1.
2.
emek ve çaba ister. hem cumleler akmalı hem de konu etkileyeci olmalıdır. konu etkileyeci olmasa dahi öyle bir kıyafet giydirilmelidir ki kelimelere üstüne düşünülmeli, konuşulmalıdır.
devamını gör...
3.
çok çalışıyorum bunu başarabilmek için. kimi zaman kendi yarattığım karakteri öldürdüm diye ağlıyorum, kimi zaman karakterden o kadar nefret ediyorum ki fazla acımasız bir biçimde hayatları sonlanıyor.
devamını gör...
4.
her gece yaptığım eylemdir.
insanın birikimini kusmasıdır. kelimelerle sevişmesidir.
hatta uzun cümlelerden hamile kalmasıdır.
en zoru ise kısa cümleler kurarak roman yazmaktır.
kısa cümle hikayeyi hızlandırır ve yağ gibi akmasını sağlar.
kendinizi geliştirmek için yapılması gereken bir şeydir roman yazmak.
hatalarınız olacak kaka gibi hikayeler olacak ama gelişip öğreneceksiniz.
çünkü hakan günday’ın dediği gibi.
yazmak düşünmenin en iyi yoludur
insanın birikimini kusmasıdır. kelimelerle sevişmesidir.
hatta uzun cümlelerden hamile kalmasıdır.
en zoru ise kısa cümleler kurarak roman yazmaktır.
kısa cümle hikayeyi hızlandırır ve yağ gibi akmasını sağlar.
kendinizi geliştirmek için yapılması gereken bir şeydir roman yazmak.
hatalarınız olacak kaka gibi hikayeler olacak ama gelişip öğreneceksiniz.
çünkü hakan günday’ın dediği gibi.
yazmak düşünmenin en iyi yoludur
devamını gör...
5.
günümüzde hobi olarak yapılmaktadır, artık bilgi birikimi, eğitim çok da gerekmemektedir örneğin subaşının bile hayatı roman olmuş..
devamını gör...
6.
okumaktan bile zevkli olduğunu düşündüğüm aktivitedir. ancak insan içine çıkacak bir roman yazmak bundan daha fazlasıdır. emek ve bolca deneyim ister. çalışmalara devam..
devamını gör...
7.
çok fazla okunmadan yapılamayacak eylem.
fakat okuduklarınıza benzer şeyler yazmamak için yazım tarzına dikkat edilmesi gerekiyor. konunun nasıl ele alındığına dikkat edilmesi gerekiyor. ancak ilham alınmaması da lazım. sonuçta kendi yazım tarzınız başka birine benzeyebilir.
fakat okuduklarınıza benzer şeyler yazmamak için yazım tarzına dikkat edilmesi gerekiyor. konunun nasıl ele alındığına dikkat edilmesi gerekiyor. ancak ilham alınmaması da lazım. sonuçta kendi yazım tarzınız başka birine benzeyebilir.
devamını gör...
8.
kolay gibi görünen ama olmayan bir olaydır.
yazma işini seven biri olarak hikayeden ilerisini yazmakta hep zorlanıyorum. fakat hayallerimden biri adımı yaşatacak kaliteli bir roman yazmaktır. umarım gerçekleştirebilirim.
yazma işini seven biri olarak hikayeden ilerisini yazmakta hep zorlanıyorum. fakat hayallerimden biri adımı yaşatacak kaliteli bir roman yazmaktır. umarım gerçekleştirebilirim.
devamını gör...
9.
uzun vadede en çok yapmak istediğim zor bir iştir. kendimce bir yol haritası çizdim, belki bunu isteyenlere bakış açısı olur diye paylaşmak istiyorum.
bunu yapmak için öncelikle bol bol okumak gerekiyor. ancak okumaktan kastım, şu kadar kitap okumak değil. bunu yaparak hiçbir yere varamayız. "bir ayda dört kitap bitirdim" diyen bir insanın yaklaşımı bana hiçbir zaman anlamlı gelmedi. bir insanın okuduğu şeyler, ilgi alanından, merakından bağımsız olursa orada çıkacak tek sonuç verimsizlik olur. içselleştirerek, anlam vererek okunan bir kitap size dört kitaptan fazlasını kazandırır. bu benim cılız bir analizim olabilir ancak bakış açımı şöyle somutlaştırmak istiyorum, karar size kalmış:
sözgelimi ayda dört kitap okumuş bir adamın, eğer ki rastgele seçilmiş dört kitapsa veya bu işi nitelikten ziyade nicelik açısından değerlendiriyorsa ulaşacağı sonuç şu olur: bindokuzyüzseksendört harika bir distopya doğrusu! evet, tam olarak böyle olur. yüzeysel kalır, kurgu çok kısa zamanda kaybolur, size kalan üç beş etkileyici sahne, hayal dünyasındaki bir miktar gelişim ve size verdiği haz. işte bu kadar. ancak, yine sözgelimi aşkı anlamlandırmak isteyen bir adamın vadideki zambak okuması ile alacağı sonuç şu olur: okuduktan sonra geçen on yıldan sonra bile "aşk, bir tutkudur; tahayyül ötesi bir şeydir, insanın diğer tüm düşüncelerini, hayallerini, tutkularını, maddi manevi tüm tasarrufunu bir paçavra gibi fırlatıp atabileceği bir güçtür; ah, benim minik henriette'im. bu yüzden içselleştirilerek okunan, merak duygusuyla yola çıkılan okumaların verimi yüksektir. ben buna, biraz da mühendislik yaklaşımıyla şöyle bir yöntem geliştirdim:
öncelikle yazacağımız romanın kurgu temelli mi olacağı yoksa gündelik yaşama bol atıfta bulunulan, duyguları, insan olmayı, yaşamı anlatan, kurgu yönü ağır basmayan bir roman mı olacağını seçeceğiz. ben bu konuda daha çok ikinci seçeneği değerli buldum. okuma yaparken de bu yönde kendimi geliştirmeye karar verdim. bu yüzden de kurgu temelli, örneğin seferad gibi romanlar bana film izlemiş hissi verirler. eğer bir celine paragrafına benzer bir çözümleme bulamazsam, romandan uzaklaşırım. gözlerim sürekli "hadi abi, başla artık şov yapmaya" diyerek o girizgahı arar.
bu konuda da fante, celine, proust gibi üstadları örnek alıyorum. yukarıda söylediğim gibi "işte bu, baba sen busun ya" derim. daha önce de söylemiştim, genellikle fenerbahçenin 90. dakikada gol atıp kazanmasına sevindiğim gibi, çocukça bir sevgi kaplar içimi; baş parmağımı öpüp havaya kaldırarak "sen bu hayata rastgele gelmiş olamazsın, sen bu dünyaya ait olamazsın" gibi şeyler söylerim. bu adamlar benim dostum abi, bu adamlar benim ulu önderlerim. bol bol dostoyevski, turgenyev, tolstoy, gorki, goethe, balzac, zola, canetti, camus vs. vs. okudum. oralardan da çok farklı bakış açıları ve yaklaşımlar öğrendim. ancak ulu önder celine, fante ve proust temelli bir görüşü tercih ettim. felsefi bir temel de bence olmazsa olmaz. bu yüzden schopenhauer okudum bol bol. 2. dünya savaşı, insanlarda birçok insanı duyguyu tanımlama, hatırlama ya da yok etme fırsatı verdiği için hitler almanyasını, mao çin'ini, stalin rusyasını okudum ansiklopedilerden, belgesellerden o savaşı, sefaleti hissetmeye çalıştım ve sonuçta bir savaş karşıtı olmayı, savaşın bizden çaldıklarını anlamaya birazck yaklaştım. ilerleyen zamanlarda, ekonomik özgürlüğümle beraber felsefeye daha da eğilmeyi düşünüyorum. özellikle freud ve jung gibi psikoloji alanında çalışmalar yapan üstadlara da başvurmak elzem. başkaları da ona göre tercihini yapacaktır.
şimdi bunun diğer aşaması yazmak. yazmak için de öncelikle denemeler, kendi bakış açınızla yorumlamalar yapmamız gerekiyor. benim entrylerimi okuyanlar varsa, mutlaka bir duyguyu, bir olayı, kişiyi kapsamlı bir şekilde ele almaya çalıştığımı görürler. genellikle entrylerim de küçük pasajlar şeklinde oluyor.
yine son olarak çok önemli olduğunu düşündüğüm, bir konuya dikkat çekeceğim. bana göre, kendi yaşamına, çevresine, çevresinde dönen dramlara, hayal kırıklıklarına, hüzünlere, ızdıraplara kayıtsız kalmış bir insan kitap falan yazamaz. o yüzden yaşanılan olayları "bunu yapan maldır, net" ya da "seven insan bunu yapar, gerisi boştur" "aldatan namussuzdur, bu kadar" gibi sığ, iğrenç bir şekilde değerlendirmemeye dikkat ettim. ortada bir şerefsizlik varsa da bu şerefsizliğin sebeplerini, sonuçlarını düşünmeye özen gösteririm. bir de bu konularda sevgili dostlarıma vereceğim en önemli tavsiye, insanları dinlemek olur. bol bol yaşlıları dinlerim. kendi dedemi ananemi, arkadaşlarımın büyüklerini denk geldiğim anda çay demleyip saatlerce dinlerim. hiçbir zaman yaşayamayacağınız tecrübeleri de bu şekilde empati gücünüz oranında deneyimleyebiliyorsunuz. örneğin; benim dedem 1970 yılında ırak felluce'ye çalışmaya gitmiş. 6 aylık sürecin her detayını defalarca dinledim. bir yol hikayesini, yola çıktıkları saatten mercedes otobüsün modeline kadar, bu yolculukta hissettiği duyguları, sınırı geçerken hissettiklerini, orada çalışan işçi sınıfının davranışlarını, hikayelerini hepsini dinledim.
bunlar size müthiş tecrübeler katıyor inanın, mutlaka yaşlıları, deneyimi nispetinde başından bir iş geçmiş insanları dinleyin. tüm bunları sentezleyecek beyniniz. sonuçlar çok güzel oluyor, inanın farkı hissediyorsunuz. bir konuda gayet normal bir konuşma yapıyorsunuz ve karşılığında "ya sen nasıl böyle konuşabiliyorsun" diyor insanlar. o sentezi beyninize bırakın, şovunu yapacaktır. hepimize iyi okumalar dilerim, inşallah bir gün istediğimiz şeyleri yapabiliriz.
bunu yapmak için öncelikle bol bol okumak gerekiyor. ancak okumaktan kastım, şu kadar kitap okumak değil. bunu yaparak hiçbir yere varamayız. "bir ayda dört kitap bitirdim" diyen bir insanın yaklaşımı bana hiçbir zaman anlamlı gelmedi. bir insanın okuduğu şeyler, ilgi alanından, merakından bağımsız olursa orada çıkacak tek sonuç verimsizlik olur. içselleştirerek, anlam vererek okunan bir kitap size dört kitaptan fazlasını kazandırır. bu benim cılız bir analizim olabilir ancak bakış açımı şöyle somutlaştırmak istiyorum, karar size kalmış:
sözgelimi ayda dört kitap okumuş bir adamın, eğer ki rastgele seçilmiş dört kitapsa veya bu işi nitelikten ziyade nicelik açısından değerlendiriyorsa ulaşacağı sonuç şu olur: bindokuzyüzseksendört harika bir distopya doğrusu! evet, tam olarak böyle olur. yüzeysel kalır, kurgu çok kısa zamanda kaybolur, size kalan üç beş etkileyici sahne, hayal dünyasındaki bir miktar gelişim ve size verdiği haz. işte bu kadar. ancak, yine sözgelimi aşkı anlamlandırmak isteyen bir adamın vadideki zambak okuması ile alacağı sonuç şu olur: okuduktan sonra geçen on yıldan sonra bile "aşk, bir tutkudur; tahayyül ötesi bir şeydir, insanın diğer tüm düşüncelerini, hayallerini, tutkularını, maddi manevi tüm tasarrufunu bir paçavra gibi fırlatıp atabileceği bir güçtür; ah, benim minik henriette'im. bu yüzden içselleştirilerek okunan, merak duygusuyla yola çıkılan okumaların verimi yüksektir. ben buna, biraz da mühendislik yaklaşımıyla şöyle bir yöntem geliştirdim:
öncelikle yazacağımız romanın kurgu temelli mi olacağı yoksa gündelik yaşama bol atıfta bulunulan, duyguları, insan olmayı, yaşamı anlatan, kurgu yönü ağır basmayan bir roman mı olacağını seçeceğiz. ben bu konuda daha çok ikinci seçeneği değerli buldum. okuma yaparken de bu yönde kendimi geliştirmeye karar verdim. bu yüzden de kurgu temelli, örneğin seferad gibi romanlar bana film izlemiş hissi verirler. eğer bir celine paragrafına benzer bir çözümleme bulamazsam, romandan uzaklaşırım. gözlerim sürekli "hadi abi, başla artık şov yapmaya" diyerek o girizgahı arar.
bu konuda da fante, celine, proust gibi üstadları örnek alıyorum. yukarıda söylediğim gibi "işte bu, baba sen busun ya" derim. daha önce de söylemiştim, genellikle fenerbahçenin 90. dakikada gol atıp kazanmasına sevindiğim gibi, çocukça bir sevgi kaplar içimi; baş parmağımı öpüp havaya kaldırarak "sen bu hayata rastgele gelmiş olamazsın, sen bu dünyaya ait olamazsın" gibi şeyler söylerim. bu adamlar benim dostum abi, bu adamlar benim ulu önderlerim. bol bol dostoyevski, turgenyev, tolstoy, gorki, goethe, balzac, zola, canetti, camus vs. vs. okudum. oralardan da çok farklı bakış açıları ve yaklaşımlar öğrendim. ancak ulu önder celine, fante ve proust temelli bir görüşü tercih ettim. felsefi bir temel de bence olmazsa olmaz. bu yüzden schopenhauer okudum bol bol. 2. dünya savaşı, insanlarda birçok insanı duyguyu tanımlama, hatırlama ya da yok etme fırsatı verdiği için hitler almanyasını, mao çin'ini, stalin rusyasını okudum ansiklopedilerden, belgesellerden o savaşı, sefaleti hissetmeye çalıştım ve sonuçta bir savaş karşıtı olmayı, savaşın bizden çaldıklarını anlamaya birazck yaklaştım. ilerleyen zamanlarda, ekonomik özgürlüğümle beraber felsefeye daha da eğilmeyi düşünüyorum. özellikle freud ve jung gibi psikoloji alanında çalışmalar yapan üstadlara da başvurmak elzem. başkaları da ona göre tercihini yapacaktır.
şimdi bunun diğer aşaması yazmak. yazmak için de öncelikle denemeler, kendi bakış açınızla yorumlamalar yapmamız gerekiyor. benim entrylerimi okuyanlar varsa, mutlaka bir duyguyu, bir olayı, kişiyi kapsamlı bir şekilde ele almaya çalıştığımı görürler. genellikle entrylerim de küçük pasajlar şeklinde oluyor.
yine son olarak çok önemli olduğunu düşündüğüm, bir konuya dikkat çekeceğim. bana göre, kendi yaşamına, çevresine, çevresinde dönen dramlara, hayal kırıklıklarına, hüzünlere, ızdıraplara kayıtsız kalmış bir insan kitap falan yazamaz. o yüzden yaşanılan olayları "bunu yapan maldır, net" ya da "seven insan bunu yapar, gerisi boştur" "aldatan namussuzdur, bu kadar" gibi sığ, iğrenç bir şekilde değerlendirmemeye dikkat ettim. ortada bir şerefsizlik varsa da bu şerefsizliğin sebeplerini, sonuçlarını düşünmeye özen gösteririm. bir de bu konularda sevgili dostlarıma vereceğim en önemli tavsiye, insanları dinlemek olur. bol bol yaşlıları dinlerim. kendi dedemi ananemi, arkadaşlarımın büyüklerini denk geldiğim anda çay demleyip saatlerce dinlerim. hiçbir zaman yaşayamayacağınız tecrübeleri de bu şekilde empati gücünüz oranında deneyimleyebiliyorsunuz. örneğin; benim dedem 1970 yılında ırak felluce'ye çalışmaya gitmiş. 6 aylık sürecin her detayını defalarca dinledim. bir yol hikayesini, yola çıktıkları saatten mercedes otobüsün modeline kadar, bu yolculukta hissettiği duyguları, sınırı geçerken hissettiklerini, orada çalışan işçi sınıfının davranışlarını, hikayelerini hepsini dinledim.
bunlar size müthiş tecrübeler katıyor inanın, mutlaka yaşlıları, deneyimi nispetinde başından bir iş geçmiş insanları dinleyin. tüm bunları sentezleyecek beyniniz. sonuçlar çok güzel oluyor, inanın farkı hissediyorsunuz. bir konuda gayet normal bir konuşma yapıyorsunuz ve karşılığında "ya sen nasıl böyle konuşabiliyorsun" diyor insanlar. o sentezi beyninize bırakın, şovunu yapacaktır. hepimize iyi okumalar dilerim, inşallah bir gün istediğimiz şeyleri yapabiliriz.
devamını gör...
10.
bir dönem denediğim ama ruhsal olarak çok yorgun ve üzgün olduğum için her paragrafta ağladığım, bu yüzden de ara verdiğim eylemdir.
hala hayalimdir bir roman yazmak ve inanıyorum ki birgün raflarda o da yerini alacak.
hala hayalimdir bir roman yazmak ve inanıyorum ki birgün raflarda o da yerini alacak.
devamını gör...
11.
roman yazmak dünyanın en keyifli uğraşı. yeni dünyalar, insanlar yaratmak harika bir duygu. gerçek yaşamda verilemeyen ödülleri dağıtmak, kötülükleri cezasız bırakmamak. her şey bir yana insanda bir dinginlik, tatmin duygusu uyandırıyor. alt yapısı uygun olan insanları da, 'ulan bu dünyayı ben yarattım,' hissine terk edip kaçıyor. o andan itibaren kurtlar vadisi'nde oynamış figürasyon gibi bir omuzu yukarıda, diğeri aşağıda pozda dolaşma alışkanlığı veriyor.
her şey bir tarafa ama roman yazmak aslında ciddi bir iş. hele kenarda tutmak yerine birileri okusun diye yazılıyorsa iki kere düşünmeyi gerektiriyor. genellikle çok okuyan birinin güzel roman yazacağı düşünülüyor. bu konudaki bir başka düşünce de müthiş düşüncelere sahip bir nihat doğan bilgeliğinde olunca roman yazmanın işten bile olmayacağı sanılıyor.
işin aslı, her ne kadar süslü söz söyleme sanatı işi çok daha kaliteli hale getiriyor olsa da roman yazma işini bir mühendislik çalışması gibi düşünmek gerekir. bilirsiniz, 70'li ve 80'li yıllarda karadenizli müteahhitler tüm istanbul'u mühendis öpücüğü görmemiş binalarla donatmıştı. onlar da bina yapmak için mühendisliğin gerekmediğine inanıyor, görüp öğrenen kalfalara canlar teslim ediveriyorlardı.
roman yazma konusunda da öyle. "ilham gelir, yazarım. bu işin eğitimi de mi olurmuş?" diyen çok insan var. ancak spor, sanat ve her alanda insanlar o işlerin tekniklerini öğrenerek bir yerlere gelebiliyor, üretim yapabiliyor. yazarlıkta da öyle. eğitimini almadan, alt yapısını bilmeden aklına esenleri art arda yazmak işte o müteahhitlerin yaptığına benziyor.
insan içine girmeyince, "ne var ki? bu işi ben de yaparım," diyor. dolayısıyla ülkemiz özel eğitimini almadığı halde estetik operasyonlar, mide küçültme ameliyatları yapan onlarca doktora sahip. anlı şanlı ilanlar ve sosyal medya çığırtkanlıklarıyla müşteri de (ya da kurban mı demeli?) buluyorlar. pek çoğu mahkemeye veriliyor hatalarından dolayı.
yani şunu diyorum...
eğitimini almadan yamuk yumuk yazılan romanları için de mi ille de mahkemeye verelim yahu!
amerika'daki yazarlık okullarında bu iki insan tipini şöyle isimlendiriyorlar:
mühendisler: öğrenip, projelendirip kurallar ve teknikleri bilip kullanarak yazanlar.
uçucular: 'yaa allah ya bismillah,' diyerek kağıt kaleme sarılan, akıllarına gelenleri delinin ipe boncuk dizmesi gibi sıralayarak kendini 'roman yazmış' kabul edenler.
dedim diyeceğimi, daha ne diyeyim. :)
her şey bir tarafa ama roman yazmak aslında ciddi bir iş. hele kenarda tutmak yerine birileri okusun diye yazılıyorsa iki kere düşünmeyi gerektiriyor. genellikle çok okuyan birinin güzel roman yazacağı düşünülüyor. bu konudaki bir başka düşünce de müthiş düşüncelere sahip bir nihat doğan bilgeliğinde olunca roman yazmanın işten bile olmayacağı sanılıyor.
işin aslı, her ne kadar süslü söz söyleme sanatı işi çok daha kaliteli hale getiriyor olsa da roman yazma işini bir mühendislik çalışması gibi düşünmek gerekir. bilirsiniz, 70'li ve 80'li yıllarda karadenizli müteahhitler tüm istanbul'u mühendis öpücüğü görmemiş binalarla donatmıştı. onlar da bina yapmak için mühendisliğin gerekmediğine inanıyor, görüp öğrenen kalfalara canlar teslim ediveriyorlardı.
roman yazma konusunda da öyle. "ilham gelir, yazarım. bu işin eğitimi de mi olurmuş?" diyen çok insan var. ancak spor, sanat ve her alanda insanlar o işlerin tekniklerini öğrenerek bir yerlere gelebiliyor, üretim yapabiliyor. yazarlıkta da öyle. eğitimini almadan, alt yapısını bilmeden aklına esenleri art arda yazmak işte o müteahhitlerin yaptığına benziyor.
insan içine girmeyince, "ne var ki? bu işi ben de yaparım," diyor. dolayısıyla ülkemiz özel eğitimini almadığı halde estetik operasyonlar, mide küçültme ameliyatları yapan onlarca doktora sahip. anlı şanlı ilanlar ve sosyal medya çığırtkanlıklarıyla müşteri de (ya da kurban mı demeli?) buluyorlar. pek çoğu mahkemeye veriliyor hatalarından dolayı.
yani şunu diyorum...
eğitimini almadan yamuk yumuk yazılan romanları için de mi ille de mahkemeye verelim yahu!
amerika'daki yazarlık okullarında bu iki insan tipini şöyle isimlendiriyorlar:
mühendisler: öğrenip, projelendirip kurallar ve teknikleri bilip kullanarak yazanlar.
uçucular: 'yaa allah ya bismillah,' diyerek kağıt kaleme sarılan, akıllarına gelenleri delinin ipe boncuk dizmesi gibi sıralayarak kendini 'roman yazmış' kabul edenler.
dedim diyeceğimi, daha ne diyeyim. :)
devamını gör...
12.
yazmak özgürleştirir insanı. yeni bir yaşam alanıdır roman. yeni bir özgürlüktür. sizi kendi gizemine çeken yeni bir dünya...
devamını gör...
13.
bildiğim iki yazma şekli var. bir tanesinde oturur yazmak istersin bir şeyler gelir yazarsın. diğerinde yazmak istemesen de o sana yazdırır artık dolmuşsundur. beklersin araştırırsın, boş ver dersin ama zihninden atamazsın en sonunda oturur yazarsın. yazarken araştırma hiç bitmez. sürekli kurgu ile uğraşırsın. bitirince en zor kısmı başlar. kitabı tekrar okursun ve yazım yanlışları ve saire görürsün düzeltirsin. tekrar tekrar okursun bir defa yazdığını sonra tekrar yazmış bulursun. bir cümlede anlatılacak bir şeyi iki ya da üç cümlede anlattığını görürsün. velhasıl bunlar bitmez her okuyuşta düzeltirsin ve bu artık çıldırtır. kitabı yazmak daha kısa sürer ve daha zevklidir. ama düzeltme işi çıldırtır.
devamını gör...
14.
3 sessiz 2 sesli harf kullanılarak yapılabilecek eylem.
devamını gör...
15.
yazılarımı yenilerde okurlarla paylaşan birisi olarak beni çok heyecanlandıran bir eylem olduğunu söyleyebilirim. basılmış 2 tane fantastik romanım var.* bu romanlar daha çok 10-16 yaş arasına hitap eden romanlar. basılmaya hazır bu kategoride bir romanım daha var.* ancak bunlardan bağımsız 3 adet de yetişkin romanım var ki onları bastırmadan ölmek istemiyorum. bu harika yolculuğu başkalarına da yaşatmam gerekiyor.
devamını gör...
16.
küçükken büyük hevesle yazmaya başladığım ama 3 sayfayı geçmeyen bir deneyim oldu benim için.
sadddd.
sadddd.
devamını gör...
17.
kendi hayatımı yazmıştım üni sonda 2 ciltlik satışa koymadım koyamadım sadece kendim için kapaklattırdım şimdi evin köşesinde ilerde çocuklarım olursa okusunlar diye bekliyorlar
devamını gör...
18.
kafada konu olunca "hop" diyerek yapılabilecek bir şey değildir.
sadece taslağını bile 100 kere siler yazarsınız.
sadece taslağını bile 100 kere siler yazarsınız.
devamını gör...
19.
özgün insanların yapması gerek bir olay.
devamını gör...
20.
nice basılı kitap roman sayılır iken nice arşiv dosya henüz roman olmamış oluyor.
bunun ismini, niteliğini belirleyen sadece zaman mı oluyor?
ali teoman, necati tosuner, remzi karabulut zamana mı yenik düşüyor?
ayşe kulin, canan tan, iclal aydın zamandan mı kazanıyor?
şükrü erbaş şiiri dondururken ruhunda sıla şair mi oluyor?
neler oluyor yazın dünyasında çapsız okurlar ordusu varken?
kimler neler yazıp basmamayı seçiyor?
kimler kelimelerden kendine urgan yapıp kendini asmayı tercih ediyor?
bunun ismini, niteliğini belirleyen sadece zaman mı oluyor?
ali teoman, necati tosuner, remzi karabulut zamana mı yenik düşüyor?
ayşe kulin, canan tan, iclal aydın zamandan mı kazanıyor?
şükrü erbaş şiiri dondururken ruhunda sıla şair mi oluyor?
neler oluyor yazın dünyasında çapsız okurlar ordusu varken?
kimler neler yazıp basmamayı seçiyor?
kimler kelimelerden kendine urgan yapıp kendini asmayı tercih ediyor?
devamını gör...