roman / edebiyat
9.6 / 10
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

h.nihal atsız'ın fazla sembolik olay içeren, psikolojik tahlillere yer vermiş olduğu romanıdır. açıkçası önyargılı olduğum bir yazardı fakat ruh adam kitabiyla bu önyargımı kırmakla bırakmayıp hayran da bıraktı. kitabın başlangıcındaki eski hikayeyi de ara ara açıp okuyorum,kesinlikle çok hoş.

--! spoiler !--


burkay ölmekle ıztıraptan kurtulmuş olmadı. her yıl bahar olup çiçekler açtıkça, açığma-kün’ü görüp sevdiği çam ağacının yanında ruhu dolaşıyor. ‘’ıztırap çekiyorum. sen de beni seviyor musun’’ diye inliyor. o günden bu güne kadar bin yıl geçtiği halde burkay her bahar orada ağlıyor. yanında duran açığma-kün ‘’sus sus, ben de ıztırap çekiyorum’’ diye yanıp yakılıyor. fakat ‘’ben de seni seviyorum’’ demiyor.


--! spoiler !--
devamını gör...
atsız'ın en büyük şaheseridir ama eğer yeni başlayacaksanız okumamalısınız. diğer kitaplarını okuyun bunu en sona bırakın. romanda gerçekle hayalin iç içe olması ve psikolojinin sembolizm sosuyla harmanlanması özel kılıyor romanı. bu kitap türk edebiyatında eşi benzeri olmayan bir romandır.

ayrıca atsız'ın yarı otobiyografik romanıdır. geri gelen mektup ve hikayesini okuyun anlarsınız zaten hayatını azıcık biliyorsanız. bir sahne var ki atsız'ın bilgisini de kültürünü de konuşturduğu sahnedir ve hala düşündükçe tüylerim ürperir. burası spoiler olacak geçin burayı.

--! spoiler !--

tanrı'yı hakim yapıp tüm türk büyüklerini kendi stillerinde getirerek yargılandığı mahkeme sahnesinde eski türk büyüklerinin ayaklarını yere vurarak selamlaması mthiş bir detaydır.

--! spoiler !--

benim hayatım boyunca iki kez aynı kitabı okumama kuralımı altüst etmiş ve kendisinin her noktasını harfini ezberleme isteği doğurmuş olsa da hayatımda ilk defa bir kitaptan korkmama da sebep olmuştur. çok uzun süre etkisinden çıkamamıştım ve ara vermiştim. velhasıl tüm her şeyimi tamamen değiştirmiştir. çok erken okudum bee.

tekrar söylüyorum eğer ilk defa atsız okuyacaksanız bununla başlamayın. ben bir hata ettim ve okudum. ayarım şaştı. aynı şey sizde olur mu bilmem ama değişimi başlatıyor ister istemez. ah be atsız yaktın beni.

ikincisi olan yalnız adam romanını da sağlık sebeplerinden ötürü yazamamıştır maalesef. hep düşünürüm acaba nasıl bir eser çıkacaktı diye. büyük ihtimal okuyamazdım yalnız adam romanını ruh adamdan sonra.
devamını gör...
bu kitabın ben de çok ayrı bir anısı kıymeti var ah selim pusat burkayın ıstırabını çekmeye devam ettin.
kendi nefsi ile mücadele eden bir insanın macerasıdır.
yazarın kendi şiirleri olup kitapta yer alan mutlak seveceksin beni ve geri geln mektup şiirleri muazzam

 
devamını gör...
kaderi ayşe olup güntülü olamayacak olanların sevemediği roman. zira ayşe'ler sevmeyi, güntülü'ler kendini sevdirmeyi iyi bilir.

her şey bir yana, turk edebiyatımız içinde bambaşka bir yeri olan hüseyin nihal atsız romanıdır.
devamını gör...
hüseyin nihal atsız'ın kaleminden çıkan okurken bu gerçek miydi diye sık sık sorgulatan eser. güntülü ve selim pusat arasındaki şiirsel konuşmaları okuruz. her şey güzeldir ama selim pusat evlidir, güntülü de eşinin öğrencisidir. bu açıdan bakınca can sıkıcı oluyor kitap da.
devamını gör...
bir hüseyin nihal atsız kitabıdır. yazarın okuduğum ilk ve muhtemelen son romanıdır. ben beğenmedim, dilini zülfü livaneli'ye benzettim. çok basit ve (bence) saçmalıklar silsilesiydi. bir çok sembolik öge ve şiir de barındırıyordu. şiirler kitabı güzel kılan tek şey.

suçlandıktan sonra kendini öldüren, selim pusat'ın tek arkadaşı şeref, aslında selim'in kendi şerefidir. kendinden yukarıda olanlarla aynı fikirde olmaması* hem kariyerini hem de yaşamını altüst eder. ilk başlarda çocuğu için zevk alamadığı hayata tutunmaya çabalasa da şeref'i bunu yapamaz, kendini öldürür. nihayetinde kendisi de daha fazla katlanamayıp şeref'inden geri kalanlarla, duvarda asılı duran zaman zaman bakışları değişip gözleri yaşaran fotoğrafı da alıp ortadan kaybolur.
devamını gör...
usta bir yönetmen elinde filmi çekilmesi gereken muazzam tat bırakan bir hüseyin nihal atsız romanı. yalnız, filmin mahkeme sahnesi çekildiğinde, dinsiz, imansız diye yaftalanıp linç edilmek mümkündür.
dağ ve börü serilerinin usta yönetmeni alper çağlar bu işi başarabilir diye düşünmekteyim.
türk edebiyatının nadide eserlerinden birisidir bu roman.
kalemine sağlık atsız beğ.
devamını gör...
ilk kez 1972 tarihinde yayımlanmış bir hüseyin nihal atsız romanıdır.
yazarın ideolojisini sevmediğim için başlama kararını almak oldukça zorlamıştı beni. neyse ki korktuğum başıma gelmedi ve ideolojik ögelerle dopdolu, bıktıran bir roman okumadım.
romanımızın baş kahramanı selim pusat, ordudan ihraç edilmiş bir subaydır. militarizm fetişisti bir adamdır üstelik. ordudan ihraç edilme sebebi de cumhuriyet yerine osmanlı'yı yeğlemesidir. oldukça karanlık ve depresif günler geçirmeye başlar. eşi dahil herkesi endişelendiren bir ruh hali vardır. sonra bir sevda çıkar gelir başına. buradan sonra psikolojik tahliller, gerçekle rüya arasında bir yaşam başlar. bir yanda selim pusat vardır, bir yanda osmanlı varisi olduğunu iddia eden leyla, bir yanda pusat'ın sevdalandığı, eşinin öğrencisi güntülü. ama her şey şimdiki zamanda bile yaşanmaz, orta asya'ya kadar uzanan bir kaygı vardır. sanki sevdalı olması orta asya'daki atalarını utandırmaktadır. bir ikilemde bulur kendini pusat.
iyi ki atsız'ı ideolojisinden bağımsız okumuşum dedim bitirdikten sonra yoksa ideolojisine takılıp bu kadar harika bir kitabı okumaktan eksik kalacaktım. aynı kaygıyı güden herkese kesinlikle okumaları gerektiğini söylemek isterim.
devamını gör...
hüseyin nihal atsız’ın ince ama dev romanıdır. ideolojik olarak yazara ve dolayısı ile bu esere önyargılı yaklaşanlar olacaktır. önyargılarını yıkıp okuyan türk edebiyat tarihinin en iyi psikolojik romanlarından birini okumuş olmanın hazzını duyacak, belki 2. kez okuyacak yada başucu kitabı yapacaktır. önyargılı olanlar ise okumadığı halde nihal atsız gibi dev bir yazara burun kıvıracaktır.

ayrıca romanda öyle güzel diyaloglar, öyle ince düşünce, fikir ve sözler yer almaktadır ki insan ezberlemek ister, arada aklına geldikçe açar okur.
selim pusat, güntülü, leyla mutlak gibi karakterlerin arasında, çevremde ki okurlardan gözlemlediğim kadarıyla geri planda kalan bir karakter var ki beni esas etkileyen karakter odur. ayşe pusat. yanımda öyle güçlü duracak bir kadın olduğunu düşünürüm de, ah ulan iradesiz selim derim, sen adam mısın diye kızarım.

+ niçin severiz güntülü.
- sevginin niçini olmaz ki efendim... düşünsem makul bir sebep bulabilirim. fakat bu hakiki sebep olmaz. çünkü biz önce severiz. sonra sevdiğimiz şeyin güzel taraflarını bulmaya çalışırız. bu da hodbinliğimizden doğar.




ummadık yerden gelen iyilik ve nezaket insanları daha çok sarar ve sarsar.





insanlar, babalarıyla analarının dağ gibi ümitleriyle dünyaya geldikten sonra denizler gibi ümitsizlikler içinde boğularak kaybolup gidiyorlardı.




-bazen bir sevgili için her şey bırakılır yüzbaşım.
insan bir öfke anında arkadaşını; bir buhran dakikasında kendini öldürebildiği gibi, aşk denen hastalığın şiddetlendiği bir sırada da istikbalini, halini, mazisini, her şeyini feda edebilir.
pusat doktora istihkarla baktı:
+bunları iradesiz, karaktersiz ve zayıf adamlar yapar.
doktor büsbütün hüzünlenen bakışlarını pencereden ta uzaklara çevirerek cevap verdi:
-en kuvvetli insanların da zayıf anları olur





bana insanlardan mı bahsediyorsun? insanlar mazide ve tarihin yaprakları arasında kaldılar. bu gördüklerin birer karikatürden başka bir şey değildir.





tiyatro bitti, beklemeye lüzum görmüyorum.



roman kısmen hüseyin nihal atsız’ın otobiyografisidir. baş kahramanımız yzb.selim pusat en iyi subayların krallık rejimlerinde yetiştiğini savunması nedeniyle kralcılıkla suçlanarak ordudan atılmış bir subaydır.(romanda tarih geçmez ancak anlatılan yıllar tahminimce 1940 lardır.) selim pusat’ın babası ve dedesi de subaydır.
hüseyin nihal atsız tıbbiyeden arap kökenli olduğu için bir teğmene selam vermemesi nedeniyle atılmış bir subay namzetidir. onun da babası ve dedesi subaydır.
devamını gör...
ruhu dünyaya her geldiğinde ıstırap çeken iki ruh.. şimdilerde kitabı düşünüyorum sık sık.. belki de bizimde dünyamız gerçek bizi ve gerçek aşkı bulana kadar ıstırap çekiyordur. bu dünyada sevdiğimizle birlikte bir dünya kurana kadar yaşayacak ruhumuzun ıstırabı.. aynı dünyayı yıkıp yeniden kuracak belki ölüp yeniden dirileceğiz. ruhumuzun kapısı açılana kadar.
devamını gör...
ilk postmodern romandır.

her ne kadar ilk postmodern roman 'tutunamayanlar'dır dense de yanlıştır.

niçin?
nihal atsız'ın 50'li yıllarda çıkardığı orkun dergisinin 3.sayısında başlıksız bir şiir yer alır.
aslında bu şiir, bugünlerde 'geri gelen mektup' adıyla bildiğimiz şiirdir.
ve şöyle bir detay ekleyelim;bu şiir ruh adam romanında da yer alır.

dahası şiirin altına bir not düşülmüştür.
notta bu şiirin atsıza ait, daha yayınlanmamış bir romanda yer aldığı yazılıdır.

sonuç itibariyle 1972 yılında, 'tutunamayanlar' romanına yakın dönemde neşredilmiş 'ruh adam' romanı 50li yıllarda hazır haldedir.
devamını gör...
ruhumu derinden etkileyen romandır. aynı zamanda en sevdiğim romandır diyebilirim. farklı ruh hâlleriyle okuduğumda kendimi hep başka karakterin yerinde bulurum. hayatımda yeri ve etkisi büyük bir kitaptır. kitabı okurken arka fonda "mutlak seveceksin" dinlemenizi tavsiye ederim.
devamını gör...
birçok kişinin bir türkçünün kaleminden çıktığı için ön yargılı olduğu, hamasi bir metin zannettiği eserdir. bu kitap hak ettiği ilgiye hiçbir zaman mazhar olamamıştır. oysaki tam anlamıyla buram buram psikoloji kokan, yer yer postmodern bir bakış açısına bürünen türk edebiyatının en güzel romanlarından biridir.
devamını gör...
#712154 no'lu entryde romanın baş karakteri selim pusat'a sübyancı denmiş kitabı zütüyle okuyan öyle anlar tabii.


romanı sonuna kadar değil biraz anlayarak ve hissederek okusaydın selim pusat'ın aşk duyduğu mefhumun lise talebesi bir genç kız değil o bedenin içine sıkışmış, bin yıldan beri aşkıyla tutuşulan lanetlenmiş bir ruh olduğunu anlardın.
devamını gör...
bir nihal atsız romanıdır.

hüseyin nihal atsız’ın “ruh adam” romanı, şüphesiz sembolik karakterler bakımından gerçeği dolaylı yoldan aktarabilen en başarılı romanlardan biridir. karakterlerin handiyse gerçek duyguları vardır ve gerçek acılar çekiyorlardır. ana karakter olan selim pusat'sa sahiden tüm insan duygularının çıkmazlarını “sembolik” olarak belirtecek biçimde yaratılmıştır. o ne duygusuz bir subaydır ne de yasak aşka tutulmuş esriktir. o insan duygularının çıkmazıdır ve kanaatimce pusat’ı incelemek bize duygularımızı sembolikleştirme konusunda yardımcı olacaktır.

öncelikle roman, bir bakıma nihal atsız’ın otobiyografisi olma özelliğini taşır. elbette her yazarın eseri kendi otobiyografisi olma özelliğini taşır çünkü yazar, tüm izlenimlerini kendi yaşadıklarından çıkarmak mecburiyetindedir. fakat “ruh adam” biraz daha spesifik örneklerle otobiyografikleştirilmiştir. mesela bedriye atsız hanım, romanda ayşe pusat olarak ele alınmıştır. ikisi de lisede edebiyat öğretmenliği yapmaktadır. ayrıca atsız’ın da askeri tıbbiye’de arap asıllı olduğundan teğmen mesut süreyya efendi’ye selam vermediği gerekçesiyle tıbbiyeden atıldığını biliyoruz. aynı şekilde kitapta da selim pusat, kralcı olduğu gerekçesiyle askeriyeden atılır, apoletleri sökülür. kitapta şaşılacak bir örnek vardır, nihal atsız henüz altı-yedi yaşlarındayken kadıköy’deki bir fransız okulunda ilk mektep tahsili görürken, teneffüs sırasında, kendisinden üç-dört yaş büyük bir rum çocuğuyla kapışır. rum çocuk atsız’ın kafasını duvara vurmuştur ve atsız’ın yaralı kafasından kan fışkırmıştır. ruh adam romanında yüzbaşı şeref’in başından daima kan sızıyor olmasının arka planında işte atsız’ın çok küçükken yaşadığı bu kanlı hatıra vardır.

belirtmek isterim ki tutunamayanlardan selim ışık, aylak adamdan c. gibi selim pusat da bir antikahramandır. “ruh adam” kitabındaki selim pusat karakterine bakacak olursak, kendisinin aslında bölünmüş kişiliklerin sentezi olduğunu iyi anlarız. roman her ne kadar iki tema (aşk, çekilecek ceza) üzerine kurulu olsa da, pusat’ın iç çekişmeleriyle doludur ve bu çekişmeler; pusat’ta nevrozlara sebep olmaktadır.

bu nevrozları incelemeden önce romanın akışına göre pusat’ın ruh halini bölümlere ayırmalıyız. pusat’ın üç farklı aşamadan geçtiği (ilk önce güzellik, aşkı vs. önemsemeyen ve sadece askeri olgulara önem veren biri; sonrasında güntülü, leyla, ayşe çizgisinde dolanan âşık biri – atsız, pusat’ın bu davranışıyla askeri ve vatanî meseleler varken kendini aşk ve sevgi gibi geçici heveslere adayan dönemin türk gençliğini tasvir etmiştir- ve son olarak bu iki zıt durumun karşılaştığı son bölüm) açıkça sezilebilir. diyalektik açıdan bakıldığında hegel’in “tez-antitez-sentez” fikrini andırıyor bu durum ve atsız’ın, pusat’ın ilk durumu(tez) ve ikinci durumu (antitez) için ikisine de 12 bölüm ayırması tesadüf olamaz. burada değinmek istenen şey, kişinin öz çatışmasıdır. selim pusat’ın bu iki özelliğinin çatışması o denli büyümüştür ki mahşer sahnesinde israfil, pusat'a "selim pusat’ın gönlünün içindeki feryatlar o kadar acı ve gürültülü idi ki insanlar duysa hep ölür, benim sûrumu öttürmeme lüzum kalmazdı." der. bu çatışma elbette bir uzvî rahatsızlığa sebep olmalıdır ki oluyor zaten. pusat ateşler içerisindeyken yek’ in ayrı bir arketipi olan doktor key ona hastalığının “aşk” olduğunu söyler. bu anlattıklarım bir kişilik bölünmesinden çok zamana bağlı olarak psikolojinin değişimini gösterir bize.

pusat’ın içinde aslında iki farklı “ben” i daha vardır ve bu “öteki benler” akıllara başarılı psikanalist (gbzk: sigmund freud)'ü getiriyor. romanın ilk bölümüne bakarsak, burada kaderi bedbahtlaştıran bir aşk masalı anlatılır. yüzbaşı burkay’ın açığma-kün’ e aşkı… -aslında atsız’ın değindiği noktalardan biri de aşk ile kaderin birbirlerine girişik ve bir o kadar da girift olmalarıdır- bu uygur masalı’nda burkay’ın içindeki od’ un sönmesi için onu şeytanlar başı madar’a götürürler fakat aşk burkay’ın gözünü bürüdüğü için o, madar’ a uyarak açığma kün'e olan aşkı için ev arkadaşını tereddüt etmeden kurban eder. evdeşinin bedduasıyla da lanetlenmiştir üstelik. yüzbaşı rütbesini beş paralık etmiştir. esasta, buradan sıkı bir psikastenik kuramı çıkarabiliriz. “id-ego-süperego” çatışması… ego dediğimiz tabii ki selim pusat ve burkay’ın (şüphesiz ikisi de aynı “ruhun adamları” dır.) ana kişiliğidir. hikayedeki id –kişinin hayvani dürtüleri- madar ve yek’ tir. (yek’in diğer arketipleri de dahildir buna: doktor key ve osman fişer) bu karakterler, insanların içlerindeki kötülüğün ne kadar güçlü ve engellenemez olduğunun delilidir. son olarak, toplum ahlakının kişi bireyselliğini etkileyerek oluşturduğu “süperego” ise burada şeref’tir. şeref, kendini orduya verip evlenmeyen ve selim ile birlikte hareket ettiği için tek amacı olan ordudan atılan, en sonda da kendi “şeref” i ile intihar eden bir “subay süperegosu” dur. (bilindiği gibi mete hikayesinde selim ile aynı ruhu paylaşan yüzbaşı sevdiği kadını oklamamıştır ve mete’nin emrine karşı çıkmıştır. bu sebepten ”aşk” a romanda yasak gözüyle bakar karakterler. tıpkı kafka’nın “dava” sındaki gibi). bu kavramların tek bir vücutta dengesizce çatışması ise bir tür nevroza sebep olmaktadır. bu nevrozu pusat’ın yüzbaşı kubudak ile vuruşmasından kavrayabiliriz zira pusat kubudakla vuruşurken tek kişi olan kubudak birden beş kişiye dönüşür. bunlar kubudak, yek, leylâ’nın nişanlısı, şeref ve nihayet kendi gençlik halidir. kişiliğiyle çatışan bütün karakterler, pusat’a savaş açmıştır âdeta. zaten pusat’ın bu savaşın yeniği olduğunu kitabın sonunda duvardaki gençlik fotoğrafının mistik bir şekilde kayboluşundan anlayabiliyoruz.

kitaptaki aşk bile belirli sembollerle, arketiplerle açıklanmıştır. bunlar ayşe, leyla ve güntülü’dür. güntülü, gençlik ve güzelliği; ayşe, merhameti; leyla ise soyluluğu temsil eder.

kitaptaki metafiziksel ögeleri bağladığım nokta ise bilinçdışıdır. tıpkı dostoyevski’nin “öteki” sindeki gibi “ruh adam” da da geçen tüm mecazi ögeler pusat’ın zihnindeki birkaç emareden ibarettir. zaten kitap da silik bir sonla biter.

türk edebiyatı’nın en önemli eserlerinden biri olan “ruh adam”, aslında bir aşk ya da bir ordu romanından ibaret olmadığını ve atsız, psikolojik gelgitlerini romandaki karakterlere yansıtıp bilindiğinin aksine “ruh adam” ın sembolist bir eser olduğunu tüm edebiyat âlemine kanıtlamıştır.

(bkz: sembolizm)
devamını gör...
yazarının politik duruşu sebebiyle belirli bir zümrenin önyargı ile yaklaşmasından mütevellit hakettiği değeri pek görmeyen türk edebiyatının yapıtaşlarından olabilecek potansiyeli olan güzide roman.

