1.
2.
rüzgar karanlığında camları soğuk buğu
yağmura çarpa çarpa beyazıt tramvayı
içinde kirli sarı 'mevcutlu'nun bulunduğu
tüyleri diken diken bırakmış yaşamayı
en büyük korkusu anlaşılırsa korktuğu
öğrenemedi gitti soğukkanlı olmayı
bıyıkları eskimiş gözleri soğuk gri
nedense 'mevcutlu'nun yüzüne bakamıyor
tedirgin bir adam sağındaki 'taharri'
solundaki şapkalı dudakları mor
salya sümük sırıtan allahın derbederi
sıralı sırasız yerlere tükürüyor
'mevcutlu' bir yanıyla 'müdüriyet' yolcusu
üstelik cumartesi sorguya başlamazlar
bir yanıyla bıraktığı sabah uykusu
karısı kızkardeşi dokunsan ağlayacaklar
kulaklarında kalmış asansörün uğultusu
biletçi ipi çekti sirkeci inecek var
bulutlardan bir hisar sansaryan hanı
tramvayın kustuğu 'mevcutlu' duman duman
eskiden yaşanmışla yeniden yaşananı
ayırabilmek çok güç zaman işte o zaman
çıktığı her basamak unutulmaz bir anı
gazetelerde solmuş eski 'tevkifat'lardan
atilla ilhan*
yağmura çarpa çarpa beyazıt tramvayı
içinde kirli sarı 'mevcutlu'nun bulunduğu
tüyleri diken diken bırakmış yaşamayı
en büyük korkusu anlaşılırsa korktuğu
öğrenemedi gitti soğukkanlı olmayı
bıyıkları eskimiş gözleri soğuk gri
nedense 'mevcutlu'nun yüzüne bakamıyor
tedirgin bir adam sağındaki 'taharri'
solundaki şapkalı dudakları mor
salya sümük sırıtan allahın derbederi
sıralı sırasız yerlere tükürüyor
'mevcutlu' bir yanıyla 'müdüriyet' yolcusu
üstelik cumartesi sorguya başlamazlar
bir yanıyla bıraktığı sabah uykusu
karısı kızkardeşi dokunsan ağlayacaklar
kulaklarında kalmış asansörün uğultusu
biletçi ipi çekti sirkeci inecek var
bulutlardan bir hisar sansaryan hanı
tramvayın kustuğu 'mevcutlu' duman duman
eskiden yaşanmışla yeniden yaşananı
ayırabilmek çok güç zaman işte o zaman
çıktığı her basamak unutulmaz bir anı
gazetelerde solmuş eski 'tevkifat'lardan
atilla ilhan*
devamını gör...
3.
kendimden özür diliyorum..
yaşadığım süre boyunca hep merhametimin arkasından yürüdüm, beklentilerimi arkada bıraktım.
kimseden bir şey beklemedim, doğrusu bu sanıyordum çünkü.
yaşadıklarımı yaşayamadıklarımı içimde sakladım, sustum bastırdım olsun dedim insanlık bende kalsın.
ben en iyisini yaşatayım ki istemeye yüzüm olsun dedim.
verdim, hep verdim karşılığını alıp alamadığıma bakmadan, aslında güçlü olmak değildi istediğim, ama olmak zorundaydım ve bırakıldım.
kendimi hep erteledim.
kimsenin beni anlamadığını bildiğim halde hayatıma girenleri bana verilmiş bir görev olarak gördüm.
herkesi mutlu etmek zorundayım sandım.
benimde mutlu olmam gerektiğini unutmuşum meğer..
görevim neyse en iyisini yapmalıydım ki vicdanım rahat etmeliydi.
birilerinin de bana karşı görevleri olduğunu hiçe saymışım oysa…
ne yazık ki; bana verilen rolleri en iyi şekilde oynarken onların rollerini iyi oynayıp oynamadığına hiç bakmadım.
karşımdakilerin eksiklerini tamamlamaya çalışırken, onların hatalarını görmeye vaktim kalmamış sanki.
beni üzmelerine bakmadan, karşılığında ne aldığıma ne hissettiğime aldırış etmeden hep verdim..
kendimi nasılda unutmuşum.. unutturmuşlar aslında.
paramparça olmuş kalbime, cayır cayır yanan içime doğruları söylemeye çalışan beynime, mutsuz yüzüme hep sus dedim.
sen sus…
kendime haksızlık ettim, kimseye etmediğim kadar.
herkesi dinledim kendimi dinlemediğim kadar.
kimse benim yüzümden mutsuz olmasın diye, hiç bir şeyin sebebi ben olmayayım diye mutluluk oyunlarımı oynadım..
yetmedi yeni oyunlar buldum.
ama bir gün bir bakmışım ki paramparça olmuşum.
tutunacak tek duygu bırakmamışım kendime.
kendimi teselli edecek tek şey yokmuş hayatımda.
allak bullak olmuşum..
kendimi aramaya çıktığımda yorgun, yılgın, bitkin bir köşede saklanıp ağlayan bir erkek çocuğu olarak buldum.
ve ona elimi uzattım diyebildiğim tek şey geçti, bir daha seni kimse üzemeyecek.
şimdi senden özür diliyorum.
seni bu kadar hiçe saydığım için, insanların seni bu kadar üzmelerine müsade ettiğim için, seni hiç bir zaman dinlemediğim için, üzerine bu kadar sorumluluk yüklediğim için, hakkın olan bütün duyguları sana yaşatmadığım için…
şimdi tekrar söylüyorum.
insanlığından, kalbinden, duygularından, çocukluğundan, hislerinden çok özür diliyorum…
galiba ben almadan vermenin allah’a mahsus olduğunu unutmuşum…
can yücel
yaşadığım süre boyunca hep merhametimin arkasından yürüdüm, beklentilerimi arkada bıraktım.
kimseden bir şey beklemedim, doğrusu bu sanıyordum çünkü.
yaşadıklarımı yaşayamadıklarımı içimde sakladım, sustum bastırdım olsun dedim insanlık bende kalsın.
ben en iyisini yaşatayım ki istemeye yüzüm olsun dedim.
verdim, hep verdim karşılığını alıp alamadığıma bakmadan, aslında güçlü olmak değildi istediğim, ama olmak zorundaydım ve bırakıldım.
kendimi hep erteledim.
kimsenin beni anlamadığını bildiğim halde hayatıma girenleri bana verilmiş bir görev olarak gördüm.
herkesi mutlu etmek zorundayım sandım.
benimde mutlu olmam gerektiğini unutmuşum meğer..
görevim neyse en iyisini yapmalıydım ki vicdanım rahat etmeliydi.
birilerinin de bana karşı görevleri olduğunu hiçe saymışım oysa…
ne yazık ki; bana verilen rolleri en iyi şekilde oynarken onların rollerini iyi oynayıp oynamadığına hiç bakmadım.
karşımdakilerin eksiklerini tamamlamaya çalışırken, onların hatalarını görmeye vaktim kalmamış sanki.
beni üzmelerine bakmadan, karşılığında ne aldığıma ne hissettiğime aldırış etmeden hep verdim..
kendimi nasılda unutmuşum.. unutturmuşlar aslında.
paramparça olmuş kalbime, cayır cayır yanan içime doğruları söylemeye çalışan beynime, mutsuz yüzüme hep sus dedim.
sen sus…
kendime haksızlık ettim, kimseye etmediğim kadar.
herkesi dinledim kendimi dinlemediğim kadar.
kimse benim yüzümden mutsuz olmasın diye, hiç bir şeyin sebebi ben olmayayım diye mutluluk oyunlarımı oynadım..
yetmedi yeni oyunlar buldum.
ama bir gün bir bakmışım ki paramparça olmuşum.
tutunacak tek duygu bırakmamışım kendime.
kendimi teselli edecek tek şey yokmuş hayatımda.
allak bullak olmuşum..
kendimi aramaya çıktığımda yorgun, yılgın, bitkin bir köşede saklanıp ağlayan bir erkek çocuğu olarak buldum.
ve ona elimi uzattım diyebildiğim tek şey geçti, bir daha seni kimse üzemeyecek.
şimdi senden özür diliyorum.
seni bu kadar hiçe saydığım için, insanların seni bu kadar üzmelerine müsade ettiğim için, seni hiç bir zaman dinlemediğim için, üzerine bu kadar sorumluluk yüklediğim için, hakkın olan bütün duyguları sana yaşatmadığım için…
şimdi tekrar söylüyorum.
insanlığından, kalbinden, duygularından, çocukluğundan, hislerinden çok özür diliyorum…
galiba ben almadan vermenin allah’a mahsus olduğunu unutmuşum…
can yücel
devamını gör...
4.
ben seni severim sevmesine de toplum buna hazır değil
nükleer denemeler kyoto sözleşmesi küresel ısınma falan.
belki sen çok küçüksün belki benim ruhum ölü
biraz nietzsche biraz kant kafan karışmış belki
parliamanet'i de bozdular tutunacak dalımız mı kaldı?
pavyonda tanıdığım bilge bir pezevenk vardı
kötü kitaplar okumak kötü yaşamak gibidir derdi.
iyi kitaplar okudum bir boka yaramadı..
ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum
durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar
sinemaya gitmeye ele ele tutuşmaya falan kalkarız
işin yoksa çiçek al,saç tara, parfüm sık.
küsmesi,barışması,ayılması,bayılması
hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması
meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı!
güzel kadınlar insanın ömrünü uzatır derdi.
bir sürü güzel kadın girdi hayatıma
hepsi ağzıma sıçtı..
ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil.
her şeyin güzelini sever o ideal birliktelikler ister
seninle benim yan yana oturacağımız çekyata
ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik..
içime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim.
ben seni severim sevmesine de
iş çıkarmasana şimdi ne gerek var güzelim..
ali lidar-alengirli şiir
nükleer denemeler kyoto sözleşmesi küresel ısınma falan.
belki sen çok küçüksün belki benim ruhum ölü
biraz nietzsche biraz kant kafan karışmış belki
parliamanet'i de bozdular tutunacak dalımız mı kaldı?
pavyonda tanıdığım bilge bir pezevenk vardı
kötü kitaplar okumak kötü yaşamak gibidir derdi.
iyi kitaplar okudum bir boka yaramadı..
ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum
durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar
sinemaya gitmeye ele ele tutuşmaya falan kalkarız
işin yoksa çiçek al,saç tara, parfüm sık.
küsmesi,barışması,ayılması,bayılması
hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması
meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı!
güzel kadınlar insanın ömrünü uzatır derdi.
bir sürü güzel kadın girdi hayatıma
hepsi ağzıma sıçtı..
ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil.
her şeyin güzelini sever o ideal birliktelikler ister
seninle benim yan yana oturacağımız çekyata
ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik..
içime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim.
ben seni severim sevmesine de
iş çıkarmasana şimdi ne gerek var güzelim..
ali lidar-alengirli şiir
devamını gör...
5.
bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu.
hep böyle mi bu?
bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer...
kafatasımın içini, bir küçük huzur adına
aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden!
paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben.
oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.
niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
"öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.
nilgün marmara
hep böyle mi bu?
bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer...
kafatasımın içini, bir küçük huzur adına
aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden!
paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben.
oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.
niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
"öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.
nilgün marmara
devamını gör...
6.
ne içindeyim zamanın,
ne de büsbütün dışında;
yekpare, geniş bir anın
parçalanmaz akışında.
bir garip rüya rengiyle
uyuşmuş gibi her şekil,
rüzgarda uçan tüy bile
benim kadar hafif değil.
başım sükutu öğüten
uçsuz bucaksız değirmen;
içim muradına ermiş
abasız, postsuz bir derviş.
kökü bende bir sarmaşık
olmuş dünya sezmekteyim,
mavi, masmavi bir ışık
ortasında yüzmekteyim.
[aht]
ne de büsbütün dışında;
yekpare, geniş bir anın
parçalanmaz akışında.
bir garip rüya rengiyle
uyuşmuş gibi her şekil,
rüzgarda uçan tüy bile
benim kadar hafif değil.
başım sükutu öğüten
uçsuz bucaksız değirmen;
içim muradına ermiş
abasız, postsuz bir derviş.
kökü bende bir sarmaşık
olmuş dünya sezmekteyim,
mavi, masmavi bir ışık
ortasında yüzmekteyim.
[aht]
devamını gör...
7.
bu aralar ellerim hep üşür benim. doktor ‘kansızlık’ der, ben ‘sensizlik’ derim...
ne gelir elimizden insan olmaktan başka.
bana kalbimdesin deme! bilirsin, kalabalık yerleri sevmem ben...
edip cansever
ne gelir elimizden insan olmaktan başka.
bana kalbimdesin deme! bilirsin, kalabalık yerleri sevmem ben...
edip cansever
devamını gör...
8.
ha
başkaları sevgilim
sevmediler seni kin duyacak kadar
çatlayacak kadar gözbebekleri
yitirecek kadar duyguyu rengi gündüz.
louis aragon
başkaları sevgilim
sevmediler seni kin duyacak kadar
çatlayacak kadar gözbebekleri
yitirecek kadar duyguyu rengi gündüz.
louis aragon
devamını gör...
9.
buna karar vermem o kadar zor ki.
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
kadehini dinleme çıldırırsın
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur götürecek yoksa beni.
uf.. baya seviyorum.
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
kadehini dinleme çıldırırsın
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur götürecek yoksa beni.
uf.. baya seviyorum.
devamını gör...
10.
ben bir başıma bir deli
ben sanki bin yaşında bir deli...
nazım hikmet
rüzgara karşı yürüyen adam
ben sanki bin yaşında bir deli...
nazım hikmet
rüzgara karşı yürüyen adam
devamını gör...
11.
kalbimi de büyüttüm sonunda
artık bazen gözlerime tırmanıp bakıyor sokağa
kirpiklerime tutunuyor, o ince parmaklıklara
öyle çok büyüdü yani, görsen şaşarsın.
kalbim sanırım büyüyünce
sokaklarda ağlayan biri olacak
rezillik yani maviş anne!
kalbim komik kaçacak
didem madak
artık bazen gözlerime tırmanıp bakıyor sokağa
kirpiklerime tutunuyor, o ince parmaklıklara
öyle çok büyüdü yani, görsen şaşarsın.
kalbim sanırım büyüyünce
sokaklarda ağlayan biri olacak
rezillik yani maviş anne!
kalbim komik kaçacak
didem madak
devamını gör...
12.
seni düşünmek güzel şey,
ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum...
nazım hikmet
ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum...
nazım hikmet
devamını gör...
