü de kazanmış.
onun filmin başındaki aptal insan rolü oldukça gerçekçiydi, meyvelerle mastürbasyonu keşfetmesi, sözünü sakınmayan birisi oluşu, özgürlüğü merak edişi hikâyeye farklı bir anlam da katıyor.
cerrah rolündeki adamın oyunculuğu da iyiydi, her şeyi objektif olarak ele alması ve gerçek bir cerrah gibi soğukkanlı oluşu iyiydi.
filmi sinematografik açıdan da beğendim, dönemin yaşantısı, filmin başlarda renksiz oluşu, dekorun o dönemi aynen yansıtması filme ne kadar önem verdiklerini gösteriyor, her şey ince ince düşünülmüş ve güzel oynanmış.
filme dair birkaç fikir daha belirtecek olursam; cinsellik sahnelerinin gerçek olup olmadığı, emma stone'un filmde cinsel olarak görülmediği bir yeri kalmadığı için ve sevişme sahneleri aşırı gerçekçi olduğu için acaba bu olabilir mi diye düşünmemek elde değil.
toplumsal sınırlar, cinsiyetlere biçilen roller, kadın olmanın sosyal hayattaki önemi ve anlamı, cinsellik ve bir kadının bütün bunları keşfetmesi, hissetmeye ve düşünmeye başlaması, çocuklar için parayı gizlice çalması, karakterin dönüşümünü gösterir.
film ayrıca aldatma olgusuna da değiniyor.
bella'nın dünya turuna çıktığı ve yattığı ilk kişi olan duncan wedderburn yüzlerce kadınla yattığını gururla söyler ama bella'nın fahişelik yapmak zorunda kalışını ânında ihanet olarak kabul eder, fahişe diye bağırır ama kendisi yüzlerce kadınla sevişmiştir.
erkeğin sevişmesinin toplumda hiçbir adı yokken kadının sevişmesinin direkt o.....luk olarak nitelendirilmesi toplumun sekse bakış açısını kanıtlar niteliktedir.
filmin bu cinsiyet eşitsizliğini de işlemesi iyiydi.
film biraz uzun gibi gelebilir ama yine de mutlaka izlenesi olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
cerrahın ona yalan söylemesi, hadım edildiği için ondan cinsel olarak faydalanmaması, onu sadece bir deney olarak görmesi, özgürlüğünü kısıtlaması, hayatının kontrolünü ele alması, biraz da truman show filmini hatırlatıyor çünkü onda da hayatı kurgudan ibaretti, burada da gerçekliğe dair hiçbir bilgisi olmayan bir genç kız söz konusu.
hayatı kurgulanmış, dış dünyadan izole yaşıyor ve dünyayı görmemiş, kurallara uymak zorunda, kendisine bir sınır çizilmiş ve bu aslında kabul edilemez.
bella'nın okuduğu kitapta yazarın kadınlara tavsiye vermediğini, sadece erkekleri kâle aldığını düşünmesi bile kadının bu dünyada sadece meta olarak görülmesini destekliyor.
sadece bir görsel şölenden daha fazlası, temelinde oldukça felsefik mesajların da yer aldığı keskin bir filmdi kesinlikle.
bir maceraya atılma ve kendi sınırlarını keşfetmeye dair iyi bir film.
mark ruffalo
willem dafoe
ramy youssef
jerrod carmichael gibi oyuncular yer alır.
dr. godwin baxter adında ve frankenstein'a fiziksel açıdan benzeyen yüzü deforme olmuş bir cerrahın köprüden atlayıp intihar eden bir kadının beynini onun karnındaki bebeğe nakledip onu istediği şekilde yetiştirmesini konu ediniyor.
konuyu biraz daha açmakta fayda var; çünkü filmimiz çok katmanlı ve çeşitli konulara da değiniyor.
bella baxter adındaki bu kız ise zihinsel olarak biraz geridedir, koordinasyonları alışılmışın dışındadır çünkü onun zihni bir bebeğin zihnidir.
hareketleri oldukça tuhaf olan bu genç kız bir gün duncan wedderburn ile kaçar ve dünyayı keşfetmeye başlar.
genç bella aslında bir deneydir.
tanrı diye seslendiği cerrah tarafından özgürlüğü kısıtlanmıştır.
aynı zamanda kendisini, insanları, toplumsal normları ve cinselliği keşfeder, kendisi ise max mccandles adlı asistan ile nişanlı sayılır.
dünyayı keşfetme serüveninde fahişelik yapmak zorunda kalır.
yeni insanlar tanır, kendisini tanır, okumaya başlar ve değişmeye başlar.
en sonunda ise her şey genç kızın istediği gibi olur, kocası olduğunu iddia eden adamla tanışır, kendisinin tanrı dediği cerrah tarafından kandırılmış olduğunu anlar.
film hakkında kendi fikrime geçecek olursam;
emma stone'un oyunculuğu gerçekten oscar ödülünü hak ediyor, nitekim ödülü de kazanmış.
onun filmin başındaki aptal insan rolü oldukça gerçekçiydi, meyvelerle mastürbasyonu keşfetmesi, sözünü sakınmayan birisi oluşu, özgürlüğü merak edişi hikâyeye farklı bir anlam da katıyor.
cerrah rolündeki adamın oyunculuğu da iyiydi, her şeyi objektif olarak ele alması ve gerçek bir cerrah gibi soğukkanlı oluşu iyiydi.
filmi sinematografik açıdan da beğendim, dönemin yaşantısı, filmin başlarda renksiz oluşu, dekorun o dönemi aynen yansıtması filme ne kadar önem verdiklerini gösteriyor, her şey ince ince düşünülmüş ve güzel oynanmış.
filme dair birkaç fikir daha belirtecek olursam; cinsellik sahnelerinin gerçek olup olmadığı, emma stone'un filmde cinsel olarak görülmediği bir yeri kalmadığı için ve sevişme sahneleri aşırı gerçekçi olduğu için acaba bu olabilir mi diye düşünmemek elde değil.
toplumsal sınırlar, cinsiyetlere biçilen roller, kadın olmanın sosyal hayattaki önemi ve anlamı, cinsellik ve bir kadının bütün bunları keşfetmesi, hissetmeye ve düşünmeye başlaması, çocuklar için parayı gizlice çalması, karakterin dönüşümünü gösterir.
film ayrıca aldatma olgusuna da değiniyor.
bella'nın dünya turuna çıktığı ve yattığı ilk kişi olan duncan wedderburn yüzlerce kadınla yattığını gururla söyler ama bella'nın fahişelik yapmak zorunda kalışını ânında ihanet olarak kabul eder, fahişe diye bağırır ama kendisi yüzlerce kadınla sevişmiştir.
erkeğin sevişmesinin toplumda hiçbir adı yokken kadının sevişmesinin direkt o.....luk olarak nitelendirilmesi toplumun sekse bakış açısını kanıtlar niteliktedir.
filmin bu cinsiyet eşitsizliğini de işlemesi iyiydi.
film biraz uzun gibi gelebilir ama yine de mutlaka izlenesi olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
cerrahın ona yalan söylemesi, hadım edildiği için ondan cinsel olarak faydalanmaması, onu sadece bir deney olarak görmesi, özgürlüğünü kısıtlaması, hayatının kontrolünü ele alması, biraz da truman show filmini hatırlatıyor çünkü onda da hayatı kurgudan ibaretti, burada da gerçekliğe dair hiçbir bilgisi olmayan bir genç kız söz konusu.
hayatı kurgulanmış, dış dünyadan izole yaşıyor ve dünyayı görmemiş, kurallara uymak zorunda, kendisine bir sınır çizilmiş ve bu aslında kabul edilemez.
bella'nın okuduğu kitapta yazarın kadınlara tavsiye vermediğini, sadece erkekleri kâle aldığını düşünmesi bile kadının bu dünyada sadece meta olarak görülmesini destekliyor.
sadece bir görsel şölenden daha fazlası, temelinde oldukça felsefik mesajların da yer aldığı keskin bir filmdi kesinlikle.
bir maceraya atılma ve kendi sınırlarını keşfetmeye dair iyi bir film.
devamını gör...