roman bana göre cumhuriyet tarihinin en iyi psikolojik romanı ve bir baş yapıt. okuduktan sonra içinizi “ben niçin şimdiye kadar bunu okumamışım” pişmanlığı muhtemel.
devamını gör...
selim pusat..inandığını eğilmeden bükülmeden dile getiren bunun sonucunda haksızlığa uğrayan acılar çeken gerçek hayatta sayıları azalmaya başlasada hala var olduklarına inandığım roman karakteri.at avrat selim pusat.
devamını gör...
ruh adam (hüseyin nihal atsız)

roman kamlançu ülkesinde yüzbaşı burkay ile başlıyor, sonra ayşe pusat (edebiyat öğretmeni) ve selim pusat (ihraç yüzbaşı) ile devam ediyor. selim pusat, kurmay olmak için geldiği eğitim sırasında fikirleri yüzünden (birinci sınıf askerler kralcılardan çıkar diyordu) tutuklanmış, yargılanmıştı. bu sırada eşi ayşe de, tedbir gereği bakanlık emrine atanıyor (bir nevi kızağa çekilme durumu) ardından ayşe pusat uzun süre sonra eski görev yerine iade edildiği, göreve geldiği okulun müdiresi tarafından mobbinge maruz bırakılıyor (yani batı cephesinde yeni bir şey yok); sonra selim pusat birlikte yargılandığı arkadaşı şeref in mezarına gittiği bir gece leyla mutlak (hanzade) ile tanışıyor, leyla yi takip eden bir kişi (yek) yüzünden onun evine kadar referat ediyor.
selim pusat'ın eşi ayşe nin dersine girdiği fen sınıfında ki güntüli, aydolu ve nurkan isimli öğrencilerin edebiyatla ilgili beklenen den fazla bilgili olması. selim pusat'ın, güntüli ve leyla mutlak arasında çelişkili bir durum (aşk-sevgi) içinde kalması, bu durum karşısında yaşadığı yoğun çelişki.
güntüli ile tanrıkut metehan dönemi emir dinlemeyip, oklamayan yüzbaşılardan olması ihtimali [reanikasyon (?!)] güntüli ninde oklanmayan prenses olması. (hikâye odur ki; metehan (oğuz kağan) türk tarihinde ilk defa düzenli orduyu kurduğu, 10 luk, 100 lük, 1000 lik, sistemi getiren, orduyu farklı at renkleri ile bölüklere bölen, (ıslıklı ok denilen farklı bir ok sistemini de bulan) ordunun disiplini ile ilgili de verdiği emri dinlemeyen askerini oklatacak kadar keskin bir komutan dır. burada anlatılan da emri dinlemeyen yüzbaşı hikâyesi buraya atıfta bulunuyor.)
selim in arkadaşı şeref in ölümü ile yaşadığı vicdan azabı.
leyla mutlak in sultan süleyman (kanunî) in idam edilen oğlu şehzade mustafa nin oğlu süleyman ın 20 inci dereceden torunu olması (klasik kayıp şehzade hikâyesi, benzeri durum iskender pala nın "katre-i matem" romanında de işlenmişti. yine cehennemden gelen (from hell) isimli filmde de (john depp in oynadığı) ingiliz kraliyet ailesi mensubu prensin ilişkisi olan kadının akıl hastalığı teşhisi ile kafasına elektrik verilmesi ve başına çekiçle vurulması sureti ile delirtilmesi olgusu; gözden kaçan ise, prensin bu kadından olma çocuğunun kaçırılıp, kayıp prens olarak yaşamaya devam etmesi. birde ilginç bir türk romanı olan "sol inviktus" ta (giftos leo), (kitap 1453 sayfadan başlıyor, sultan fatih sultan mehmet tarafından kurulan istihbarat örgütünün hikâyesi, bu hikâyede de yine kayıp şehzade konusu işlemekte idi.)
selim pusat'ın sultan 2. abdülhamid ile ilgili ilginç yorumu; eğer tahttan indirilmese balkan savaşlarının çıkmayacağı ve hatta birbirine düşeceği, balkan savaşı çıkmayınca da onun tetikleyicisi olduğu 1. dünya savaşının çıkmayacağı tespiti.
selim pusat'ın, tarihi evrak komisyonunda göreve başlaması, orada yek isimli kişiye çok benzeyen osman fişer (alman yahudisi, türkiye ye hitler den kaçan birisi, önceki ismi oskar soyadı yine fişer; işin ilginci gerçekte de böyle bir kişinin bulunmuş olması, yani böyle bir komisyon ve böyle yahudi dönmesi (mürted) bir kişinin bulunması; yani yazar döneminde yaşanan gerçek durumlara atıfta bulunmuş) osman fişer in birlikte görev yaptıkları diğer kişilerin tasavvufa olan ilgisi nedeni ile onları eleştirmesi, selim pusat'ın hayatında ilk defa askerlik dışında bir konuyu merak edip, eşi ayşe den bu konudan (tasavvuf) bilgi almaya çalışması.
selim in iki arada bir derede kalıp hastalanması ve eve gelen doktor "selim key'in" onu muayene etmesi, (key- yek ile anagram denemesi), selim pusat'ın gelen doktoru yek isimli kişiye benzetip ondan şüphelenmesi durumu, sonra aynı gün eve askeri doktor cezmi oğuz un gelmesi (cezmi ile, namık kemal 'in ilk tarihi romanına bir saygı duruşu ve gönderme söz konusu) selim i muayene etmesi, ona istirahat raporu vermesi, ve ilginçtir selim in geldiğini düşündüğü doktor "selim key" ile benzer bir teşhiste bulunması.
selim pusat'ı ziyarete arkadaşı şeref in gelmesi, şeref in selim e "kendine gel bu aşk meşk mevzusu nedir" diye sitem etmesi, kurşun sıktığı kalbinin üstüne elini basan şeref in kalbinin kanaması, ardından selim ile tokalaşarak vedalaşması ve evin kapısından kapı tokmağını tutarak çıkıp gitmesi; ardından yeni uyanan ayşe'nin kapı tokmağında ki ve selim in elindeki pıhtılaşmış kanı görmesi nedeni ile eşinin silâhını bulunduğu yerde kontrol etmesi, selim in hayatından endişe etmesi.
selim in hayalinde yek isimli kiyi tarafından gece yarısı büyük mahkemeye götürülüşü, orada yüce yargıç "allah" tarafından yargılanması; tanık olarak cebrail, mikail, israfil isimli büyük meleklerin dinlenmesi, hepsininde selim pusat'ı suçlayan beyanları. zerdüşt ün dinlenmesi, buda'nın ikinci peygamber (?) olarak dinlenmesi, selim 'in buda nın sözlerine karşı direkt karşı atağa geçerek bir nevi aşağılayarak savunma yapması. ardından peygamber efendimiz hz muhammed 'in tanık olarak dinlenmesi mizanseli, onunda selim in bir kadının esiri olması nedeni ile putperest olduğunu söylemesi; selim'in buna karşı oryantalist bir biçimde savunma geliştirmesi "küçük kızı sevmek günahsa, son peygamber neden ayşe yi neden sevdi" demesi.
alp er tunga, tanrıkut mete, atila, istemi kağan, alp arslan, temüçin cengiz han, aksak temür (ve de çolak), yıldırım beyazıt, şakruh (aksak timur un oğlu, osmanlı nın 1440 lara kadar vergi verdiği sultan), çiçi yabgu, kür şad, kül tegin, çağrı bey, oruç reis (barbaros- tek kollu) tanık olarak dinlenmesi, ve ceza olarak cengiz han'ın ordusunda görev yapan yüzbaşı kubulak ile vuruşmasına karar verilmesi. bu yargılama mizanseli bir nevi oğuz atay'ın "tutunamayanlar" romanı/kitabında ki, tarihi şahısların konuşturulması sahnesine benziyor.

kitapta ki en çarpıcı cümle;
yargılanmak üzere elleri kelepçeli götürülen selim pusat'ın kendisinden saygı bekleyen genarale karşı
"askerlik öldü genaral! sinsi siyasetçilere sırf üniformalı oldukları için asker diyemem!"(syf 44).
devamını gör...
okuduğum en güzel türk romanlarından biridir. uzun bir kitapsız dönemden sonra denk gelip bir solukta okumuştum. aldığım edebi lezzet hat safhadaydı. güntülü'nün sözleri aklıma yer etmiştir.

niçin seversin güntülü ? ...... ..... sevginin niçini olmaz ki efendim... düşünsem belki makul bir sebep bulabilirim. fakat bu hakiki sebep olmaz. çünkü biz önce severiz. sonra sevdiğimiz şeyin güzel taraflarını bulmaya çalışırız. bu da hodbinliğimizden doğar efendim.
devamını gör...
milliyetçi cenahın tanrısı, hüseyin nihal atsız'ın kitabı. bana da, bazı arkadaşlarım gibi fakültede zorla okutulmuştu. çoğu arkadaşım, okumak yerine özetini bulup günü kurtarmayı tercih etmişti ama bende, elbetteki durumlar öyle olmadı. gelişmedi. satın aldım ve hemen okumaya başladım. ancak kitabın içerisine sirayet etmem o kadar zor oldu ki sürekli 20 ilâ 40 sayfada bir, başa sarıp anlamaya çalışıyordum. tabi öncelerden atsız'a hayli alışık arkadaşlarım, kitabı çoktan bitirmişti bile. hatta söylenmeden okuyanlar da hayli çoktu. ancak bende, işler öyle yürümedi.
neticede muhabbeti açılınca herkes, kitabın evreninin, ilerleyen sayfalarda olduğunu, * baştan almak yerine, dişimi sıkıp okursam hızla bitireceğimi, biraz da tebessümvari anlatınca, haliyle öyle yol aldım. gerçekten de dedikleri gibi oldu ve kitap, bir çırpıda bitti. sınavda gelen edebiyat sorularını kaçırmadım. hatta kitabı ezbere bilenlerden daha iyi yanıtladığım da söylenebilir.*

gelelim kitabın içeriğine, birazcık spoiler içerebilir), lütfen bunu dikkate alın.

öncelikle yazar, kitabına, oldukça sıradan ve sıkıcı bir anlatımla başlıyor. kitabı işlerken ilk başlarda sahip olduğu bu üslup ve monotonluk, kitabın işleyişinde sizi egale ediyor.
zira kitapta, iki farklı evren mekanizması içerisinde, geçmiş ve gelecek aydınlanması yapılmış. doğru-yanlış belirtilmeksizin, bu kararı verme fikri, okuyucuya bırakılmış.
kitabın olaylar örgüsüne girdiğinizde, aslında oldukça basit ve anlaşılır bir üslup çizildiği, başta yer alan monotonluğun sebebi

yani bunun, 50'li yaşlarda bir adamın, sıradan hayat görüntüsünden ibaret olduğu
hemen anlaşılıyor. yazar, aslında bunu bilinçli yapmış. ancak başlarda bunu kavramak, hiç kolay olmuyor.

gelelim olay örgüsünün, neyi ima ettiğine?..
bence atsız*, kendi camiasının ileride, camdan atlamasına sebebiyet verecek bir milliyetçi-aydın profili çizmiş*. başlarda, severek ya da değil, bir evlilik yapılmış ancak ilerleyen yıllarda, bu evlilik monotonlaşmış ve tabi evin beyi çareyi, (!) gördüğü parantez içerisinde neşe kaynağı, gencecik bir kıza gönlünü kaptırmakta bulmuş. bunun doğruluğu ya da yanlışlığı tartışılır. ancak şurası bir gerçektir ki yazarın bu attığı taş, onun yolunu takip edenlerin de hayli benimsediği bir ruh adam klasiği olarak karşımızda durmaktadır.
doğru-yanlış, çok tartışıldı, daha da tartışılır. zaten yazar da bunun, ne derece doğru, ne derece yanlış olduğunun karar mekanizmasını, okuyucuya bırakarak bir mahkeme kurmuş ve kendini de mahkemenin "sanık" sıfatına layık görmüş.

esasında kitabında bunu tartışmış, tartışmaya açmış. kendini de bu konudan muzdarip bireyleri de yargılamaya soyunmuştur..
fakat bunu öyle sade, öyle yalın bir halde yapar ki sadece olay örgüsü anlattığını sanırsınız. ancak aralara sokuşturduğu ince fikirlerle, okuyucunun aklını karıştırır, zihnini bulandırır. ve tabi reenkarnasyon.

kitabın işbu evreni dediğim kısmı da, burada başlıyor. olaylar, her yüzyılda bir başka reenkarne ile baş kahramanı - ki ben onun, nihal atsız'ın ta kendisi olduğunu düşünüyorum - doğru kararı verene kadar devam edeceği izlenimi verilir ve kitap, bu şekilde bitirilir.

ön yargılı yaklaştığım bir kitaptı diyebilirim kendi açımdan. ancak okumak keyif verdi ve zihnimi bulandırdı. insanlığın sosyo-psikolojik evlerini anlamak için de, güzel bir referans noktası diyebilirim. dolayısıyla ön yargıyla, bilhassa atsız'dan dolayı ön yargıyla yaklaşacak olanlar varsa, benim gibi yapmasın, alsın, okusunlar. tavsiye ederim. her türden gelişmişlik için ön yargının silinmiş olması şart. en başta da kendim. o zamanda bu zamana, düşünüyorum da, ciddi ciddi çok yol katetmişim.*
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"ruh adam" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim