birçok kişi ciddi anlamda etrafındakilere rahatsızlık veriyor, canını yakıyor. başkalarının mutsuzluğuna sebep oluyor. iyileri tenzih ederim ama esnafından siyasetçisine, üreticisinden sanatçısına genel bir kolpalık, popüler bir; büyük balık küçük balığı yutarcılık hakim. her geçen gün sayısı azalan iyiler ise maddi ve manevi olarak sadece yaşam mücadelesi veriyor. ortaya hiçbir done koymadan herkes herkese çok rahat bir şekilde vatan haini diyebiliyor ve enteresan bir şekilde toplumda karşılık buluyor. bugün herhangi bir caddede "vurun, vatan haini bu" şeklinde birisini linç etmeye kalkışsanız etrafınız vuran ellerle dolacaktır.
devamını gör...
türkiye ' de yaşamak zorunda olmaları.
devamını gör...
çünkü tüketim çağındayız. her şeyi çok hızlı bir şekilde tüketip, çok hızlı bir şekilde sahip olduğumuz için heyecanı, isteği kaybettik.. teknoloji ne kadar gelişirse insanlar o kadar mutsuz ve savurgan oluyor.
eskiden hemen her şey için ortaya konan bir mücadele vardı. kaliteli ürünler ortaya konurdu ve bu da hevesi diri tutardı. küçük şeylerle mutlu olabilen insan sayısı çok çok azaldı. ben hâlâ küçük şeylerle mutlu olabildiğim için şükrediyorum. daha bu sabah kahvaltı yaparken arkadaşıma şey demiştim : "hayattan beklentini ne kadar düşük tutarsan, küçük şeylerle ne kadar mutlu olursan aldığın verim o kadar artar."
daha fazlasını isteyip, hırslandıkça elimizde kalan o mutluluk zerrelerini de kaybediyoruz maalesef..
devamını gör...
doyumsuzluk. herşeyin fazlasını isteme; sevginin, dostun, paranın, işin, gücün ..
devamını gör...
birey olamamak.
devamını gör...
iktisat ile alakalı. sonsuz insan istekleri.
devamını gör...
para?
devamını gör...
cinsellik sizlik ve parasızlık.
devamını gör...
saygısız bencil insanları avutmakla geçiyor ömrümüz başka ne olacaktı?
devamını gör...
marx'ın yabancılaşma teorisi ile gayet kolay bir şekilde anlaşılabilecek olay.


yabancılaşma, marx’ın hegel ve feurbach’tan devraldığı bir kavram olup bu kavram onun ellerinde kapitalizmin bütüncül eleştirisini anti-hümanist bir sistem olarak teorize etmeyi mümkün kılan bir araca dönüştü. marx, yabancılaşma teorisini ilk olarak erken dönem eserlerinden 1844 ekonomik ve felsefi elyazmaları’nda geliştirmiş olsa da bu teoriyi kapital dahil tüm iktisadî yazınının merkezine oturttu.

yabancılaşma kelimesinin sözlük anlamına bakılırsa bir dizi anlam ve kullanıma sahip olduğu görülecektir. bu tanımların hem günlük dilde hem sosyal bilimler içinde en yaygını yabancılaşmayı öznel bir “izolasyon ve uzaklaşma durumu” olarak tarif eder. hegel ve diğer filozoflarda yabancılaşma bütün insanlığın durumunu tarif eden daha genel bir anlama sahipti. insanların “tinsel olarak kaybolmuş” olmaları, “kendi gerçek özbenliklerine yabancılaşmaları” ve “hayatın anlamını yitirmeleri” bu kullanımı örneklendirir. ortaçağa gidildiğinde bu kavramın başka bir kullanımı ile daha karşılaşırız. o dönemde “satmak”, “bir başkasına devretmek”, “başka birine teslim olmak” gibi anlamları vardı.

marx yabancılaşmayı tüm bu anlamları kapsayacak şekilde kullanır. ama marx’la birlikte bu kavram daha net, daha ayakları yere basan ve insanların gündelik hayatlarının maddî gerçekliklerine dayanan bir kullanıma bürünmüştür. kavram derinliğinden ve evrensel geçerliliğinden bir şey kaybetmemiştir. bunun nedeni, marx için yabancılaşmanın temelinde insanların emekleriyle varettiği ürünlerle ve bizzat kendi emekleriyle kurduğu ilişkinin yatmasıdır.

işçilerin kendi emeklerinin ürünlerine yabancılaşmaları, yani onlardan koparılmış olmaları ve üretim sürecini kendilerinin yönetmiyor oluşu o denli basit ve “ortada” bir durumdur ki, üzerine yorum yapma gereği bile duyulmaz. bu verili durum adeta bir doğa yasası gibi algılanır. ford ya da hyundai’da çalışan işçiler otomobil üretir ve bu otomobiller işçilere değil bu şirketlere aittir. kömür madenlerinden çıkardıkları kömür maden sahibinin, dokudukları kumaş ise tekstil fabrikasının sahibinindir. bu “doğanın kanunudur”. marx bu durumu farketmekle kalmamış, kökenini ve sonuçlarını sorgulamıştır. şöyle der:

bu durum [yabancılaşma] basitçe emek tarafından üretilen nesnenin, yani emeğin kendi ürününün, yabancı bir varlık olarak emeğin karşısına dikilmesi anlamına gelir. nesne üreticiden bağımsız bir güç gibi görünür.

bizzat kendi emeklerinin ürünleri işçilere hükmetmektedir:

…ve işçi daha çok emek harcadıkça kendi yarattığı nesnelerin dünyası işçinin gözünde daha güçlü hale gelir, aynı şekilde yeni dünyasında işçi daha da fakirleşir ve artık daha az kendine aittir.

emek elbette zenginler için harikalar yaratır ama işçi için yoksunluk (mahrumiyet) üretir. zenginler için saraylar, işçiler için mezbelelik üretir.

marx, yabancılaşma analizini bu noktadan daha ileriye ve derine taşır. marx’a göre, işçiler kendi emeklerinin ürünlerine yabancılaşmışsa bunun sebebi üretim sürecindeki yabancılaşmada yani üretim eyleminin bizzat içinde yatar:

ürün gerçekte üretim eyleminin devamıdır. yani emeğin ürünü yabancılaşmışsa, üretimin kendisi de aktif bir yabancılaşma süreci olmak zorundadır. emeğin nesnesinin yabancılaşması sadece işin barındırdığı yabancılaşmanın özetidir.

akademik sosyologlar arasında, marx’ın söylediklerini birçok işçinin endüstriyel kapitalizmde pis, monoton, sıkıcı, yorucu ve tehlikeli işler yaptığı şeklinde bir gözleme indirgeme eğilimi vardır. hatta yabancılaşmış emek, işin fiziksel şartlarına ya da işçinin sahip olduğu öznel duygulara indirgenir. bu bakış açısı yabancılaşmanın tamamen ortadan kaldırılamasa bile yapılan iş daha az monoton ya da daha ilginç hâle getirilerek hafifletilebileceği sonucuna yol açar. oysa marx bundan daha fazlasını kastediyordu. marx için belirleyici olan işçinin işiyle kurduğu toplumsal ilişkiydi. işçinin çalışma yeteneğini bir başkasına (işveren/kapitalist patron) satması ve bu sebeple işin amacı ve yöntemleri üzerindeki kontrolünü yitirmiş olması yabancılaşmanın kökenini oluşturuyordu. kapitalizmde emek, ne bireysel ne de kollektif olarak işçiler içindir; başka biri içindir:

emeğin yabancılaşmasını ne oluşturur? ilk olarak, yaptığı iş… gönüllü değil zorunludur, angaryadır. bir ihtiyacın doğrudan tatmini için değil başka ihtiyaçları tatmin etmenin dolaylı bir aracıdır… işin bu dışsal karakterini en basitinden işin işçiye ait olmamasından anlarız. işçi başka biri için çalışır, yani işyerindeyken işçi kendisine değil patrona aittir.[i]

dolayısıyla ücretli emek yabancılaşmış emektir ve yabancılaşmayı ortadan kaldırmak ancak ücretli emeği yani kapitalizmi kaldırmakla mümkündür.

marx’ın yabancılaşmanın kökenini işçinin işi ile ilişkisinde görüyor olması bu kavramın sadece işyerinde geçerli olan dar ekonomik bir kavram olduğu anlamına gelmez. aksine, marx’a göre emek insan varoluşunun her yönü için temel önemdedir. marx insanın hayvanlardan emek yoluyla ayrıldığını ve insan olduğunu ifade eder. ayrıca, insanlar çevrelerini ve kendilerini emek aracılığıyla biçimlendirir. emek tarihin ve toplumun temelidir.

insan hayvanlardan, sahip olduğu bilinç, dinsel inanç ve benzeri şeylerle ayrıştırılabilir. insanlar geçim araçlarını üretmeye başladığı andan itibaren kendilerini hemen hayvanlardan ayrıştırmaya başlamıştır. bunun koşullarını insanın sahip olduğu fiziksel özellikler yaratır. geçim araçlarını üretirken insan dolaylı olarak gerçek maddî hayatı da üretmiş olur… bu üretim biçimi basitçe bireylerin fiziksel varlığının üretimi olarak düşünülmemelidir. daha ziyade bireylerin belirli bir eylem biçimi olarak görülmelidir. bu belirli eylem biçimi bireylerin hayatlarının, yani belirli bir hayat biçiminin onlar bakımından ifadesini oluşturur. bireyler hayatlarını ifade ettikçe, kendileri olurlar. dolayısıyla, oldukları şey üretim faaliyeti ile çakışır. hem ne ürettikleri hem nasıl ürettikleri insanların ne olduğu ile örtüşür.

emek bu temel işleve sahip olduğu için emeğin yabancılaşması insanın toplumsal ilişkilerinin bütünlüğünü bozar. marx bunun sonuçlarını inceler:

yabancılaşmış emek: (1) insanı doğaya yabancılaştırır ve (2) insanı kendine, kendi aktif işlevine, kendi hayat eylemliliğine yabancılaştırır, böylece de insanı kendi türüne yabancılaştırır… (3) yabancılaşmış emek insanı kendi vücuduna, doğaya, zihinsel hayatına ve kendi insanî hayatına yabancılaştırır. (4) emeğinin ürününe, kendi yaşam faaliyetine ve kendi türsel hayatına yabancılaşmasının doğrudan sonucu, insanın diğer insanlara yabancılaşmasıdır.[ii]

bu farklı yabancılaşma örnekleri günümüz dünyasında bolca var. doğaya yabancılaşmamızı sadece iklim değişikliğinde değil aynı zamanda kapitalist sanayinin çevreyi kirletip imha etmesinde de görebiliriz. bedenlerimize yabancılaşmamız kronik obezite ve anoreksi rahatsızlıklarında açık bir biçimde görülebilir. medyanın sürekli bombardıman yaptığı metalaşmış cinsellik biçimleri de keza bedenimize yabancılaşmamızın örneği. diğer insanlara yabancılaşmamızı ise yaygın ırkçılıkta ve yabancı düşmanlığında görebiliriz. bu tutumların egemenler tarafından teşvik edildiği söylenebilir ama ancak yabancılaşma sayesinde işçi sınıfının çeşitli kesimleri tarafından kabul görür ve içselleştirilir.

marx yabancılaşmayı sınıf sorunuyla ilişkilendirir. “eğer emeğin ürünü işçiye ait değilse… bunun sebebi ürünün işçi dışında başka bir insana ait olmasındadır”. bu “başka adam” “çalışmayan ve üretim sürecinin dışında olan” kapitalistten başkası değildir.

kapitalist ve işçi, marx’a göre, yabancılaşma madalyonunun iki tarafıdır, ama arada ciddi bir fark vardır:

mülk sahibi sınıf ve işçi sınıfı günümüzde aynı kendine-yabancılaşmadan muzdariptir. ama bunların ilki yabancılaşmada kendinin onayını, kendi çıkarını ve kendi gücünü görür. bu yabancılaşma kapitalist için insanî varoluşunun bir suretine sahiptir. işçi sınıfı ise yaşadığı yabancılaşma içinde yok edildiğini hisseder; kendi güçsüzlüğünü ve insanlık dışı bir varoluşun gerçekliğini görür… bu antitezin içinde, dolayısıyla, mülk sahipleri tutucu tarafı, proletarya ise yıkıcı tarafı teşkil eder.

yabancılaşmış emek bu yüzden yabancılaşmış bir toplum yaratır: kontrolden çıkmış, aşırı zenginlik ve yoksullukla kutuplaşmış, insanların kendi ürettikleri tarafından tehdit edildiği, insanların birbirlerinden bireysel olarak ayrıştığı, sınıf, ulus, ırkçılık, cinsiyetçilik ve dinî nefret tarafından bölündüğü bir dünya. ekmekten suya, seksten sanata, sağlıktan eğitime her şeyin milyonlarca insanın almaya gücünün yetemeyeceği metalara dönüştüğü bir dünya.

özetle, yabancılaşma günümüzün dünyasını üretir – eğer insanlık hayatta kalacak ve insan hayatları özgürleşecekse değiştirilmesi zorunlu olan bu dünyayı.

yabancılaşmış emek dünyayı anlama yeteneğimizi temelden etkiler, çünkü üretenlerin üzerinde ürettikleri nesnelerin hakimiyet kurması dünyayı başaşağı görmemize yol açar. ürünlerin insandan önce geldiğini ve insanı metaların yarattığını düşünürüz. metalar sihirli güçlere sahipmiş ve kendi ruhları varmış gibi düşünürüz. marx’ın yabancılaşma eleştirisi kapital’deki meta fetişizmi analizinin temelini oluşturur:

meta bu yüzden gizemli bir şeydir, çünkü insanlar metaya baktığında kendi emeklerinin toplumsal karakterini ürünün üzerine mühürlenmiş nesnel bir özellik gibi görürler; böylece üretenlerin, ürettikleri nesnelerin toplamıyla kurduğu ilişki toplumsal bir ilişki halini alır; ama bu ilişki onlara üretenler arasında bir ilişki olarak değil nesneler arasında bir ilişki olarak görünür.

yüzeysel olarak bakıldığında metaların değerleri, yani birbirleriyle değişim oranları, sahip oldukları içsel özellikler tarafından belirleniyormuş gibi görünür (çeliğin gücü, altının çekiciliği, elmasın parlaklığı). oysa marx’ın gösterdiği gibi, metaların değeri üretilmeleri için gerekli emek zamanıyla miktarıyla belirlenir.

marx’ın yabancılaşma teorisi kapitalist üretimin bilimsel analizinin ve eleştirisinin vazgeçilmez yapı taşlarından birini oluşturur.
devamını gör...
eskiden 100-150 kişilik gruplar halinde yaşayan insan toplulukları vardı. gruba uyum sağlayamayan ve grubun devamlılığına katkı sunamayan grup dışı kalırdı. grup dışı kalan da acımasız doğa şartlarına dayanamaz ve ölürdü.

zamanla köyler, kasabalar, şehirler derken mahalle dediğimiz yine sınırlı bir topluluk içinde yaşamaya başladık. bu topluluk 100-150 değilse de 1000-1500 kişiden oluşan ve ilki kadar olmasa da insanların birbirini tanıdığı ve gruba ait olma duygusunu hissettiği bir sosyal topluluktu.

artık internet var. kimsenin kimseye karşı gruptan atılma korkusu ile "ahlaklı" davranmasına gerek kalmadı.
devamını gör...
insanların hayatlarından memnun olmamasıdır. sevmedikleri işleri yapıp istedikleri kadar kazanamıyorlar. tatil yapamıyorlar, lükse kaçamıyorlar. berbat yöneticiler tarafından yönetiliyorlar. yaşadıkları şeyin “hayat” olmadığının farkındalar.
devamını gör...
alan yok. çok insan var. nefes alacak alan yok.

kaç arkadaşım müzik aleti çalmayı bıraktı. kendi evinde bile çalamazsın çünkü. dandik izolasyon, kültürel olarak alakasız komşu derken çaldırmazlar. parkta çalamazsın. ormana zaten gidemezsin. artık plajda bile çalınmıyor mangalcı dayı var, semaver var, suri çadırı var.

plajda et ete dokunuyor. eleman parasını vermiş tekne turuna gitmiş, telefona çekmiş. "bak bak suya" diyor , ben suyu değil 20 metre yanındaki dört tekneyi görüyorum. denizde de alan yok.

bakın gerçek hayata gelmedim bile. toplu taşımaya, trafiğe, park yerine, alışverişe...

nüfus azalmadan mutluluk gelmez. gelemez. fare gibi kafeste yaşayan insan mutlu olamaz, sinir hastası olur.
devamını gör...
açık ara ekonomi baş sebeptir. uyanıyorsun ev soğuk neden doğalgaza zam geldiği için kombiyi az açıyorsun gelde üşüdüğüne üzülme.
devamını gör...
o kadar çok kiiiii şimdi böyle deyince her sey para mi diyenler olacak ama mutsuzlugun temelinde yatan sey ekonomi.
zenginler mutlu demiyorum elbet ama genel olarak fakiir oldugumuz icin en buyuk sebep ekonomi bence.
ekonomik özgürlüğü olmayan bireyin sosyal hayatı etkileniyor,
geçimini saglamak için çok ağır şartlarda cok düşük maaşlara çalısan insanlar var sağlığı etkileniyor,o calişma sartlarında olan insan mutlu olamaz evini de mutlu edemez haliyle e mutsuz aile mutsuz toplum.
hadi ekonomiyi bi tarafa bıraktık diyelim,adalet sistemi, o kadar kadın cinayeti,taciz tecavüz,hirsizlik,yolsuzluk var ki caydirici bir sistemimiz de yok dürüst işinde gücünde vatandaşın psikolojisini bozuyor bu sistem. şimdi bunlari yapan da yine toplumun içinden diyecegiz ama kasanin içindeki çürük elmayi seçip diğerlerini kurtarmak çiftçinin işi.
bizden kaynakli sebepler de yok mu? var.
toplum olarak açız bi kere,gözümüz aç. kapitalizme suçu atıp atıp hep daha fazlasini istiyoruz. karnimiz,gözümüz doymuyor çünkü ruhumuzu doyurmayi bilmiyoruz. tüketim çılgınlığı , yaşamadığın hayatı yaşiyor gibi gösterme çılgınlığı ve sevememe hastaligina tutulmuş durumdayiz. kimse kimseyi sevmiyor ama herkes sarmaş dolaş. hatta o kadar sevmiyoruz ki birbirimizi,birinin başarılı olduğunu görmek içimizi daglıyor. falan filan işte mutsuzuz yanii.
devamını gör...
umutlarımızı yitirdik.
devamını gör...
parasızlık olabilir mi? hani gelir-gider uyumsuzluğu falan?.
devamını gör...
türkiye özelinde (bkz: izzeti nefis) sahibi olmak. aksi mümkün mü?
devamını gör...
para yok ve sevişim güçlüğü çekiyor insanlar.
devamını gör...
baskılar.. iş baskısı toplum baskısı ve bunları önemseyen karakter özelliği.
bu saydıklarım bir araya gelince, insan mutsuzluk içerisinde görüyor kendini. ömür böyle geçmez arkadaşlar. kafaya takmayarak başlayabiliriz mutluluk işine
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"toplumdaki mutsuzluğun sebebi" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim