tasavvufta, yaratanla yaratılanın tek ve "bir" olduğunu savunan görüştür.
devamını gör...
devamına "sûfilere göre kendiliğinden var olan (kaimun bizatihi) varlık (vücûd) birdir; o da hakk teâlâ'nın varlığıdır." eklenmesi elzemdir. yoksa tasavvuf yapacağım diye şirke gider mevzu.
devamını gör...
yaratanla yaratılanın tek oluşudur.
bunu savunurlar değişik bir tasavvuf duruşudur veya görüşüdür.
devamını gör...
allah'tan başka mevcudat yoktur görüşünü savunmaktır. bunu savunan alimler, evliyalar olmuş olsa da bu varlığın fıtratına terstir. çünkü her varlık kendi meşrebince vardır ve allah'ın esmalarını gösterir. yani vahdet-i vücud velayette velilerin girip, seyri süluk edip bazılarının çıkmak istemediği bir mertebedir fakat daha üst mertebeler de vardır. bu görüşün en büyük savunucusu ibn-i arabi'dir. la mevcuda illallah diyerek allah'tan başka mevcut yoktur demiştir. yanlış söylememiş fakat eksik söylemiştir. yani arabi'ye o mertebe diğer mertebelerden yüce görünmüştür.
devamını gör...
islam'a göre şirk'tir.
ne ayet ne de hadislerde olmayan ve ibni arab-i vahiy aldığını iddia edip, fusus gibi kitaplarında ortaya atana kadar esamesi okunmayan kavram.

arabi'yi allah gibi kabul eden tilimsani; kendisine "fusus'u okudum ve kuran fusus'u red eder" diyen birine "kuran baştan sonra şirktir, asıl tevhid bizim sözümüzdür" derken amacı neydi?

onun ve benzeri şeyhlerin hiçbir amacı yoktu, şizofrenin tüm hallerini taşıyan, amiyane tabirle "kafayı yemiş" tiplerdi.
devamını gör...
"insanlardan bazılarını allah'ın parçası saydılar. bu insanlar apaçık kafirdir." zuhruf / 15

vahdet-i vücud inancı apaçık bir küfürdür. bu sapık inancın başını çekenler; ibni arabi, hallacı mansur ve nesimi gibi tanınmış, islam&felsefe senteziyle uğraşan daha niceleri..

allah, onların iddialarından yüce ve münezzehtir.
devamını gör...
varlığın birliği olarak türkçeye tercüme edilebilir bir tasavvufî öğretidir. ibn-i arabi tarafından sistemleştirilmiştir. sufilerin büyük çoğunluğu -bazıları örtük de olsa- bu öğretiyi anlamaya ve yaşamaya çalışmışlardır.
islam dünyası içinden çıkan, tek sistemli düşünce olduğu ve bu bakımdan müslümanların yüzakı olduğu aşikar olan bu öğretiyi şirkle, kurana aykırılıkla itham edenlerle hiç bir seviyede, hiç bir ortamda tartışmak, konuşmak mümkün olmayacağı gibi abesle iştigaldir, boşa nefes tüketmektir.
eğer tasavvufu veya daha genel anlamda dini ahmet mahmut ünlü, nurettin yıldız, ebu hanzala, ihsan şenocak vesair medyaperest adamların veya haberlere konu olan insan olamamış badeci sapıkların anlattığı şekilde anlıyorsanız tabiîdir ki çoğu yerde felsefî, soyut bir bir dil kullanan ibn-i arabiyi anlamak sizin için mümkün değildir. size cin ali, ayşegül okulda gibi temel kitapları tavsiye eder, allahtan sabır dileriz.
devamını gör...
şirk falan değildir. evrenin (her şeyin) kaynağı allah'tır. her şey o'ndan gelir ve o'na döner. "varlığın birliği" bu demek. bütün dinlerdeki (kitaplardaki) tanrı anlayışıyla birebir örtüşür bu.

yaratan ve yaratılanın eşit ve aynı şey olduğu bir panteizm değildir. panteizm denen şey ateizmden farksızdır zaten, bunu da herkes bildiği için mesela spinoza'ya ateist derler.
devamını gör...
vahdet-i vücut "sana biri, bu alemde allah'dan başka bir varlık vardır derse, gerçekten büyük bir yalan söylemiştir.”

bu söze karşılık
“madem ki, bu alemde allah'dan başkası yoktur öyleyse yalan söyleyen kim olmaktadır?”

kuran'da ve peygamberin uygulamasında olmayan şey, iman olarak sunulursa bu şirk'tir.

vahdet-i vücut kavramını içinde barındıran tasavvuf, olimposun pantheonuyla birebir aynıdır.
devamını gör...
ıslamin pantesit yorumu ya da panteizmin islami yorumu diyebiliriz.

özünde tanrıyı bir çöl gibi düşünürsek, varlıkların tamamı da o çöldeki kum taneleridir der. çöl dedigin bu kum tanelerinin toplamına verilen addır. onlar yoksa çöl de yoktur. ancak herhangi bir kum tanesi de kendini çölden ayrı tutup ben çölüm diyemez. kendine çöl diyebilen * kum tanesinin ise çölün bütün bu varoluşunu kavramış olmasi gerekir.
yani cahil cahil ben allahim derseniz cehennemde yanarsınız; ancak şeriat, tarikât, marifet ve hakikât kapılarından geçerseniz o zaman gönül rahatlığı ile enel hak diyebilirsiniz. o levelde şeriat hükmü geçilmiştir artık siz sırrı öğrenmiş, içsellestirmis ve artık varlığınız tanrının varlığında bir parça olduğu gibi bilinciniz de tanrı leveline erişmiştir. haliyle konuşan siz değil tanridir. ya da siz tanrının sözünü seslendiriyorsunuzdur. *

bana hep, o katı fundamentalist islam yorumcularınin ortacag kilisesini andırır şekilde statüsünü koruma refleksleri yüzünden bu yorum daha yumuşak daha geniş gönüllü olarak gelir. bir de tabi hep otelenen, osmanlı'da bir dönem devlet desteği aldıysa da genel itibariyle sopayla durtulerek uzaklastirilan bir ekip oldukları için sempatik görünürler. * * ama tabi özünde eni sonu islam sınırlarında kalacaktır o yüzden de itirazımız bakidir.
devamını gör...
dini bütün ve mistik şirk nazariyesi. yani teori. yanlışlanmış olmasına rağmen dini mübin islam beldelerinde eller üstünde tutulan teori. insanın din psikolojisi mistisizme realizmden daha baskındır.
devamını gör...
yine başlamışlar sözde kuran okuyucuları, şimdi ne yapacaksınız kuranda "bak tarik geçiyor demek ki tarikat var" mı diyececksiniz? *
vahdet-i vücud denilen zımbırtı kuranda yada peygamberin sünnetinde geçmemektedir, bid'attir.
adeta bir tasavvuf yalanıdır, zaten bunlar çok severler böyle yalanları, uçmayı kaçmayı falan...
devamını gör...
bir şeyin kur'an'da yer almaması onun kur'an'a aykırı olduğunu göstermez. kur'an ve diğer birçok başka kitabın ve öğretinin temel tanrı tasavvuru, vahdet-i vücudla birebir örtüşür. çünkü varlığın, her şeyin sonsuz kaynağı tanrı olmak zorundadır. ancak böyle olduğu zaman her şeye gücü yeten, her yerde ve zamanda olan, her şeyi işiten bilen, doğmamış doğrulmamış bir allah olması söz konusu olabilir. bu da tam olarak dinlerin tanrısıdır zaten. vahdet-i vücud bu anlamda sadece kur'an'daki tanrı'nın değil bütün inançlardaki tanrı'nın açıklamalı bir anlatımından başka bir şey değil. teistik tanrı anlayışı mantığa aykırı bir şey olsa binlerce yıl yaşayamazdı.

siz eğer antropomorfik bir tanrı'ya, yani gökyüzünde oturan sakallı bir dede figürüne tanrı diye tapıyorsanız, tanrı olarak kafanızdaki matrix filmindeki mimar gibi bir tipse, o figürü reddeden deist ve ateistlerle aynı kefedesiniz demektir. çünkü öyle bir tanrı zaten yoktur, hiçbir dinde iman edilen tanrı da öyle biri değildir.
devamını gör...
panteizm'in değil panentezim'in karşılığıdır.

panteizm'de evren ve tanrı özdeştir. tanrı doğaya içkindir, aşkın bir varlığı yoktur. bu aşırı naturalizmi ateizmden ayırt etmek çoğu zaman güçtür.

panenteizm'de ise evrende ve her şeyde tanrısal bir öz vardır, tanrı evrene içkindir ve aynı zamanda evren haricinde aşkın bir varlığı da sahiptir.

birincisi vahdet-i mevcut anlayışının özdeşiyken ikincisi vahdet-i vücüd'un özdeşidir.
devamını gör...
tasavvufta yaratan ile yaratılanın tek olduğu görüşüdür. bakalım mevlana hz, rubai'lerinde bundan nasıl bahsetmiş:

gönlümün içinde ve dışında var olan hep o'dur. tenimdeki can, kan ve damar hep o'dur.
buraya nasıl olur da şirk ve iman sığar?
varlığımın nedeni ve niçini kalmadı; çünkü vücudum da ondandır ve hep o'dur.


çok farklı bir boyut ve bakış açısı bu.
devamını gör...
türkçe tek beden olmak.
devamını gör...
varlığın birliği ve varlıkta birlik anlamında zikredilir.

bulmak, bilmek anlamındaki vcd (وجد) kökünden gelen “vücûd” terim olarak “varlık” anlamında kullanılır. vücûd aynı kökten vecd ve tevâcüd ile bağlantılıdır. muhyiddin ibnü’l-arabî’nin en ulvî makamlara ulaşanlara atıf yaparken kullandığı “ehlü’l-keşf ve’l-vücud” (ehlü’l-cem‘ ve’l-vücûd) tabiri de (fütûhât-ı mekkiyye, ı, 99, 320, 347) vücûd terimindeki bu anlam bağlantısına işaret eder. ehlü’l-keşf ve’l-vücûd tabiriyle hakikati keşf yoluyla bulan veya beşerîlikten soyutlanarak bekā makamına ulaşanlar kastedilir. bunun anlamı, varlığın hakikatinin ancak seyrüsülûk yoluyla beşerîlikten tamamen soyutlanmak suretiyle idrak edileceğidir. el-vücûdü’l-hak (gerçek/mutlak varlık) bu soyutlanma sürecinde hissî, aklî ve hayalî varlık biçimlerinden uzaklaşılarak idrak edilir. abdülganî en-nablusî, “sâlikin en önemli görevi vücûdun anlamını tam olarak idrak etmektir” der, bunun da ancak fenâ makamına ulaşmakla mümkün olabileceğini belirtir. sûfîlerin fenâ-bekā nazariyesi de varlığı gerçekte idrak etmenin yöntemine işaret eder. vücûdun ikinci anlamı “gerçek, gerçekteki” veya zihnin ve müşahedenin mukabili olarak “dıştaki” demektir. bu durumda vahdet-i vücûdu iki şekilde anlamak mümkündür. birincisi varlığın bir olması, ikincisi bu birliğin itibarî veya müşahedede değil dışta ve gerçekte bulunmasıdır.
devamını gör...
insan insanaysa sevişmektir.
devamını gör...
ruh-i revan bağışlaram ruh-i revana sığmazam.

-nesimi.
devamını gör...
(bkz: panteizm)
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"vahdet-i vücud" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim