1.
bakmayı bilenler için sembolik gerçekçiliğin örneklerini tam anlamıyla görebileceğiniz, benim için derin bir hüzün barındıran yerlerdir. bunlardan birisi benim köyümün yakınlarındaki (bkz: tabaklı) köyüdür.
18 yıl önce terk edilmiş bir köy. zamanında o köyde yaşayanlarla konuştum uzun uzun. tabii torosların eteğindeki bir köy için, hafızalarda kalan tek baskın şey fakirlik olmuş. bu garibanlık öyle bir şey ki; yanına ne kadar heyecan, tutku, macera koysan da silip atıyor; fukaralığı yaşayanlar için daha ağır bir duygu yok. kim bilir ne onurlar, gururlar zedelendi, ne hayaller kurulmaktan bile korkuldu. kim bilir hangi yoksulluktan dolayı sevdiklerini kaybettiler, hangi yoksuzluktan sevdiklerine kavuşamadılar. bunların hepsi, o köye gittiğinizde, yıkık dökük evlerin duvarlarına bakarken aklınıza gelir, kırılmış camlarında görürsünüz bu sahneleri.
terk edilmiş yerlerin kendi içinde saklı bir gizemi, perdesinin arkasında bir trajedisi vardır. yerlerden bağımsızdır, bir otoyolun kenarında terk edilmiş bir ev, uzun zaman önce bırakılmış metruk bir okul binası da olabilir bu. tek yapılması gereken, o koridorlarda, sokakarda, evlerde yaşanmış olabilecek şeyleri anımsamaya çalışmaktır. insana müthiş bir haz verir, hayal gücünüzü harekete geçiren bir enerjisi vardır buraların.
bir gün bu köye gittim, çeşmesinden su içtikten sonra, bir tanıdığım bana: "işte şu ev, dürdane halanı buradan gelin aldık" dedi. evin sadece bir kısmı duruyordu ve ben itinayla o evi beynimde inşa ettim, yolları düzelttim ve at üstünde yeni gelinin davul zurna eşliğinde gidişini canlandırdım. "vay be" dedim kendime, bir zamanlar buralarda erkek kızı beğenmiş, belki bu çeşme başında, evliliğin haberi yayılmış, oraların çöpçatan kadınlarından birisi tam şu evde: "sizin kızı istemeye gelecekler" demiş. türk kahveleri yapılmış, kızı vermişler, kızla erkek o gecenin heyecanıyla uyuyamamış.
belki tam o heyecan yaşanırken, iki yan evde birisi ölüm döşeğinde, garibanlıkla geçip giden ömrünün hesabını kime soracak sanki, boyun eğmiş, "belki cennete giderim de orada mutlu olurum" diye düşünerek ölümü bekliyor. yanlarında ellerinden bir şey gelmeyen sevdiklerinin ağlayışları. yol yok, para yok, adam gibi hastane yok. iyi kötü yaşadılar, heyecanlandılar, sevdiler, sevildiler, güldüler, ağladılar. şimdi yerlerinde yeller esiyor, kimseler yok. boş evlerin camlarından geçen rüzgarın şarkısı çalıyor.
terk edilmiş yerler beni hüzünlendirir. o yüzden ata toprağını satan adama çok kızarım, atasının evini terk edeni, onun anısını yaşatmayanı, oralarda tarihi, geçmişi koklamayı günümüzün içi boşalmış bireyselliğine tercih etmeyi hiç anlayamadım. her köye gidişimde bir yaşlının daha öldüğünü duyar üzülürüm, hele yerine çocukları köye tatillerde bile olsa gelmez olmuşlarsa, işte o zaman kederlenir, bir sigara yakarım.
18 yıl önce terk edilmiş bir köy. zamanında o köyde yaşayanlarla konuştum uzun uzun. tabii torosların eteğindeki bir köy için, hafızalarda kalan tek baskın şey fakirlik olmuş. bu garibanlık öyle bir şey ki; yanına ne kadar heyecan, tutku, macera koysan da silip atıyor; fukaralığı yaşayanlar için daha ağır bir duygu yok. kim bilir ne onurlar, gururlar zedelendi, ne hayaller kurulmaktan bile korkuldu. kim bilir hangi yoksulluktan dolayı sevdiklerini kaybettiler, hangi yoksuzluktan sevdiklerine kavuşamadılar. bunların hepsi, o köye gittiğinizde, yıkık dökük evlerin duvarlarına bakarken aklınıza gelir, kırılmış camlarında görürsünüz bu sahneleri.
terk edilmiş yerlerin kendi içinde saklı bir gizemi, perdesinin arkasında bir trajedisi vardır. yerlerden bağımsızdır, bir otoyolun kenarında terk edilmiş bir ev, uzun zaman önce bırakılmış metruk bir okul binası da olabilir bu. tek yapılması gereken, o koridorlarda, sokakarda, evlerde yaşanmış olabilecek şeyleri anımsamaya çalışmaktır. insana müthiş bir haz verir, hayal gücünüzü harekete geçiren bir enerjisi vardır buraların.
bir gün bu köye gittim, çeşmesinden su içtikten sonra, bir tanıdığım bana: "işte şu ev, dürdane halanı buradan gelin aldık" dedi. evin sadece bir kısmı duruyordu ve ben itinayla o evi beynimde inşa ettim, yolları düzelttim ve at üstünde yeni gelinin davul zurna eşliğinde gidişini canlandırdım. "vay be" dedim kendime, bir zamanlar buralarda erkek kızı beğenmiş, belki bu çeşme başında, evliliğin haberi yayılmış, oraların çöpçatan kadınlarından birisi tam şu evde: "sizin kızı istemeye gelecekler" demiş. türk kahveleri yapılmış, kızı vermişler, kızla erkek o gecenin heyecanıyla uyuyamamış.
belki tam o heyecan yaşanırken, iki yan evde birisi ölüm döşeğinde, garibanlıkla geçip giden ömrünün hesabını kime soracak sanki, boyun eğmiş, "belki cennete giderim de orada mutlu olurum" diye düşünerek ölümü bekliyor. yanlarında ellerinden bir şey gelmeyen sevdiklerinin ağlayışları. yol yok, para yok, adam gibi hastane yok. iyi kötü yaşadılar, heyecanlandılar, sevdiler, sevildiler, güldüler, ağladılar. şimdi yerlerinde yeller esiyor, kimseler yok. boş evlerin camlarından geçen rüzgarın şarkısı çalıyor.
terk edilmiş yerler beni hüzünlendirir. o yüzden ata toprağını satan adama çok kızarım, atasının evini terk edeni, onun anısını yaşatmayanı, oralarda tarihi, geçmişi koklamayı günümüzün içi boşalmış bireyselliğine tercih etmeyi hiç anlayamadım. her köye gidişimde bir yaşlının daha öldüğünü duyar üzülürüm, hele yerine çocukları köye tatillerde bile olsa gelmez olmuşlarsa, işte o zaman kederlenir, bir sigara yakarım.
devamını gör...
2.
devamını gör...
3.
dorian gray'in portresi
devamını gör...
4.
hayatımda fiziken çok az böyle yer görmüş olmama rağmen çok sevdiğim iki film ile benim merakımı cezbetmiş yer(ler)dir. detroit bahsettiğim yer. özellikle jim jarmusch'un only lovers left alive filminde iki ana sahne mekani vardır, tanca(fas) ve detroit.
filmde detroit'in secilme sebebi "modern uygarlığın" çöküşünü ve insan doğasının kendinden uzaklaşıp yozlaşmasini vurgulamak içindir. depresif, intihara meyilli ama duyguları oldukça hassas sanatçı bir vampir olan adam(ilk insan adem'i simgeler), insan türüne "zombi" adını vermiştir ve yıkıntı evinde, müziğini kendine saklayarak-o beş para etmez zombilere kaptirmayarak- kendi halinde takilmaktadir. ta ki eşi eve(havva) yanına tasinana ve onun gözünü şehrin besleyen anılarına, terk edilmiş, otoparka dönüşmüş harika katedrallere, sevdigi yazarların çocukluk evine ve evinin bahçesinde mevsimsiz açan mantarlara çevirene dek. odagini hayata döndürür yani. terkedilmis, bir zamanlar henry ford'un dünyayı kasıp kavuran arabalarının üretildiği bu şehre "medeniyet çöküşü çürümüşlük yatağı" olarak değil, "insanlığın ve doğanın yasanmisliginin hala canlı olan, hissedilen, dokusu, ruhu olan hislerine" dalarak bakmamizi salık verir.
terkedilmis yerin büyüsünü iliklerimize kadar hissederiz izlerken. eve'in perspektifi hayat ana'dan gelir: hiçbir şey yoksa renkler, dokular ve ıssızlık büyüludür. hiçbir yer gerçekten terkedilmiş değildir, hayat hala oralarda nefes almaktadır. terkedilmiş yer bu filmde terkedilmiş-kendini terketmiş insanın mekanini sembolize ederken havva anamız gelip tüm dengeleri degistirmistir kısaca.
bir de şu var;
terkedilmiş yerlerde bizi huzursuz eden unsurun yasanmisliktan kalan izler olduğunu düşünüyorum. bu duyguyu en çok istanbul'da terkedilmis bir genelevin fotoğraflarını içeren haberi okurken yaşamıştım. öyle ki, gerçek, tam bir hayat yasanmissa, ardinda hiçbir kalıntı bırakmaz. cop, acı veren görüntüler, ürküten yıkıntı evler...
filmde detroit'in secilme sebebi "modern uygarlığın" çöküşünü ve insan doğasının kendinden uzaklaşıp yozlaşmasini vurgulamak içindir. depresif, intihara meyilli ama duyguları oldukça hassas sanatçı bir vampir olan adam(ilk insan adem'i simgeler), insan türüne "zombi" adını vermiştir ve yıkıntı evinde, müziğini kendine saklayarak-o beş para etmez zombilere kaptirmayarak- kendi halinde takilmaktadir. ta ki eşi eve(havva) yanına tasinana ve onun gözünü şehrin besleyen anılarına, terk edilmiş, otoparka dönüşmüş harika katedrallere, sevdigi yazarların çocukluk evine ve evinin bahçesinde mevsimsiz açan mantarlara çevirene dek. odagini hayata döndürür yani. terkedilmis, bir zamanlar henry ford'un dünyayı kasıp kavuran arabalarının üretildiği bu şehre "medeniyet çöküşü çürümüşlük yatağı" olarak değil, "insanlığın ve doğanın yasanmisliginin hala canlı olan, hissedilen, dokusu, ruhu olan hislerine" dalarak bakmamizi salık verir.
terkedilmis yerin büyüsünü iliklerimize kadar hissederiz izlerken. eve'in perspektifi hayat ana'dan gelir: hiçbir şey yoksa renkler, dokular ve ıssızlık büyüludür. hiçbir yer gerçekten terkedilmiş değildir, hayat hala oralarda nefes almaktadır. terkedilmiş yer bu filmde terkedilmiş-kendini terketmiş insanın mekanini sembolize ederken havva anamız gelip tüm dengeleri degistirmistir kısaca.
bir de şu var;
terkedilmiş yerlerde bizi huzursuz eden unsurun yasanmisliktan kalan izler olduğunu düşünüyorum. bu duyguyu en çok istanbul'da terkedilmis bir genelevin fotoğraflarını içeren haberi okurken yaşamıştım. öyle ki, gerçek, tam bir hayat yasanmissa, ardinda hiçbir kalıntı bırakmaz. cop, acı veren görüntüler, ürküten yıkıntı evler...
devamını gör...
5.
kalbim
devamını gör...
6.
bilen bilir çanakkale’de çok fazla terk edilmiş köy vardır. hatta çoğu korku filmine de konu olmuştur. ben de o terk edilmiş köylerin çoğuna gittim. evlerden ziyade köyler çok daha gizemli bir havada çünkü halkı dinlediğinizde doğru/yanlış bir çok bilgi bulabiliyorsunuz ve inanmakla inanmamak arasında kalacağınız oldukça fazla nokta oluyor. kimisi korkunç şeyler… katliamlar, cinler… özellikle ibadet yerlerini görmek çok garip hissettiriyor bana. örneğin terk edilen rum köylerin kiliseleri. atmosfer gerçekten çok farklı.
devamını gör...
7.
anadoluda eski rum ve ermeni köylerinin neredeyse tamamı terk edilmiş haldedir. böyle perili bir kasaba izlenimi verir insana, tüyleri diken diken yapar.
devamını gör...
8.
kalbim
tüh lan aynısı yazılmış ama olsun
tüh lan aynısı yazılmış ama olsun
devamını gör...
9.
kalbimdlr.
devamını gör...
10.
cernobil
devamını gör...
11.
tekinsiz yerlerdir, dolaşmanız pek tavsiye edilmez. mpütezeller, zoofiller buralarda gezinir. terk edilmiş mekan romantizmine kapılıp kaseyi orada bırakmayın.
devamını gör...
12.
(bkz: sevgisiz kalpler)
devamını gör...