1.
sözlüğe dair bulunan en eski tabletlerde hikâye şu şekilde anlatılır;
sözlüğün ilk zamanları kadim bir ırk * her şeyi inşa sürecine girişmişti. bilgi tanımları havada uçuşuyor, kişisel yaşanmışlıklar insanlara aktarılıyordu. tarihçiler bu döneme ''altın çağ'' adını verdiler. o dönemin yazarlarına ise ''ilk gelenler'' adı uygun görüldü. fakat ''altın çağ'' çok uzun sürmedi. ilk yıkıcı hamle özel mesaj sekmesiydi. bu kadim ırkın müstesna yazarları tanımlarını sözlükte bırakıp, özel mesaj sekmelerinde düşüp kalkmaya başladılar. bu evreye tarihçiler sosyalleşme ihtiyacının getirdiği dejenerasyon süreci adını verdiler. çünkü medeniyetin inşası duraklamıştı. özel mesajlardaki yoğunluk sözlükte farklı bir kültürün oluşmasına sebebiyet vermeye başlamıştı. böyle başladı nickaltı çılgınlığı. insanlar birbirlerine özel mesaj sekmesinden yazabilecekleri basit kelamları bile nickaltlarından yazar olmuşlardı. yavaş yavaş kadim uygarlığın çehresi değişmeye başladı. birtakım örgütler türedi. tarihçiler bu örgütleri haşhaşilere benzettiler. bu örgütlerin en ünlüleri ise ''canım cicim haşhaş örgütü'' ve ''beğeni/favori kavalyeleri'' adı verilen iki örgüttü. adanmış neferleri ile ortalığı birbirine katıyor tabiri caizse akışın içinden geçiyorlardı. kadim sözlük trollerinin bile ponçikliğe evrilişi bu döneme gelir.
sözlük uygarlığında büyük bir kaos hakimdi. tüm bunların üzerine büyük kazıklı göçü yaşandı. sözlükte at izi it izine karışmış, kadim topluluğun azalan azaları yavaş yavaş diyardan göç etmeye başlamıştı. kazıklı göçü sonrası daha değişik topluluklar türedi. intagramistler ki bunların en büyük kutsalı fotoğraflardı. fotoğrafa tapıyorlar ve tanrılarına karşı inanılmaz bir bağlılıkla tanım (!) giriyorlardı. mürit sayılarının artışı karşısında haşhaşi kökenli örgütler bile dayanamadı ve onlarla birlikte hareket etmeye başladı. artık sözlüğün tanrısı fotoğraflar ve bu tanrının en büyük koruyucuları haşhaşilerdi.
yaşanan tüm bu gelişmeler karşısında danteller öfkeli ve gergin bir ruh haline bürünmüşlerdi. bazıları ciddi anlamda saçmaladılar. bunlar dantelliği içselleştirememiş birtakım şekilci zevattan oluşuyordu. sadece fular takmanın yeterli olduğunu zanneden zibidilerdi. sözlük ahlakı gittikçe dibe vurmaya başladı. insanlar uzuvlarını açık köle başlıklarında haraç mezat sergiliyor, mesaj kutularının gizli sekmelerinde nude akımı baş gösteriyordu. sözlük, değişik kaos haberleri ile çalkalanıyor bazı fularlılar anadan üryan şekilde özel mesaj sekmelerinde basılıyordu.
sayıca çok az kalmış birkaç öz dantel karşı taarruz başlatmak istedi. ilk akınları gayet başarılıydı. sözlüğün portakal sekmesinin üzerinden hunharca geçmeye başladılar. yeter artık söz bizim diyerek portakal sekmesini ele geçirdiler ve intagramistlerin fotoğraf putunu alaşağı ederek portakal dağının tepesine bayraklarını diktiler. bir süre bayrakları sözlüğün en tepesinde dalgalandı. ancak kripto intagramistler ve onların en büyük koruyucu gücü olan haşhaşi kavalyeleri portakal dağını geri almak konusunda geri adım atmayacaklardı. yeni vatandaşlar üzerine yoğunlaştılar. onlara tanrıları olan fotoğraftan ve onun kutsallığından bahsettiler. bereketi ve bolluğu ganiydi. onun için sunulan her fotoğraf bir dua, o duaların karşılığı ise beğeniler ve favorilerdi. rahmet gökten yağıyor ve kitle her geçen gün büyüyordu. ardı arkası bitmeyen saldırılar düzenlediler tepeye. bir avuç öz dantel bayrağı yere düşürmemeye çalışıyordu.
bu döneme denk gelir bağnazlığın iyice çığırından çıkması. önce madalyalı tanım sahiplerini taşlamaya başladılar. gördükleri yerde linç etmeye çalışıyorlardı. tövbe edin! fotoğrafa biat edin! diye bağırarak onların huzurlarını kaçırmaya çalışıyorlardı. et voila ahlaksızlık suçlaması ile engizisyona sevk edildi. meja'ya uzay senin neyine ayak fotoğrafı at tanrımızı besle demeye başlandı. una nocte çoktan sürgün edilmişti. lan bırak sözlük hainliği suçlamasıyla mafya ilan edildi. insanolunbiraz'ın kütüphanesini yakmaya teşebbüs ettiler. tepelerin kocakarısını cadılık suçlamasına maruz bırakıp yakmak istediler. karanlıktaki muma mumunu söndür her yer karanlık olsun dediler. ozgur1ey'in düşüncelerini yok edip onu meta haline getirmeye çalıştılar. evernevergreen, kaşkolnikov gibi daha adı sayılamayan pek çok yazarın profillerini ateşe vermeye kalktılar. başlarda fotoğraf tanrısına iman eden ama sonra onun bolluk ve bereket değil sahte dünyalar getirdiğini gören bazı güzel insanları da hunharca sindirmeye çalıştılar.
portakal savaşları halen devam ediyor. intagramistler ve entellümünati arasında kutsal portakalın hakimiyet savaşı hiç bitmeyecek gibi duruyor. fotoğraf tanrısı bugünlerde yine baş tacı edilmiş durumda. ama bu savaş tarihin en eski savaşı... ve asla nihayete ermeyecek!
hazır ol! ateeeeş... at bordagalları...
dip not: elbette bu tablet elimize geçen ilk tablet. arkeologların yeni tabletler bulmalarını ve bu olayların iç yüzünü daha ayrıntılı bir biçimde sözlüğe aktarılabilmesini umut ediyoruz.
biliyorsunuz ki, herodot için hem ''tarihin babası'' hem de ''yalanların babası'' tabiri kullanılmıştı. oysa o, sadece duyduklarını, gözlemlediklerini ve ona aktarılanları kayıt altına almıştı. masal tadındaydı mevzular. bir karınca mevzusundan çok üzerine gittiler adamın. ta ki michel peissel bir dağ sıçanı görene kadar. sonra bıraktılar yakasını. bazı masallar gerçektir. ya da bazı gerçekler masallarda saklıdır diyelim. bunu asla unutmayınız *
yeni tablet aktarımlarında birlikte olmak dileğiyle...
sözlüğün ilk zamanları kadim bir ırk * her şeyi inşa sürecine girişmişti. bilgi tanımları havada uçuşuyor, kişisel yaşanmışlıklar insanlara aktarılıyordu. tarihçiler bu döneme ''altın çağ'' adını verdiler. o dönemin yazarlarına ise ''ilk gelenler'' adı uygun görüldü. fakat ''altın çağ'' çok uzun sürmedi. ilk yıkıcı hamle özel mesaj sekmesiydi. bu kadim ırkın müstesna yazarları tanımlarını sözlükte bırakıp, özel mesaj sekmelerinde düşüp kalkmaya başladılar. bu evreye tarihçiler sosyalleşme ihtiyacının getirdiği dejenerasyon süreci adını verdiler. çünkü medeniyetin inşası duraklamıştı. özel mesajlardaki yoğunluk sözlükte farklı bir kültürün oluşmasına sebebiyet vermeye başlamıştı. böyle başladı nickaltı çılgınlığı. insanlar birbirlerine özel mesaj sekmesinden yazabilecekleri basit kelamları bile nickaltlarından yazar olmuşlardı. yavaş yavaş kadim uygarlığın çehresi değişmeye başladı. birtakım örgütler türedi. tarihçiler bu örgütleri haşhaşilere benzettiler. bu örgütlerin en ünlüleri ise ''canım cicim haşhaş örgütü'' ve ''beğeni/favori kavalyeleri'' adı verilen iki örgüttü. adanmış neferleri ile ortalığı birbirine katıyor tabiri caizse akışın içinden geçiyorlardı. kadim sözlük trollerinin bile ponçikliğe evrilişi bu döneme gelir.
sözlük uygarlığında büyük bir kaos hakimdi. tüm bunların üzerine büyük kazıklı göçü yaşandı. sözlükte at izi it izine karışmış, kadim topluluğun azalan azaları yavaş yavaş diyardan göç etmeye başlamıştı. kazıklı göçü sonrası daha değişik topluluklar türedi. intagramistler ki bunların en büyük kutsalı fotoğraflardı. fotoğrafa tapıyorlar ve tanrılarına karşı inanılmaz bir bağlılıkla tanım (!) giriyorlardı. mürit sayılarının artışı karşısında haşhaşi kökenli örgütler bile dayanamadı ve onlarla birlikte hareket etmeye başladı. artık sözlüğün tanrısı fotoğraflar ve bu tanrının en büyük koruyucuları haşhaşilerdi.
yaşanan tüm bu gelişmeler karşısında danteller öfkeli ve gergin bir ruh haline bürünmüşlerdi. bazıları ciddi anlamda saçmaladılar. bunlar dantelliği içselleştirememiş birtakım şekilci zevattan oluşuyordu. sadece fular takmanın yeterli olduğunu zanneden zibidilerdi. sözlük ahlakı gittikçe dibe vurmaya başladı. insanlar uzuvlarını açık köle başlıklarında haraç mezat sergiliyor, mesaj kutularının gizli sekmelerinde nude akımı baş gösteriyordu. sözlük, değişik kaos haberleri ile çalkalanıyor bazı fularlılar anadan üryan şekilde özel mesaj sekmelerinde basılıyordu.
sayıca çok az kalmış birkaç öz dantel karşı taarruz başlatmak istedi. ilk akınları gayet başarılıydı. sözlüğün portakal sekmesinin üzerinden hunharca geçmeye başladılar. yeter artık söz bizim diyerek portakal sekmesini ele geçirdiler ve intagramistlerin fotoğraf putunu alaşağı ederek portakal dağının tepesine bayraklarını diktiler. bir süre bayrakları sözlüğün en tepesinde dalgalandı. ancak kripto intagramistler ve onların en büyük koruyucu gücü olan haşhaşi kavalyeleri portakal dağını geri almak konusunda geri adım atmayacaklardı. yeni vatandaşlar üzerine yoğunlaştılar. onlara tanrıları olan fotoğraftan ve onun kutsallığından bahsettiler. bereketi ve bolluğu ganiydi. onun için sunulan her fotoğraf bir dua, o duaların karşılığı ise beğeniler ve favorilerdi. rahmet gökten yağıyor ve kitle her geçen gün büyüyordu. ardı arkası bitmeyen saldırılar düzenlediler tepeye. bir avuç öz dantel bayrağı yere düşürmemeye çalışıyordu.
bu döneme denk gelir bağnazlığın iyice çığırından çıkması. önce madalyalı tanım sahiplerini taşlamaya başladılar. gördükleri yerde linç etmeye çalışıyorlardı. tövbe edin! fotoğrafa biat edin! diye bağırarak onların huzurlarını kaçırmaya çalışıyorlardı. et voila ahlaksızlık suçlaması ile engizisyona sevk edildi. meja'ya uzay senin neyine ayak fotoğrafı at tanrımızı besle demeye başlandı. una nocte çoktan sürgün edilmişti. lan bırak sözlük hainliği suçlamasıyla mafya ilan edildi. insanolunbiraz'ın kütüphanesini yakmaya teşebbüs ettiler. tepelerin kocakarısını cadılık suçlamasına maruz bırakıp yakmak istediler. karanlıktaki muma mumunu söndür her yer karanlık olsun dediler. ozgur1ey'in düşüncelerini yok edip onu meta haline getirmeye çalıştılar. evernevergreen, kaşkolnikov gibi daha adı sayılamayan pek çok yazarın profillerini ateşe vermeye kalktılar. başlarda fotoğraf tanrısına iman eden ama sonra onun bolluk ve bereket değil sahte dünyalar getirdiğini gören bazı güzel insanları da hunharca sindirmeye çalıştılar.
portakal savaşları halen devam ediyor. intagramistler ve entellümünati arasında kutsal portakalın hakimiyet savaşı hiç bitmeyecek gibi duruyor. fotoğraf tanrısı bugünlerde yine baş tacı edilmiş durumda. ama bu savaş tarihin en eski savaşı... ve asla nihayete ermeyecek!
hazır ol! ateeeeş... at bordagalları...
dip not: elbette bu tablet elimize geçen ilk tablet. arkeologların yeni tabletler bulmalarını ve bu olayların iç yüzünü daha ayrıntılı bir biçimde sözlüğe aktarılabilmesini umut ediyoruz.
biliyorsunuz ki, herodot için hem ''tarihin babası'' hem de ''yalanların babası'' tabiri kullanılmıştı. oysa o, sadece duyduklarını, gözlemlediklerini ve ona aktarılanları kayıt altına almıştı. masal tadındaydı mevzular. bir karınca mevzusundan çok üzerine gittiler adamın. ta ki michel peissel bir dağ sıçanı görene kadar. sonra bıraktılar yakasını. bazı masallar gerçektir. ya da bazı gerçekler masallarda saklıdır diyelim. bunu asla unutmayınız *
yeni tablet aktarımlarında birlikte olmak dileğiyle...
devamını gör...
2.
devamını gör...
3.
4.
günümüzde ekmek savaşları olarak gerçekleşen savaş.
devamını gör...
5.
muhteşem bir ironiyle çok güzel ve açık şekilde anlatmış sevgili yazar. hatta öyle güzel anlatmış ki, bilgi tanımı görünüründe olmuş, bu da ayrı bir ironi tabi.
kendisine ilk cümleden son cümleye kadar katılıyorum. burada her zaman, herkesin hedef kitlesi farklı, her yazarın okuyucu kitlesi belli dedim. herkesin görüşüne saygılı olmakla birlikte, önceleri dozunda olan fotoğraf paylaşımları, instagramı da geçmiş durumda. yani buradaki yazar kitlesi kendini fotoğrafa indirgemiş olamaz sanırım? paylaşımlarının çoğunu fotoğraf olarak paylaşan birine yazar denilebilir mi , o da ayrı bir mevzu.
dün sadece bilgi tanımı yapan bir yazarın sayfasına girdim. gerçek bir emek var, zaman ayırmış yazmış. güzel de yazıyor ve okutuyor kendini. beğenilerine baktım 6-7 adet. sonra portakal sekmesine girdim; bir cümle yazılmış 20/30 adet, fotoğraf paylaşılmış o da keza öyle. yine paylaşılsın ama sanki biraz dozu kaçtı gibi? bu yazarı da geçtim, bazen uğraşıp araştırıp bilgi tanımı giriyorum . bu da merakımdan tabi. konu ilgimi çekiyor , araştırıyorum , başkalarının da ilgisini çeker diye yazıyorum. kısacık ve öylesine yazdığım bir tanım portakal sekmesine düşüyor. o zaman kendimi kötü hissediyorum, çünkü uzun uzun bilgi tanımı yapan yazarlara haksızlık ediyormuşum ve hak yiyormuşum gibi geliyor.
ben işin beğeni tarafında değilim. ama sırf beğeni için sözlüğü sözlüklükten çıkarmak kısmı bana dokunuyor. bu durum da en çok gerçekten emek sarf eden yazarları küstürecektir. gerçek yazarları yani. ben kendimi gerçek bir yazar olarak görmedim hiç, ben karalıyorum geçiyorum. ama gerçek yazarlar var ve okunacak yazılar yazıyorlar.
bilmem durum değişir mi? belki. en azından yazmış bulundum ben de. kendim de fotoğraf paylaşımlarını istisnai olarak beğenerek böyle destek oluyorum sayın ateist kaplumbağa ‘ya.
kendisine ilk cümleden son cümleye kadar katılıyorum. burada her zaman, herkesin hedef kitlesi farklı, her yazarın okuyucu kitlesi belli dedim. herkesin görüşüne saygılı olmakla birlikte, önceleri dozunda olan fotoğraf paylaşımları, instagramı da geçmiş durumda. yani buradaki yazar kitlesi kendini fotoğrafa indirgemiş olamaz sanırım? paylaşımlarının çoğunu fotoğraf olarak paylaşan birine yazar denilebilir mi , o da ayrı bir mevzu.
dün sadece bilgi tanımı yapan bir yazarın sayfasına girdim. gerçek bir emek var, zaman ayırmış yazmış. güzel de yazıyor ve okutuyor kendini. beğenilerine baktım 6-7 adet. sonra portakal sekmesine girdim; bir cümle yazılmış 20/30 adet, fotoğraf paylaşılmış o da keza öyle. yine paylaşılsın ama sanki biraz dozu kaçtı gibi? bu yazarı da geçtim, bazen uğraşıp araştırıp bilgi tanımı giriyorum . bu da merakımdan tabi. konu ilgimi çekiyor , araştırıyorum , başkalarının da ilgisini çeker diye yazıyorum. kısacık ve öylesine yazdığım bir tanım portakal sekmesine düşüyor. o zaman kendimi kötü hissediyorum, çünkü uzun uzun bilgi tanımı yapan yazarlara haksızlık ediyormuşum ve hak yiyormuşum gibi geliyor.
ben işin beğeni tarafında değilim. ama sırf beğeni için sözlüğü sözlüklükten çıkarmak kısmı bana dokunuyor. bu durum da en çok gerçekten emek sarf eden yazarları küstürecektir. gerçek yazarları yani. ben kendimi gerçek bir yazar olarak görmedim hiç, ben karalıyorum geçiyorum. ama gerçek yazarlar var ve okunacak yazılar yazıyorlar.
bilmem durum değişir mi? belki. en azından yazmış bulundum ben de. kendim de fotoğraf paylaşımlarını istisnai olarak beğenerek böyle destek oluyorum sayın ateist kaplumbağa ‘ya.
devamını gör...
6.
okuyayım okuyayım dedim bitmedi ama pişman olmadım, bi ara yine okurum, güzel yazmışsın sayın yazar.
devamını gör...
7.
sozlugun vitrini icin verilen mucadele.
portakal, bu sozlugun vitrinidir. bir bakima yazarlarin genel ortalamasini yansitir. ayni secilen politikicilarin karakterlerinin ulke halkinin genel karakterini yansitmasi gibi.
dunku portakala bakinca neler goruyoruz peki?
- sozluk ahalisi fotograf seviyor, ama bu konuda seciciyiz. oyle her fotografi sevmiyoruz. bir hikayesi falan olacak. kedi bana iş atti, nenemle yemek yaptik vb.
- cok dedikodu duskunu bir guruhuz. nickalti denen seye bayiliyoruz.
- makam mevki duskunuyuz. rutbe hevesi cok fazla. firsat bulsak kuzey kore generalleri gibi tum vucudumuzu madalya ile kaplariz. o derece.
- kiskanciz. portakala girenleri bir elimize gecirsek bir kasik suda bogariz.
- radyo yayinlarina cok merakliyiz.
- birbirimizin ic dunyasini cok merak ediyoruz. bunu icten bir sekilde aktaran yazilari begeniyoruz.
portakala girmek isteyenler, alin size tuyolar verdim. calisin.
portakal, bu sozlugun vitrinidir. bir bakima yazarlarin genel ortalamasini yansitir. ayni secilen politikicilarin karakterlerinin ulke halkinin genel karakterini yansitmasi gibi.
dunku portakala bakinca neler goruyoruz peki?
- sozluk ahalisi fotograf seviyor, ama bu konuda seciciyiz. oyle her fotografi sevmiyoruz. bir hikayesi falan olacak. kedi bana iş atti, nenemle yemek yaptik vb.