13.
hangi şehre gidilir yalnız başına,
hangi şarkı dinlenir senle olmayınca.
kimle çay içilir ?
en güzel sözlerin altı kim için çizilir
kimin kokusu saklanır…
hangi hayal hediye edilir,
hangi gözle bakılır o çiçek yaprağı kirpiklerine
nasıl anlatılır gülüşünün sesi
adının güzelliğine hangi alfabe de rastlanır
senin bakışın hangi şiire benzer
kime dokunur, sarılır, uyur bu kalp
hangi insanda rastlanır sana…
gel de anlat …
senden başkası nasıl sevilir ?
bilmiyorum ben …
_ilhan berk_
hangi şarkı dinlenir senle olmayınca.
kimle çay içilir ?
en güzel sözlerin altı kim için çizilir
kimin kokusu saklanır…
hangi hayal hediye edilir,
hangi gözle bakılır o çiçek yaprağı kirpiklerine
nasıl anlatılır gülüşünün sesi
adının güzelliğine hangi alfabe de rastlanır
senin bakışın hangi şiire benzer
kime dokunur, sarılır, uyur bu kalp
hangi insanda rastlanır sana…
gel de anlat …
senden başkası nasıl sevilir ?
bilmiyorum ben …
_ilhan berk_
devamını gör...
14.
dedim artık ben bu kızıl şarabı içmem
üzümün kanıymış bu ; ben kan dökmek istemem
gün görmüş aklım şaşırdı, sahi mi? dedi
yok canım. dedim şaka ben nasıl içmem.
ömer hayyam
üzümün kanıymış bu ; ben kan dökmek istemem
gün görmüş aklım şaşırdı, sahi mi? dedi
yok canım. dedim şaka ben nasıl içmem.
ömer hayyam
devamını gör...
15.
ne içindeyim zamanın,
ne de büsbütün dışında;
yekpare, geniş bir anın
parçalanmaz akışında.
bir garip rüya rengiyle
uyuşmuş gibi her şekil,
rüzgarda uçan tüy bile
benim kadar hafif değil.
başım sükutu öğüten
uçsuz bucaksız değirmen;
içim muradına ermiş
abasız, postsuz bir derviş.
kökü bende bir sarmaşık
olmuş dünya sezmekteyim,
mavi, masmavi bir ışık
ortasında yüzmekteyim.
ne de büsbütün dışında;
yekpare, geniş bir anın
parçalanmaz akışında.
bir garip rüya rengiyle
uyuşmuş gibi her şekil,
rüzgarda uçan tüy bile
benim kadar hafif değil.
başım sükutu öğüten
uçsuz bucaksız değirmen;
içim muradına ermiş
abasız, postsuz bir derviş.
kökü bende bir sarmaşık
olmuş dünya sezmekteyim,
mavi, masmavi bir ışık
ortasında yüzmekteyim.
devamını gör...
16.
beklenen
ne hasta bekler sabahı,
ne taze ölüyü mezar.
ne de şeytan, bir günahı,
seni beklediğim kadar.
geçti istemem gelmeni,
yokluğunda buldum seni;
bırak vehmimde gölgeni
gelme, artık neye yarar?
ne hasta bekler sabahı,
ne taze ölüyü mezar.
ne de şeytan, bir günahı,
seni beklediğim kadar.
geçti istemem gelmeni,
yokluğunda buldum seni;
bırak vehmimde gölgeni
gelme, artık neye yarar?
devamını gör...
17.
bir şiiri tutup iki ucundan dünyaya doğuruyorum
bir başak kadar ince veya
ellerin kadar beyaz
bir hikaye düşüyor peşime
kurtulamıyorum
sonra büyüyor birden çiçekler
öteler başaklardan
romalardan büyüyor
bir merhaba yoldan çıkıyor nasılsın oluyor
bir ekmeğin içini oyup kuşlara veriyoruz
bir kuş selam veriyor geri
ve bir hayır, evet oluyor, seviniyoruz
sen beni öpsen
istanbul jeopolitik açıdan önem kazanır, bakma
bunlar daha köprü yapıp duruyorlar
bir şiiri tutup iki ucundan dünyaya doğuruyorum
bir papatya kadar narin
ya da gözlerin kadar siyah
bir başak kadar ince veya
ellerin kadar beyaz
bir hikaye düşüyor peşime
kurtulamıyorum
sonra büyüyor birden çiçekler
öteler başaklardan
romalardan büyüyor
bir merhaba yoldan çıkıyor nasılsın oluyor
bir ekmeğin içini oyup kuşlara veriyoruz
bir kuş selam veriyor geri
ve bir hayır, evet oluyor, seviniyoruz
sen beni öpsen
istanbul jeopolitik açıdan önem kazanır, bakma
bunlar daha köprü yapıp duruyorlar
bir şiiri tutup iki ucundan dünyaya doğuruyorum
bir papatya kadar narin
ya da gözlerin kadar siyah
devamını gör...
18.
"bir mucize olsa da geri dönsen
yine sabah uyanınca ağzıma girse saçların
yan yatarak dönsek birbirimize.
üşümüş ayaklarını, bacaklarımın arasına yerleştirsen.
şaklaban olsa gözlerin.
kapı çalmasın diye dua etsen, ellerini kaldırıp göğe.
bir tek senin dua ettiğin tanrıya inanırım ben.
bir mucize olsa da geri dönsen.
sen; yatakta şımarırken, deri ceketimi giyip hafız bakkala gitsem
ekmek ve gazete almaya.
merdivenlerden inerken karate yapan çocuklara uydurma hareketler gösterip,
bunu nasıl anlatacağımı tasarlasam sana daha komik.
hava güzel çarşının içinden geçeyim.
bir dilim pasta alıp -kahvaltıda pasta seversin- sürpriz yapsam.
içerisi kalabalık. olsun, beklerim…
senin için bir tek yağ kokan bir pastanede beklerim…
bir mucize olsa da geri dönsen…
ekmekleri, gazeteleri ve bir de kısa kemıl alıp -hatırlatmadığın halde- cebime atsam…
kahvaltıdan sonra donnie brasco’yu 20. kez izlerken
eyvah sigara dediğinde gözlerin çaresiz,
hemen çıkarıp zulamdan uzatsam paketi…
sen boynuma sarıldığında ağır gibi davransam.
senin çakmağınla sigaranı yaksam, salak gibi..
hayıflansam, ‘keşke zippoyu doldurtmayı unutmasaydım dün’ diye.
çünkü zippoyla sigaranı yaktıktan sonra
kapatınca kapağını çıkan “çlank” sesi nasıl da katlardı karizmamı ikiye..
film başladığında warner biraderlerin amblemi görününce hep yaptığın espriyi beklesem.
sen “ben bu filmi gördüm” diyince önceden biriktirdiğim kahkahayı koyversem…
birtek senin yaptığın kötü espriye gülerim…
bir mucize olsa da geri dönsen…
yine uyanıp birbirimize anlatsak gördüğümüz rüyayı…
büyük, çok büyük bir vadinin ortasında renkli şezlonklarda otursak
anneannelerin, dedelerin kahvaltı yaptığı mutfaklarda otursak
öğle uykusundan yeni uyanmış çocuklar gibi, kemiklerimiz sıcak..
taksiye binecek paraları olduğu halde
bir tane bile geçmediği için minibüse binmek zorunda kalan insanlar gibi
hafif yan otursak.
içimizde hep bir neye niyet neye kısmet.
bir tek senin gördüğün rüyanın tabiri yok kitapta.
bir tek senin gördüğün rüyada varlığım hayra alamet.
bir mucize için boşuna bekliyorum biliyorum,
seni ben terkettim.
“ruh hastasısın sen!” diye bağırman boşuna değil.
ama yine de dua et sen bana
biliyorum benim için dua edenler çoktur.
ama bir tek senin dua ettiğin tanrıya inanırım ben.çünkü hayvanların tanrısı yoktur."
m.k.perker
yine sabah uyanınca ağzıma girse saçların
yan yatarak dönsek birbirimize.
üşümüş ayaklarını, bacaklarımın arasına yerleştirsen.
şaklaban olsa gözlerin.
kapı çalmasın diye dua etsen, ellerini kaldırıp göğe.
bir tek senin dua ettiğin tanrıya inanırım ben.
bir mucize olsa da geri dönsen.
sen; yatakta şımarırken, deri ceketimi giyip hafız bakkala gitsem
ekmek ve gazete almaya.
merdivenlerden inerken karate yapan çocuklara uydurma hareketler gösterip,
bunu nasıl anlatacağımı tasarlasam sana daha komik.
hava güzel çarşının içinden geçeyim.
bir dilim pasta alıp -kahvaltıda pasta seversin- sürpriz yapsam.
içerisi kalabalık. olsun, beklerim…
senin için bir tek yağ kokan bir pastanede beklerim…
bir mucize olsa da geri dönsen…
ekmekleri, gazeteleri ve bir de kısa kemıl alıp -hatırlatmadığın halde- cebime atsam…
kahvaltıdan sonra donnie brasco’yu 20. kez izlerken
eyvah sigara dediğinde gözlerin çaresiz,
hemen çıkarıp zulamdan uzatsam paketi…
sen boynuma sarıldığında ağır gibi davransam.
senin çakmağınla sigaranı yaksam, salak gibi..
hayıflansam, ‘keşke zippoyu doldurtmayı unutmasaydım dün’ diye.
çünkü zippoyla sigaranı yaktıktan sonra
kapatınca kapağını çıkan “çlank” sesi nasıl da katlardı karizmamı ikiye..
film başladığında warner biraderlerin amblemi görününce hep yaptığın espriyi beklesem.
sen “ben bu filmi gördüm” diyince önceden biriktirdiğim kahkahayı koyversem…
birtek senin yaptığın kötü espriye gülerim…
bir mucize olsa da geri dönsen…
yine uyanıp birbirimize anlatsak gördüğümüz rüyayı…
büyük, çok büyük bir vadinin ortasında renkli şezlonklarda otursak
anneannelerin, dedelerin kahvaltı yaptığı mutfaklarda otursak
öğle uykusundan yeni uyanmış çocuklar gibi, kemiklerimiz sıcak..
taksiye binecek paraları olduğu halde
bir tane bile geçmediği için minibüse binmek zorunda kalan insanlar gibi
hafif yan otursak.
içimizde hep bir neye niyet neye kısmet.
bir tek senin gördüğün rüyanın tabiri yok kitapta.
bir tek senin gördüğün rüyada varlığım hayra alamet.
bir mucize için boşuna bekliyorum biliyorum,
seni ben terkettim.
“ruh hastasısın sen!” diye bağırman boşuna değil.
ama yine de dua et sen bana
biliyorum benim için dua edenler çoktur.
ama bir tek senin dua ettiğin tanrıya inanırım ben.çünkü hayvanların tanrısı yoktur."
m.k.perker
devamını gör...
19.
sonra bir gün anneler de ölür
böcekler ve kertenkeleler ölür
boşalır suyu havuzun kum seddi yıkılınca
sivrisinekler ve kağıttankayıklar ölür
sonra o gün çocuklar da ölür
biz hepimiz önce küçük birer çocuktuk
sonra büyüdük hepimiz çocuk olduk
balçıktan bir külçe olan dölleri
en iri elleriyle kepçeliyen
ve biçimleyen
ve hep önce kendisiyle biçimleyen
o dehşetli yontucuyu
doğumu ve gebelik sanatının bütün hünerlerini
sütten bir mermere eşsiz bir incelikle işliyen
anneyi o usta nakkaşı
unutmadık
önce anne doğurdu çocuğu acıya
sonra çocuk acıya anneyi ve ölümü kattı
sonra herşey ve herkes çocuktan var oldu
geçti sarp kayalardan aştı nice dağlar
içti ağulu sütünü hayat denilen annenin
sıkıntının kutsal kabında yıkadı ellerini
hüznü kuşlara dağıttı unutmasınlar diye onu
acıyı gömdü toprağa gayrı açar mezarlık çiçekleri
böylece vardı bir ırmak kıyısına
anne bir tedirginliktir nerede olsa
bağırgan bir karmaşadır onun sesi
takılır gibi eski bir gıramafona titrek bir iğne
-bu ayıp bu günah
bu çok ayıp günah
-el ne der sonra
ayak ne der
bırakmaz çocuğu çocukça yaşamıya
ama bir gün anneyle de hesaplaşılır
çocuk yalnız annesine yaşar çocukken
anne yalnız çocuğuna yaşamaz anneyken
bölüşür anneliği babanın kasığında
çocuğum bakışındaki çelişkidir büyüyen
ağlamak bir soru olur sevginin yarım payında
-ah bana
niye baba
ve bir gün babalar ölür
tanrı bir ürpertidir çocuğun yüreğinde
her tanrı biraz baba gibidir
yiğit ve erkektir çocukları koruyan
umacılar ve peri masallarının korkulu padişahı
çünkü tanrıyı yaratan ve öldüren şeyler aynıdır
vurunca acının ilk gölgesi yaratır kuşkuyu
acının padişahı elbette zalim olur
ve bilincin duvarına çarpınca şaşkınlığı
bir soru önce acıya sonra acıya uzanır
-hey tanrı
hani tanrı
böylece bir gün tanrı da ölür
şimdi annenin yüreğinde ışıyandır
sevginin ıslak soluğuyla örgülü tapınak
bir gün bir kalem bir hokka içindeki kana bulaşır
akıtır mürekkebini sevda denilen papirüse
hani bir kuş gelir bir tapınağın duvarına yuva yapar
çökertir tapınağı daha bir güzelleşir yuva
işte artık ne anne ne tapınak
yıkılır gözyaşlarının sığınağı da
sonra bir gün anneler de ölür
gerilir gıcırtısı bir tüfek tetiğinin
öfke yalnız tekliği besler büyür çocuk
çocuk büyür
sesi nemli yine elleri yine soğuk
hayat sığmıyorsa gövdene yüreğini sığdır çocuk
nemli bir sesi sığdır o gittikçe nemlenen
çocuk çocuk sana bir dost gerek
işte yeniden giyiniyor kendini çocuk
bir çiçek gibi kopardı başkalarına uymıyan yanlarını
kendini üstlenmişsin var olmak için susmalar köprü
çocuk çocuk sana bir aşk gerek
sen iyilikler ve güzellikle uzmanı
suskunun gizemli sabrı
bir teraziyi en iyi kullanan
iğnenin ve ipliğin mercek gözlü büyücüsü
karnaval gecesinin eğlentisiz parmak çocuğu
ey hayat cambazı
ey ip şaşkını
ezberle o incecik tel üzerinde
hayatı dengeliyen asayı:
aşkın ve dostluğun ayrımı yoktur çocuk
ikisini de doğuran şey aynıdır
bir kuşa bakarken hüzünlendiren, bir güle baktıkça yürek kanatan, bir yüreği açmadan solduran, bir kadınla yatarken çocuk gibi ağlatan, uyuz bir kedi gördükçe kanı kudurtan, suyu yüz derece sıcaklıkta donduran, anneyi üreten babayı coşturan çocuğu güldüren, seni izmirlere çılgın gibi koşturan, bir vagon penceresinden şaşkın baktıran, bir mektubu ısrarla bekleten, umudu dalında çürüten, acıyı dayanılır kılan bir çıbanı irinle onduran aşka merhem sürdüren, güneşsiz bir gök gördükçe öldüren öldüren öldüren.
sevgi: tragedyanın kaynağı yaşamın kökeni insanı var kılan umut
ah nasıl ayrılır aşk ve dostluk birbirinden
can canı sever ötesi yok bunun çocuk
ölümü ve ölümün ölümsüzlüğünü
çocuğu ve çocuğun ölümsüzlüğünü
sevgiyi ve sevginin ölümsüzlüğünü
ah elbette aşktır dostluğu mayalayan
ama kim anlatabilir bu parmak çocuğa
bir dostla bir sevgili arasındaki ayrıntıyı
hayır'lara evet'lere direten
çirkini öptüren kötüyü sevdiren
aşkı sevgiliyle değil kendinle yorumla
kim ki kendini açığa komaktan korkmaz
o saygın bir insandır
herkes kendi yorumunun cellatıdır biraz da
böylece lady chatterley de sevilir giovanni de
böylece lady chatterley ve giovanninin sevgilisi de
elbette her aşk yalnızca kendine sorumludur
ama elbette her aşk yalnıza kendine sorumlu olunca
bir gün aşk ta ölür
ve başlar sıkıntısı kuralsız bir çelişkinin
yapışkan bir sevişmenib sancısı doldurur boşlukları
ve tutku aç bir güve gibi kemirirken sevdayı
dölün pasıyla bulanırken sevginin beyazlığı
ah şimdi kim inandırabilir bu eski çocuğa
aşkın ve dostluğun varlığını
bir gün ansızın yiter dostlar ve sevgililer
etin ve kemiğin sıcaklığıyla solar sevdalar
işte o gün herşey ölür
şimdi bu yüreği nerelerde beslemeli
bütün saksıları kırılıyorken güneşin büyüsüyle
ve ölümler ilençleniyorken en masum sevinçleri
ve her sevgi kendisiyle çelişiyorken
şimdi bu nasıl dğmaklar olur yeniden beyazlara
ama şimdi kim kandırabilir sizi
bir ölünün hayat kokan ağzını öpmek için
arkadaş zekai özger - beyaz ölüm kuşları - soyut, haziran 1970
böcekler ve kertenkeleler ölür
boşalır suyu havuzun kum seddi yıkılınca
sivrisinekler ve kağıttankayıklar ölür
sonra o gün çocuklar da ölür
biz hepimiz önce küçük birer çocuktuk
sonra büyüdük hepimiz çocuk olduk
balçıktan bir külçe olan dölleri
en iri elleriyle kepçeliyen
ve biçimleyen
ve hep önce kendisiyle biçimleyen
o dehşetli yontucuyu
doğumu ve gebelik sanatının bütün hünerlerini
sütten bir mermere eşsiz bir incelikle işliyen
anneyi o usta nakkaşı
unutmadık
önce anne doğurdu çocuğu acıya
sonra çocuk acıya anneyi ve ölümü kattı
sonra herşey ve herkes çocuktan var oldu
geçti sarp kayalardan aştı nice dağlar
içti ağulu sütünü hayat denilen annenin
sıkıntının kutsal kabında yıkadı ellerini
hüznü kuşlara dağıttı unutmasınlar diye onu
acıyı gömdü toprağa gayrı açar mezarlık çiçekleri
böylece vardı bir ırmak kıyısına
anne bir tedirginliktir nerede olsa
bağırgan bir karmaşadır onun sesi
takılır gibi eski bir gıramafona titrek bir iğne
-bu ayıp bu günah
bu çok ayıp günah
-el ne der sonra
ayak ne der
bırakmaz çocuğu çocukça yaşamıya
ama bir gün anneyle de hesaplaşılır
çocuk yalnız annesine yaşar çocukken
anne yalnız çocuğuna yaşamaz anneyken
bölüşür anneliği babanın kasığında
çocuğum bakışındaki çelişkidir büyüyen
ağlamak bir soru olur sevginin yarım payında
-ah bana
niye baba
ve bir gün babalar ölür
tanrı bir ürpertidir çocuğun yüreğinde
her tanrı biraz baba gibidir
yiğit ve erkektir çocukları koruyan
umacılar ve peri masallarının korkulu padişahı
çünkü tanrıyı yaratan ve öldüren şeyler aynıdır
vurunca acının ilk gölgesi yaratır kuşkuyu
acının padişahı elbette zalim olur
ve bilincin duvarına çarpınca şaşkınlığı
bir soru önce acıya sonra acıya uzanır
-hey tanrı
hani tanrı
böylece bir gün tanrı da ölür
şimdi annenin yüreğinde ışıyandır
sevginin ıslak soluğuyla örgülü tapınak
bir gün bir kalem bir hokka içindeki kana bulaşır
akıtır mürekkebini sevda denilen papirüse
hani bir kuş gelir bir tapınağın duvarına yuva yapar
çökertir tapınağı daha bir güzelleşir yuva
işte artık ne anne ne tapınak
yıkılır gözyaşlarının sığınağı da
sonra bir gün anneler de ölür
gerilir gıcırtısı bir tüfek tetiğinin
öfke yalnız tekliği besler büyür çocuk
çocuk büyür
sesi nemli yine elleri yine soğuk
hayat sığmıyorsa gövdene yüreğini sığdır çocuk
nemli bir sesi sığdır o gittikçe nemlenen
çocuk çocuk sana bir dost gerek
işte yeniden giyiniyor kendini çocuk
bir çiçek gibi kopardı başkalarına uymıyan yanlarını
kendini üstlenmişsin var olmak için susmalar köprü
çocuk çocuk sana bir aşk gerek
sen iyilikler ve güzellikle uzmanı
suskunun gizemli sabrı
bir teraziyi en iyi kullanan
iğnenin ve ipliğin mercek gözlü büyücüsü
karnaval gecesinin eğlentisiz parmak çocuğu
ey hayat cambazı
ey ip şaşkını
ezberle o incecik tel üzerinde
hayatı dengeliyen asayı:
aşkın ve dostluğun ayrımı yoktur çocuk
ikisini de doğuran şey aynıdır
bir kuşa bakarken hüzünlendiren, bir güle baktıkça yürek kanatan, bir yüreği açmadan solduran, bir kadınla yatarken çocuk gibi ağlatan, uyuz bir kedi gördükçe kanı kudurtan, suyu yüz derece sıcaklıkta donduran, anneyi üreten babayı coşturan çocuğu güldüren, seni izmirlere çılgın gibi koşturan, bir vagon penceresinden şaşkın baktıran, bir mektubu ısrarla bekleten, umudu dalında çürüten, acıyı dayanılır kılan bir çıbanı irinle onduran aşka merhem sürdüren, güneşsiz bir gök gördükçe öldüren öldüren öldüren.
sevgi: tragedyanın kaynağı yaşamın kökeni insanı var kılan umut
ah nasıl ayrılır aşk ve dostluk birbirinden
can canı sever ötesi yok bunun çocuk
ölümü ve ölümün ölümsüzlüğünü
çocuğu ve çocuğun ölümsüzlüğünü
sevgiyi ve sevginin ölümsüzlüğünü
ah elbette aşktır dostluğu mayalayan
ama kim anlatabilir bu parmak çocuğa
bir dostla bir sevgili arasındaki ayrıntıyı
hayır'lara evet'lere direten
çirkini öptüren kötüyü sevdiren
aşkı sevgiliyle değil kendinle yorumla
kim ki kendini açığa komaktan korkmaz
o saygın bir insandır
herkes kendi yorumunun cellatıdır biraz da
böylece lady chatterley de sevilir giovanni de
böylece lady chatterley ve giovanninin sevgilisi de
elbette her aşk yalnızca kendine sorumludur
ama elbette her aşk yalnıza kendine sorumlu olunca
bir gün aşk ta ölür
ve başlar sıkıntısı kuralsız bir çelişkinin
yapışkan bir sevişmenib sancısı doldurur boşlukları
ve tutku aç bir güve gibi kemirirken sevdayı
dölün pasıyla bulanırken sevginin beyazlığı
ah şimdi kim inandırabilir bu eski çocuğa
aşkın ve dostluğun varlığını
bir gün ansızın yiter dostlar ve sevgililer
etin ve kemiğin sıcaklığıyla solar sevdalar
işte o gün herşey ölür
şimdi bu yüreği nerelerde beslemeli
bütün saksıları kırılıyorken güneşin büyüsüyle
ve ölümler ilençleniyorken en masum sevinçleri
ve her sevgi kendisiyle çelişiyorken
şimdi bu nasıl dğmaklar olur yeniden beyazlara
ama şimdi kim kandırabilir sizi
bir ölünün hayat kokan ağzını öpmek için
arkadaş zekai özger - beyaz ölüm kuşları - soyut, haziran 1970
devamını gör...
20.
bana şiirlerinde küfür etme diyorlar usulsüz...
lan bu kadar orospu çocuğunu nasıl anlatayım küfürsüz.
lan bu kadar orospu çocuğunu nasıl anlatayım küfürsüz.
devamını gör...