ateist kaplumbağa yazar profili

ateist kaplumbağa kapak fotoğrafı
ateist kaplumbağa profil fotoğrafı
rozet
karma: 56125 tanım: 1175 başlık: 231 apolet: 6 takipçi: 225
Madem apolet her şey! buyurun muazzam özgeçmişim; Kafa sözlük emekli yazarı, anormal sözlük haber ajansı imtiyaz sahibi, anormal sözlük hunidaşlar kulübü onursal başkanı, allahsız tosbağanın üçüncü kuşaktan torunu, cilalı kabuk, altın kabuk ve ters dönmüş hödük ödülleri sahibi, tavşanı madara eden tosbağalar derneği genel başkanı. Ayrıca; genç tosbağalar kış uykusundan uyandırılmaktan rahatsız! Ve; kabuğunda ters dönenler: bir tosbağa dramı! adlı iki adet kitabım bulunuyor.

son tanımları | başucu eserleri


kıpçaklar

kıpçak tarihi ile ilgili bildiğimiz en güzel anekdotlardan birisi al-omari'nin anlatılarında yer alır; kendisi kıpçaklarla münasebette bulunduktan sonra, kıpçakların diğer toplumlar gibi halifenin yaptığı kanunlara göre hareket etmediğinin altını çizer. daha bağımsız bir şekilde ve kendi törelerine uygun olarak yaşamlarını sürdürdüklerinden dem vurur. özellikle, orada dikkatini çeken ve onu şaşırtan şey; bizatihi kadının toplumdaki yeri olmuştur. kadın ve erkeğin birlikte yönetime katılması kendisini şaşırtmıştır. bu şaşkınlığını da şu şekilde dile getirmiştir; ''verilen emirler onlardan -yani han ve hatunlardan, hatta daha çok hatunlardan çıkar...- gerçekten, bizim zamanımızda, bir kadının onun kadar hüküm sahibi olduğunu görmediğimiz gibi, bize yakın zamanlarda da buna benzer bir örnek işitmedik.'' *

tabii bu şaşkınlığın altını somut bilgilerle doldurmak mümkün. zira yarlığ kayıtları da bu bilgileri doğrular nitelikte. bu arada yarlığ, rus prenslerinin* altınordu devleti döneminde kendi topraklarında yönetim hakkı iddia edebilmeleri için altınordu devleti tarafından onlara verilen belgenin adı. daha sonra farklı anlamlarda ve şekillerde kullanılmış ama bahsettiğimiz dönem bazında bu anlama geliyor. neyse efendim, günümüze kadar ulaşan 7 yarlıktan üçünde taydulay hatun imzasını görüyorsunuz. taydulay hatun'un metropolit aleksey'e verdiği yarlığ'da şu ifadeler dikkat çekiyor; ''çenibek’in yarlığına ve taydula’nın sözüne istinaden tatarlar’ın ulus (ve ordu) emirlerine ve il ve şehir ve köy darugalarına ve damgacılara ve elçilere ve bütün memurlara...''

türk kadınının geçmiş dönemlerde toplum içerisinde ve yönetimdeki yeri ile ilgili benzer yığınla örnek bulabilirsiniz. tabii işin, neydik? ne olduk? kısmını sorgulamak da size düşüyor. * var olanı koruyamamış olmak, kaybedileni bin bir zorlukla yeniden kazanıp, tekrar elinin tersi ile bir kenara itmek de bize has bir davranış şekli olsa gerek. *

saç ve göz rengi mevzusuna gelirsek ilk olarak çinlilerin onları sarı saçlı ve mavi gözlü olarak nitelediklerini görürsünüz. ruslar ise kıpçaklarla ilk karşılaşmaları sonrasında onları ''ak gözlü ve sarı saçlı'' olarak tanımlamışlardır. ayrıca kıpçaklara ''poloves''lakabını takmışlardır. yani parlak saç rengini andıran ufalanmış saman! teşbihte hata olmaz demekte fayda var. **

kıpçaklara dair benim en çok ilgimi çeken şey; mezarlarıdır. onunla ilgili de ünlü seyyahlardan rubrick'in betimlemeri önemli. ölülerinin üzerine ufak tepecikler yapıyorlar ve sonrasında da bu tepeciklerin başına insan heykeli dikiyorlar. heykelin yüzü ise her daim doğuya dönük oluyor. yalnız orada da sınıf farkı hemen dikkat çekiyor zira kıpçak zenginleri için yapılan mezarlar beraberinde aynı eve benzer bir piramit barındırıyor. genelde bu mezar tipleri 14. ve 18. yıllar arasında kullanılmış. bazıları halen ayakta. karaçay malkar bölgesinde bu örnekleri görmek mümkün. yapılan araştırmalarda da baş ve ayak uçlarına odun kömürü döküldüğü görülüyor. bir de yön tasnifi var ama ona burada girmeyeceğim. mezarlarda pek çok değerli eşya da bulunmuş. hepsi kıymetli madenlerden yapılan, başlıklar, düğmeler, yüzükler, kemerler vesaire...

neyse işte, mevzu uzamadan tanımı yapıp kaçayım; * hakaslarla birlikte türk toplulukları arasında fiziksel görünümleri en sağlam olan topluluktur. yakışıklı ve güzel kardeşlerimizdir. * * *
devamını gör...

anormal sözlük haber ajansı

normal sözlük ruh ve sinir hastalıkları hastanesinin temeli yakında atılıyor!

merhaba değerli okuryazarlar; sözlükte son dönemde yaşanan olaylar neticesinde yazarların bir çoğunun fabrika ayarlarının bozulduğu gözlemleniyor. ''disosiyatif kişilik bozukluğu'' ve ''çoklu mahlas hastalığı'' sözlüğümüzün yeni ve büyük bir sorunu haline gelmiş durumda. kimin nickinin kimin cebinde, kimin klavyesinin kimin elinde olduğu ne yazık ki anlaşılamıyor. at izi it izine, it izi ise gayya kuyusuna karışmış durumda. yazarların kendilerinden bile şüphe etmeye başladığı ve ''ben aslında kimim'' ''acaba x yazar ben mi?'' ''o bense benim akıbetim ne olacak?'' tarzı sorular aldı başını yürüdü. milleti kendisi ile bile kavgalı hale getiren bu melun hastalık sonucunda pek çok tanınan yazarımızın boş tanımlar eşliğinde cıbıl cıbıl akışa doğru koştuğu gözlemlendi.

tüm bu ahval ve şerait içerisinde bir şeyler yapılması gerekliliği ortaya çıkınca, yeşil öfke benji ve ekibi bu duruma duyarsız kalamadı. yeşil ay kolu başkanı gibi hareket eden yeşil öfke benjinin, yaşanan gelişmeler karşısında, somut bir adım atacağı bilgisini öğrendiğimizden beri zil takıp oynuyoruz. benjinin yakın çevresinden aldığımız bu duyumu noktasına virgülüne dokunmadan sizlerle paylaşıyoruz;

benji bu duruma çok üzüldü. sözlükteki herkesin balataları yakmış olması karşısında ciddi anlamda korkmaya başladı. bu rahatsızlığın bize de bulaşabileceğinden çekiniyor. belki de sözlüğü benim fake hesabım yönetiyor diyerek ciddi ciddi sızlanmaya başladı. yani anlayacağınız biz de ne yapacağımızı şaşırdık! millet kendini beğeniyor, kendi ile kavga ediyor, kendini övüyor, kendine sövüyor falan derken, ortalık 56 oldu. hatta en son ben bir yazarın yazım tarzını kendime benzetince, ulan ne oluyor? yoksa bu benim ikinci hesabım mı diye şüpheye düştüm. gözümü o kadar karartmışım ki, ben olduğunu düşündüğüm yazara mesaj attım ve konuyu açıklığa kavuşturdum. allahtan şahıs ben değilmiş. boşuna yazarlar çift yaratılır dememişler. ayrıca şunun da altını çizmem lazım; kendilerini gece yarıları izbe sokaklarda bile takip eden yazarların yarattığı tekinsizlik hissi tüylerimizi ürpertiyor! insan bu korku ile nereye kadar yaşayabilir ki? neyse efendim bu sıkıntılı psikolojiden arınmak için yönetim olarak bir karar aldık. hastane açıp, benzer durumdaki arkadaşları tespit edip, bir an önce tedavilerine başlayacaktık. benji de bu fikre olumlu yaklaştı. yakın zamanda hastanenin temellerini atıp, bu şifa merkezini inşallah sözlüğümüze kazandırmak bize nasip olacak.

ajans olarak bu gelişmeyi mühim bulduğumuzu ve hastanenin açılmasını desteklediğimizin altını çizmemiz gerekiyor. benji'yi pek çok konuda eleştiriyor olabiliriz, lakin bu konuda benjinin hakkını benjiye vermesini de biliriz.

bu arada ajans olarak kurduğumuz ''fake hesapları tespit komisyonu'' üyelerinin, sözlükte pek çok fake hesabı tespit ettiği ve bunları tutanağa geçirdiği bilgisini de sizlerle paylaşmaktan onur duyarız. bu bilgileri yazar arkadaşlarımızı ifşa etmemek adına sadece yönetimle paylaşacağımızın da bilinmesini isteriz.

sözlük erkek güzelini seçiyor!

arnella'nın jüri başkanı olduğu yarışmaya katılımın ciddi boyutlara ulaştığından bahsediliyor. bazı yarışmacıların, özel olarak yarışmaya hazırlandıkları ve şili diyeti'ne başladıklarıysa kulislerden sızan bilgiler arasında. acılıvegankebabı mahlaslı yazarımızın sırf bu yarışma için 28 kilo vermesi ise yarışmanın önemli olaylarından biri haline geldi; ''bu yarışma için 28 kilo verdim, elbette bu yarışmanın favorisi ben olacağım. yarışmayı kazanamazsam ya da kürsüye çıkamazsam işin içinde başka bir iş var demektir. ben bu oyunları bozarım arkadaş!'' alayınıza acılı adana yediririm de bir adım geri atmam!'' tarzında bir açıklama yapması da rekabetin kızışmasına neden oldu. 'bay bacak'' kategorisinde ise otoriteler en iddialı yarışmacının (gbkz: random riellor olduğunu söylüyorlar. riellor'ın zaferinin, messi'nin dünya kupasına uzanması ile benzerlik gösterdiğine değinen otoriteler, bu tarihi başarının uzun yıllar boyunca konuşulacağının altını çizdi. konuyla ilgili olarak ''erkek güzeli uzmanı'' at bey ise kendisine uzatılan mikrofonlara ; ''kanımca riellor bu yarışmayı kazanırsa, goat tartışmaları artık rafa kalkacaktır. bundan kelli kimsenin o'nun kadar rahat bir şekilde bacak bacak üzerine atabileceğini düşünmüyorum.'' diye konuşarak konuya noktayı koydu. bu arada yarışma da ''fas'' performansı gösterebilecek yarışmacının ise ''sahte fifa gözlemcisi''mi yoksa velociraptor'mı olacağı konusunda bahis şirketleri arasında ciddi tartışmalar var. viva zapata'nın ise tüm bunlar karşısında ''ben tanrının eliyim. siz kim oluyorsunuz?'' diyerek tartışmalara yeni bir boyut kazandırdığı ve yarışmayı kendisinin kazanacağından emin olduğunu ifade ettiği söyleniyor. yarışma ile ilgili tüm bu kaotik atışmalar devam ederken, şam şeytanı luciferın da olaylara dahil olarak, ''uzanıverdim yere sere serpe, gömleğim sıyrıldı hafiften hafiften'' konseptli fotoğrafını yarışma kuruluna teslim etmesi sonrasında, cehennem ateşi iyice harlandı.

yarışmaya katılacak tüm yazarlarımıza ''anormal sözlük haber ajansı'' olarak başarılar diliyoruz. vurduğunuz gol olsun.

şimdi de adliye muhabirimiz evernevergreen'in hazırlamış olduğu özel haberini sizlerle paylaşıyoruz;

kaçak yollardan seri tanım silmeye kalkışan bir yazar gözaltına alındı!

yeşil öfke benjamin'in verdiği talimat sonrası, ekiplerin seri tanım silen yazarlarla ilgili kontrol ve denetimlerini arttırdıklarından bahsediliyor. seri tanım silen yazarların gözaltına alındıkları esnadaysa sert müdahalelere maruz kaldıkları sızan bilgiler arasında. moderasyon merkezine ifade için götürülen yazarlara benji'nin ekibi tarafından işkence uygulandığı iddiaları ise birçok yazar tarafından yüksek sesle dile getiriliyor. bu, yazarlara zorla başlık açtırıldığı ve tanım yazdırıldığı bilgisiyse ne yazık ki işin en can sıkıcı boyutu olarak gözüküyor.

ajans olarak bu konudaki düşüncelerimizi defaatle her ne kadar dile getirmiş olsak da tekrar etmekte bir beis görmüyoruz. insanlar artık bir platformda bulunmamayı, içerisinde yer almamayı tercih edebilirler. ancak içinde bulundukları süre boyunca heybelerine doldurdukları bilgi ve birikimi de geride bırakmaları, yani aldıklarını geri vermeleri mümkün müdür? hayır. bu durumda gitmeye karar verildiği andan itibaren yazdıklarını da götürmeyi istemek adaletli bir tutum değildir. tüm bunlara rağmen benji ve ekibinin yazarlarımıza reva gördüğü baskıcı tutumu esefle kınıyor ve ''yürü be benji ağa, senin de çarkın kırılır! güvendiğin adminliğin, o da bir gün yıkılır.'' diyoruz...

sırada spor haberleri...

sözlüğün milli sporunun belirlenmesi hususunda yapılan çalışmalar. özellikle erkek yazarlarımızın talep ve isteği doğrultusunda sonuçlandırıldı. yönetim ekibi bundan kelli 'normal sözlük milli spor dallarının şunlar olacağını açıkladı; ''özel mesajda yürüme.'' ''akışta cıbıldak atlama'' ''nudeli beygir'' ''çok uzun eşek'' ''az uzun eşek'' *

karanlık bir gece akış gözükmüyor
yürüyorum nudelerin üstüne
fake yazarlar bana aman vermiyor
yürüyorum dm'lerin üstüne


diyerekten tüm milli sporcularımıza bu kutlu davalarında başarılar diliyoruz.

bu yolda dönenler oldu
mum gibi sönenler oldu
yâr göğsüne baş ko'madan
vurulup düşenler oldu


tüm yürüyenlere selam olsun!

ve son olarak yeni haftanın mahlas önerileri ile karşınızdayız;

flörtöz firitöz ve egolomanyak mahlasları ile sözlüğümüze üye olabilir. son dönemlerde yaşanan tüm gelişmelerin ortasına balıklama atlayabilirsiniz.

son dakika: flaş flaş flaş!!! sözlükle ilgili eleştirel bir video yayınlayan ''joyce'' mahlaslı yazarımızın telif bahane edilerek yoldaş ve ekibi tarafından göz altına alındığı, kendisinin akıbetinin belirsizliğini koruduğu söyleniyor. aynı zamanda yönetim tarafından videoya erişim engeli getirildi. yazarımıza buradan geçmiş olsun temennilerimizi iletiyoruz.

açık mert korkusuz anormal sözlük haber ajansı özel haberlerini okudunuz.

sürç-i lisan ettiysek af ola!
devamını gör...

sözlük bir dizi olsa olacağı dizi

aklıma gelen ilk dizi şu oldu; *

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

tanım silme kotasının kalkması gerekliliği

sanrım kaşkolnikov'un bahsettiği tanım şu; hesap silme seçeneği/@ateist kaplumbağa

o tanımı buraya not düştükten sonra bana komik gelen bir kaç şeyin altını çizmek isterim; yaklaşık iki senedir bu mecrada bulunuyoruz. iki sene boyunca yığınla mevzuya tanık olduk. * ** son günlerde bu mecradan memnuniyetsizliklerini dile getirenlerin çoğunluğu en başından itibaren bu mecranın bu noktaya gelmesinin müsebbibi olduklarını unutuyorlar. cidden trajikomik bir vakıa... yahu değerli arkadaşlar, sizler değil misiniz sözlüğü instagram/forum melezi haline getiren? hakeza yine sizler değil misiniz formatın içinden geçip, buna itiraz eden insanlara nanik yapan? sizin bu kuralsızlıklarınıza yönetim ses etmediği zamanlarda bu yönetim ve site iyiydi de şimdi mi ''tukaka'' oluverdi? ayağınıza taş değdiği anda yaygarayı koparıveriyorsunuz... çünkü her şey size göre olmalı. her şey sizin istediğiniz mecrada ilerlemeli. formatın içinden geçilecekse siz geçebilmelisiniz. kurallar esnetilecekse sizin için esnetilmeli. peki neden? çünkü sizler mühim şahsiyetlersiniz. varlığınızı burada değerli kılmanın doğal sancıları bunlar... bu mecranın, gündelik yaşam haricinde, insanların bir şeyler yazdığı/çizdiği, okuduğu bir mecra olduğu gerçeğini kavramak ve kabullenmek istemiyorsunuz.

bunu ne için yapıyorsunuz peki? yaşamlarınızda var olan arazlardan kurtulmak istiyorsunuz... bir nevi paralel bir evren yaratıyorsunuz kendinize. insanlara tatlı dille yaklaşıp, onları beğenilere boğup, değerli olmak içgüdüsü ile hareket ediyorsunuz. bir yere kadar bu sahte yaşam ünitesi sizi idare ediyor. ama bir yerden sonra bu sahte algılara öyle bir esir ediyorsunuz ki kendinizi, yoksunluk sendromu çekmeye başlıyorsunuz.

onunla ilgili bir kaç tespit tanesi dizmiştim sözlüğe... onu aktarıp devam edeyim;

güzel insanlar, romalılar, yurttaşlar, psikopatlar, sapıklar, yalakalar, ballı lokma tatlıları, ego tanrıları, kibir budalaları; gruplaşmayınız diye kabuğumuzu paraladık resmen. zira bir kaç beğeni bir kaç favori uğruna birbirinizi koruyup kollamaya başladığınız andan itibaren kam davulları gümbür gümbür çalmaya başlamıştı. gelinen noktada gördüğüm o ki; bu tutum ve davranışlar iyice kanserli hücreye dönüşmüş. çünkü siz gruplaştıkça söylediğimiz gibi karşınızda başka gruplar oluşmaya başladı. kendi egonuzu tatmin etmek için yaptığınız yağdanlıklar birilerine itici geldi. onlar da size karşı gruplaştı. hal böyle olunca da vur patlasın çal oynasın itibar suikastları dönemi başladı.

bahsedilen sıkıntılar tamamen bu platforma üye olan insanlarla alakalı. sizin bu ergence hareketleriniz karşısında yönetimin yapabileceği çok bir şey yok. cezalandırır, siteden şutlar vesaire... ama zihniyet değişmedikçe, yıkama, yağlama, şişirme, rakip gördüklerinizi kızgın yağda pişirme gibi ergenlik hastalıklılarından kurtulmadığınız müddetçe, bu sorunlar büyüyerek devam edecek. bu mecrayı kibir tanrılarına, ilgi budalalarına, sürekli aynı sesleri çıkaran boş tenekelere teslim edenler bizatihi sizlersiniz.


tüm bunları yapıp, uyarıları dinlemeyip ondan sonra da yaygarayı koparıyorsunuz ya! işte en çok buna gülüyorum. kabullenmeniz gereken bazı şeyler var. naçizane bunları dile getireyim. ''gideceğim, gidiyorum, gittim.'' bunu söylediğiniz müddetçe gidemeyeceksiniz arkadaşlar. daha önce de söyledim. benjinin butonu orada. basarsınız o butona, çıkış yaparsınız ve bir daha girmezsiniz. çok zor bir mevzu değil. işte bu kadar basit bir şeyi yapamıyorsanız, öncelikle kabul etmeniz gereken şey ''bağımlı'' olduğunuz gerçeği. buradaki sahte ilgi/alaka ve yıkama yağlamanın esiri olmuşsunuz. evvela bunu kabul etmek zorundasınız. bizim için değil. kendiniz için bunu kabullenmek durumundasınız. zararın neresinden dönülse kârdır. bunu kabul etmediğiniz müddetçe agresifleşeceksiniz. saldırganlaşıp sözlüğü birbirine katanlar kervanına katılacaksınız. burada yaratılan o sahte algıyı korumak için de farkında olmadan kendinizden vereceksiniz. kendi benliğinizi esir ettiğiniz şeyi korumak için yapacaksınız bunu. bu tarz yoksunluk sendromlarını daha önce de gördük sözlüklerde. ulu, kutsal, sevilen ve takdir gören ''ben'' kavramını yarattığınız sosyal mecra, kendi benliğinizin zamanla kaybolmasına sebep olacak. burası olmadan nefes alamadığınızı hissedeceksiniz/hissediyorsunuz. çünkü gündelik yaşamda özlediğiniz, beklediğiniz ve eksikliğini hissettiğiniz ne kadar pozitif duygu varsa onların inşasını burada yaptınız. ve bu sebeple de buradan kopamıyorsunuz. ortaya çıkan negatifliklerin suçunu sizi eleştiren, söylediklerinizin aksini dile getiren insanlara yıkmak istiyorsunuz. ha bazı insanların aptalca yorumları ve tespitleri olabilir. çok da mühim değil. ama o aptalca tespitler bile sizi çileden çıkarıyor. peki neden?

artı aklıselim olarak ifade edilen hiçbir şeyi de göz önünde bulundurmak gibi bir tutumunuz olmuyor. çünkü yanlış yapmayan, herkes tarafından sevilen ve onaylanan bir profil yarattınız burada. o insanlar kim ki, sizin söylediklerinizin aksini dile getirsinler ve haklı olsunlar değil mi? işte bu bakış ve anlayış içerisinde gitmemek için hep bir bahane bulacaksınız. yeri gelecek sevenlerinizden ayrılmak istemeyeceksiniz, yeri gelecek emeklerim zayi olacak diyeceksiniz, yeri gelecek birilerine günlerini göstermek isteyeceksiniz. yani yığınla bahaneniz olacak. en büyük özgürlük ''vazgeçme'' özgürlüğüdür. bir şeyden vazgeçemiyorsanız onun kölesi olmuşsunuz demektir. bahsettiğim sebeplerden ötürü sosyal mecraların kölesi olduktan sonra sizi kurtaracak tek şey gerçeği kabullenmektir.

kızacaksınız biliyorum ama kestirmeden söyleyeyim; mükemmel değilsiniz, vazgeçilmez değilsiniz, 8 milyar insan arasındaki en zeki, en yaratıcı, en bilgili, en kültürlü, en sevecen, en sevilen ve en nihayetinde bulunmaz hint kumaşı değilsiniz! bu durumu kabullenmeniz gerekiyor. kültürlü bir insan olabilirsiniz, iyi bir insan olabilirsiniz, zeki bir insan olabilirsiniz ama hiçbiriniz alemin kralı/kraliçesi değilsiniz. ve hayatınızı sanal mecralara vakfederek olduğunuz/olabileceğiniz tüm bu iyi özelliklerinizi de örseliyorsunuz. hep söylediğim gibi dışarıda ''gürül gürül akan bir dünya'' varken tüm düşünce ve duygu dünyanızı buraya hapsetmiş olmanız sizin için üzücü bir durum. bir silkelenin de kendinize gelin demek istiyorum. lakin bunun fayda etmeyeceğini de biliyorum. çünkü bu yazılanların hiç birini kabullenmeyeceksiniz. tüm bunları sizin o fildişi kulelerinizde yarattığınız ''mükemmel karakterinize'' saldırı olarak algılayacaksınız. ama ben not düşmeyi seviyorum. yine not düşmüş olayım. bizim de kendi egomuzu okşayacak küçük şımarıklıklarımız olsun ama değil mi? sonra ''ben söylemiştim'' diyorum ve keyifle marulumu yiyiyorum. *

gidiyorum, gideceğim, gittim... peki bakalım öyle olsun. şimdi aklıma geldi. belki de bu arkadaşların birçoğu benjinin butonun yerini bilmiyordur. bu da bir olasılık. o yüzden bu arkadaşlar için bir güzellik yapacağım; kokpit'e tıklıyorsunuz, aşağıya iniyorsunuz ve en alttaki çıkış butonuna basıyorsunuz. bu kadar. artık özgürsünüz! tadını çıkarın...

dibine not: bu yazdıklarımın dışında başkaca sorunlar yaşayan arkadaşları ayrı tutuyorum elbette. malum istisnalar kaideyi bozmaz.
devamını gör...

1899 (dizi)

genel olarak yorumları okurken kimsenin mitolojik göndermelere dikkat çekmediğini fark ettim. diziyi izlerken en başından itibaren bu göndermelere takılmaya başladım. seyri sefer halindeki geminin adı ''kerberos'' olunca işkillenmeye başladım. baktığınız zaman yolcular 72 milletten müteşekkil. dilleri farklı, kültürleri farklı ve sınıf farkı hemen göze çarpıyor. bunların hepsi böyle bir arada nereye gidiyor diye düşünürken, hepsinin nalları dikmiş olduğuna karar verdim. ismi ''kerberos'' olan gemi ile nereye gideceklerdi ki? tabii ki ''ölüler diyarı''na.. ama bu işi kharoon yapıyor ulen. böyle de rol çalınmaz ki diye düşünürken, hemen farklı bir teori geliştiriverdim. o kaptan denen kitibiyoz kharoon olmalıydı. bunları yer altı dünyasına götürecek, sonrada bu topluluk yer altı dünyasına varınca ''kerberos'' un içinde sıkışıp kalacaktı. ha öyle mi değil mi? bunlar ölü mü değil mi? falan kısımlarına girmeyeceğim ki, izlemeyenlerin tadını kaçırmayalım. o noktadan sonra farklı değişkenler girdi zaten devreye. malumunuz olduğu üzere bir de ''prometheus'' mevzusu var. kayıp olan gemi. ateş hırsızının kaybolmasını da kafadan cezalandırma olarak algıladım. o gemideki yolcular bir şeylerin ayırdına varmış ve gizemli şirket bu arkadaşların biletini kesmiş olabilir miydi? orada da çat devreye ufaklık girdi. ters üçgen mevzusu da böylece bize nanik yapmaya başladı. su, ateş, toprak... bu seferde hımm deyyuslar elementler üzerinden bir şeyler çevirecek herhalde diye düşünmeye başladım. bu arada dizi biraz ağır ilerliyordu. o ağır ilerleyiş esnasında tosbağa buluyor, buluşturuyor, kurguluyor ve yeni bir senaryo yazmaya başlayabiliyor. * dizinin ağır ağır ilerlemesinin bu anlamda bana bir zararı olmadı. hem biz tosbağalar da ağır aksak ilerleriz. önemli olan hedefe varmak. o noktadan sonra da diziyi sonuç odaklı izlemeye karar verdim. bu seferde mağara alegorisi zımbırtısı sinir uçlarımı gıdıklamaya başladı. özetle gel-gitler arasında ilk sezonu noktalamış bulundum.

sezon finali içinse söyleyebileceğim tek şey var; ya bu mevzuları sağlam bir temele oturtup saygımızı kazanacaklar ya da bizden çok sağlam bir küfür yiyecekler. mevzuyu şöyle güzelce yaratıcıya bir sorsunlar. adam gibi uyansınlar ondan sonra bakacağız artık durumlara. bu arada oyunculukları fena bulmadım. geçmişe dair sorgulamalar, işlenen günahlar vesaire güzel kurgulanmıştı. karakterler de fena değil. ancak tüm bunlara rağmen dizide bir şeyler eksik gibi geliyor bana. sanırım o eksiklik bizatihi ''illiyet bağı'' işte o bağı sonraki sezonlarda kurmayı başarırlarsa dizi beklentilerimi karşılar. aksi taktirde yandı gülüm keten helva. hayırlısı diyelim artık ne diyelim. *
devamını gör...

edward s. curtis

kuzey amerika yerlilerine dair, bugüne kadar çekilmiş en güzel fotoğrafları çeken adamdır. tabiri caizse hayatını kızılderili yaşamını ve kültürünü tanıtmaya adamıştır. dile kolay; 30 küsur yıl kabilelerin ve şeflerin peşinde koşmuş, rezervasyon alanları dahil olmak üzere dere tepe demeden kabile yerleşkelerini gezmiş, kültürel ve dini ritüelleri fotoğraflamış, sağ olarak ulaşabildiği şeflerin fotoğraflarını çekmiştir. onun arşivi sayesinde kızılderili kabilelerinin sosyal yaşamları, kültürleri, kabile reisleri, kabile şamanları görsel hafızanın bir parçası haline gelmiştir. bugün, pek çok ritüelin ve şefin fotoğraflarına ulaşılabiliyorsa bunda en büyük pay curtis'e aittir. aynı zamanda kızılderili kabileleri ile de iyi ilişkiler geliştirmiş olduğunu söyleyebiliriz . misal; hopi kızılderilileri onu kutsal saydıkları ''yılan dansı'' ritüeline davet etmiş ve görüntü almasına da izin vermişlerdir.

aşağıya o karelerden bir tanesini bırakayım;

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ayrıca kendisinin çok sevdiğim bir kaç fotoğrafını daha şuraya iliştireyim;

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
bu fotoğrafta uçurumun kenarında bir ''kartal avcısı''nı görüntülemiş ki, bu fotoğrafın bende uyandırdığı his bambaşka. benim baktığım yerden muazzam bir kare olarak gözüküyor. *

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
bir navajo atlısına ait olan bu fotoğrafa da resmen bayılıyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
bu fotoğrafı koymazsam olmazdı. burada cheyenne savaşçılarını enfes bir şekilde fotoğraflamış. insanın dibi düşüyor...

tabii burada 40 bini aşkın fotoğraftan bahsediyoruz. içlerinde gerçekten çok güzel fotoğraflar var. geçmişe doğru yolculuk yapmak istiyorsanız bir göz atmanızda fayda olabilir.

son olarak; timothy egan'ın ona dair yazdığı ''short nights of the shadow catcher'' adlı kitap tam bir saygı duruşu niteliğinde. imkanınız olursa muhakkak okumanızı tavsiye ederim. onun gibi değerli bir sanatçının* gölgelerin arasında kaybolup gitmesine izin vermeyen ve tarihe not düşen bir çalışma. şimdi tekrar kontrol ettim. ne yazık ki türkçe'ye halen çevrilmemiş.
devamını gör...

innsmouth'un üzerindeki gölge

lovecraft'ın bu öyküsünü ilk olarak giovanni scognamillo seçkisinde okumuştum. dost körpe'nin çevirdiği ve kanımca lovecraft'ın en sağlam hikâyelerinin bir araya geldiği güzel bir derleme kitaptır. zira lovecraft evreninde ama öyle ama böyle birbiriyle ilintili olan hikâyelerin bir arada okunması kadar keyifli bir şey yoktur. cthulhu’nun çağrısı'nı da yine bu seçkide okumuştum. ondan sonra da yeri geldikçe güncellemeleri takip etmek durumunda kaldık. * kimilerine göre bu hikâye onun en iyi hikâyesi. öyle söylüyorlar, çünkü diğer hikâyelerine nazaran daha duru bir dille yazılmış. sakin ve sade bir havası var. tabiri caizse siyah değil. gri... tabii bunu söylerken olay örgüsünde zaman zaman ortaya çıkan ufak şoklamaları hariç tutarak bir değerlendirmede bulunmuş oluyorum.

zadok'un devreye girdiği ve ilk ağızdan anlatıma başladığı kısım bence bu hikâyenin en sağlam bölümü. aynı zamanda ''zadok anlatısı'' dediğimiz şey lovecraft sonrası eserleri ciddi anlamda etkilemiş. buna sinema da dahil. bu sebeple hikâyenin o kısmını, bu gözle okuyup değerlendirmek de fayda var. ilk tanımda cessiebalik'ın yaptığı ''sakin tekinsizlik'' tanımı cidden bu hikâyeye cuk diye oturmuş. işte o tekinsizliğin sebebi ise bizatihi cthulhu mitosu ile ilintili. * *

naçizane şunun altını çizmem lazım; bu hikâyeyi hiç okumamış olan arkadaşlar''cthulhu’nun çağrısı''nı okuduktan sonra bu hikâyeyi okurlarsa çok daha iyi olur. bu sayede hem o sessiz tekinsizliğin kıymetini daha iyi anlarsınız. hem de hikâye örgüsü sizin için daha anlamlı bir hale gelir.

bu arada poe meselesi ile ilgili de bir kaç kelam edeyim. lovecraft'ın ki etkilenmekten öte bir şey... bizatihi o'nun mirasını devralma iddiasında. bu yüzden kendisinin durumunu çok daha farklı bir şekilde değerlendirmek gerekir. kanımca, poe konusunda tutkulu bir fanatik olduğunu söylemek isabetli olacaktır. * lord dunsany ve arthur machen'den etkilendiği ise bir vakıa. lakin şuna şüphe yok ki, gizem, kasvet ve donukluğun yansıtılmasındaki en başarılı yazarlardan birisidir. * bu sayede üslubundaki aksaklıklar yok olur gider. ondan geriyi tüyler ürpertici bir dehşet ve kurgusal özgünlük kalır...
devamını gör...

yelbegen

erlik han'ın insanları hizaya çekmek için yarattığı yedi başlı ejderhanın adıdır. genel olarak bir altay mitolojik figürü olsa dahi tuvalar ve sahalarda da yelbegen'e dair hikâyeler anlatılır. öyle habis ve öyle kötücül bir yaratıktır ki, canı isterse insanları bir lokmada ham yapabilir. yapabilir diyorum zira görev tanımında insan yemek yok! ona çok daha ulvi bir görev verilmiş; hergele bir nevi kargo şirketi gibi çalışıyor. yeryüzünde sapkınlık yapan kötü insanların tespiti yapıldıktan sonra bu arkadaşa haber veriliyor. beyzade haberi aldıktan sonra hızlı bir şekilde görev yerine intikal ediyor. bu densiz günahkarları bir güzel paketliyor. paketleme işleminden sonra ise yelbegen güvencesindeki uçuş konforu ile seyahat eden günahkarlar, yer altı dünyasında bizatihi erliğe teslim ediliyor. bu işlemlerde teslim kodu vesaire gibi herhangi bir şart aranmıyor. kendisinin altag dağlarındaki * * * * bir mağarada yaşadığı rivayet edilir. bir ara, ''acaba halen orada mıdır? gidip baksak mı?'' tarzında kabuğumda oluşan sorularla arama mesafe koydum. tabiri caizse paçam yemedi. hayır yani, kendisinden çekindiğimden değil. dağ yüksek geldi. takdir edersiniz ki, tosbağalar için o yükseklikte bir dağa tırmanmak yorucu olabilir. yoksa yelbegen de kim oluyormuş? alıp manaş bile alt etmiş hergeleyi ben mi edemeyeceğim? *

yalnız burada da şu kısma takılıyorum; yani netice de bu arkadaş erliğin verdiği bir görevi yerine getiriyor. neden bu arkadaşa atar gider yapıp kahramanlık taslamış ki bu abiler? bu durum, tanrı hükmüne karşı çıkmak gibi bir şey oluyor. kanımca, ülgen alttan alta bu arkadaşları hafifçe gazladı. yoksa yaptıkları cidden akıl işi değil. insanın tek başına girişeceği bir işse hiç değil! efsanelere baktığınızda yelbegeni şekil değiştirip yenen abilere bile rastlıyorsunuz. bu yüzden olaylar salt insan işi gibi durmuyor. ben de doğal olarak bu işlerde ülgen'in parmağı olduğu düşünüyorum. biz kaplumbağalar bile şekil değiştiremezken aciz insanoğlu mu kendi başına şekil değiştirecek? komik! insan dediğiniz yaratık şekil değiştiremez. ama maskeler suretiyle yüz değiştirebiliyor. en iyi olanın bile en az 3-4 tane maskesi var zahar. kötülerinin ise 3344 adete kadar maske stoklayabildiğinden bahsediliyor. çok yüzlü, yüzsüzler ordusunun adıdır insanlık. ama mevzumuz insanlık değil. ben burada insanları gömecektim ama sebebi bu değildi. mevzu farklılaşmadan asıl defin işlemine başlayayım.

şimdi, nereden bakarsanız bakın yelbegen bizim evladımız. öyledir, böyledir, şöyledir kısımlarına hiç girmeyelim. kol kırılır yen içinde kalır. o mevzuyu kendi içimizde bir şekilde çözeriz. amma velakin konu hades olunca, fularlarını tepeden tırnağa vücutlarına dolamak suretiyle konuya dair 32.500 kelam eden zevat size laflar hazırladım; kraken adını kraker yer gibi ağzınızda geviş getirerek keyifle zikrederken, size yelbegenden bahsedildiğinde neden gevrek simit misali ağızlarınızı daire şeklinde açarak höykürmeye başlıyorsunuz? yavrum siz kimin enteli dantelisiniz? mevzu aynı mevzu. hikâye benzer. konu türk mitolojisi olunca mı höykürmek geliyor aklınıza? sahi, bu aşağılık kompleksi ve eziklik nereden geliyor size ve nasıl hasıl oldu? kendi öz kültürünüzden bu kadar utanmanızın sebebi nedir? * *

bakın, ben ejderhaları pek severim. ejderha mızrağı, yüzüklerin efendisi, ölüm kapısı serisi ve benzeri kurgulardaki ejderhalar başımın tacıdır. hatta taht oyunlarındaki ejderhalara bile sempatim vardır. * arkadaş, mevzu bizim ejderhalar olunca neden hemen su koyuveriyorsunuz? gevşek gevşek ağzınızı yüzünüzü büküyorsunuz? yani entel dantel ortamlarda bizim ejderhaların gideri yok diye mi böyle yapıyorsunuz? ha tabii, ben yılmıyorum bu iki yüzlü tavırdan. baktım ki bıdı bıdı etmeye başlıyorlar. üzerlerine doğru alevler saçarak ilerliyorum, diğer türk ejderhalarından da bahsediyorum. en nihayetinde kavruk ateşte pişmiş lapaya çeviriyorum hergeleleri. bizim çocukları ayırmayacaksınız! onları mahzun ve boynu bükük bırakamayacaksınız! hadi övmüyorsunuz o kısmı anladık ama haksızlık yapıp onları yok saymayacaksınız. bizim ejderhalarımız da mitoloji dünyasının zenginliğine katkı sunan müstesna motiflerdir. en az diğerleri kadar değer görmeyi hak ederler. onları size yedirmeyeceğiz. o sahte fularlarınız yelbegenin ateşi ile harlansın dilerim. * *
devamını gör...

alaz (yazar)

çok genç yaşta kaybettiğimiz bir yazar. üzüldüm cidden. bu mecrada kendisini seven ve ona değer veren tüm yazarlara baş sağlığı dilerim. toprağı bol olsun. yattığı yer incitmesin. devri daim olsun...
devamını gör...

hakasya

tıpkı tuva türkleri gibi çok temiz ve arı bir türkçe konuşuyorlar. başlangıçta algıda zorluk çeksenizde sonrasında alışmaya başlıyorsunuz. nihayetinde iletişimi ileri bir boyuta taşımak keyif verici oluyor. bu, birazda psikolojik bir durum. aynı kökten geldiğiniz insanlarla elin dilinde konuşmak insanın zoruna gidiyor. kendinizi türkçe konuşmak ve bir şekilde anlaşmak mecburiyetinde hissediyorsunuz. önünde sonunda aynı kökten geldiğiniz insanlarla iletişim kurabildiğiniz içinse seviniyorsunuz. işin trajikomik kısmı da ne yazık ki burası. kökün bir, dilin bir, lakin iletişim kurabildiğiniz için utanmasanız kırk bin takla atacaksınız. hatta ben sevinçten kabuğumda ters dönmüş olabilirim. *

tuva'ya gitmeden önce ata topraklarına yapabileceğiniz en güzel girizgahtır hakasya. ancak bölge inanılmaz derecede geri bırakılmış. geçmişe seyahat ediyorsunuz bir nevi. tabii tek can sıkıcı nokta bu değil. hakasya'da hakas türklerinin sayısı ciddi oranda az. istatistiki olarak oran nedir bilmiyorum lakin kahir ekseriyetin rus olduğunu söyleyebilirim. hakaslar halen ata dinine bağlılar. aralarında çok az sayıda hıristiyan ve müslüman bulunuyor. ben müslüman bir hakas türkü ile karşılaşmadım o yüzden söylenenlere itibar etmek durumundayım. ancak şu bir vakıa ki, başkentlerinde cami yok. şimdi bu yüzden bazıları öz be öz türk olan bu kardeşlerimizin türklüğünü sorgulayabilir. malum yapmadıkları şey değil. ama güzel bir haber vereyim size; taşlara, ağaçlara bağlanmış çokça çaput görebiliyorsunuz hakasya'da... tıpkı anadolu'daki gibi! belki buradan hakaslarla aranızda bir bağ kurabilirsiniz (!) * işin latifesi bir kenara, ortak kültürü din üzerinden tarif etmeye çalışmanın ve aynı kökten geldiğiniz insanları inançlarına göre tasnif etmenin gereksizliğini bu zevat dilerim zamanla anlar ve algılar.

ha tabi hakasların başka açıkları da var. * zamanında hakas erkekleri küpe de takmış. * halen takanları da var. *hatta bu mevzudan şu tanımda bahsetmiştim. #1707406 çoook ayıp çok! tabii aslını inkar eden haramzadelere bu mevzuları nasıl anlatacaksınız? orası da ayrı bir muamma. neyse konumuza dönelim. burada da lenin karşınıza çıkacak hazırlıklı olun. tuva cumhuriyeti ve yakutistan'da olduğu gibi adamın hayaleti sizi asla rahat bırakmıyor. * güzel bir büstü var. sovyetler yıkıldıktan sonra dokunmamış kimse. orada öyle mahsun, öyle garip duruyor. caddesi bile var adamın daha ne olsun? bu da kanımca hoşgörü anlamında önemli bir mihenk taşı. zira adamın heykelleri moskova'da paldır küldür aşağı indirilirken burada bir allah'ın kulu çıkıp, dokunmamış bile heykele.

taş yazıtlar mühim. *türk tarihi açısından çok önemliler. o yüzden abakan ve minusinsk müzelerine muhakkak gitmek gerekiyor. bu tarz mevzuları seviyorsanız ve köklerinize dair merakınız varsa küçük dilinizi yutup keyiflenirsiniz. zira orada cidden bir tarih yatıyor.

radloff, hakasları uzun boylu, kızıl saçlı, taze yüzlü ve mavi gözlü olarak tanımlamış. bu tanım aklınızda kaldığı için radarlarınızı açıyorsunuz. hımm bak şu hakas değil herhalde. ya da hakastır da lilir'dir bu. lilir, hakasların siyah gözlülere verdiği isimmiş. hem siyah saçlıları hem de siyah gözlüleri kötüye işaret olarak görüyorlarmış. * allah'tan ben lilir değilim de temiz yırttım. * neyse mevzu yine uzayacak hissediyorum. * o yüzden mevzuyu kısa kesip kaçacağım. abakan ''ayı kanı'' anlamına geliyor. ayı neden mühim? şurada kısaca değinmiştim.(bkz: türklerde ayı ongunu) başkentin bu ismi alma hikâyesinin de farklı versiyonları var. ama ben en çok şu hikâyeyi seviyorum; rivayet odur ki, zamanın birinde hakas topraklarında dev bir ayı belirir. zebellah gibi bir şeydir. köylere ve insanlara saldırmaya başlar. sanırım hakas kardeşlerimiz ''ormanın ruhu''nu o ara fena kızdırmışlar. * neyse aradan biraz zaman geçer ve köyün birinden delikanlının biri bu ayı ile kapışmayı göze alır. tabiri caizse saatlerce güreş tutarlar. en nihayetinde ayı bey yorulur. yere yığılır ve bizim delikanlı ile baş edemeyeceğini anlayıp hemen arazi olma moduna geçer. ayı yorgun, ayı bitkin, ayı sükutu hayale uğramış...bizim genç bırakmaz peşini. günlerce süren takip sonucunda ayı beyin kükremesini işitir. hızlıca o yöne doğru ilerlerler. sesin geldiği yere vardığında ayının bölgedeki ağaçları kökünden söktüğünü, kayaları parçaladığını görür. derler ki; ayının bedeni dev bir dağa dönüşmüştür. bu dağdan bir kaynak fışkırmış ve o kaynak da nehir olmuştur. böylece bu nehre ''abakan'' adı verilmiştir. tabii bu hikâyenin en güzel yanı nehrin bir bölümünde yer alan kayaların yerde yatan bir ayıya benziyor oluşudur. yani iddianın altı boş değil. *

işte o ayı da şu dermişim; *

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

demiştim size mevzu uzayacak diye ama hiçbiriniz beni durdurmadınız. bu sefer cidden kısa kesip abakan havasını es geçiyorum. ''çıl pazı'' meselesine falan öldürseniz girmem artık. ayrı bir başlık açayım ben ona hatta. hem durumumuz yoktu okuyamadık diyorsunuz, hem de uzadı diye hiç uyarmıyorsunuz. kırgınım hepinize... haydi selametle.
devamını gör...

rahel tanrıyla hesaplaşıyor

at bey şu aralar yular yerine fular takmaya başladı. kendisinden duyduğumuz entel kişnemeler ziyadesiyle keyif verici bir hale geldi. sözlük buram buram entel çim kokuyor. * işin latifesi bir yana güzel bir hikâye kurgusudur. aslında tamamen tevrat temelli bir konu örgüsüne sahip. zweig, bu ilahi hikâyeler üzerinde ince dokunuşlar yapmış. özellikle tanrı'ya yakarışlar bölümü ziyadesiyle düşündürücüdür. sor, sorgula sonra kendini hükmünü ver. yalnız mitolojik bir karakter olarak rachel'e baktığınızda o biraz daha kıskanç bir kadın. burada ise kıskançlığı sadece dilinde. zweig sayesinde geliştirmiş kendisini. farkına varmış kendi karakterinin. * bir yaratıcının merhameti sonsuz değilse, kendi sonsuz mudur? sorusu herhalde bu öyküdeki en can alıcı soru olsa gerek. ya da değildir bilemem. * yalnız kadın sabır taşı. maşallah nazar değmesin demek lazım. neticede zor bir yaşamı olmuş.

virata konusunda ise at beye katılıyorum. üç öykü içerisindeki en sağlam hikâye virata'nın hikâyesi. bir insanın kılıcı terk edip eline teraziyi alması ve bu teraziyi şaşmaz bir akli ve vicdani sorumlulukla taşıması cidden insanı hayran bırakıyor. tabii hikâyedeki diyaloglar çok hoş. sorular ve cevaplar çok çarpıcı. belki o noktada ''adalet'' nedir ne değildir sorgulaması bu öykünün insana kattığı en önemli değerlerden birisi olabilir. zaten öyküler söylendiği gibi kısa ve öz. o yüzden çok fazla ipucu vermeden etrafından dolanarak yorumlamakta fayda var. okursanız bir şey kaybetmezsiniz. ama üzerinde düşünmek durumunda kalacağınız sorular heybenize bir şeyler katmanıza vesile olabilir.

hülasa; at beye yular yerine fular taktıran hikâyeler bütününden kimseye zarar gelmez. * bu kitabı o açıdan değerlendirmenizde fayda var. *
devamını gör...

nyarlathotep

lovecraft'ın hikâyelerinin sürekli yerleri değiştirilerek kitap haline getirilmesi ziyadesiyle can sıkmaya başladı. * bu mevzuya üstü örtülü olarak cthulhu’nun çağrısı başlığında değinmiştim. farklı seçkiler, farklı çeviriler derken özellikle lovecraft'ı uzun süredir okuyan insanların resmen nevrini döndürdüler. abicim sizin bizimle alıp veremediğiniz nedir? yani tamam, anlıyoruz ticari kaygı vesaire. daha ince ve kolay okunur kitaplar. insanları lovecraft ile tanıştırma hamleleri falan güzel ancak korkum odur ki, yakında her hikâyesinin adının verildiği farklı kitaplarla karşı karşıya kalacağız ve kitapların kapağını açtığımızda göreceğiz ki, ''garp cephesinde yeni bir şey yok.'' sadece çeviriler farklı. anlatım dili biraz daha değişmiş. * benzer şeyleri cthulhu’nun çağrısı başlığına yazdığım için tekrara düşmek istemem. ben mevzuya kitap olarak değil de hikâye olarak değineyim; aslında nyarlathotep, cthulhu mitosunun tamamlayıcı unsurlarından birisidir. ha keza azathoth'da öyledir. şimdi siz kalkar cthulhu’nun çağrısı'nı okumamış birisine bu hikâyeyi çat diye servis ederseniz, bazı hususlar havada kalır. okurun idrak yollarını tıkarsınız. hatta hikâyeyi sevmelerine ya da algılamalarına engel olmuş olursunuz. böyle yaptığınız zamanda ''kozmik korku'' ''gotik korku'' artık nasıl tanımlıyorsanız bu türü okurla buluşturacağım derken baltayı taşa vurmuş olursunuz.

lovecraft külliyatına hakim olmayan bir okur için bu hikâye bağlarından koparılmış bir şekilde sunulursa çok da çekici gelmeyecektir. yukarıda okuduğum bazı tanımlar da bunu doğrular nitelikte, kâh kısa oluşu, kâh içine çekmemesi, kâh karakter tasvirindeki bilinmezci ve gri tavır okura geri adım attırıyor/attıracaktır. oysa ''sürüngen kaos'' mühim. evrenin her yerinde ve tabiri caizse öz, has ve yegane olan tanrıların arasındaki en ince motif. niye çıkıp geldi? ne için kim için vs...okurda bu yoksunluğun yaratılmasının ve algıya ket vurulmasının sebebi bizatihi ticari kaygılarla hareket eden zihniyettir. neyse artık yapacak bir şey yok. lovecraft okuma işine yeni başlayan arkadaşlar da bu karanlık dehlizde elbet yolunu bulacaktır diye düşünürüm. * yapbozun parçalarını birleştire birleştire ilerleyip, yayınevlerine nanik yapacağınız o kutlu günde görüşmek dileğiyle... *
devamını gör...

anormal sözlük haber ajansı

yeşil öfke benji'nin kırdığı cevizler bini aştı

evet, değerli okuryazarlar; bildiğiniz üzere benji son günlerde üzerimize sürekli bir şeyler fırlatıyor. kitap çekiydi falan derken, işler döner/ayran fırlatma noktasına kadar geldi. benji'nin son dönemdeki söylemleri açıkça gösteriyor ki, elinde sadece iki adet icraat kalemi kalmış. bundan sonraki süreçte ya kafanıza bir şeyler fırlatacak, ya da uygulama/uygulama/uygulama diyerek beyninizi ütüleyecek. bunların haricinde bir üçüncü yolun mümkün görünmediği aşikar. esasen bu tarz girişimler benji ve ekibinin ne kadar çaresiz kaldığını da net bir şekilde ortaya koyuyor.

sözlüğün satılması ya da kapatılması şayiaları hakkında kendisine sorduğumuz sorular ise her seferinde yanıtsız kalıyor. malum sükut ikrardan gelir. kendisine yine ve yeniden sesleniyoruz. çık ortaya ve yazarlara bu konuda bir açıklama yap!

bu arada bizim taleplerimiz karşısında benji'nin canı ziyadesiyle sıkılmış olacak ki, çevresindeki zevata ; ''bunlar ne istiyor yahu? ne istediler de vermedim. kafalarına tavuk döner bile fırlattım. sözlük benim sözlüğüm, atarım da, satarım da, gulu gulu dansı yapıp canımı sıkmasınlar.'' diyerek konuya karşı ne kadar duyarlı olduğunu hepimize göstermiş oldu.

bak yoldaş efendi;

sanma ki, boşuna harcadığımız bunca gayret!
yazdığımız onca tanım, oyladığımız onca yazar, okuduğumuz onca başlık !
sabrın sonu felakettir, selamettir, nerede bu kahır olasıca medeniyet!
emin ol, yavaş yavaş, ağır ağır ve elbet, dağılacak bir gün bu dağılmıyasıca zulmet,
inşallah en gecinden ve bok canımıza rahmet,
uyanacak er geç bu yazar denen musibet!
*

at beye yapılan komplonun arkasındaki gerçekler ortaya çıktı

şimdi sizlerle sözlüğümüzün emektarı at bey,namı diğer gomercan'a karşı yoldaş ve ekibi tarafından kurulan kumpasın ayrıntılarını aktaracağız;

sözlük, yoldaş'ın yakın çevresi kaynaklı bir takım dedikodularla çalkalanıyor; son dönemde radyoda istediği gibi at koşturamadığı gerekçesi ile önce at beyi kızağa çekmeye çalıştığı bunu başaramayınca da at beyi kazığa oturtmaya karar verdiği yüksek sesle dile getirilir oldu. konuyla ilgili bilgisine başvurduğumuz yöneticilerden birisinin adının açıklanmaması koşuluyla tarafımıza yaptığı açıklamayı noktasına virgülüne dokunmadan aktarıyoruz;

''yani evet. bu konuda biraz sinirli. radyo kendi mecrasında ilerliyor. biraz kafasına göre takılıyor. o tarafa müdahil olamadığı için de çok gergin. hatta geçen gün bizleri toplayıp, şu at bey konusunda bir şeyler yapmalıyız dedi. hatta 'ben önden bir kaç kasapla konuştum. kendisini kestirip, bu işi noktalayacağım. ancak bir pürüz var. at beyin kesiminin helal olup olmadığı tartışmaları alıp başını yürüyecek diye korkuyorum. zira kasap bile bana, at kesilir mi arkadaş! diye çıkıştı. helal olmaz bir kere dedi. bunun üzerine ben kendisine bu at helal attır. bugüne kadar her işi helalinden yapmıştır. bizim mevzumuz farklı. bunu kesip kurtulmazsam, bunlar benim kafamı mızrağa geçirip ibreti alem için akışta gezdirecekler deyince, kasap biraz yumuşar gibi oldu. ama yine de yazarların bu konudaki tepkisinden çekinmiyor değilim!' dedi.

hal böyle olunca biz de bu seçenekten önce, at beyin nefesini keselim, sonra duruma bakalım diye bir öneride bulunduk. merakla gözümüzün içine baktı. hemen atıldım öne tabi. biliyorsun değerli yoldaş, uzun yazıları ile meşhur morticia adlı bir yazarımız var. ona bir padişah fermanı yazdırıp, bunu at beyin okumasını temin edersek yayında hık diye son nefesini verebilir. böylece kasap işinden kurtulur, atı morticia'ya vurdurup, aradan sıyrılabiliriz dedim. hay aklınla bin yaşa sen be diye keyifle ayağa kalktı ama o esnada ayağı kayıp yere düşünce anın bütün büyüsü bozuldu. ancak her ne olursa olsun karar alınmıştı. gerekli görüşmeler yapıldı ve at beye karşı tezgahlanan kumpas hayata geçirildi. ancak sonuç alamadık. meğer at bey 2400-3000 arası koşuyormuş. uzun mesafe atıymış. maşallah okudukça nefesi açıldı. bizim hayallerimiz de suya düştü. sanırım bundan sonra helal kesim, haram kesim mevzusunu es geçip kasap kartını öne süreceğiz.''


evet değerli okur yazarlar gördüğünüz üzere benji ve ekibi acımasız ve ince planlarla sözlüğe yön vermeye çalışıyor. ajans olarak sonuna kadar at beyin yanında olduğumuzu vurgulamak isteriz. yoldaş'ın toplantıda söylediği şu sözleri de asla aklınızdan çıkarmamanızı salık veririz.

muhterem yöneticiler, öyle bir vazife tevdi ediyorum ki size, merhamet kelimesini hafızanızdan sileceksiniz. çünkü karşınızdaki düşman insan değil, bir sürü yırtıcı hayvan ve bir adet at!

eh be yoldaş! neydin ne oldun demekten kendimizi alamıyoruz. tez vakitte sandalyeden düşersin de o kaba etlerin mosmor olur inşallah!

evernevergreen yoldaşımıza karşı yapılan çirkin saldırılara karşı cevabımızdır;

sözlüğümüzün değerli editörü ve ajans muhabirimiz evera karşı sistematik bir saldırı kampanyasının düzenlendiği gözlerinizden kaçmamıştır. benji ve yönetimi tarafından kiralanan kiralık yazarlar, her şart ve koşulda çalışma arkadaşımıza karşı suikast girişiminde bulunuyorlar. daha dün radyo başlığında kendisine karşı yapılan menfur saldırıyı esefle kınıyoruz. biz zaten direkt olarak yoldaş'a karşıyız. karşısında yer alıyoruz. amacımız onu devirmek. bu yüzden de bize derin yapılanma denmesinde beis görmüyoruz. evet köklerimiz derinde. ancak şu bilinmelidir ki, bizim yoldaşı iktidardan indirme planlarımız açık ve nettir. kapı arkalarında kulis yapıp, birilerinin ayağını kaydırma niyetinde değiliz ve olmadık da. yoldaş ve baskıcı yönetimine karşı alenen bir isyan ateşi yakmak niyetindeyiz ve bunu da her daim her yerde açıkça dile getirdik. bu yüzden yapılan bu suikastların başarıya ulaşamayacağı açık ve nettir.

başlıklarda angaryaya koşulmuş kardeşim bilesin
o yoldaş denen sömürgen sade yazdığın yazıları değil,
gün ışığını da çalıyor gözlerinden.
ve onun gölgede tellendirdiği filtreli cigaranın külü senin klavyene düşüyor.
sen onun adına tetikçilik yaparken, o dağ gibi alın terini klavyene damlatırken,
o banker köşklerinin avlularında hepimizi yok edecek silahların namlularını bize çeviriyor.
ve zannediyorsun ki, kurtulacaksın yoldaşın hışmından. gülüyor olsan da ağlanacak haline.
biz ağıt yakıyoruz senin için! sen hiç merak etme!


sözlükte yaşanan kaos ve avuçlarını kaşıyan yönetim hakkında kısa bir değerlendirme

son günlerde sözlükte yaşanan kaos ortamı bugün tavan yapmış gözüküyor. herkes sağa sola yalpalıyor ve elindeki kazığı karşısındakinin kalbinin tam ortasına sokmak için fırsat kolluyor. oysa çok basitti her şey. tanım okunacak, oylanacak, yazı yazılacak gönderilecek, saygı duruşu, istiklal marşı ve kapanış. ama olmadı sonumuz böyle. beklentiler arşı alaya çıktı. kadim dostlar arandı, ruh eşleri bulmak için göğe tek kanatlı seferler düzenlendi. gündelik yaşamın stresini atmak yerine, gündelik yaşam sözlük haline gelince, oldu bizim sözlük tımarhaneden hallice.

bu ruh haliyle kendisini kaybedip bize yazdığı şiiri gönderen yazarımızın şiirini de sizlerle paylaşmak isteriz;

vışşş anam demek burasıymış sözlük denen yer.
lan ne biçim tanım bunlar böyle.
namıssızlar otu boku beğenmişler.
tüh! tüh! tüh! şu yazara bak hele.
tövbe diyim. cenneti aladan göşe.
bolluğundan fotoyu yazı bellemişler.
portakalı fotoğrafın mabadına itelemişler.
instagramı sözlük diye kakalayıp,
başımızdan aşağı portakal suyu dökmüşler.


son olarak spor haberleri ile bültenimizi kapatıyoruz.

malumunuz olduğu üzere sözlük boks milli takımı seçmeleri yoğun bir şekilde devam ediyordu. ancak geldiğimiz noktada boksun değerli yazarlarımızı kesmediği ve birbirlerine tekme tokat dalma hissiyatı ile yanıp tutuştukları görülünce, yeni bir spor dalının milli sporumuz olmasına karar verildi. yeni sporun ne olacağı konusunda henüz bir açıklama yapılmamış olsa da, yazarlarımızın istek ve taleplerine uygun bir spor dalının boksun yerine ikame edileceği yönetimden sızan haberler arasında. kan, gözyaşı, vahşet ve kaos dolu bu spor sayesinde sözlüğümüzün milli maçlardaki başarısının artacağı tahmin ediliyor.

açık mert korkusuz anormal sözlük haber ajansı özel haberlerini okudunuz.

sürç-i lisan ettiysek af ola!
devamını gör...

yakutistan

tuva cumhuriyeti ile birlikte eski türk kültürünü muntazaman koruyabilmiş coğrafyalardan birisidir. tabii bunda en önemli etkeni; çok uzun yıllar diğer kültürlerden ve teknolojik gelişmelerden uzak kalmış olmaları oluşturur. düşünün ki bu türk topluluğunu ruslar bile ancak 17. yüzyılın ortalarında fark ediyor. * tabii sonrasında da doğal olarak işgal süreci başlıyor. bu işgal süreciyle birlikte yeni karşılaşılan bu kültürün genel özellikleri ve yapısı, ruslarda merak uyandırıyor. bu sayede saha dili, tarihi ve folkloru üzerine çalışmalar yapılmaya başlanıyor. yani adamlar tabiri caizse türkleri yeniden keşfediyor. *

bunun getirisi olarak da bu coğrafyaya araştırma gezileri düzenleniyor. bunların en bilinenleri; ''ulu kuzey gezisi'' ve ''2. kamçatkaga gezisi''dir. bu çalışma gezilerine pek çok seyyah ve rus akademisyen dahil oluyor ve sahalarla ilgili ciddi anlamda bilgi akışı temin edilmeye başlıyor. misal yakov lindenau'nun bu gezilerde derlenen bilgileri yayımladığı ''sahaların tarifi'' adlı çalışması bu işin ilk basamaklarının oluşmasına büyük katkı sağlamıştır. zira bu sayede kam ritüellerinden tutun, saha mitolojisine ve saha iyelerine dair pek çok ayrıntı bu eserle birlikte daha bilinir bir hale gelmiştir. tabi günümüzde bu bilgileri çok daha ileri götürmüş ve ayrıntılı hale getirmiş eserler var; ttk ve tdk yayınları bunların bir kısmını yayımladı. merak edenler araştırıp okuyabilirler.

bu arada ''yakut'' kelimesi rus kökenli bir kelimedir. onlarsa kendilerini ''saha'' olarak tanımlar ve nitelendirirler. bunun da altını çizmek lazım. ayrıca sscb kurulduktan sonra sahalar başlangıçta latin alfabesi kullanmışlardır. sonrasında saha alfabesi yayımlanmıştır. ancak 22 yıllık bir süreçten sonra rus baskıları ile rus alfabesi kullanmak zorunda bırakılmışlardır.

ha, tabii bu arada sahalar, ruslara öyle ellerini kollarını sallayarak teslim olmamıştır. burada sayıca az ve teknolojik açıdan zayıf bir topluluktan bahsediyoruz. tabiri caizse, saha topraklarında beyaz adam-kızılderili mücadelesinin bir benzeri yaşanmıştır o dönemlerde... 70 yıl kadar rus çarlığına direnmişlerdir. mamih, kangalas, cennih gibi liderlerin önderliğinde bağımsızlıklarını korumaya çalışmışlar ancak başarılı olamamışlardır.

bu arada asimilasyon süreci ve çabası da kızılderili mevzusu ile benzerlik gösterir. nasıl ki orada rezervasyon alanları ve kilise okulları marifeti ile kızılderililere öz kimlikleri unutturulmaya çalışılmışsa, çarlık rusya'sı da bir benzerini sahalara yapmıştır. bu süreç saha türklerinin bir kısmının hristiyanlaşmasına sebep olsa dahi, kamların varlığı ve kamlaniyelerin devam etmesi bir türlü engellenememiş ve toplumsal bellek taze kalarak günümüze kadar gelmiştir. ancak şunu söyleyebilirim ki; halen ohuokay dansı yapan sahaları ve kamlarını gördüğünüzde içinizi bir mutluluk kaplayıveriyor. tabii bu saha coğrafyasının sömürülmeye devam ettiği gerçeğini unutturmuyor size. zira o coğrafya dünyadaki elmas üretiminin önemli bir kısmını karşılıyor. lenin'i buraya da sürmüşler onu unutmamak lazım. * tuva cumhuriyeti ile ilgili yazdığım yazıda o süreçten bahsetmiştim sanırım. bu yüzden bu tanımda o kısma girmeyeceğim.

ha soğuğu biraz abartılıyor. * soğuk o coğrafyanın tanrısı sadece. *

ayrıca sağlam bedduaları var. ''kutlu odun sönsün, bacan kırağı dolsun, dışı kar olsun, yolun kapansın, evine köpek de girmesin!'' sahalı kardeşlerimizi çok kızdırırsanız beddua zincirleme tamlaması yapıp, üzerinize bela salabilirler haberiniz olsun. efendi olun özetle. efendi olursanız şöyle güzel temennilerle uğurlanabilirsiniz; ''yer-kaya, su-deniz, orman-dağ, günahını düzeltsin, yolun yükseğini alçaltsın, görünmezden korusun. kar, yağmur, yel, rüzgar soğuklarını azaltsın, güneşin ateşi şiddetini artırmasın!'' bu konuyla ilgili de kısa ama doyurucu olarak okuyabileceğiniz ''saha türk edebiyatı'' adlı bir çalışma var. orada çok hoş betimlemeler ve tabirlerle karşılaşabiliyorsunuz.

yazdıkça aklıma bir şey geliyor. geldikçe de tanım uzuyor. kısa kessem iyi olacak sanırım. * saha mitolojisi cidden zengin bir mitoloji ve tanrısal motiflerin yanında pek çok iyenin tasnifi yapılmış durumda. sözlükte bazılarının başlığını açmıştım. şöyle ki;

(bkz: ürün aar toyon)
(bkz: küöx bollox toyon)
(bkz: aan alahçın xotun)
(bkz: ilbis xaan)
(bkz: ilbis kııha)
(bkz: allaraa doydu)
(bkz: аan uххаn)
(bkz: üör)
(bkz: doxsun duyar)
(bkz: kün cöhögöy)

burada keseyim yoksa parmaklarımı durduramıyorum. sonu pek iyi olmayacak. *
devamını gör...

hayalet avcıları

aslında ilk hayalet avcıları çocuklar için çekilen 1975 yapımı bir sitcom'dur. iki dedektifin ve bir gorilin hikayesini anlatır. yani bu başlığa konu olan çizgi dizinin atası esasen bu kurgudur. hatta aşağıya bu şovun giriş kısmını ekleyeyim;


fark ettiyseniz goril'in ismi de tracy * çizgi dizi afişinin esin kaynağını ise şu resim ayan beyan ortaya koyacaktır sanırım;
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
1984 yapımı film ise * başka bir projenin dönüştürülmesi sonrasında ortaya çıkmış bir yapım. film senaryosu şekillendirilirken adı farklıymış. sonrası cidden karmaşık mevzu. davalar, isim hakları, yok efendim ben gerçek hayalet avcılarıyım. yok ben öyleyim! falan filan fişman. sonuç olarak, bu çizgi dizinin esin kaynağı 1984 yapımı film değildir. 1975 yapımı sitcomdur. hazır çizgi film başlığını görmüşken ona dair bir kaç şey karalamak niyetindeyim ama buraya 1984 yapımı filmin, asıl çizgi dizi uyarlamasının afişini de koymak lazım ki karışıklık olmasın. *

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
hah şimdi gelelim mevzuya; benim için bu iki çizgi dizi arasında kıymetli olanı gorilli olanıdır. onu pek severim. elbette goril olmazsa olmazımızdır ve bu çizgi filmin lokomotifidir. goril karakteri olmasaydı, herhalde bu çizgi diziden o kadar da keyif almazdım diye düşünüyorum. gorilden sonra ise benim için en değerli karakter ansabone'dur. kendisi konuşan bir telefondur ve gül cemali ise pek nurludur. * şöyle ki;

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
geriye kalan karakterler arasında ise pek fark gözetmem. orada da skelevision biraz ön plana çıkar diyebilirim. o da şöyle yakışıklı bir kardeşimizdi. en ortadaki;

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
ha baş kötüyü de unutmamak lazım. sanatçı ruhlu güzel bir abimizdi. * ne güzel org çalardı yahu. efkarlandım vallahi. *

onu da hatırlatalım madem tanımı bitirmeden;
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
tanım: çocukluğumuzun mihenk taşlarından birisi olan, sevimli çizgi film. * *
devamını gör...

gök görke

kük kürke olarak da adlandırılan mitolojik figür. kendisini ''deli dumrul''un mitoloji şubesi olarak da görebilirsiniz . köprü başlarını keser. lakin paragöz değildir. onun derdi daha başkadır. adı anılsın ister. bir şekilde isminin zikredilmesinden haz alır. bu yönüyle biraz narsist bir yaratık olduğundan bahsedebiliriz. ha narkissos kadar olayı abartmıyor. daha küçük şeylerle şımartıyor kendisini. şimdi diyelim ki, bir köprü başına vardınız. karşıya geçeceksiniz, ortada gişeler ya da deli dumrul yok. kendinizi rahatlamış hissediyorsunuz. işte bu gaflet haline düşmemek gerek zira gök görke her köprü başını tutabilecek kadar donanımlı bir yaratık. siz görmeseniz de o orada ve şu şekilde adını zikretmeniz gerekiyor; ''köprü başında gök görke, bundan kim korkar gök gürlüyor, yer titriyor.'' sonrasında yolunuza güven içerisinde ve huzurla devam edebiliyorsunuz. adını duyunca hergelenin içinin yağları eriyor. e haklı tabi hem göğü gürletip, hem de yeri inletiyor. ''yeri göğü inletmek'' tabiri belki de gök görke çıkışlıdır kim bilir? buna dair net bir bilgiye sahip değilim lakin bana mantıklı gelmiyor değil zira dede korkut hikayelerinde de farklı tatar figürlerine yer verilmiş. belki köprü ve ''deli dumrul'' esinlenmesinin kaynağıdır. bilemiyorum tabi. vardır muhakkak bir bağ. *

neyse efendim bu sözlerden sonra kerata ilik gibi olduğu için size zarar vermeyi aklının ucundan bile geçirmiyor. var git işine diyor ve köprüden geçmenize izin veriyor. bir de ''kalay erteç'' var. bazı metinlerde bahsedildiğine göre ''gök görke'' ile aynı yaratık olduğuna inanılıyor. bazı metinlerde ise farklı bir figür olarak gösteriliyor. * gece bastırınca köprü altında oyun oynayan çocukları koruyor ve çocukların bulundukları otağların ya da evlerin tepesinde bekleyerek, içeri girmeye çalışan kötü iyeleri uzaklaştırıyor.

aslında şu aralar ''kalay erteç''e o kadar ihtiyacımız var ki anlatamam. zira biz çocuklarımızı koruyamıyoruz. çocuklarını koruyamayan bir toplumdan kimseye hayır gelmez! geleceğimizi yok ediyoruz kendi ellerimizle ve ne yazık ki bunu içselleştiriyoruz. işin daha acı olan kısmı bunu görmezden gelenlerin olması. içlerinde o kadar öfke birikmiş ki, çocukları bile biz/siz diye ayırmaya cüret edebiliyorlar. çocuktan bahsediyoruz oysa. çocuk! işte hal ve ahval böyleyken gelsin ''gök görke'' ve yeri göğü inletsin istiyorum. çocukları korusun ve kollasın zira bu kirli zihinlere karşı kelimeler kifayetsiz kalıyor. umut ederim ki, kendi pislikleri içerisinde boğulsunlar.

neyse efendim biraz şımarık olsa dahi güzel bir kardeşimizdir gök görke * en azından çocukları korumayı biliyor! bu da her şeye bedel...
devamını gör...

kafatası kültü

günümüzden bakınca her ne kadar psikopatça bir uygulama gibi görünse de geçmiş dönemlerde pek çok uygarlıkta görülen bir mevzu olduğunun altını çizmek gerekir. bizim atalar zaviyesinden meseleye bakarsak esasen düşmanın gücünü ele geçirmek ya da ruhuna sahip olmak gibi bir takım mistik amaçları olduğunu görürsünüz. misal roux'tan öğrendiğimize göre motun * yutçelerin liderini yenilgiye uğrattıktan sonra onun kafatasından bir kadeh yaptırmış; böylece hem düşmana göz dağı vermiş hem de düşman liderinin savaşçı ruhunu kendisine kattığını düşünmüş. zaten bu konuyla ilgili en bilinen hikâye tomris hatunun hikâyesi ki yarasa ona değinmiş. hayvan kemikleri ile ilgili mevzu ise çeşitli türk topluluklarında ve anadolu'da kısmen de olsa devam ediyor. asırlar boyu süren alışkanlıkları bir kenara bırakmak toplumlar için cidden zor. her zaman söylediğimiz gibi dini inancınız değişmiş olsa dahi önceki inancınızın hayaleti hep etrafınızda dolaşıyor. * özellikle yörük obalarını gezdiğiniz zaman hayvan kafatasları ve kemikleri ile ilgili bir takım uygulamalarla karşı karşıya kalmanız olası. bunlar hep geçmişten günümüze taşınan davranış biçimleri. at kafatası, sığır, koyun, köpek hepsinin çeşitli amaçlarla kullanıldığı vakıa. bu tarz uygulamaları edremit körfezinde bazı köylerde, denizli'de, aydın'da ve dahi diyarbakır'da bile bizzat görmüşlüğüm oldu. ha keza tuvalar ve yakutlar için de aynı şeyleri söyleyebilirim. gönülden gönüle giden bir yol vardır görülmez diye boşuna demiyor neşet baba. * araya kilometrelerce mesafe girse ve dinleriniz birbirinden farklı olsa da çıkış noktanız aynı olunca, geçmişin izleri sizi bir şekilde bir yerlerde birbirinizle buluşturuyor. yarasa'nın bahsettiği arı kovanı meselesi de gülümsetir cidden ama başkurtlar arılardan çok çekmiş. o yüzden onları anlamak ve ona göre gülmek lazım. * *

ha bu arada bu tarz uygulamaları kendi dönemleri içerisinde değerlendirmek gerekir. aztekler *, göbekli tepe, hititler, iskandinav halkları ve bazı avrupa toplumlarında da benzer uygulamaları ve kafatası kültünün varlığını görürsünüz. yani salt türklere özgü bir uygulama olmadığının altını tekrar çizmekte fayda görüyorum.
devamını gör...

bana bir şimşek çak

attila ilhan'ın ''avrasya'da gezen hayalet'' olarak tanımladığı sultan galiyev’e adadığı ve oradan da milli kurtuluş mücadelesine selam çaktığı şiirinin adıdır. benim için attila ilhan'ın en güzel şiiridir. verdiği duyguyu, hissetirdiği samimiyeti ve özellikle karamsarlıktan, coşkun sellere dönüşen ruh halini her daim ayrı yerde tutarım. zaten bu şiir hakkında daha fazla da yazılmaz. hadsizlik yapmanın lüzumu yok. * okumak ve hissetmek kafi...


bana bir şimşek çak
ortalık fena karanlık
yüreğim örtülüyor
ağır bir dalgınlığa genişliyorum
durmadan değişen o mevsimde
dağlarda kalın
omuz omuza bulutlar
çok fena kalabalık
ellerim çıplak
bana bir şimşek çak
kötü bir tuzaktayım
bilmem ne yapsak
aklımda fikrimde onlar
yaşlı ve genç
erkek ve kadın
korkularıma tutsak

bana bir şimşek çak
içim içime sığmıyor artık
vahim bir çağrışımdan
daha vahimine atlamaktayım
bana bir şimşek çak
belki fena halde
yanılmaktayım
o ince kız çocuğu
gün doğmadan her sabah
bir hapishaneden bir nezarethaneye
kelepçeli götürülüyor
dudakları titrek
gözlerinde buğu
bilmem ki nasıl anlatayım
bağışlanmaz suçu dünyayı sevmek
bir de o
adını bile bilmediği
kıvırcık saçlı’devrimci öğrenciyi
fakülte kapısında vurulmuş
yağmurun altında
çıplak
bana bir şimşek çak
çok yanlış anlaşılmaktayım
hesabım yanlış bir mahkemede görülüyor
içimdeki zemberek
boşandı boşanacak
yaşamak mı gerek
yoksa unutmak mı
şaşırmaktayım
galiyef yoldaş ne olacak
galiyef yoldaş sibirya sürgünü
sanki yalın bir bıçak
kayarak
bir kırlangıç hızıyla
bulutların arasından
karanlığın böğrüne saplanacak

galiyef yoldaş ne olacak
galiyef yoldaş sibirya sürgünü
elinde bir mektup eski yazıyla
artık yüzünü bile unuttuğu
karısından
burnunda sadece kokusu var
ilkbahar kadar müşfik
sonbahar kadar yumuşak
galiyef yoldaş ne olacak
avrasyada hala mazlumların uğultusu
kısa bozkır atlarının nallarından
gizli kıvılcımlar ki etrafa saçılıyor
azadlık mermileridir
çekirdekleri çelik
cehennem gibi sıcak

bana bir şimşek çak
sala veriliyor görünmez minarelerden
izmir de istirdat ı yaşamaktayım
bir yangın soluğu sokak içlerinden
kordonboyunda muzaffer atlılar
fahrettin paşanın süvarisi
bana bir şimşek çak
yolumu aydınlatacak
gazi’nin gözlerinden
mavi bir şimşek
kuva-yı milliye mavisi
aynı emaneti taşımaktayım
‘hürriyet ve istiklal benim karakterimdir’
çünkü hain sinsi ve korkak
aynı düşmana karşı
savaşmaktayım
devamını gör...

komünistlerin atatürk'ü sevmemesi

bu tarz bir kaç başlık var sözlükte... o yüzden parmaklarımı tekrar yormama gerek yok. * aynen aktarıyorum;


evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı...

bu sözler mustafa kemal'in "harp okulu" yıllarında günlüklerine yazmış olduğu notlarda bulunuyor. kimileri bu sözleri, gençlik ateşi ve algısı içerisinde değerlendirme yoluna gitse de esasen bunun böyle olmadığını görüyoruz; eğer bu tez doğru olsaydı, mustafa kemal 1921 yılında "hakimiyet-i milliye"de şu sözlerin altına imzasını atmazdı;

"sağa mı sola mı nereye gideceğiz? herhalde sağa değil. çünkü insanlar, fikirleriyle, siyasetleriyle, ilimleriyle, devamlı olarak aksi istikameti takip ediyorlar."

keza yine doğan avcıoğlu'nun "milli kurtuluş tarihi" adlı eserinde mustafa kemal'in şu sözleri karşımıza çıkıyor;

"bir yandan batının işçi sınıfı, öte yandan asya ve afrika'nın köleleştirilmiş halkları uluslar arası sermayenin (kapitalizmin) kendilerini yıkmak ve efendilerine büyük çıkarlar sağlamak için köle durumuna getirmek istediğini anladığı ve sömürge politikasının işlediği suç dünya işçilerince kavrandığı gün, burjuvazinin gücü sona erecektir. ben buna inanıyorum."

mustafa kemal bu sözleri de 1922 yılında sarf etmiştir!

yurttaşlık bilgisi (medeni bilgiler) esasen mustafa kemal tarafından kaleme alınmış, afet inan tarafından hazırlanmıştır... orada "dayanışma" bölümünde yazılanları okumakta da fayda vardır;

örneğin; "ne var ki, yalnızca bir düşünce olarak ele aldığımız dayanışma kurumları, uygulamada "sosyal yardımlar" adı altında toplanabilir. bu sosyal yardımlara, devlet sosyalistliğine yaklaşarak ulaşılabilir..." (sy: 91)

bütün bunları cepte tutun. asıl anlatmak istediğim mevzuya geleceğim; mustafa kemal elbette sosyalist bir figür değildir. devrimci ve ilerici bir figürdür. bu sebeple de aklı başında her sosyalist mustafa kemal'e ve onun bağımsızlıkçı ve ilerici hareketine ve kendisine saygı gösterir. bundan gocunanların, rahatsız olanların ise derdinin başka olduğu aşikardır.

genç kuşakların başta mustafa kemal olmak üzere dünya tarihinin bütün devrimcilerini derinlemesine inceleyip öğrenmeleri elzemdir. zira şu çok iyi bilinmelidir ki; büyük devrimler öyle gökten zembille inmezler. hepsini tetikleyen olaylar ve kişiler vardır. bir nevi bu insanlar devrimlerin önsözüdür, başlangıç metnidir.

mustafa kemal gibi, simon bolivar gibi, jose marti gibi şahsiyetler de işte bu nokta da önem arz ederler. onlar bir silsilenin çıkış noktalarıdır ve her coğrafyanın sosyalistleri bu çıkış noktalarına, ilerici ve bağımsızlıkçı tavra dayanarak mücadelelerini inşa ederler.

venezüella'da chavez sosyalist bir mücadelenin altına imza attıysa arkasında ki temel etken, simon bolivar'dı, fidel ve che'nin, küba devriminin dayandığı ana nokta jose marti'ydi. ve tabiri caizse reddi miras yoluna gitmedikleri için de başarılı olmuşlardır. kendi geçmişlerinden çıkmış olan devrimcileri sahiplenerek, amacı bir adım öteye götürmeyi başarmışlardır.

küba örneğine bakalım mesela, ilk anlamda bu başkaldırının kimse ''komünist'' bir başkaldırı olduğunu savlayamaz. zira açık bir şekilde ne olduğunu kendisi ortaya koymaktadır. çürümüş bir yönetime karşı girişilmiş yurtsever bir harekettir. sierra maestra bildirisi ilgilenenler için gayet güzel bir kaynak olacaktır. keza bu hareketin ilk evrelerinde psp'de yer almamıştır. yani küba komünist partisi işin içerisinde bile değildir.

castro hareketi ilk elden şunu savunuyordu; ''küba'nın iç işlerine herhangi bir yabancı elin karışmasına düşman olma ilkesi''! ve fidel bu programını ulusçu ve ilerici bir program olduğunun altını bizzat kendisi çizmektedir. pek çok siyaset bilimci sierra maestra'da verilen sözleri solcu, ulusçu bir hareket olarak betimler ve altını çizer. ancak konumuz küba olmadığı için bunların şimdilik ayrıntılarına girmiyorum. gerekirse gireriz!

peki, bu hareket daha sonra ne noktaya gelmiştir? sosyalist bir küba'ya zemin hazırlayabilecek bir yol haritasını çizebilecek bir noktaya!

yurtseverlik, antiemperyalizm bakışı kendisini sol iktisatla ve bakışla bütünlemiş ve devrimin nihai çizgisi belli olmuştur.

sıçrama tahtasını iyi kullanmış ve belirli bir noktaya gelmişlerdir.

küba'daki öznel ara parantezden sonra tekrar konunun ana akışına dönelim;

en başta belirttiğim ve devrimlerin çıkış noktası olarak gördüğüm devrimcilerin, genel itibarıyla nasıl bir rol oynadıklarına bakalım; fransızlar açısından olaya fransız sosyalist jean – jaures şöyle bakıyor;

jakoben liderler, aslında terörü legalleştirerek ve radikalleştirerek çok daha korkunç olabilecek bir halk terörünü önlemek istiyorlardı. jakobenler, aydınlanma düşüncesinin henüz dar bir elitin sınırlarını aşmadığı köylü bir toplumda, özgürlük ve özellikle eşitlik ilkesini geniş kitlelere yaymışlardır.” (taner timur, sivil toplum, jakobenler ve devrim, mülkiye dergisi, sayı 219.)

esasen görünüm bizde de büyük farklılık arz etmemektedir. mustafa kemal ve anadolu hareketi de saltanat, hilafet gibi halkı tebaa sayan orta çağa ait kurumları tasfiye etmiş, köklü bir eğitim ve kültür devrimine imza atmış ve benzer bir işlev görmüşlerdir.

yine bu harekete farklı ülkelerin sosyalist liderlerinin bakışı da bu çerçevededir.

stalin, sun yat-sen üniversitesi öğrencileriyle konuşurken çinli öğrencilere şöyle soruyordu; ''nerede sizin kemal'iniz?''

mao zetung ‘`yeni demokrasi'yi kaleme alırken, ''nerede çin'in kemal'i?'' diyordu...

lenin aralof'a mustafa kemal'le ilgili düşüncelerini şöyle aktarıyordu;

"mustafa kemal paşa, tabi ki sosyalist değildir. ama görülüyor ki, iyi bir teşkilatçı. kabiliyetli bir lider, milli burjuva ihtilalini idare ediyor. ilerici akıllı bir devlet adamı. bizim sosyalist inkılâbımızın önemini anlamış olup, sovyet rusya'ya karşı olumlu davranıyor. o işgalcilere karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum..."

rüştünü ispatlamış ve bu konuda söz sahibi devrimciler mustafa kemal hakkında benzeri ifadeleri kullanıyor. konunun uzamaması açısından, fidel'in söylediklerine, bin bella'nın anlattıklarına girmiyorum. ama merak edenler açıp bakabilir ya da gerekirse onlara da gireriz!

1928 komünist enternasyonal programında ''türk devrimi''nin nasıl tanımladığı ve nasıl selamlandığı ise ayan beyan ortadadır!

sosyalist olmak iddiası taşıyan insanların, bu sözleri ve düşünceleri yok saymaya çalışması gibi bir şey olabilir mi?

rus devrimi'nin olgunlaşma sürecinin altında yatan herzen, çernişevski, bellinski gibi isimler de diğerleri gibi bir ön söz özelliği taşırlar. sahiplenilirler.

lenin 1914'te şöyle bir konuşma yapıyor: “ulusal gurur duygusu bize yabancı bir duygu mu? elbette değil! biz, dilimizi ve yurdumuzu severiz... çarın kasapları, soylular ve kapitalistler elinde, güzel yurdumuzun uğradığı hakaretleri, zulmü, aşağılamaları görmek ve duymak bizim için çok acıdır. radiçev'i, dekabristleri, 1870'lerin devrimcilerini kendi içinden yaratmış olan biz büyük rusların, bu zulüm ve aşağılamalara karşı göstermiş olduğumuz direnişten ötürü gurur duyuyoruz.”

şimdi kalkıp, bu cümle içerisinde lenin'in kullanmış olduğu ''biz büyük ruslar'' sözünden ötürü kendisini faşist olmakla suçlayabilecek biri çıkabilir mi? bu mümkün müdür? ama burada ki sahiplenme önemlidir! kendilerinden önce ki devrimcileri nasıl gördüklerini ve onların mirasına nasıl sahiplendiklerini de gözler önüne sermektedir.

sömürgeleştirilmiş ya da yarı sömürge haline getirilmiş bir toplumsal kesitte, toprak ağalarının, feodalitenin, yeni nesil derebeylerinin kol gezdiği, hurafeler ve yobazlığın baskın çıkmaya başladığı bir ortamda sosyalizm hayalinden bile bahsedilemez. emperyalist boyunduruğu kırmış, yobazlığı tasfiye etmiş, antiemperyalist bir mirasa sahip çıkılamamış olmasının acılarını da 68 kuşağı bizzat görmüş, kendi önsözlerini doğru okumuş ve yola koyulmuştur. yöntem yanlışları ve hareketin doğru kurgulanamamış olması konusu ise farklı bir konu olduğu için o kısma da şimdilik girmiyorum.

68 hareketinin bilinen önderleri de kendi topraklarından filizlenmiş olan bu harekete diğer tüm ülkelerde ki devrimcilerin yaptığı gibi sahip çıkmış, onu bir kenara bırakmamıştır.

mahir çayan şu tahlilleri yapar;

kemalizm, emperyalizmin işgali altındaki bir ülkenin devrimci-milliyetçilerinin bir milli kurtuluş bayrağıdır. kemalizm'in özü, emperyalizme karşı tavır alıştır. kemalizmi bir burjuva ideolojisi, veya bütün küçük-burjuvazinin veyahut asker-sivil bütün aydın zümrenin ideolojisi saymak kesin olarak yanlıştır!

kemalizm, küçük-burjuvazinin en sol, en radikal kesiminin milliyetçilik tabanında anti-emperyalist bir tavır alışıdır. bu yüzden, kemalizm soldur; milli kurtuluşçuluktur. kemalizm, devrimci-milliyetçilerin, emperyalizme karşı aldıkları radikal politik tutumdur.


ülkede, kendi solunda, emperyalizme karşı hiçbir devrimci, ulusal-radikal sınıf hareketi olmadığı, dünyada, bugünkü gibi milli kurtuluş savaşlarının destekçisi bir dünya sosyalist bloğunun olmadığı bir evrede, emperyalizme karşı, dünyada ilk muzaffer olmuş bir halk savaşını veren radikal-milliyetçiler, bu bakımdan, ülkemizin -kökeni osmanlı alt bürokrasisinin ilericiliğine dayanan- bir orijinalitesidir. kemalistler için ülkemizdeki, asker-sivil aydın zümrenin jakobenleri diyebiliriz.

ki görüldüğü üzere oda ön sözüne sahip çıkmaktadır. mücadelesinin girizgâhını yapanlara karşı bir devrimcinin alması gereken tavrı takınmıştır...

mahir gibi deniz'de benzer bir konumlandırmayla olaya yaklaşmaktadır. thko savunma metni her şeyi gözler önüne sermektedir;

keza türkiye sosyalist hareketinin öncü isimleri, mehmet ali aybar, hikmet kıvılcımlı, behice boran gibi düşün insanlarının da miraslarına karşı koruyucu oldukları çok net görülecektir ki söylediğim gibi uzamaması için o ayrıntılara da şimdilik girmeyeceğim gerekmesi halinde onları da aktarırız.

netice olarak; mustafa kemal, simon bolivar, jose marti, sun yat-sen, omar torrijos, jomo kenyatta, muhammed musaddık, samora machel gibi önsözler sosyalistler için iyi okunup tahlil edilmesi gereken, olumlu tüm yönleri ile sahip çıkılması lazım gelen, sosyalist olmayan mücadele adamlarıdır ve saygıyı sonuna kadar hak ederler. mustafa kemal ise bu coğrafya üzerinde saygıyı hak eden en önemli figürdür. o yüzden bir sosyalistin 10 kasım saat 9:05'te ülkesini işgalden kurtaran ve bu coğrafyanın zincirlerini kırıp, makus talihini değiştiren tarihi bir figür için saygı duruşunda bulunması ve onu anması kadar doğal bir şey olamaz.

asıl, sosyalist olduğunu söyleyip, bu unsurları görmezden gelerek, mustafa kemal'i yok saymaya çalışanlar ve ona saldıranlardan korkun. onların fikir dünyasını kazıdığınızda altından çok başka şeylerin çıktığını göreceksiniz. selam olsun mustafa kemal'e ve tüm milli kurtuluşçulara!!!
devamını gör...

emegen

altay ve tuva destanlarında da yer alan çok başlı yaratıklardır. emegenler salt kötücül yaratıklar değillerdir. altay kamları onları koruyucu ruh olarak kullanmışlar ve kamlaniyelerinde isimlerini zikretmişlerdir. mesela emegenlerin tuva türklerinde de bir dönüşüm geçirdiğini görürsünüz emegelçi adıyla koruyucu ev iyesi haline dönüşmüşlerdir. tabii emegenlerle ilgili en net bilgi ve anlatım karaçay-malkar türklerinde ortaya çıkıyor. o metinlerden anladığımız kadarıyla bu değişik yaratık sadece çok başlı olmasıyla dikkat çekmez. çoklu paket olarak yaratılmıştır. misal; beş altı tane kuyruğu vardır. 3-5-7 gibi değişken sayılarda baş sahibidir. erlik bulduğu yere kafa monte etmiş anlayacağınız. * çoğunlukla katır kafalı olarak betimlenirler. zaten katır gibi inatçı olduklarından da bahsedilmiyor değil. o yüzden kafa kanımca gövdeye cuk oturmuştur. söz konusu katır kafanın tamamlayıcı unsuru ise yılan gibi dillere sahip olmasıdır. kafanızda canlandırdığınızda aslında sevimli yaratık. * ha tabi benim hoşuma gitmeyen bir özellikleri de var; derilerinin aşırı kaygan ve yapış yapış olması. düşüncesi bile insanın ruhunu daraltıyor. gel seni bir seveyim desen, altı kuyruğunu birden sallayarak sana koşup gelse, başını okşayamayacaksın hergelenin. böyle de rezil bir durum. ama genel olarak dediğim gibi sevimliler. *

zira daha beterleri var; boyca daha büyük olan yani ''dev'' olarak tabir edebileceğiniz türdekiler fena! insanda burun bırakmıyorlar. yürüyen fosseptik olarak düşünebilirsiniz bunları. genelde kurbağa başlı oluyorlar. yuvasından fırlamış gözleriyle de estetik bir güzelliğe sahip olduklarından bahsediliyor. * böyle tüylü tüylü, eciş bücüş oraları buraları yarıklarla dolu değişik bir tür işte. ikametgahları genelde orman ve bataklıklar oluyor. zenginleri ise mağaralarda yaşıyormuş. her yerde sınıf farkı var arkadaş! bu cihetle mitolojiler için ''mitolojik sosyalizm'' kuramını başlatmak elzem oldu. bakacağız bir ara o işe. malum fikirsel alt yapı mühim.

sonracığıma; bir de nart destanlarında betimlenen türleri var ki, aman aman evlerden ırak. bunlarda kafa kocaman. kafanın ortasına tepegöz gibi bir tane göz monte etmişler ve bu gözün geceleri parladığından bahsediliyor. ışık saçıyor namussuz. tüm heybetiyle üzerinize geldiğini düşündüğünüzde usain bolt'u geçmeniz işten bile değil. * tabi bu gözü gündüz görmekte pek hayra alamet değil zira insanın midesini kaldırır. uykudan uyandığınızda kıpkırmızı ve çapaklar içerisinde bir gözle, göz göze geldiğinizi düşünün. vallahi benim midem kasılır. kaldıramam yani. git yüzünü bir yıka allahsız!

bu türün asıl korkutucu taraflarına gelmedik tabi. bunlarda bir ağız var resmen kulaklara kadar, bunlarda bir diş var kazma gibi, altı yedi tane de parmakları oluyor ve tırnaklar aşırı sivri ve keskin. her tırnağı bıçak gibi düşleyin yani. aslında bu tür emegenler freddy krueger'ın atası bile sayılabilir. kendilerini hayal ederken freddy krueger tekerlemesi söyleyebilirsiniz. bir, iki, emegen içeri girdi. 3, 4 hemen kapıyı ört. * nartların işi zor anlayacağınız. bir de adamların kahramanları sürekli bu emegenlerle dövüşmüş. kah kazanmışlar kah kaybetmişler. bunları soğukta kıstırmak gerekiyor. o zaman fiziksel avantajları kayboluyor. it gibi titremeye başlıyorlar. hal böyle olunca da daha kolay alaşağı edebiliyorsun hergeleyi. tabii adamlar keyfine savaşmamış bunlarla. ruh hastaları, kafalarına estikçe suları kirletip, su kaynaklarını kesiyorlar. hobi haline getirmişler bu durumu. insan sevmiyorlar anlayacağınız. *

yine türk anlatılarındaki emegenlere dönersek, bir de onları kendilerinden dinleyin derim. naciye yıldız'ın aktardığına göre karaçay-malkar destanlarında kendilerini şu şekilde tanıtıyorlar; ''biz sizin gibi giyinmeyi bilmeyiz, mağarada yaşarız. hastalanan olursa insan kanı içirip, insan eti yediririz, aşağı yukarı üç yüz yıl yaşarız.'' yani vampirlikte var bu şeref yoksunlarında. zaten uzun bir ömür sürmeleri ve insan kanı içmeleri sebebiyle de kendilerini dev vampirler olarak niteleyenler olmuş.

sonuç olarak benim favorim 1. tür diğer türlerle bağ kurmak kısmet olmadı. * bu yaratıklarla ve benzer yaratıklarla ilgili daha fazla bilgi edinmek isterseniz ufuk tavkul'un ''türk dünyası edebiyat metinleri antolojisi''ne bir göz atın derim engin bir deniz gibidir.

neyse kısa keseyim emegen havası olsun. * bu tosbağa yavaştan kaçar.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim