#ödüllü filmler
barış kaya ve soner caner'in yönetmenlik koltuğunda olduğu, 2016 yapımı yerli filmdir. rauf, vurulduğu, kendinden büyük yaştaki zana'nın kalbini kazanma ümidindedir ve bunun için pembe rengi kullanmalıdır. ama pembe neye benziyordur ki... bu karlı ve dağlık arazideki köyde ondan bulabilecek midir? bu arada dışarıdan da rahatsız edici dedikodular yükselmeye başlamıştır.
*sofia enternasyonal film festivali (2016) - en iyi film
*istanbul film festivali (2016) - ulusal yarışma jüri özel ödülü
*nuremberg film festivali (2017) - seyirci ödülü [barış kaya] [soner caner]
*brooklyn enternasyonal film festivali (2017) - en iyi sinematografi [vedat özdemir]
*evren multikültürel film festivali (2017) - en iyi senaryo
film toplamda 15 ödüle sahiptir.
*istanbul film festivali (2016) - ulusal yarışma jüri özel ödülü
*nuremberg film festivali (2017) - seyirci ödülü [barış kaya] [soner caner]
*brooklyn enternasyonal film festivali (2017) - en iyi sinematografi [vedat özdemir]
*evren multikültürel film festivali (2017) - en iyi senaryo
film toplamda 15 ödüle sahiptir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "beto" tarafından 31.07.2023 22:54 tarihinde açılmıştır.
1.
havada uçuşan kurşunların koyu karanlık geceyi aydınlattığı bir çatışmanın dinmesini, ahırdan bozma evlerinde çocuğunu kucağına bastırarak korkuyla bekleyen bir anne...
ertesi sabah, çatışmada hayatını yitiren ölülerini defnetmek üzere metanet ve teslimiyetle bekleşen köylüler...
hemen ardından kar kapatmış yollarda zorlukla yürüyerek okula giden ve hep bir ağızdan andımızı okuyarak sınıflara giren çocuklar ve vatan ve millet bilinci kuşanabilmeleri için tarih anlatmak üzere sınıfta kendilerini bekleyen kör bir kore gazisi...
bu görüntülerle açılan 2016 yapımı film, oldukça netameli ve üzerine söz söylerken dikkat edilmesi gereken hassas bir meseleyi hiçbir özne belirtmeden, detaya girmeden 7-8 yaşlarındaki bir çocuğun dünyasından ele alıyor.
küçük kahramanımız rauf'la, kore gazisinin sınıftaki coşkulu anlatımı sırasında tanışıyoruz. derme çatma sıralardan ve yıpranmış bir karatahtadan oluşan sınıfta, aynı sırayı paylaştığı iki arkadaşı kavgaya tutuşunca onları aralamak isteyen öğrenci, rauf'un ta kendisidir. fakat arkadaşlarını ayırma çabasına rağmen, öğretmen tarafından sorgusuz sualsiz, milli duygularını yükseltmek için yaptığı etkinliği sabote etmekle suçlanarak sınıftan atılan ve evine gönderilen de rauf olur. o gün rauf'un okul hayatının son günü olacaktır. pedagojinin temel inceliklerinden ve çocuk psikolojisinden bîhaber öğretmen tarafından eğitimden koparılan rauf'u, boy boy tabutlar üreten bir marangozhanede ustasının getir götürünü yapacağı bir çıraklık beklemektedir.
acı, tatlı, masum çocukluğundan kesitler izlediğimiz; büyük, derin ve kederli aşkını yaşayışına ve erkenden büyüyüp çocuk yaşta yaşlanmasına tanıklık ettiğimiz rauf, belki de erken bir zamanda okuldan kurtulmakla şanslıydı. değil mi ki zorunlu kitlesel eğitim zihinlerde kitlenmelere yol açıyor, ilk öğrenmelerin kurduğu barajla sonradan bir şey öğrenemez hale getiriyor. değil mi ki sistem, beton bağlamış yargılar yüklediği çocukları bir zamanlar öğrendiklerinin kapanında kısılı bırakıyor.
dolayısıyla rauf'un iç dünyasını zenginleştirmek, kabullerini genişletmek için bunları baskılayacak ve onu sürünün bir parçası haline getirecek olan sistemin dışına çıkması, yüzeyde gezinmekten sıyrılıp derinleşebilmesi için bir fırsat olacaktı. ancak bu ne kadar mümkündü ve okulun alternatifi ne kadar bunları sağlayabilecek nitelikteydi. yanına çırak olduğu ustanın madde madde sıraladığı yapmaması gerekenler listesinin başında çocukluk ve şımarıklık geliyordu. henüz ana kuzusu olan rauf'un hızla büyüyüp olgunlaşması çocukluğunu yaşamadan, şımarmadan, oynamadan büyümesi gerekiyordu. keza büyüyecekti rauf, hatta küçücük yüreğiyle kocaman adam gibi sevecek, aşkını değme yetişkinden daha güçlü yaşayacaktı.
içine doğduğu coğrafyanın yakıcı sorunlarının, farkında olmasa da tüm yaşamına giydirildiği rauf, farklı renklerin yaşam şansı bulamadığı köyünde aşkını sembolize eden pembenin peşine düşecektir. ustasının, kendinden epeyce büyük kızı zana'ya aşık olacak, kızın pembe rengi sevdiğini öğrenince onu mutlu etmek için pembe çiçekli yazma almanın derdine düşecektir. ama önce, sorduğu hiç kimsenin nasıl bir renk olduğunu izah edemediği pembeyi öğrenmesi gerekecektir. aşık olmanın nasıl bir şey olduğunu da kendi arkadaşlarına sorup öğrenecek olan rauf, nefesini tutup ölmediğini gördüğünde aşık olduğunu idrak edecek ve sevgisini yüreğinde kendi başına besleyip büyütecek, aşkını layıkıyla yaşayacaktır...
memlekette olumsuz olan her şey nasıl ki güncelliğini koruyorsa o bölge köylülerinin de yazgısında kırk senedir bir değişiklik olmadı. yılın büyük bir bölümünde kar altında kalan köyün gençlerinin bir kısmı yaşı geldiğinde askere giderken terör örgütünün etkisinde kalan diğer kısmı da 18-20 yaşına geldiğinde dağa çıkıp örgüte katılıyor. anaların ve ninelerin gece gündüz uzaklara bakarak yolunu gözlediği bu gençlerle hasret giderebilmeleri ancak dağdan getirilen cesetlerine sarılarak olabiliyor. filmin yönetmenleri soner caner ve barış kaya her şeyin siyah veya beyazdan ibaret kılınarak gri alanların yok sayıldığı; devletle örgüt arasında preslenmişliği ve iki arada bir derede kalmışlığı iliklerine kadar yaşayan bir coğrafyanın sorunlarını naif bir dille, mayınlı bölgelere girmemeye çalışarak aktarmayı tercih ediyor.
ertesi sabah, çatışmada hayatını yitiren ölülerini defnetmek üzere metanet ve teslimiyetle bekleşen köylüler...
hemen ardından kar kapatmış yollarda zorlukla yürüyerek okula giden ve hep bir ağızdan andımızı okuyarak sınıflara giren çocuklar ve vatan ve millet bilinci kuşanabilmeleri için tarih anlatmak üzere sınıfta kendilerini bekleyen kör bir kore gazisi...
bu görüntülerle açılan 2016 yapımı film, oldukça netameli ve üzerine söz söylerken dikkat edilmesi gereken hassas bir meseleyi hiçbir özne belirtmeden, detaya girmeden 7-8 yaşlarındaki bir çocuğun dünyasından ele alıyor.
küçük kahramanımız rauf'la, kore gazisinin sınıftaki coşkulu anlatımı sırasında tanışıyoruz. derme çatma sıralardan ve yıpranmış bir karatahtadan oluşan sınıfta, aynı sırayı paylaştığı iki arkadaşı kavgaya tutuşunca onları aralamak isteyen öğrenci, rauf'un ta kendisidir. fakat arkadaşlarını ayırma çabasına rağmen, öğretmen tarafından sorgusuz sualsiz, milli duygularını yükseltmek için yaptığı etkinliği sabote etmekle suçlanarak sınıftan atılan ve evine gönderilen de rauf olur. o gün rauf'un okul hayatının son günü olacaktır. pedagojinin temel inceliklerinden ve çocuk psikolojisinden bîhaber öğretmen tarafından eğitimden koparılan rauf'u, boy boy tabutlar üreten bir marangozhanede ustasının getir götürünü yapacağı bir çıraklık beklemektedir.
acı, tatlı, masum çocukluğundan kesitler izlediğimiz; büyük, derin ve kederli aşkını yaşayışına ve erkenden büyüyüp çocuk yaşta yaşlanmasına tanıklık ettiğimiz rauf, belki de erken bir zamanda okuldan kurtulmakla şanslıydı. değil mi ki zorunlu kitlesel eğitim zihinlerde kitlenmelere yol açıyor, ilk öğrenmelerin kurduğu barajla sonradan bir şey öğrenemez hale getiriyor. değil mi ki sistem, beton bağlamış yargılar yüklediği çocukları bir zamanlar öğrendiklerinin kapanında kısılı bırakıyor.
dolayısıyla rauf'un iç dünyasını zenginleştirmek, kabullerini genişletmek için bunları baskılayacak ve onu sürünün bir parçası haline getirecek olan sistemin dışına çıkması, yüzeyde gezinmekten sıyrılıp derinleşebilmesi için bir fırsat olacaktı. ancak bu ne kadar mümkündü ve okulun alternatifi ne kadar bunları sağlayabilecek nitelikteydi. yanına çırak olduğu ustanın madde madde sıraladığı yapmaması gerekenler listesinin başında çocukluk ve şımarıklık geliyordu. henüz ana kuzusu olan rauf'un hızla büyüyüp olgunlaşması çocukluğunu yaşamadan, şımarmadan, oynamadan büyümesi gerekiyordu. keza büyüyecekti rauf, hatta küçücük yüreğiyle kocaman adam gibi sevecek, aşkını değme yetişkinden daha güçlü yaşayacaktı.
içine doğduğu coğrafyanın yakıcı sorunlarının, farkında olmasa da tüm yaşamına giydirildiği rauf, farklı renklerin yaşam şansı bulamadığı köyünde aşkını sembolize eden pembenin peşine düşecektir. ustasının, kendinden epeyce büyük kızı zana'ya aşık olacak, kızın pembe rengi sevdiğini öğrenince onu mutlu etmek için pembe çiçekli yazma almanın derdine düşecektir. ama önce, sorduğu hiç kimsenin nasıl bir renk olduğunu izah edemediği pembeyi öğrenmesi gerekecektir. aşık olmanın nasıl bir şey olduğunu da kendi arkadaşlarına sorup öğrenecek olan rauf, nefesini tutup ölmediğini gördüğünde aşık olduğunu idrak edecek ve sevgisini yüreğinde kendi başına besleyip büyütecek, aşkını layıkıyla yaşayacaktır...
memlekette olumsuz olan her şey nasıl ki güncelliğini koruyorsa o bölge köylülerinin de yazgısında kırk senedir bir değişiklik olmadı. yılın büyük bir bölümünde kar altında kalan köyün gençlerinin bir kısmı yaşı geldiğinde askere giderken terör örgütünün etkisinde kalan diğer kısmı da 18-20 yaşına geldiğinde dağa çıkıp örgüte katılıyor. anaların ve ninelerin gece gündüz uzaklara bakarak yolunu gözlediği bu gençlerle hasret giderebilmeleri ancak dağdan getirilen cesetlerine sarılarak olabiliyor. filmin yönetmenleri soner caner ve barış kaya her şeyin siyah veya beyazdan ibaret kılınarak gri alanların yok sayıldığı; devletle örgüt arasında preslenmişliği ve iki arada bir derede kalmışlığı iliklerine kadar yaşayan bir coğrafyanın sorunlarını naif bir dille, mayınlı bölgelere girmemeye çalışarak aktarmayı tercih ediyor.
devamını gör...