- cok dedikodu duskunu bir guruhuz. nickalti denen seye bayiliyoruz.
- makam mevki duskunuyuz. rutbe hevesi cok fazla. firsat bulsak kuzey kore generalleri gibi tum vucudumuzu madalya ile kaplariz. o derece.
- kiskanciz. portakala girenleri bir elimize gecirsek bir kasik suda bogariz.
- radyo yayinlarina cok merakliyiz.
- birbirimizin ic dunyasini cok merak ediyoruz. bunu icten bir sekilde aktaran yazilari begeniyoruz.
portakala girmek isteyenler, alin size tuyolar verdim. calisin.
devamını gör...
8.
bu savaşlar olurken saçını tarayan ben oluyorum.
bu savaşlar yaşanırken, tek istediğim şey sevmediğim başlık ve yazıları görmemek.
bazen gerçekten cinnet geçiriyorum ya...
yoksa sözlüğün portakallarını sözlük düşünsün banane...
sonuçta bir bir temsil işi.
sözlük kendini neyin temsil ettiğine karar vermişse, bize de saç taramak düşer af edersin.
aklıma şuradaki replik geliyor. #507488
bu arada, yav kaplumbağa nasıl bu kadar güzel yazıyorsun ya... bugün akşam bende bu taç tarama işini masallaştırmayı deneyeceğim. bakalım olacak mı?
eğer olursa editleyeceğim bu yazıyı, çok heveslendim.
bu savaşlar yaşanırken, tek istediğim şey sevmediğim başlık ve yazıları görmemek.
bazen gerçekten cinnet geçiriyorum ya...
yoksa sözlüğün portakallarını sözlük düşünsün banane...
sonuçta bir bir temsil işi.
sözlük kendini neyin temsil ettiğine karar vermişse, bize de saç taramak düşer af edersin.
aklıma şuradaki replik geliyor. #507488
bu arada, yav kaplumbağa nasıl bu kadar güzel yazıyorsun ya... bugün akşam bende bu taç tarama işini masallaştırmayı deneyeceğim. bakalım olacak mı?
eğer olursa editleyeceğim bu yazıyı, çok heveslendim.
devamını gör...
9.
ilk kez bir başlık altına tanım yazmaya korktum hatta daha entellektüel söylem ile yazayım, tırstım! böyle yazı mı olur sevgili tosbik?
haddimi zorlayarak, yükseğe konulmuş bir çıtanın altından sessizce atlayarak ve yazarın başlığını biraz rayından çıkararak kısa bir şey söylemek isterim.
sözlük içerisinde yaşanan portakal savaşlarına, ara sıra sözlük yönetimi de katılmıştır. bizim sapanlarımıza gerdiğimiz portakallara karşı, onlar mancınıklarına karpuz koyarak karşılık vermişlerdir. güç işte! bazı arkadaşlarımız, bu darbelere daha çok maruz kalmış ve orantısız güç karşısında bu savaşı kaybetmişlerdir.
hiç sevmediğim, beni rahatsız eden ve mutlaka değişmesi gereken “kalbimiz seninle” sözü, onların hesaplarında yazmaktadır. oysa ki, “sizi tanımak güzeldi” yazılmalıdır.
buradan, sözlüğe değer katmış ve hesapları bir şekilde uçurulmuş dostlara;
“sizi tanımak güzeldi”
portakal savaşlarına devam.
haddimi zorlayarak, yükseğe konulmuş bir çıtanın altından sessizce atlayarak ve yazarın başlığını biraz rayından çıkararak kısa bir şey söylemek isterim.
sözlük içerisinde yaşanan portakal savaşlarına, ara sıra sözlük yönetimi de katılmıştır. bizim sapanlarımıza gerdiğimiz portakallara karşı, onlar mancınıklarına karpuz koyarak karşılık vermişlerdir. güç işte! bazı arkadaşlarımız, bu darbelere daha çok maruz kalmış ve orantısız güç karşısında bu savaşı kaybetmişlerdir.
hiç sevmediğim, beni rahatsız eden ve mutlaka değişmesi gereken “kalbimiz seninle” sözü, onların hesaplarında yazmaktadır. oysa ki, “sizi tanımak güzeldi” yazılmalıdır.
buradan, sözlüğe değer katmış ve hesapları bir şekilde uçurulmuş dostlara;
“sizi tanımak güzeldi”
portakal savaşlarına devam.
devamını gör...
10.
sözlüğün tarihsel gerçeği.
benim hikâye tabletlere dayanmıyor. büyük büyük dedem anlatırmış bizimkilere. onlar da bize anlatırdı kış günleri soba başında kestane pişirirken.
o zamanlar atlarla, develerle seyahat edilirmiş. sözlüğün sahipleri bir gün "ya nasip!" diyerek at üzerinde çıktıkları yolda, o zamanın köylülerince "domain" olarak adlandırılan boş arazilerden birini görünce "burası tam bizlik!" diyerek sermişler çulu oraya.
ilk zamanlar, arada ufak tefek sorunlar da yaşamışlar. bir grup, nereden geldiği belirsiz ama sonradan geldiği kesin olan tip "bu domain bizim. buraya yerleşemezsiniz" demiş mesela bir gün. biraz sürtüşme yaşanmış derken bizimkiler başka domain bulup oraya taşımışlar obayı falan. onlar ayrı hikâyenin konusu.
gel zaman git zaman araziye iyice yerleşmiş bizimkiler. zamanla işleri büyütmüşler. komşu obalarla ticarete başlamışlar. ne mi satıyorlarmış? eğlence ve bilgi! etraftan "bunları satın alan olmaz" diyenler çıkmış başta. "eğlence belki ama bilgiyi kimse parayla almaz" diyenler olmuş ama bizimkiler dinlememiş ve başarmışlar bu işi. başardıkça büyümüş, büyüdükçe de yeni işçilere ihtiyaç duymuşlar.
ilk işçiler çoğunlukla çok normal kişilermiş. üretim yapar, karşılığı olan ödemeyi alır "allah başımızdakilere zeval vermesin" diyerek gül gibi geçinip giderlermiş, hem kendi aralarında hem de idareci sınıfla. tabletlerdeki altın çağ bu dönemmiş işte.
fakat altın çağ sonsuza dek sürmemiş. işler büyüdükçe işçi sayısı yetmez olmuş ve yavaş yavaş yeni işçilere ihtiyaç duyulmuş.
eski işçilerin bir kısmı "biz iki kat çalışır biraz daha üretiriz. ne gerek var yeni kişilere? bir süre daha idare edelim. o arada başvuranları iyice incelersiniz. işe uygunsa alırsınız" derken bir kısmı da "biz yorulduk. yeni işçiler hemen gelsin. taze kan iyidir." diye üstelemiş. zaten ne olduysa ondan sonra olmuş.
yeni gelenler, yeni ortama ilk kez giriyor olmanın ürkekliğini çok çabuk atmışlar üstlerinden. bazı eski yazarları da kendilerine uydurup çeşitli örgütler kurmuşlar. bu örgütlerin bazıları olur olmaz yerlerde, halka açık mekânlarda alenen birbirlerine övgüler yağdırmaya başlamış. düşünün ki başka insanlar artık buna katlanamaz hâle gelmiş. homurdanmalar alıp yürümüş.
bir diğer örgüt de liyakat aramaksızın vasıfsız kişileri ödüllendirmeye başlamış. artık bilgi ya da eğlence üreten gerçek işçilerin işçiliği para etmez olmuş. tabletlerde anlatılan fotoğraf tanrısının doğuşu da bu tarihlere rastlar. olur olmaz yerlere kurulan sunaklarda tanrılara her türden fotoğraf sunulur olmuş, halkın gözleri önünde. en sevilenleri de bakire ve çıplak kız kurbanların fotoğraflarıymış.
eski işçiler ve halkın bir bölümü "yetti artık" diyerek harekete geçmiş sonunda. sunakların bir kısmını üretim yaparken kullandıkları alet edevat yardımıyla kırmışlar. en azılı bozguncuları günlerce takip edip, şüpheli hareketlerini idarecilere bildirerek onları obadan sürdürmüşler. arada, aslında eski iyi işçilerden olup sevildiği halde haksızlığa kurban gidenler de olmuş o kargaşa günlerinde. yeniler içinde de işini hakkıyla yapan düzgün insanlar varmış üstelik. yukarıda da denildiği gibi; at izi it izine karışmış çoktan ve herkes birbirine düşman gözüyle bakar olmuş.
çalışanların, işini biraz daha özenerek yapan grubuna verilen madalyaların değersizleştirilmeye çalışıldığı dönem de buraya denk gelir. bir işi nasıl olursa olsun neticelendirmenin yeterli olduğu konusunda telkinlerde bulunmaya başlamış yenilerle eskilerin bir kısmı. diğer kısım ise "yapacaksan düzgün yap. yapmıyorsan yapanı eleştirme" düşüncesiyle karşı koymaya çalışmış bu akıma.
diyeceğim, bu iş zaman içerisinde bir o tarafın bir bu tarafın lehine olacak şekilde büyük bir çekişmeye dönüşmüş. hâlâ o yüksek dağın tepesindeki domain'e ve o meşhur portakal dağı'na yolu düşen kişiler, mücadelenin sürdüğüne tanık olabilirmiş.
derler ki; her yıl, sözlüğün kurulduğu tarihte, o dağlarda geceleri binlerce işçinin birbirine karışmış fısıltılı sesleri duyulurmuş. merak edip gece vakti o sesleri takip edenlerse kayıplara karışır ve "başıboşlara karıştı" diye anılırmış artık.
benim hikâye tabletlere dayanmıyor. büyük büyük dedem anlatırmış bizimkilere. onlar da bize anlatırdı kış günleri soba başında kestane pişirirken.
o zamanlar atlarla, develerle seyahat edilirmiş. sözlüğün sahipleri bir gün "ya nasip!" diyerek at üzerinde çıktıkları yolda, o zamanın köylülerince "domain" olarak adlandırılan boş arazilerden birini görünce "burası tam bizlik!" diyerek sermişler çulu oraya.
ilk zamanlar, arada ufak tefek sorunlar da yaşamışlar. bir grup, nereden geldiği belirsiz ama sonradan geldiği kesin olan tip "bu domain bizim. buraya yerleşemezsiniz" demiş mesela bir gün. biraz sürtüşme yaşanmış derken bizimkiler başka domain bulup oraya taşımışlar obayı falan. onlar ayrı hikâyenin konusu.
gel zaman git zaman araziye iyice yerleşmiş bizimkiler. zamanla işleri büyütmüşler. komşu obalarla ticarete başlamışlar. ne mi satıyorlarmış? eğlence ve bilgi! etraftan "bunları satın alan olmaz" diyenler çıkmış başta. "eğlence belki ama bilgiyi kimse parayla almaz" diyenler olmuş ama bizimkiler dinlememiş ve başarmışlar bu işi. başardıkça büyümüş, büyüdükçe de yeni işçilere ihtiyaç duymuşlar.
ilk işçiler çoğunlukla çok normal kişilermiş. üretim yapar, karşılığı olan ödemeyi alır "allah başımızdakilere zeval vermesin" diyerek gül gibi geçinip giderlermiş, hem kendi aralarında hem de idareci sınıfla. tabletlerdeki altın çağ bu dönemmiş işte.
fakat altın çağ sonsuza dek sürmemiş. işler büyüdükçe işçi sayısı yetmez olmuş ve yavaş yavaş yeni işçilere ihtiyaç duyulmuş.
eski işçilerin bir kısmı "biz iki kat çalışır biraz daha üretiriz. ne gerek var yeni kişilere? bir süre daha idare edelim. o arada başvuranları iyice incelersiniz. işe uygunsa alırsınız" derken bir kısmı da "biz yorulduk. yeni işçiler hemen gelsin. taze kan iyidir." diye üstelemiş. zaten ne olduysa ondan sonra olmuş.
yeni gelenler, yeni ortama ilk kez giriyor olmanın ürkekliğini çok çabuk atmışlar üstlerinden. bazı eski yazarları da kendilerine uydurup çeşitli örgütler kurmuşlar. bu örgütlerin bazıları olur olmaz yerlerde, halka açık mekânlarda alenen birbirlerine övgüler yağdırmaya başlamış. düşünün ki başka insanlar artık buna katlanamaz hâle gelmiş. homurdanmalar alıp yürümüş.
bir diğer örgüt de liyakat aramaksızın vasıfsız kişileri ödüllendirmeye başlamış. artık bilgi ya da eğlence üreten gerçek işçilerin işçiliği para etmez olmuş. tabletlerde anlatılan fotoğraf tanrısının doğuşu da bu tarihlere rastlar. olur olmaz yerlere kurulan sunaklarda tanrılara her türden fotoğraf sunulur olmuş, halkın gözleri önünde. en sevilenleri de bakire ve çıplak kız kurbanların fotoğraflarıymış.
eski işçiler ve halkın bir bölümü "yetti artık" diyerek harekete geçmiş sonunda. sunakların bir kısmını üretim yaparken kullandıkları alet edevat yardımıyla kırmışlar. en azılı bozguncuları günlerce takip edip, şüpheli hareketlerini idarecilere bildirerek onları obadan sürdürmüşler. arada, aslında eski iyi işçilerden olup sevildiği halde haksızlığa kurban gidenler de olmuş o kargaşa günlerinde. yeniler içinde de işini hakkıyla yapan düzgün insanlar varmış üstelik. yukarıda da denildiği gibi; at izi it izine karışmış çoktan ve herkes birbirine düşman gözüyle bakar olmuş.
çalışanların, işini biraz daha özenerek yapan grubuna verilen madalyaların değersizleştirilmeye çalışıldığı dönem de buraya denk gelir. bir işi nasıl olursa olsun neticelendirmenin yeterli olduğu konusunda telkinlerde bulunmaya başlamış yenilerle eskilerin bir kısmı. diğer kısım ise "yapacaksan düzgün yap. yapmıyorsan yapanı eleştirme" düşüncesiyle karşı koymaya çalışmış bu akıma.
diyeceğim, bu iş zaman içerisinde bir o tarafın bir bu tarafın lehine olacak şekilde büyük bir çekişmeye dönüşmüş. hâlâ o yüksek dağın tepesindeki domain'e ve o meşhur portakal dağı'na yolu düşen kişiler, mücadelenin sürdüğüne tanık olabilirmiş.
derler ki; her yıl, sözlüğün kurulduğu tarihte, o dağlarda geceleri binlerce işçinin birbirine karışmış fısıltılı sesleri duyulurmuş. merak edip gece vakti o sesleri takip edenlerse kayıplara karışır ve "başıboşlara karıştı" diye anılırmış artık.
devamını gör...
11.
diğer adıyla kanlı savaşlar veya ego savaşları olarak da bilinirler. farklı sözlük tarihleri ayrıntılı olarak incelendiğinde benzerlerine rastlamak mümkündür . normal sözlük'te ise bu savaşlar beğeni çılgınlığına dönmüş durumdaydı.
kimsenin kalite ile bir derdi yoktu .savaşta her artı ve favori oy geçerliydi. kimsenin üretilen içeriği okumak gibi bir derdi olmadığı gibi buna gerek de yoktu. "oy oy oyyyh daha çok oy" diye her bir profil ziyaret edilip üstünkörü oylar dağıtılıyordu. bazen kedi ya da kitap -kahve fotoğrafları yetişiyordu imdada bazen de ojeli tırnaklar veya instagram çakması fotoğraflar. ama en çok kabul gören şey okusun okumasın yazarın size oy vermiş olmasıydı. "bu yazar herkesi istisnasız nasıl okuyabilir , hadi okudu diyelim tüm görüşleri nasıl olur da beğenebilir ." gibi bir sorgulamaya gerek dahi duyulmayan karanlık günlerdi . sorgulayan az sayıdaki insan ise kıskanç ilan edilip idam ediliyordu.
bu karanlık, komik , iğreti ve sahte savaş döneminin bittiğini düşünenler yanılıyorlar. gözünüzü kulağınızı açın, ya da şöyle bir okuma kolaylığı sağlayalım. bu sabah yazmış olduğum görüşüm ektedir.
#1778061
savaşsız günleriniz olsun .
kimsenin kalite ile bir derdi yoktu .savaşta her artı ve favori oy geçerliydi. kimsenin üretilen içeriği okumak gibi bir derdi olmadığı gibi buna gerek de yoktu. "oy oy oyyyh daha çok oy" diye her bir profil ziyaret edilip üstünkörü oylar dağıtılıyordu. bazen kedi ya da kitap -kahve fotoğrafları yetişiyordu imdada bazen de ojeli tırnaklar veya instagram çakması fotoğraflar. ama en çok kabul gören şey okusun okumasın yazarın size oy vermiş olmasıydı. "bu yazar herkesi istisnasız nasıl okuyabilir , hadi okudu diyelim tüm görüşleri nasıl olur da beğenebilir ." gibi bir sorgulamaya gerek dahi duyulmayan karanlık günlerdi . sorgulayan az sayıdaki insan ise kıskanç ilan edilip idam ediliyordu.
bu karanlık, komik , iğreti ve sahte savaş döneminin bittiğini düşünenler yanılıyorlar. gözünüzü kulağınızı açın, ya da şöyle bir okuma kolaylığı sağlayalım. bu sabah yazmış olduğum görüşüm ektedir.
#1778061
savaşsız günleriniz olsun .
devamını gör...
12.
kimin kimle savaş halinde olduğunu bilmiyorum ama tanımlarım arasında böyle bir savaş varmış, buna artık inandım, ikna oldum.
az önce günaydın başlığına yazdığım tanım, portakal'a girdi ya, şaka gibi!.. günaydın harika cumartesi ünleminin nesini beğendiniz arkadaşlar, allah aşkına. *
hemen sildim tabi. zaten o başlığa ne yazsan tutuyor, ne hikmetse.* bir türlü anlayamadım.
nasıl oluyor?..
şimdi de başka bir tanımım portakal'da. bi tutturamadım, üç senedir şu, portakal'a girecek tanımı.
üst akıl yönlendirme işi, anladım ki bende hiç yok!
siz soldan soldan favlamaya, yönlendirmeye devam... benden pas ve de ünlemli ünlemli pessss!..
hah, inat yapar gibi şimdi de başka tanım portakal'da. şaka gibi. deli oldum, deli...
az önce günaydın başlığına yazdığım tanım, portakal'a girdi ya, şaka gibi!.. günaydın harika cumartesi ünleminin nesini beğendiniz arkadaşlar, allah aşkına. *
hemen sildim tabi. zaten o başlığa ne yazsan tutuyor, ne hikmetse.* bir türlü anlayamadım.
nasıl oluyor?..
şimdi de başka bir tanımım portakal'da. bi tutturamadım, üç senedir şu, portakal'a girecek tanımı.
üst akıl yönlendirme işi, anladım ki bende hiç yok!
siz soldan soldan favlamaya, yönlendirmeye devam... benden pas ve de ünlemli ünlemli pessss!..
hah, inat yapar gibi şimdi de başka tanım portakal'da. şaka gibi. deli oldum, deli...
devamını gör...
13.
şaşmaz: tek kelimelik tanım yapıyorsam savaşı, bin kelimelik tanımlarımın içinde o tek kelime kazanır. sen de çok uzatma.... belki uzun tanımlar okunmuyor.... ezbere değil, espriye.... gibi gibi ifadelerle telafisi mümkün, hepsi geçerli ama özde o tek kelime; altmış yıl ve bir dakika anekdotu ile anlatılabilir, özetlenebilir.
t: normal sözlük reality showu.
t: normal sözlük reality showu.
devamını gör...
14.
sözlüğün antik tarihi konusunda, benim gibi sonradan gelen yazarlar açısından (anonim kalmaya özenleri nedeniyle başkaca bilgi edinme imkanı da aramayanlar için) ışık tutabilecek tanımlar okudum.
ayrılan ya da kalan hepsine emekleri nedeniyle kendi adıma teşekkür ediyorum.
ayrılan ya da kalan hepsine emekleri nedeniyle kendi adıma teşekkür ediyorum.
devamını gör...
